22 Şubat 2016 Pazartesi

ARA ELEMAN MI, KALEM EFENDİSİ Mİ?


                                   ARA ELEMAN MI, KALEM EFENDİSİ Mİ? (*)




                                                                                  





     Eski Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’a göre (Ağustos 2013), Türkiye ‘konumu itibariyle’ mucit (buluşçu) çıkaramazmış, onun için gençler ara eleman olarak yetişmeli, kalem efendisi olmamalıymış.

     Ne yazık ki, tarihsel, kültürel bağlamda doğru söyledikleri. Çıkaramaz değil ama, çıkarılmadı, izin verilmedi. Destek değil, köstek olundu. Bunu destekleyen örnek çok. İlkin Osmanlı Bilgini Takiyüddin geliyor aklıma. Takiyüddin 1575’te İstanbul-Tophane sırtlarında bir gözlemevi kuruyor. Çok değil, beş yıl sonra, 1580’de Şeyhülislam Kadızade’nin, ‘gözlem yapılması uğursuzluk olup yıldızların sır perdelerini küstahça aralama yürekliliğini gösterme kötü bir sona götürür’ denilen fetvası, III. Murat’ın da buyruğuyla denizden topa tutularak yıkılıyor. Neden? İlber Ortaylı’ya göre, o arada olan depremin nedeni gözlemevidir diye söylenti yayılıyor. (1) Veba salgınını bu gözlemevinin varlığına yoranlar da olmuş. Gözlemevi yıkılsın diye Sarayın önünde büyük gösteriler yapılmış, ‘iztemezük’ denmiş. Yani ‘mili irade’ istememiş, gökyüzündeki melekleri gözlüyorlarmış çünkü.

     Bir örnek daha, Darülfünun (üniversite) Müdürü  Hoca Tahsin Efendi (1812-1881), canlıların havasız ortamda yaşayamadıklarını kanıtlamak için deneyler yapınca, Tanrının işine karışıyor diye dinsizlikle suçlanıyor, baskılar sonucu müdürlükten alınıyor. Hoca Tahsin Efendi kırgın, cehaletten bunalmış, şöyle iki dize yazmış. (2)

      Cehalet mültezem, kesb-i kemâldir cünhamız, bildim

     İlahi, cürm-ü tahsil-i ilimden tövbeler olsun

    (Suçumuz olgunluk kazanmakmış, oysa bize cehalet gerek, anladım.

   Tanrım, bilim öğrenme suçundan tövbeler olsun.)

     Ölüm döşeğinde de şunları söylüyor: “(…) Benim sonsuz bilime yönelmem, tam tersine hakkıyla dindar olmak ve aklımın sınırlarını sınamak içindi(…).” (3) Hakkıyla dindar olmak istemiş, siyasal İslamcı olsaydı bunlar başına gelmez, el üstünde tutulurdu.

     Erdoğan Bayraktar şunu da diyor: Bu ülke Müslüman bir ülke, tarihten gelen bir yapısı var. Gençlere de, öyle düşünmekle, yazmakla, araştırmakla zaman yitirmeyin, pratik olun diye sesleniyor.(5)

     Ünlü Bilimci Richard Dawkins hesaplamış, tüm Müslümanların aldığı Nobel Ödülü sayısı, Cambridge Üniversitesi’nin Trinity Koleji’ndeki bilimcilerin aldığından az. (4)

     Erdoğan Bayraktar, gençlere ‘kalem efendisi’ olmayın diyor. Bu bir İbn Sina, İbn Haldun, Farabi, Ali Kuşçu, Cahit Arf, bir Albert Einstein olmayın demektir. Bilimden uzak durun demektir, diyor zaten, ara eleman olun, tekniker olun. Öğretmenleri, ellerine kılavuzlar vererek yaratıcılıklarının önünü kesip bu düzeye indirdiler bile. Oysa, Spears’ın deyişiyle, program, öğretmenin kafasında ve kalbindedir. (10)

     İslam akıl dinidir, diyen Maturidi (853-944), akılcı bir felsefe akımı olan ‘Mutezile’nin öncüleri Müslüman değil miydi? Ama bunları ellerinin tersiyle ittiler, İmam Gazali’ye döndüler. Çünkü o akıl yok, nakil var dedi.

     1939’da Abraham Flexner’ın ‘Yararsız Bilginin Yararı’ başlıklı bir yazısı (Harpers Magazine dergisi, sayı:179) yayımlanıyor. Yararsız sanılan bilgiler sonradan işe yarıyor. Öyle ki birçok buluş, daha önce ortaya konup da ne işe yarayacağını kimsenin bilmediği ‘yararsız bilgiler’ sayesinde gerçekleşmiştir. Başka bir deyişle, öyle kuramlar var ki, bulan bile o anda ne işe yarayacağını kestiremiyor.

     Marconi radyoyu icat ediyor, ama ondan 100 yıl önce Maxwel ‘elektromanyetik kuramı’nı geliştirmesiydi, icat edebilir miydi, kuşkulu… Albert Einstein de ‘görecelik kuramı’nı  Gauss’a, Riemann’a borçlu. (5)

     Yineleyelim, eski Bakan bizde buluşçu çıkmaz diyor. Çıkmaz değil, çıkarılmaz. ‘4-4-4’le (artı koymaya elim varmıyor)  hiç olmaz. Özel çabalarıyla öne fırlayıp çıkan bilimcilerin başına da gelmedik kalmaz. Tek örnek yeter, üniversiteden kovulan dünyaca ünlü Muzaffer Şerif…

     Eski Bakan, pratik olun, teknolojiyi iyi kullanın diyor. Teknolojiden de uzak dururlardı çok eskiden, ‘gâvur icadı’ derlerdi. Şimdi teknolojiyi seviyorlar, ama onun temelinde sorma, sorgulama, araştırma, deney, gözlem, kısacası bilim olduğunu görmediler, görmek istemediler. Üzümünü yediler, bağını sormadılar. Bilim Aydınlanmanın, özgür aklın ürünüdür. Aydınlanmadan korktular, bilimin felsefesinden uzak durdular. Çünkü bilimde ezber yok, anlamadan belleme yok, dogma yok. Bilimde kuşku var, sorgulama var, özgür ve eleştirel düşünce var. Leonardo da Vinci’nin sözü bu: “Kuramı bir yana bırakıp uygulamayı yeğleyenler, gemisini dümensiz, pusulasız yürüten bir gemiciye benzer ve bunlar hiçbir zaman nereye savrulacaklarını bilemezler”      

     Eski Bakan, dünyanın bütün bilgilerini alın diyor, bilgi üretin demiyor ama.

      Psikiyatrist Orhan Öztürk, çocuklarımızı korku kültürü içinde nasıl meraksız kılıyoruz, onu anlatıyor. (6)

     “ Çocuk dinsel, yarı dinsel korkutmalarla (Allah çarpar, cin çarpar, öcü, şeytan ve birçok ürkütücü soyut kavram) sıklıkla karşılaşmakta, özellikle alışılmış mekânın dışına çıkmaya ya da yeni bir şeyi, yeri keşfetmeye karşı olan ürkütmeler, Allah, cin, şeytan korkusu çocuğun çevresinin çapını genişletmesine karşı önemli engel olmaktadır. (…) Yetke (otorite) olabilecek nesnelere karşı korku aşılayıcı tutumlar, en başta baba olmak üzere çok çeşitli yetke örnekleri korkulan nesneler olmaktadır. Baba korkusu, üst korkusu, devlet korkusu, Allah korkusu gibi…

     Tüm bunlar çocukta benlik özerkliğine dayanan ve bireye özgü içsel yargılama dizgesi (sistem) olan bir vicdan yapısı (süperego) yerine, dışarıdan gelecek cezaya ve korkuya dayanan bağımlı bir vicdan yapısının oluşmasına neden olabilmektedir.

     Tanımladığım kısıtlayıcı baskılarla birlikte, evreni ve insanı soruşturmayan, insanın araştırıcı yönünü sınırlayan, sorgulamadan kul olma duygusunu aşılayan, yalnızca duygusal inanmaya değer veren, anlamanın önemini yadsıyan boş inançlarla saptırılmış olan din eğitiminin ve uygulamalarının yaygınlığı ve egemenliği de bilme dürtüsünün körelmesini, köklü bir kişilik özelliği olmasını önlemektedir. (…) Bu ülkede çocuk büyüdükçe artık soru sormadan, düşünmeden öğrenen, anlamadan inanan bir kişi olmaktadır.

     Aysel Ekşi de doğruluyor bunu: Ülkemizde gençlerin- genellikle- merak edip araştırması, kendiliğinden tasarlaması, yaratıcı olması evde de, okulda da, çevrede de desteklenmiyor. (7)

     Osmanlı yaklaşık 350 yıl (1517-1882) Mısır’da kalıyor, piramitleri merak eden bir kişi bile çıkmıyor. (6) Batı Yenidendoğuşu (Rönesans), Aydınlanmayı yaşarken oralarda ne olup bitiyor, bunu da merak etmiyorlar.

     Albert Einstein, merakı (bilme dürtüsü) küçük, narin bir bitkiye benzetiyor. Bu bitkinin gereksinmesi uyaranlardır, özgürlüktür. Kişide özgür, özerk, sorgulayıcı düşünce yapısı gelişirse araştırıcı, bilimsel düşünceli, dahası sanatsever olur. (6)

     Bilimsel tutum, kuşku duymayı, nesnel olmayı, gerçekle söylentiyi ayırmayı, eleştirel bakış içinde olmayı, olaylar arasında nedensel bağlar kurmayı gerektirir. Bilimden nasibini almayansa kopyacı, aktarmacı, aşırmacı olur.

     Düşünen soru sorar, soran düşünür. B.Disraeli’nin deyişiyle, cehalet soru üretmez. Ama bilim soruyla gelişmiştir. Bir Newton çıkmış, elma düşüyor da Ay neden düşmüyor, diye sormuş. Konya Karatay Medresesi’nin (1251) kapısında şöyle yazıyormuş: Essual’u nısf-ul ilm (Sormasını bilmek, bilimin yarısıdır.) (8) Gelgelelim sorudan, soru soranlardan hep korkulmuştur.

     Nobel fizik ödülünü kazanan İsidor Rabi’ye öğrencileri sormuşlar,

     “Hocam, bu başarınızı neye borçlusunuz?”

     “Başarımı soru sormaya, soru sormayı da anneme borçluyum. Annem, başka annelerin tersine, bugün öğretmenine güzel bir soru sordun mu, diye sorardı.”

     Atatürk de İsmet İnönü’nün çocuklarını uyarırmış. Çocuklar kendinize güvenin, soru sorun. Bilmemek ayıp değil, öğrenmek için soru sorun, dermiş.

     Aydınlanmacı G.E. Lessing (1729-1781), Tanrı karşıma çıksa, dese ki, bu elimde gerçekler, bu elimde de gerçeklere götüren araçlar var, seç birini… Ben araçları seçerim, diyor.

     Erdoğan Bayraktar sanattan hiç söz etmiyor. Felsefesiz bilim olmaz. Bilim de sanatla atbaşı gider. Einstein’ın söylediği sanılıyor: Bilim ve sanat bir kuşun iki kanadıdır. Bilim ve sanata önem veren toplumlar uçar. Bilim ve sanata önem vermeyen toplumlarsa uçamaz, tavuk olur. O tavuğun önünden gel bili bili diye yem atarlar, arkasından da yumurtalarını toplarlar.

     Sıra ona geldi, Talim ve Terbiye Kurulu’nun 27 Ocak’ta aldığı kararla 9. ve 12. sınıflarda seçmeli felsefe dersi kaldırıldı, bu ders sadece11. Sınıfta zorunlu olarak okutulacak, o da haftada iki saat… (11) Bu dersleri kimin, nasıl verdiği de ayrı bir konu. Çocukların, gençlerin eleştirel düşünmesini istemiyoruz demektir bu, bize fikir değil, zikir gerekli demektir. Onlar dindar (siz dinci anlayın), kindar gençler istiyorlar ya…

     Fransa’da ‘felsefe bakaloryası’nda sorulan sorulardan sadece üçünü okuyalım, gençleri düşünmeye nasıl alıştırdıklarını görelim: (9)

  • Özgür olmadan mutlu olunabilir mi?
  • İnsan kendi bilincine varmakla kendine yabancılaşır mı?
  • İnsanların yönetilme gereksinmeleri var mı?
         Atatürk Kültür Merkezi yenilenecek bahanesiyle yıllardır kapalı, çürümeye terk edildi. Yok, sanata kapalı, polislere açık.

     Sayın Bayraktar, bilmelisin, elinde tuttuğun mikrofon da küçümsediğin ‘kalem efendileri’nin  buluşudur.

  1. Wikipedia.org
  2. Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi,İstanbul Kültür Üniversitesi Yay.,1997
  3. Osman Bahadır “Hoca Tahsin Efendi’nin Son Sözleri” Cumhuriyet Bilim Teknoloji 26.02.2010 Sayı:1197
  4. Emre Kongar “AKP Niçin Çağın Gerisindedir?” Cumhuriyet, 13.08.2013
  5. Can Gürses “Gereksiz Bilginin Gerekliliği” Cumhuriyet Bilim Teknoloji 20.09.2013
  6. Orhan Öztürk “Çocukta Bilme Dürtüsünün Gelişimi” 3. Ulusal Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumu (Yayıma Haz. Sedat Sever vd.) AÜ ÇOGEM (23-28)
  7. Aysel Ekşi  Çocuk, Genç, Ana Babalar  Bilgi Yayınevi, 1990:279
  8. Doğan Kuban, Cumhuriyet Bilim Teknoloji 27.05.2011 Sayı:1262
  9. Server Tanilli’nin Cumhuriyet gazetesindeki köşe yazılarından alınmıştır.
  10. Fatma Varış Eğitimde Program Geliştirme AÜ EBF Yay. 1988

11.    Sinan Tartanoğlu’nun haberi, Cumhuriyet gazetesi, 30.01.2014



(*) Bu yazı ÇEK’ in Çağdaş Bakış (Mart 2014 Sayı:10 ) dergisinde yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder