30 Aralık 2017 Cumartesi

CAHİL


CAHİL  (*)



                                                      Recep Nas

                                                       

 



     Bilemedim diye utandığınız oldu mu, benim oldu. Yıl 1956, ilkokul sondayım, bir de bitirme sınavları yapılırdı, tek tek çıkardık öğretmenlerin karşısına, sözlü soru sorarlardı. Ben ne sordularsa bildim. Son soruyu komşu köyün öğretmeni sordu: Pakistan Cumhuriyeti kuruldu mu? Bilemedim, yanıtı kendi aralarında tartışırlarken ben gözlerim dolu dolu çıktım. Nasıl bilemem, öbür dersliğe girip ağladım ağladım, iki gözüm iki çeşme…

     Bir yaz günü köyümdeki kahvede otururken, bir köşede de birkaç köylü gazetedeki bulmacayı çözüyordu. Bir soruyu bilememişler. Biri, Recep’e soralım, öğrenci ya, bilir, dedi ve sordu. Ben de bilemedim, çok utandım. Soru şuydu: Açıklarında Dumlupınar Denizaltısı’nın battığı Marmarada’ki burun.

     Öğretmen okulu son sınıfındayken, köy uygulama okulu öğretmeni, öğrencilere, hangi sivrisineğin sıtmayı bulaştırdığını sorduğunda yanıtı ben de bilmiyordum, küçüldüm, içim ezildi.

     ‘Cahil’ sözcüğü ne zaman dilime girdi, anımsamıyorum. İlkin edilgin dil dağarcığıma mı, doğrudan etkin dil dağarcığıma mı girdi, onu da bilmiyorum. Bildiğim, öğretmen okulunda çokça, içtenlikle, coşkuyla, ürpererek söylediğimiz Öğretmen Marşı, onda geçen ‘cehil’ sözcüğü. İsmail Hikmet Ertaylan’ın yazdığı Öğretmen Marşı’nın ilgili dizeleri şöyle: Candan açtık cehle karşı bir savaş/Ey bu yolda ant içen genç arkadaş/Öğren, öğret hakkı halka, gürle, coş/Durma durma koş

     Atatürk Ulusal Kurtuluş Savaşının bitiminde demişti ya, asıl savaş şimdi başlıyor, cehaletle savaş… İşte biz bu savaşa hazırlıyorduk kendimizi.

    Ne ki cahillik, bilmemek değil. Herkes her şeyi bilemez, bilmesi de gerekmez. Yeter ki bilmediğini bilsin. Sokrates demiş ya, bildiğim bir şey varsa o da hiçbir şey bilmediğimdir. Bilseniz de yetmiyor, günümüzde bilgiler çabucak eskiyiveriyor. İnsanda kromozom sayısı 24 çift sanılıyordu, sonradan anlaşıldı ki 23 çift. Parçalanmaz en küçük parça anlamındaki atom parçalandı. Bilimsel bilgi, her zaman tamlığın doğrultusunda ilerleyen eksik, tamamlanmamış bir süreçtir. Çünkü değişme süreklidir, sonsuzdur. Bilgi de sürekli gelişecektir.   

   Bilginin yararı, değeri doğrudan durumlara, koşullara bağlıdır. Onun için bilgileri yararlı-yararsız diye ayırmak da doğru değil. Değersiz, ilgisiz gibi görünen bir bilgiye olaylar, koşullar birden bir değer, önem kazandırabilir. Örneğin 6 Ağustos 1945’ten önce Hiroşima’yı kim, kaç kişi biliyordu? (1) Yararsız sanılan bilgiler sonradan işe yarayabiliyor. Öyle ki birçok buluş, daha önce ortaya konup da ne işe yarayacağını kimsenin bilmediği ‘yararsız bilgi’ sayesinde gerçekleşmiştir. (2)

     Atatürk’ü dinleyelim: “Biz cahil dediğimiz zaman mektepte okumamış olanları belirtmiyoruz. Belirttiğimiz, bilimi, gerçeği bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okuma bilmeyenlerden de gerçeği gören-özellikle sizlerin içinde görüldüğü gibi- gerçek bilginler çıkabilir.” (18.03. 1923/Tarsus)

     Demek ki bilmediğini bilen cahil sayılmaz. Cahil, bilmediğini de bilmeyen (cehl-i mukap), ama her şeyi bildiğini sanandır. Bilmeyene öğretirsin, öğrenir. Ama cahile öğretemezsin, o zaten biliyordur. Cahil öğrenmez, inanır. Okumaz, hatmeder. Yunus emre onlar için söylemiş olmalı: İlim ilim demektir/İlim kendin bilmektir/Sen kendini bilmezsin/Bu nice okumaktır. Hele bir de, eskilerin deyimiyle, cahil-i anud var, beterin de beteri, inatçı cahil. Kara cahil bu işte, Nuh der, peygamber demez. Dediğim dedik, öttürdüğüm düdük.

     Manken Tuba Altıntop cahil mi, değil mi, ben bilemedim. Savaş Ay’ın Tuba Altıntop’la yaptığı söyleşiden kısa bir alıntı (Akt. Emre Kongar, Cumhuriyet, 09.09.20004):

     -Hobilerin ne senin?

     -Şiir yazarım.

     -Kim var sevdiğin şair?

     -Fahir Atakoğlu… Yok yok o değil. Hah Ataoğlu, bir şey Ataoğlu.

     -Ataol Behramoğlu mu?

     -O işte. Evde üç tane büyük kitabı var, seri… Antoloji yani. Kişinin kendi yazdığı tüm şiirlerin alt alta birleşmesi. Ama içinde bir şey de var. Tüh! Bende inanılmaz isim kaybı var. Vitaminsizlikten galiba. O tanıdığımız isim var. Sürgüne gitti hani. Yaşlı… Büyük… Yasaklandı ya… Hani başka ülkelerde ödüller verildi. Çok büyük. Bizim oralı, Adanalı…

     -Yaşar Kemal mi yoksa?

     -Hah Yaşar Kemal

     -Şair ha?

     -Evet, İstanbul üzerine tüm şiirlerini okudum.       

     Cahillikle ilgili birkaç atasözümüz: (3) Cahilin sofusu, şeytanın maskarası. Cahile laf anlatmak, deveye hendek atlatmaktan zordur. Cahilin dostluğundan, âlimin düşmanlığı yeğdir.

     Cahil soru da sormaz, kendini de haddini de bilmez. Ya bir de cehalet eyleme geçerse, Goethe’nin dediği gibi en korkuncu da budur.

     İngiliz atasözüymüş: Biliyor, bildiğini de biliyor, bilgedir o, arayın onu. Biliyor, bildiğini bilmiyorsa uykudadır, uyandırın onu. Bilmiyor, bilmediğini biliyorsa çocuktur, öğretin ona. Bilmiyor, bilmediğini de bilmiyorsa ahmaktır, ondan uzak durun.

     İki psikolog (Justin Kruger ve David Dunnig) bir kuram geliştiriyorlar, bununla da Nobel ödülünü kazanıyorlar. Özü şu: Cehalet kişinin özgüvenini artırır. ‘Cahil cesareti’ denir ya, işte bu. Bertrand Russell çok önceden söylemiş aslında: “Çağımızın en büyük sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmasıdır.” Oysa R. Feynmann’ın deyişiyle, bilim kuşku duyma kültürüdür.

     Darülfünun (üniversite) Müdürü Hoca Tahsin Efendi (1812-1881) canlıların havasız ortamda yaşayamayacaklarını kanıtlamak için deneyler yapınca, Tanrının işine karışıyor diye dinsizlikle suçlanıyor, baskılar sonucu müdürlükten alınıyor. Hoca Tahsin Efendi kırgın, cehaletten bunalmış, şöyle iki dize yazmış: Cehalet mültezem, kesb-i kemâldir cünhamız, bildim / İlahi, cürm-ü tahsil-i ilimden tövbeler olsun  (Suçumuz olgunluk kazanmakmış, oysa bize cehalet gerek, anladım. Tanrım, bilim öğrenme suçundan tövbeler olsun.) (4)

     Ferit Edgü, Cahil adlı bir kitap (Sel Yay.) yazdı, ondan tadımlık birkaç özdeyiş:

*Gözü kara cahiller vardır, gözü açık cahiller vardır. Ama gözü tok cahil yoktur.

*Cahilin bilmediği bir şey yoktur. Ekonomi, sosyoloji, tarih, coğrafya, fizik, kimya, matematik, Arapça, Farsça, Latince… Bilmediği tek şeyse bunları bilmediğidir.

*Cahil kitabı o kadar sever ki okumaya kıyamaz.

*Ah, cahil kafam! diye yakınan gerçek bir cahil yoktur.

*Cahil az düşünür, çok konuşur.

*Cahil üşüdüğünde bayrağa sarılır.

     Cahilseverler de var, bunlardan biri Prof. Dr. Bülent Arı, şöyle demiş (Mart 2016):”Ben daha çok cahil ve okumamış, tahsilsiz kesimin ferasetine (anlayış, seziş) güveniyorum bu ülkede. Yani ülkeyi ayakta tutacak olanlar, okumamış, hatta ilkokul bile okumamış,  üniversite okumamış cahil halktır. (…) Okuma oranı arttıkça beni hafakanlar (sıkıntı, çarpıntı) basıyor. (…) Ben her zaman cahil halkın ferasetine güveniyorum (…).” (5) Ne denir, Sakallı Celal (Yalnız) demiş diyeceğini, bu kadar cahillik ancak tahsille olur.

     Bilemedim diye yerinmem, utanmam boşunaymış, bu da bilmekti, bilmediğini bilmek… Öyle ya, bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp. Kaldı ki onlar ansiklopedik bilgiler, gerek duyulunca kaynağından kolayca ulaşılabilir. Yeter ki öğrenmeyi istesin, öğrenmekten tat alsın insan; meraklı, bilimsel tutumlu, eleştirel düşünceli, yeni düşüncelere açık, sorgulayıcı olsun. Atatürk’ün Tevfik Fikret’ten esinlenerek söylediği gibi, ‘fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür’ olsun.



      1. Antel, Sadrettin Celal (1952) Umumi Didaktik, İstanbul: Doğan Kardeş Yay. (102)

2. Gürses, Can (2013) “Gereksiz Bilginin Gerekliliği”, Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji,

20.09.2013

      3. Aksoy, Ömer Asım (1971) Atasözleri Sözlüğü Ankara: TDK Yay. (182)

      4. Akyüz, Yahya (1997) Türk Eğitim Tarihi, İstanbul Kültür Üniversitesi Yay. (148)




(*) Bu yazı Çağdaş Eğitim Kooperatifi’nin (ÇEK) ÇAĞDAŞ BAKIŞ dergisinde (Aralık 2017 Sayı: 25) yayımlanmıştır.