25 Şubat 2016 Perşembe

DEMOKRASİ NEDİR, NE DEĞİLDİR?


DEMOKRASİ NEDİR, NE DEĞİLDİR? (*)

                                                                                       
                                                                                 

Recep Nas


     Demokrasi Eski Yunanca kökenli bir sözcük. Bilindiği gibi demos , halk (aslında orta sınıf) anlamına geliyor, kratos da güç, egemenlik ya da yönetim… Yani demokrasi, halkın gücüdür, egemenliğidir. Ne ki insan haklarının önemsendiği günümüzde bunu aşan bir anlamı var demokrasinin. Halk ne istiyorsa o olur, bu değil. Halk neylerse güzel eyler, bu da değil. Bu görüşü hukuksal pozitivist akım savunur, ama bunun çağdaş demokrasiyle hiç ilgisi yok.(1)
     Demokrasi kavramını dışardan aldık, bize yabancı. Kültürümüzde yok, geçmişimizde yok. Bizimkisi itaat kültürü, “Padişahım çok yaşa!” kültüründen geliyoruz biz. Dilimiz dönmedi, söylemeyi beceremedik. Çok partili düzene geçince demokrat olamadık, ama ne gam, ‘demirkırat’ olduk. Bunu kolayca söyledik, kolayca anladık, ne de olsa at  yabancımız değil.
     1950’de ‘demirkırat’ başa geçti, böylece memlekete demokrasi geldi, şimdi her şey serbestti. Yanlış bir şey yapanlar, kurallara uymayanlar uyarıldıklarında, memlekette demokrasi var arkadaş, istediğimi yaparım diye diklendiler. Böylece nur topu gibi bir demokrasimiz doğdu, ama küçük bir kusuru vardı, hibrit (melez) doğdu.
     ‘Demirkırat’çılar 1946’yı çok severler, ‘1946 ruhu’ diye adlandırırlar onu. Canan  Eronat’ı (Hasan Âli Yücel’in kızı) dinleyelim: “Geldi 1946, keyifler kaçtı. Babam 5 Ağustos 1946’da kendi isteğiyle Bakanlıktan ayrıldı. Kapanmaz kapımız çalınmaz oldu. Kendi başına düşünemeyen yurttaşa ‘evet-hayır mührü’nü götürenler, önce ‘ışık-eğitim’ götürmek isteyen Hasan Âli Yücel’e ters düştüler.” (2) Sorunumuz, demokrasiden önce, eğitimdir oysa. İnsana saygıya bağlı bir eğitim olmadan demokrasi sadece laftır. (5)
     J.J. Rousseau, halkı aydınlatmak yönetmekten zordur, demiş. Aydınlanmış halkı yönetmek daha da zordur. İşte bu zordan kaçtılar, kolay olanı, işlerine geleni seçtiler. Halkın emeğinin yanı sıra kutsal duygularını da sömürdüler.
     Böylece halkçılar gitti, popülistler geldi. Halkçı halkın gereksinmelerini gözetir, popülistse halkın isteklerini… Başka bir deyişle, halkçı halk yararına çalışır, popülistse halka yaranır. Halkçılar halka ilkin eğitim, sonra sandık götürmek istediler. Biliyorlardı, ancak eğitilmiş, soran, sorgulayan, eleştirel düşünen insan özgürce, kendi istenciyle seçim yapar. Carl Sagan’ın deyişiyle, hem cahil hem özgür olunamaz. Popülistlerse sırtını sıvazladığı halkı,  adam yerine koyuyormuş gibi görünüp, senin dediğin olacak, ‘Yeter! Söz milletin’ diyerek  sandığa buyur etti.
     Tek parti yönetimi başka bir şey, tek partinin yönetimi başka.  1946’dan önceki dönemde –sanıldığının tersine- tek parti yönetimi değil, tek partinin yönetimi vardı. O dönemde demokrasinin altyapısı oluşturuluyor, demokrasiye giden yollar düzleniyordu, önündeki engeller birer birer kaldırılıyordu. Devrimler bunun için yapılıyordu. Hasan Âli Yücel’le birlikte Köy Enstitülerinin kurucusu olan İsmail Hakkı Tonguç’un dediği gibi, köylü topraklandırılmadan, eğitilmeden, işçiye iş verilmeden demokrasi olmaz.
     Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda okuma-yazma bilenler parmakla gösterilecek kadar azdı. Ünlü Fransız anayasa hukuku uzmanı, siyaset bilimci Maurice Duverger’nin sözleri bunlar: “Nüfusun büyük çoğunluğunun cahil, geri kalmış, okumaz-yazmaz olduğu feodal ve tarımcı bir ülkede Batılı sistemin hiçbir anlamı yoktur. Bu yapmacık dekor arkasında büyük mülk sahipleri ve geleneksel şefler seçimin iplerini çekecek ve eski yapı sürüp gidecektir. Demokrasiyi kurmazdan önce bunun koşullarını yaratmak gerekirdi. Devrimci Kemalizmin amacı işte budur.” Demek ki çok partili yaşama geçmeden önce demokrasi bilincinin oluşması, demokrasi kültürünün içselleştirilmesi gerekirdi. Atatürk boşuna  dememiş, Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür diye. Popülistler bu demokrasiye geçiş sürecini diktatörlük diye nitelendirmeyi pek severler. Televizyonda izlemiştim, Atatürk üzerine kitapları olan, geçenlerde yitirdiğimiz Andrew Mango’ya sordular,
     “Atatürk diktatör müydü?”
Yanıtı şöyle,
“No no no no no no no…!”
     Oxford Üniversitesi Öğretim Üyesi Geoffrey Lewis’in dediği gibi, Hitler, Mussolini, Stalin sivildiler, üniforma giydiler. Atatürk’se askerdi, üniformasını çıkardı.

     Demokrasinin olmazsa olmaz önkoşulları:                                                         
  1. Güçlü bir ekonomi
         Güçlü bir ekonominin de tek başına bir anlamı yok. Bu da yetmez, dengeli ve hakça bir gelir dağılımı olmalı. Oysa bugün- çok basite indirgersek- bir ekmeği beş kişi paylaşacaksa yarısını bir kişi alıyor. Öbür yarısını da dört kişi eşit paylaşmıyor tabii. Demokrasi, kendini yaratan ekonomik kurumlarla gelirse gerçek bir demokrasi olur. Güçlü bir orta sınıf olmalı, bilimi de sanatı da yaratan, geliştiren bu sınıftır çünkü. Bizde Özal’dan bu yana ‘orta direk’ diye diye bu direği yıktılar.
  2. Hukukun üstünlüğü
          Erkler (güçler) ayrılığı olacak. Yasama, yürütme, yargı… Yargı bağımsız olacak, yasamayı ve yürütmeyi anayasaya uygunluğu açısından denetleyecek. Ama unutmayalım, bir güç daha vardır, basın-yayın... Bu da güçlü, özgür, bağımsız olacak. Muhalefetsiz bir demokrasi olmaz. Goebbles, Hitler’e şunu demiş: “Bana vicdansız bir basın-yayın sağla, sana bilinçsiz bir halk sunayım.” Ali Fuat Başgil, “Bir tek noktada toplanan, kabına sığmayan bir güç, her zaman hakkın ve özgürlüğün en büyük düşmanıdır” diyor. (3)
         Demokraside kral yok, kural vardır. Demokrasi kurum ve kurallarıyla işler.
  3. Laiklik
         Laik sözcüğü ‘laikos’tan türemiş, kutsala değil, insana ilişkin olan, dünyasal olan anlamına geliyor. Laikliğe akılcılık da denebilir. Onun içindir ki Atatürk ümmetten ulus yaratmış, manevi miras olarak da bilimi, aklı bırakmıştır.
         Laiklik din değil, inanç değil. Hiçbir dinin, mezhebin, inancın yanında da değil, karşısında da değil. Laik devlet dini olmayan devlettir, ama dinsiz (ateist) devlet de değildir. Laik devlet dine karşı değil elbette, ama bu devletin yurttaşlarını daha dindar yapma gibi bir görevi de yok. Dini olmayan devlet, okullarında din dersi vermez, ama ateizm dersi de vermez. Laik devlet dinlere, mezheplere karşı yansızdır, inançlara karşı kördür. (7) Laiklik, demokrasinin yadsınmaz bir önkoşuludur.  Toplumsal barışın güvencesi, hukuksal birliğin kaynağıdır. Cemaatleşmiş bir toplum bütünleşemez.

  4. Düşünce özgürlüğü
         Kişinin özgür düşünmesi için ilkin düşünmeyi öğrenmesi gerekir. Ona düşünme öğretilecek, ne düşüneceği değil ama… Ne düşüneceğine, nasıl düşüneceğine kendisi karar verecek. Düşünecek ama Nasrettin Hoca’nın hindisi gibi değil. Eleştirel düşünecek, bilimsel düşünceli olacak, çözümleme-bireşim yapabilecek, neden-sonuç ilişkisini sağlıklı olarak kurabilecek. Kendi kendine düşünmeyecek tabii, düşüncelerini sözle, yazıyla, resimle, daha başka yollarla – tek başına ya da toplu olarak – yayabilecek (1982 Anayasası, md. 25). Bunun içinse örgütlenecek, hakkını arayıp koruyacak. Çağdaş toplum örgütlü toplumdur.
            Düşüncelerini söylerken, yayarken başıma bir şey gelir mi diye korkmayacak da. 
    Şair Eşref (1847-1912) II. Meşrutiyet’ten sonra yazmış:
    Devr-i istibdatta söyletmezlerdi/Söylersen ağlatırlardı ananı/Şimdi devr-i hürriyetteyiz
    /Önce söyletirler sonra ağlatırlar ananı
  5. Laik ve bilimsel eğitim
           Laik ve bilimsel eğitim, bilimsel düşüncenin temelini oluşturur. Eflatun (MÖ 427-347) 2500 yıl önce uyarmış: “Eğitim yetersiz olursa demokrasi oligarşiye dönüşür. Eğitim daha da yetersiz olursa demokrasi demagog yetiştirir. Eğitimin yetersizliği sürüp giderse demagog diktatör olur.” Öyledir, Mark Twain’in deyişiyle, halkı kandırmak kolay, kandırıldığına inandırmak zordur. Onun içindir ki , Lord Braugham’ın dediği gibi,” En kötü yalan, çocuğa ve halka söylenen yalandır, çünkü ikisi de kolay inanır.” Voltaire’in sözü çok doğru: “Bağnaz yetiştirmenin en şaşmaz yöntemi, eğitmeden inandırmaktır.” Eğitim akılcı, çağdaş, bilimsel, dolayısıyla laik olmalı ki çocuk sorsun, sorgulasın, irdelesin, çok yönlü ve eleştirel düşünsün. Bu nitelikteki bireylerden oluşan toplumda demokrasi tüm kurum ve kurallarıyla sağlıklı işler.  
           Yılmaz Esmer’in ‘Türkiye Değerler Araştırması’na göre (2011), halkın % 58’i meclisle, seçimlerle uğraşmak zorunda olmayan güçlü bir önder (lider) iyi olurdu, diyor. Oysa demokrasi tebaa, mürit, biat eden değil, ‘birey’ olan yurttaşlar ister. Atatürk boşuna dememiş, “Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz.”
  6. Seçim
          Seçim demokrasinin olmazsa olmazıdır ama tek gösterge, tek koşul değildir. Noam Chomsky, “(…) Eğer seçimler nüfusun bir bölümünün birkaç yılda bir gidip bazı düğmelere basmasından ibaretse, hiçbir önem taşımaz. Ama vatandaşlar belli bir tutumda ısrar etmek için örgütlenir ve bu konuda kendi temsilcilerine baskı yaparlarsa seçimlerin bir önemi olabilir” diyor. (4) Değilse, Brezinsky’nin bir zamanlar dediği gibi, Suudi Arabistan’a demokrasi getirin,  Bin Ladin iktidar olur. Nietzsche’ye kulak verelim: “Cahil bir toplum özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse bile hiçbir zaman özgür seçim yapamaz, yaptığını sanır. Cahil bir toplumda seçim yapmak, okuma-yazma bilmeyen adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır.” Eskilerde söylenmiş bir söz, keşke oylar sayılmayıp tartılsa… Doğan Kuban soruyor: “Seçimden seçime nafaka alarak özgür insan olmak olası değil. Halkın politik bilinci sandığa oy atınca gelişiyor mu?” (6)
           Sözde herkesin tek oyu var. Ergün Aybars anlatmıştı. Bir toplantıda dinleyenlerden biri,
           “Benim 50 bin oyum var” demiş.
           Ergün Aybars anlamazdan gelip soruyor:
          “Ne! 50 bin koyunun mu var?”
    Szillard’ın itirazı var: “Bir dâhiyle bir budalanın oy eşitliğini kabul ediyorum, ama iki budalanın bir dâhiye üstünlüğünü reddediyorum.”
           Cahil bırak, beyninden sana bağlansın, kolayca kandırırsın. Yoksul bırak, boğazından sana bağlansın. Üstelik fakir babası olursun, hayır dualarını alırsın, oylarını da… Fakir fukara, garip gureba diye nutuklar atarsın, ama yoksulluğu kaldırmak için kılını bile kıpırdatmazsın.    
           Diyelim, kadınlar devlet memuru olsun mu, olmasın mı, diye bir halkoylaması yapılıyor. Sonuç, olmasın, çıkıyor. Böylece ‘milli irade’ ‘tecelli’ etmiş mi olacak?  Millet kararını verdi diye kimse çalım satmasın. Bu uygulama insan haklarına, özgürlüğüne saldırıdır, çağdaş demokrasiye aykırıdır, meşru değildir. Çağdaş  demokrasi anlayışında ‘milli irade’nin her şeye gücü yetmez. Çoğunluk demokrasinin baş düşmanıdır, çünkü gücü vardır. Demokraside aslolan çoğunculuk değil, çoğulculuktur. Ali Fuat Başgil anlatıyor: “(…) Demokrasilerde çoğunluk da rakipsiz ve denetimsiz bir kuvvet merkezi durumuna gelince, (   ) zorbalık yoluna sapabilir. Temsil ettiğine inandığı ulusal istencin (iradenin) kutsallığına dayanarak en kıyıcı diktatörlere rahmet okutacak bir yolda hareket edebilir.”(3)
         Hibrit (melez) demokrasilerde seçim, iki kurtla bir koyunun, akşama ne yiyelim, diye oylama yapmasına benzer, kazanacak baştan bellidir.
           Bir zamanlar İran’ın Ardebel kentinde oturan nükteci (espritüel) Lotu (kabadayı) Kôru bir seçim günü oy atma sırası kendine geldiğinde sandığa karşı secdeye varıyor,
          “Sen Müslüman değil misin, hiç sandığa tapılır mı?” diyenlere,
          “Ay Ardebelliler, bu sandığa men tapmıyım da kim tapsın? Elli yıldır içine Memmed atıram, amma içinden Mustafa çıhır.”
       Sözün özü, demokrasi yazılması kolay, oynanması zor oyundur. Demokrat olmak zor zanaattır.
-------------------------------------------------------------
(*) Bu yazı Öğretmen Dünyası dergisinde (Aralık 2014/ Sayı: 420) yayımlanmıştır.
                                KAYNAKLAR
  1. Gemalmaz, Mehmet Semih (1987) “Demokrasi Üstüne” abece dergisi Haziran 1987
         Sayı:15
           2. Eronat, Canan (1993) “Canan Eronat’ın Konuşması” abece dergisi Sayı:79 (1-3)
           3. Başgil, Ali Fuat (1960) İlmin Işığında Günün Meseleleri Akt. Şükran Soner   
           Cumhuriyet gazetesi
           4. Akt. Erdal Atabek Cumhuriyet gazetesi, 02.06.2014
           5. Kuban, Doğan (2014) “Türkiye’de Neden Demokrasi Olsun?” Cumhuriyet Bilim  
                    Teknoloji  dergisi,17.01.2014 Sayı:1400
           6. Cumhuriyet Bilim Teknoloji dergisi, 20.06.2014 Sayı: 1422
           7. Nas, Recep (2013) “Laiklik” Bursa: Çağdaş Bakış dergisi Aralık 2013 Sayı:9

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder