22 Kasım 2021 Pazartesi

YAZMAK

                                         YAZMAK (*)

   Recep Nas

   

    Dört Temel Dil Becerisi

 

     Dört temel dil becerisi var, konuşma - dinleme, okuma - yazma. Bebek işite işite anadilinin ses dizgesi, ses kalıpları, vurgu, ton gibi ses özelliklerini edinir, belli bir olgunluğa erişince de anadiliyle konuşmaya başlar. Konuşma- dinleme böyle doğallık içinde öğreniliyor. Ama yetmez, doğru, düzgün, etkili konuşması için eğitim gerekli. Dahası yapıcı konuşmayı, sevgi diliyle konuşmayı öğrenecek, sağlıklı iletişim becerisi geliştirecek. Dinlemek için de işitmek yetmiyor, işitince dinlemiş olmuyoruz. İşitmek başka, dinlemek başka. Kulaklarımızla işitiriz, beynimizle dinleriz. Tam ve doğru anlamak için etkin dinlemenin, sözlerin arkasındaki duyguları anlamak için de eşduyumsal dinlemenin öğrenilmesi gerekir.

     Okuma-yazma da - genellikle - okulda öğrenilir. Ama bu ilkokuma-yazma, temel okur-yazarlık. Kolay bir metni okuyabilir, yalın bir tümceyi yazabilir, imzasını atabilir, o kadar. Çok insan var, okur-yazar sayılıyor ama okumaya okumaya, yazmaya yazmaya bu becerileri köreliyor, gizli okumaz-yazmaz oluyor. Mark Twain'in sözünü çok severim: Okumayan bir insanın okuyamayan bir insan karşısında hiçbir üstünlüğü yoktur. Kaldı ki şimdi yeni okur-yazarlıklar çıktı. Sayısal (dijital) okur-yazarlık, görsel okur-yazarlık, medya okur-yazarlığı, bilgisayar okur-yazarlığı...

 

     Yazmak Zor Zanaat

 

     Günlük yaşamda insanlar az sayıda sözcüklerle de olsa konuşuyorlar, konuşulanları dinliyorlar, ara sıra iletişim kazaları olsa da az buçuk anlaşıyorlar.  Ama insanımız okumaya, yazmaya uzak. Çetin Altan demiş, bir Türk'ü sıkıntıya sokmak istiyorsanız, yarım sayfa yazı yazmasını isteyin. Şu da var, yazmak yalnızlığı gerektirir, bizim insanımızsa yalnızlığı sevmez.

     Füsun Akatlı'nın deyişiyle, ödev yapan, sınav sorularını yanıtlayan öğrenciden tez yazan akademisyene kadar, haber yazan gazeteciden çocuğuna mektup yazan ana-babaya kadar, el duyurusu ya da kapısına not yazan esnafa, uyarı levhası yazan belediye yetkililerine kadar herkesin dil sevgisiyle, dil bilinciyle anadilini her zaman, her yerde doğru kullanması, doğru yazması bir onur sorunudur. Yurtseverlik, dilseverlikle başlar.

     Sadece dört örnek:

     * Eczanemiz cenaze nedeni dolayısıyla kapalıdır.

  * Avokadonun çekirdeğini çıkardıktan sonra eziniz. (Doğrusu: Çekirdeğini çıkardıktan sonra avokadoyu eziniz.)

     * Su kesintisi yapımı gerçekleştirilecektir. (Televizyonda alt yazı)

     * İçeri ve dışarı çıkarken kapıyı kapatınız.

     Bedri Rahmi Eyüboğlu yakınıyor, ta 1974'te: "(...) On öğretmenden biri, on doktordan biri, on mühendisten biri yazacak, bunu askerlik ödevi gibi namus borcu sayacak. Oysa artık mektup bile yazılmıyor, ne yazık..."

      Eskiden mektup yazılırdı, elle yazılmış mektuplar... İçtenlikli, doğal, senli benli, sade. Gözyaşını bu mektuplar taşırdı, acının ya da sevincin gözyaşları bu mektuplara damlardı. Duyguları, düşünccleri, sıcacık selamları bir yürekten öbürüne taşırdı, şimdi yok. Bir 'öğretmen öğrencim' bana eski günleri yaşatmak için bir incelik yapmış, elle yazdığı bir mektup göndermişti, ben de aynı biçimde yanıtlamıştım. ama onun üzerinden de yıllar geçti.

     Gençler şimdi 'selam' yazmaya bile üşeniyorlar, 'slm' yazıveriyorlar. Duygularını, düşüncelerini 'emoji' dedikleri hazır simgelerle belirtiyorlar.

       Yazma heveslisi gençler var elbette, özellikle şiir heveslileri. Ama usta şairlerimizi okuyorlar mı, bilinmiyor, bir şiir kitabı şair sayısı kadar satılmıyor da...

     Yazmak zor bir uğraş. Mahmut Yesari, beyaz kâğıttan korkarım, dermiş. Çok olur, ben de önümde boş sayfa, elimde kalem, durur kalırım öyle. Ferit Edgü içini döküyor: "Kırk yıldır yazıyorum, hemen hemen. On altı yaşında elime kalemi almak yerine malayı, çekici, keseri almış olmayı yeğlerdim. Olmadı, bilmem niçin? Oysa elimde mala, keser olsaydı, şimdi kuşkusuz eşsiz bir ustaydım. Kolay yazdığımda korkarım."

     Mîna Urgan'ın art arda iki kitabı basıldı, çok satıldı. Mîna Urgan bunu öğrenince şaşırmış, sevineceğine kaygılanmış, düzeyi çok düşük mü tuttum acaba diye.

 

     Nasıl Yazıyorlar?

 

     Bilge Karasu nasıl yazıyormuş, bir bakalım: "(...) [Y]azının çatısı yaşayarak (yaşarken, yaşadıkça) çatılacak, yazı etlenip butlanacak, değişik yerlerinden başlanarak yazılıp bozulacak, değişik yollar denenip bırakılacak; sınanıp işlenmeye değer bulunmuş damarlar, yüreğe giden yolu oluştursun diye düzene konup birleştirilecek, ayrılacak; ortaya bitmiş gibi görünen bir yazı çıktığında da en acımasız makaslamalarla kurguya yeniden girişilecek, yazının yüzlerce yerine ufak-büyük birtakım ekleme, çıkarma, düzeltme işlemleri uygulanacak, (...)  sonunda ortaya bir yazı çıkacak."

     İsaac Bashevis Singer ne güzel demiş: Çöp sepeti yazarın en iyi dostudur.

     İnci Aral da  anlatmış nasıl yazdığını:  "Kırk yıldır yazıyorum. Sözcükleri düşüne taşına yan yana getiriyorum. Bir yerden alıp öbür yana koyuyorum. Siliyorum, bozuyorum, atıyorum. Çoğu zaman kendimi onların ustası değil de çırağı imişim gibi hissediyorum. Sayfaları dolduran cümlelere çekingen bir yabancılık duygusuyla bakıyorum. Sanki var olabilsinler diye sözcüklere yol gösteren beceriksiz bir kılavuz, ışıltıları ortaya çıksın diye didinen kaba bir yontucuyum. (...) Bunca zaman içinde şunu fark ettim. Sözcükler büyülü. Özellikle yan yana gelişlerinde çözemediğim ve asla bozmak istemediğim bir büyü var. Beni uğraştıran asıl bu. Ben bunun delisiyim."

 

     Neden Yazıyorlar?

 

     Peki yazmak bu kadar zorken, zahmetliyken yazarlar neden yazıyorlar?

     Sait Faik Abasıyanık'ın Haritada Bir Nokta adlı öyküsünün son tümcesi ünlüdür: " (...) Söz verdim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi? (...) Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. (...) Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım."

     Fazıl Hüsnü Dağlarca da bir yazma tutkunu, şiir delisi: " Her şiirden sonra yüz sopa deseler varım, öyle severim şiir yazmayı, bir türlü doyamam. İki parmak, bir gözüm kalıncaya dek her şeyimi vermeye hazırım, şiir için. İki parmak kalem tutmaya, bir gözüm okumaya, okuyup yazmaya..."

     Liberation gazetesi (1985) sormuş, neden yazıyorsunuz? Yazarların yanıtlarından tadımlık birkaç örnek: (**)

     Milan Kundera: Herkesin söylediğinin tersini söylemek için, bu bana zevk veriyor. Tek başına haykırmanın direnci...

     Ba Jin: Yaşamı, çevremi değiştirmek için...

     José Saramago: Ömrümü uzatmak için...

     Jayanendra Kumar: Kafamı kurcalayan düşüncelerden kurtulmak için...

     Birago Diop: Kendi zevkim için yazıyorum.

     Jorge Amado: Diktatörlüklere karşı koymak, halkı etkilemek için...

     Anthony Burgess: Yazıyorum, çünkü geçimimi yazıyla sağlıyorum.

     Georges Simenon: Yazmazsam tedirgin oluyorum.

     Fukasawa Shichiro: Yazmayı sevdiğim için...

     Necib Mahfuz: İçimdeki gizli güçleri dile getirmek, okunmak için yazıyorum. Yaşamakla yazmak aynı şey benim için.

     Salman Rushdie: Yazıyorum, çünkü yazmadan nasıl yaşayabileceğimi bilmiyorum.Yazarken dünyayla hesaplaşıyorum.

     Michel Tournier: Okunmak için yazıyorum.

     Yazdıklarının okunmasını istemeyen yazarlar da var. Biri Franz Kafka. Arkadaşından,  yazdıklarını, ölümünden sonra yakmasını istemiş. Ama arkadaşı Max Brod onu dinlememiş, yazılarını yayımlamış, iyi de yapmış. Vergilius da ölüm döşeğindeyken Aeneas adlı yapıtının  yakılmasını istemiş. Bu yapıtı da Augustus kurtarmış.

     Okumaz - yazar olmaz. İyi yazmak ustaları okumakla olur. Okumaz, beyninizi beslemezseniz yazdıklarınız yavan olur. Sadece para için yazanlar varsa, Feridun Andaç'ın dediği gibi, onlar başkaları için yazar. Söyleyecekleriniz, itirazınız varsa, dünyanan gidişine öfke duyuyorsanız yazarsınız, ama bilimsel bir yazı bile olsa çakul çukul tümcelerle değil, yazınsal bir tat katarak... Denir ki gökkubbe altında söylenmedik söz kalmadı. Aşk üzerine ne şiirler, ne öyküler,  ne romanlar yazıldı, gene yazılacak, gene okunacak, yeter ki özgün olsun, yürekten yüreğe yazılsın.

     Peki ben bu yazıyı neden yazdım? Sevgili Fehmi Enginalp'in beni onurlandıran isteği üzerine, beni yüreklendirmesiyle yazdım. Bizim dergiye de yaz, deyince 'Yazmak' başlıklı bir yazı geldi aklıma. Bilmem kaçıncı karalamadan sonra ekleyip çıkarıp, yazıyla boğuşa boğuşa, didişe didişe, kaçan sözcükleri yakalayarak, kaçak giren sözcükleri kovalayarak yazdım, bu yazı çıktı ortaya.

     Elbette -  okurumu bilmeden - okunsun diye yazdım. Yayımlanırsa ben okuyacağım, yayımlanan yazımı  okumak bana doyum olmaz bir tat verir de... 

     

     ----------------------------------------------------------------------

(*) Bu yazı ÇİNİKİTAP dergisinde (Kasım- Aralık 2021 Sayı: 69 )  yayımlanmıştır. (26-27)

(**) Topuz, Hıfzı , "Yazmasalar Olmaz mıydı?" Cumhuriyet, 27 Mayıs 2020

 

 

 

 

 

18 Ekim 2021 Pazartesi

MERAK ET

                                                           MERAK ET (*)

                                                                                                                         Recep Nas

                                                                                         

       Merak gündelik dilde çoklukla kaygıyı içeriyor. Nerde kaldın, merak ettim, meraktan öldüm gibi. Bir de düşkünlük, heves anlamında kullanılıyor, annesine pek düşkündür, atlara meraklıdır gibi. Bir de deyimleşen ‘Meraklı Melahat’ var, her işe, her şeye burnunu sokan, dedikoducu. M. Orhan Öztürk (1) bunlardan ayırmak için merak sözcüğünün önüne bir sözcük daha ekliyor, ‘bilme merakı’ diyor. Bu yazıda ‘bilme dürtüsü’ anlamında sadece 'merak' denilecektir.

     Çocuk doğuştan meraklıdır. Sorar, inceler, dokunur, kurcalar… Öğrenme isteği çocuk için doğal bir yöneliş. Bir baba çok meraklı olmasın da başına kötü bir şey gelmesin diye aklı sıra çocuğunu korkutmak istiyor. Bir öykü uyduruyor. “Meraklı bir kedi varmış. Öyle meraklıymış ki bu kedi, bir gün bir delikte ne var diye bakarken deliğe düşmüş, kaybolmuş, ya!” Neden başka bir hayvan değil de kedi, merak kediyi öldürürmüş ya, ondandır. Çocuk korkmuş mu, sorusuna bakalım,

     “Delikte ne varmış?”

      Çocuk merakının gereği olarak çok soru sorar, cinselliğe ilişkin de, özellikle 3-4 yaşlarında. Bu sorular suskunlukla, utandırmakla, azarla, yalan yanlış yanıtlarla geçiştirilemez, çocuğun anlayacağı bir dille doğru, açık, özlü olarak yanıtlanmalıdır. Kimi de sorusuna soruyla karşılık vererek onun yeni yeni düşüncelere yelken açmasını sağlayabilirsiniz. Axel Hecke de bunu yapıyor.          

     Beş yaşındaki oğlu soruyor,

     “Baba sen neden varsın?”

     Bir çala düşündükten sonra soruya soruyla karşılık veriyor,

     “Peki sen neden var olduğumu düşünüyorsun?”

     Çocuk kaşlarını çatıyor, gözlerini bir an kapatıyor, bir sağa bir sola dönüyor, sonra yavaşça,

     “Beni sabahları okula götürmek için… Banyo suyumu doldurmak için… Akşamları bana kitap okumak için… Benimle oynamak için…” (13)

     Meraklı, ilgili, öğrenme isteği olan çocuk – öğretmeni de isteklendirirse, yüreklendirirse - okul ortamına kolayca uyum sağlar. (2)  Halilhan Yonka bilim sevdalısı bir genç, 16 yaşında. Çocukluğundan bu yana her şeyi merak ediyor: Bulutlar nasıl oluşuyor? Ağaçlar kışın neden yapraklarını döküyor?  Ama - öğrencilerini birey olarak gören, arkadaşı yerine koyan, onlarla vakit ayırıp söyleşen bir öğretmeni dışında -  öğretmenlerinden yakınıyor. Bizi insan yerine koymuyorlar, dersi anlatıp çıkıp gidiyorlar, diye. (15)

     Merak araştırmaya, öğrenmeye yönelten bir duygu, hayvanlarda da var. Zaten öğrenme, soru sorma tutkusunun evrimsel kökleri var. Soran, sorgulayan çocuğu isteklendirin, merakını kışkırtın, bunun için uygun ortamı hazırlayın. Yapma değil, yap deyin. Müzelere, bilim merkezlerine götürün. Buraları oyalanacak yerler değil, eğitim ortamları. Albert Einstein’e göre, merak narin bir bitkiye benzer, besini de uyaranlar ve özgürlüktür.

     Astrofizikçi Neil deGrasse Tyson ana-babalara söylüyor: “Her çocuk bilim insanıdır. Çevreyi keşfe çıkar. Engel olmayın, yolundan çekilin.” (3) Meraklı Zihinler adlı kitap – aralarında Steven Pinker, Richard Dawkins ve Howard Gardner’ın da olduğu - 27 bilim insanının denemelerinden oluşuyor. Kitabın editörü John Brockman ‘giriş’ yazısında “[Ç]ocuk olarak hepsinde ortak olan şey merak, araştırıcılık ve - ister çok özel olsun ister genel anlamda - derin bir öğrenme tutkusuydu” diyor. (12)

     Merak bilimin, uygarlığın itici gücüdür. Merakla bilim atbaşı gider. Buluşlar, keşifler merak duygusunun meyvesidir. Uygarlığın temelinde bilim, bilimin temelinde de merak var. Ne hoş, Mars’a fırlatılan robot laboratuvarın adı Curiosity, yani merak.

     Çocuğa, yürümeye başlayınca otur, konuşmaya başlayınca sus, sormaya başlayınca çok bilme, saçmalama demeyin.

     Çocuk soruyor,

     “Anne bugün ne?”

     “Çarşamba”

     “Perşembe olsa ne olurdu?”

     “Salak! Saçma sapan konuşma.”

     Bu çocuk sıradanlıktan çıkmış, ama annesi onu sıraya sokmaya çalışıyor. Bu soru olağandışı değil, olağanüstü, ilgisiz değil, ilginç. Çocuk özgür bırakmış düş gücünü, aç önünü. Bu sorudan ne yeni sorular, ne masallar, ne öyküler çıkar: Ağaçlar yürürse ne olur? Kedimiz konuşursa ne olur?

     Öğretim Üyesi Bilgi Güvenç Tuna “Bilme merakım çocukluğumdan, ailemin sorduğum soruları sabırla yanıtlamalarından geliyor sanırım. Böylece ilkokulda soru sormaktan utanmamaya başladım” diyor. (4) Ama velilere “Meraklı bir çocuk nasıl olur?” diye soruyor öğretmen. Yanıt şu: “Etrafı dağıtan yaramaz bir çocuk.” (5)

     Ali Akurgal, AR-GE’ye mühendis alınırken adaylara sorarmış,

     “Oyuncaklarını kırar mıydın?”

     Kırmazdım, diyenin işe alınma olasılığı düşük olurmuş. Ali Akurgal’a göre, çocuk oyuncağının nasıl yapıldığını, nasıl çalıştığını söküp, sökemiyorsa kırıp içine bakıp öğrenemiyorsa üst kulvara geçmek için treni kaçırıyor demektir. (6)

     Soru meraktan doğar, merak eden sorar. Merak insanı o güne kadar öğrendikleriyle yetinmeyip – aklında acabalarla, sorularla – alışılmışın dışında ‘bir şeyler’ aramaya iter. Merak öğrenmeye itiyor, öğrenmeyi de en çok ilgi tetikliyor. İlgi, çocuğu meraklandırmak için güçlü bir araç. Merak öğrenmeye, öğrenme ilgiye, ilgi de yeni meraklara götürür. (14)

    Acıkan nasıl karnını doyurmak isterse, ‘bilgi açlığı’ çeken de beynini beslemek ister. Ne ki Louis Auguste  Blanqui’ın (1805-1881) deyişiyle mide açlığa alışamaz ama beyin çabucak alışır. Okumaya okumaya okumaz, öğrenmeye öğrenmeye öğrenmez olur. Merak köreltilirse özgür ve özerk düşünme yeteneği de körelir. Albert Einstein’ın ünlü sözünü burda da analım: “Benim özel yeteneklerim yok. Ben sadece tutkulu bir bilme meraklısıyım.”

     Sözlükleri taramışlar, merakı olumlayan, destekleyen bir tane olsun atasözümüzü bulamamışlar, bunun üzerine ‘merak edenler’, Eğitim Reformu Girişimi’nin (ERG) öncülüğünde oturmuşlar meraka ilişkin kendilerinin ‘atasözlerini’ yazmışlar, yüzlerce, kitaplaştırmışlar bir de. Birkaç örnek seçtim: Merak kediyi geliştirir (Melis Hırimyan). Meraklı kuş kalkış izni istemez (Levent Akgüllü). Olmaz ise merak, zihin kalır kurak (Rıza Türker). Meraklı taş yosun tutmaz (Serap Alıcı). Merak uyanınca, cehalet uyur (Fevzi Sığın). (11)

      Osmanlılar Mısır’da kaldıkları sürece piramitleri merak etmemişler. Batı, Rönesans’ı, Aydınlanma sürecini yaşarken orda neler oluyor diye de merak etmemişler. Oysa bilim de sanat da merakın hem ürünü hem üreticisidir.(1) Osmanlılarda basımevi (matbaa) Gutenberg’den 277 yıl sonra kurulmuş. Troya’yı (Heinrich Schliemann), Manyas Kuş Cenneti’ni (Curt Kosswick – Leonore Kosswick) yabancılar bulmuş.

     M. Orhan Öztürk acı gerçeği haykırıyor: “Üniversitede kırk yılı aşan öğretim üyeliğim süresinde öğretim üyelerinin çoğunun tartışmadan öğretmek, öğrencilerin de soru sormadan, tartışmadan öğrenmek eğiliminde olduklarını gözledim. Öğretim üyesinin soru sorulmayan dersleriyle, öğrencinin kendine verileni olduğu gibi, yani sorgulamadan, düşünmeden, tartışmadan ezberleme eğilimi dişli çarklar gibi birbirine uyuyordu. Sanki ailede, okulda ve toplumda çocuk yetiştirme araçları, yöntemleri ve geleneklerimizin bir kesimi ‘biat’ toplumuna uyan kişiler oluşmasını amaç edinmiş!” (10)

     Şu da var, bilimsel merak laikliği getirir yanı sıra. Nobel ödüllü Richard Feynman da bunu söylüyor: “Doğayı takdir edebilmek için gerekli olan kuşku, genellikle derin dinsel inançlarla ilintili olan kesinlik duygusuyla kolay kolay bağdaştırılamaz.” (7)

     Türker Kılıç’ın deyişiyle, merak, bilmekten, anlamaktan doğan yaşama sevincinin temel isteğidir, bilim insanının zihninin cansuyudur. Merak edip de araştırmaya, incelemeye, okumaya başlandığında, bu, beyin için içödül oluyor. Merak, beynin öğrenme yeteneğini artırıyor, beyinde çok farklı kulvarları devinime geçiriyor.(8) Öğrenmek doyum olmaz bir zevk kaynağıdır, tadan bilir. Gönüllülük işi, zorunluluk yok. Kimse ondan o işi yapmasını istemez.

      Gene Richard Feynman’a kulak verelim: “Ben bir bulucuyum (mucit). Her şeye merak duyabilir ve her şeyi araştırmak isterim.  Çocukken herhangi bir konuyla ilgileniyorsam bundan keyif aldığım içindi. Doğayı seviyordum ve sırf eğlencesine uğraşıyordum onunla. Yaptığım şey de doğayla oyunlar oynamaktı. Merakımı ve ilgimi ne çekiyorsa onunla oynamalıydım yalnızca. Şimdi de tıpkı olgular arasındaki ilişkileri bulmaya çalıştığım, canımın istediğini yaptığım çocukluğumdaki gibi her şey yine.” (7)

     Alexander von Humbold’a (1769-1859) ‘merakına yenik düşen adam’ denirmiş. Doğduğu Prusya Krallığı’nın saraylarında gününü gün edebilecekken, o Orinoco Irmağı’nın tropik cangıllarında (orman), Chimborazo Dağı’nın doruğunda bilimsel incelemeler yapmayı yeğliyor. 1829’da 60 yaşındayken Neva’dan Yenisey’e binlerce km. yol alıyor. İnsan kaynaklı iklim değişikliğini ilk kez dile getiren de o. (9)  

      Dian Fossey, kendini gorillere adayan kadın, ne acı, goril avcılarınca öldürüldü. Primatolog  Jane Goodall, 1960’tan bu yana hayatı şempanzeleri incelemekle geçmiş. Bir de yaşamını balinaların seslerine, - daha doğrusu- ‘şarkılar’ına adayan öğretim üyesi Michel Andre var.

     Nâzım Hikmet’in Yaşamaya Dair başlıklı şiirinden kısa bir alıntı: (…) Yaşamayı ciddiye alacaksın/Yani o derecede, öylesine ki/ (…) Kocaman gözlüklerin/Beyaz gömleğinle bir laboratuvarda/İnsanlar için ölebileceksin/Hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için/Hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken/Hem de en güzel, en gerçek şeyin/Yaşamak olduğunu bildiğin halde (…)

     Orhan Bursalı ‘Örgütlenmiş merak’tan söz ediyor. Merakı toplumsal olarak kışkırtan uluslar üreterek gelişirken merak etmeyen ulusları kendilerine bağımlı kılıp köle yaparlar. Charles Darwin uyarmış: Bilim ve sanat bir kuşun iki kanadı gibidir. Bilim ve sanata önem veren toplumlar uçar, önem vermeyenlerse uçamaz, tavuk olur. O tavuğun önüne yem atarlar, arkasından yumurtalarını toplarlar.

     Merak etme sen, denir ya çokluk, şarkısı bile var. Biz merak edelim, merak et,  diyelim, tabii bu bilimsel merak…

 

                                                   KAYNAKÇA

 

1.Öztürk, M. Orhan 2019) “Bilme Merakı Bizim Toplumda Neden az?” Herkese Bilim

     Teknoloji 29.11.2019 Sayı: 192      

2.Nas, Recep (2006) Çocuk İnsandır (Çocuk Eğitimi) Bursa: Ezgi Kitabevi     

3.http://butundunya.com/pdfs/2017/05/087-088.pdf  Çev. Sabriye Aşır

4.Herkese Bilim Teknoloji dergisi 20.09.2019 Sayı: 182 (Özlem Yüzak)

5.https://www.egitimreformugirisimi.org/uzun-hikaye-meraki-yeserten-bir-egitim-mumkun

6.Akurgal, Ali (2018) “Üst Düzeyde Mühendis Yetiştirmek” Herkese Bilim Teknoloji

      dergisi 16.11.2018 Sayı: 138

7.Onur, Bekir (2019) Değişen Çağ Değişen Çocukluk Ankara: İmge Kitabevi

8.Cumhuriyet Bilim Teknik dergisi 03.04.2015 Sayı: 1463

9.Herkese Bilim Teknoloji dergisi 27.09.2019 Sayı:183 (Batuhan Sarıcan)

10.Öztürk M. Orhan (2019) “Çocukta Bilme Merakı Nasıl Söndürülüyor?” Herkese Bilim

     Teknoloji dergisi 27.12.2019 Sayı: 196

11.https://www.merakedenler.org/atasozleri/home/

12.Brockman, John (ed./2007) Meraklı Zihinler çev. Ülker İnce Ankara: TÜBİTAK                                                                         

13.Stiekel, Bettina (2011) Çocuklar Soruyor, Nobel’liler Cevaplıyor 7.baskı

     Çev. Elif Günçe İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yay.

14.https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ozgur-bolat/merak-eden-cocuk-nasil-yetistirilir-40931928

15.Söyleşi: Özlem Yüzak Herkese Bilim Teknoloji dergisi 20 Mayıs 2021 Sayı: 269

 

(*) Bu yazı ÇAĞDAŞ EĞİTİM KOOPERATİFİ'nin e- dergisi olan ÇAĞDAŞ BAKIŞ'ta (Eylül 2021 Sayı: 40) yayımlanmıştır.