8 Mart 2021 Pazartesi

ÖĞRETMEN, AMA ATANMAYAN…

                                 ÖĞRETMEN, AMA ATANMAYAN…

                                                                            Recep Nas

                                                               

      Atanamayan değil, atanmayan… Atanamayan deyince, atayacakları temize çıkarmak gibi oluyor, sanki atayacaklarmış da nasılsa olmamış. Atamıyorlar, sınavda yüksek puan almak da yetmiyor. Dediler zaten, devlet size iş bulmak zorunda değil. Çoğalın, diyorlar. Çoğaldılar, ama iş alanı çoğalmıyor.

   Yıl 1962, ilköğretmen okulunu bitirince, ya atamazlarsa, işsiz, boşta kalırsak gibi bir düşünceyi aklımızın ucundan bile geçirmedik, birkaç ay içinde atandık. Böyle bir kaygı bize yabancıydı. Okulda yatılıydık, devlet yedirdi, içirdi, giyindirdi, barındırdı. Bitmedi, okulu bitirince ’donanım bedeli’ olarak bize para verdi, öğretmene yakışır biçimde giyinip kuşanın diye. Cebimize harçlık koyan devlet şimdi harç alıyor. Partili cumhurbaşkanının deyişiyle, neredeeen nereye… Hayal bile edilemeyen gerçek oldu.

       1960’lı yıllarda – ilkokullardaki öğretmen açığını kapatmak için – ortaokul çıkışlıları ‘muvakkat (geçici) öğretmen’ olarak atadılar. Tek koşul vardı, 18 yaşını bitirmiş olmak… Yedek subayları, dahası meslek dersleri sınavına girip kazanan lise çıkışlıları da atadılar.

       1996’da dönemin Milli Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam önüne geleni ilkokul öğretmeni yaptı. Tek koşul lisans düzeyinde öğrenim görmüş olmaktı. Kimyacısı, veterineri, mühendisi ilkokul öğretmeni oldu. İlkokul öğretmenlerinin geldiği kaynak sayısı da 433’e çıktı.

Milli Eğitim Temel Yasası’nda (mad. 43) öğretmenlik özel uzmanlığı gerektiren bir meslektir dense de, böyle böyle öğretmenliğin saygınlığı aşındırıldı. Onun içindir ki birçok öğretmen, 1930’larda öğretmen olmak varmış, diyor. Atatürk’ün, milletvekili aylığı öğretmen aylığını geçmesin, dediğini biliyorlar. 

     Şimdi atanmayan öğretmen sayısı 400 bini aştı. Öte yandan 100 binin üzerinde öğretmen açığı var. Bu gençler öğretmen olmak için dört yıl mürekkep yaladılar, dirsek çürüttüler. Madem atamayacaksın neden hesapsız kitapsız bunca eğitim fakültesi açıyorsun, her ile üniversite açtık diye övünmek için mi? 1980’lerde, 1990’larda işsiz kalanlara “Bari öğretmen olaydın” deniyordu, şimdi o bile denmiyor.

    Az sayıda atadıklarını da kadrolu yapmıyorlar, sözleşmeli olarak çalıştırıyorlar. Öğretmenleri de ayırdılar. Kadrolular, iş güvencesinden yoksun olan sözleşmeliler, “Kimliğimiz bile yok, mevsimlik işçi gibiyiz” diye yakınan ücretliler… Eğitim-Sen’in araştırmasına * (2020) göre, öğretmenlerin böyle farklı statülerde çalıştırılmaları mesleğin geleceği için kaygı verici olduğunu düşünenlerin oranı % 96.

     1985’te ilkokul öğretmenleri sınavla alınmaya başlandı. Sınavın adı da çok inciticiydi, ‘yeterlik sınavı’. Öğretmen olmuşsun ama dur bakalım, yeterli misin, bir görelim. Birkaç saatlik sınavla ‘iyi öğretmen’ seçecekler. Süleyman Demirel genel seçimlerden önce (1991) söz verdi, seçimi kazanınca da bu sınavı kaldırdı. Demek ki daha önceki gibi sınavsız da oluyormuş.

     Tek tük de olsa sınavı kazanamayan öğrencilerim oluyordu. İşte onlardan birinin (E.S. 1989) mektubundan bir bölüm: “(…) Hocam, size bu mektubu bir ‘köy öğretmeni’ sıfatıyla yazmak isterdim. Oysa şimdi amelelik yapıyorum, ne yapayım hocam… Kendim iş aradım, yok, yok. (…)Bazen hocam inşaatın yanından ilkokul öğrencileri geçiyor, onlara bakıyorum, neydi benim amacım, şimdi bu çocukların arasında olmak gerekirken niçin buradayım? Bunları düşünüyorum, sonra üzülüyorum.” Bu da başka bir öğrencimin (A. T. 1989) mektubundan: “Ben öğretmen olamayacak kadar yetersiz bir öğretmen, mesleğine âşık bir öğretmen, ancak bu hak ona verilmeyen bir öğretmen yetiştiren okulun mezunuyum. Ağlıyorum. Evimin çok yakınında bir ilkokul var.  Önlüklü o güzel çocukları görüp ağlıyorum.” Yıl 2011, Abbas Güçlü’ye (Milliyet, 06.08. 2011) gelen bir ileti. “(…) [D]ört senedir atanmıyorum. Bu dört sene içinde her şeyimi kaybettim. Umudumu, inancımı, neşemi, her şeyimi… En son 83.4 ile atanmayınca nişanlımı da kaybettim.”

     Kalpaksız Kuvayı Milliyeci Uğur Mumcu üstün öngörüsüyle uyarmıştı bizi, ‘İmam kaymakam’, ‘imam vali’, ‘imam öğretmen’ olacak diye, oldu. Şimdi de ayrıca ‘öğretmen pazarcı’, ‘öğretmen inşaat işçisi’, ‘öğretmen kasiyer’ var, ne acı! Aman ha, bu meslekleri küçümsemiyorum. Her meslek saygındır, emeğiyle geçinen her insan saygıdeğerdir.

     Hoş, çalışan öğretmenler mutlu mu sanki… Eğitim-Sen’in anılan araştırmasına göre, öğretmenlerin % 70’i ekonomik koşulları daha iyi olan bir iş bulsa mesleğini bırakacağını düşünüyor. Gene öğretmenlerin % 56’sı okulda kendini değerli, % 70’i de güven içinde duyumsamıyor. ILO ile UNESCO’nun birlikte kabul ettiği (5 Ekim 1966) – Türkiye’nin de imzaladığı - ‘Öğretmen Statüsü Tavsiyesi’ çoktan unutuldu.

     Atanma olasılığının çok düşük olduğunu bilen öğretmen adayını hizmetöncesinde güdülemek, isteklendirmek hiç de kolay değil. Oysa biz ‘Öğretmen Marşı’yla yetiştirildik. “Alnımızda bilgilerden bir çelenk”le cehle karşı savaşmak için “Yurdum seni yüceltmeye antlar olsun” diyerek başladık öğretmenliğe.

     Öğretmen, insan yetiştirmede en önemli öğedir. Eğitimin temel belirleyicisi öğretmendir. Ama öğretmen mutsuz. Mutsuz öğretmen, mutlu öğrenci yetiştiremez.

 

*https://egitimsen.org.tr/ogretmenlerin-ekonomik-ve-mesleki-sorunlarina-bakis-anketi-sonuclari/

 

OKULÖNCESİ DÖNEMDE ÇOCUĞA KİTAP/OKUMA SEVGİSİ NASIL KAZANDIRILIR?

 OKULÖNCESİ DÖNEMDE ÇOCUĞA KİTAP/OKUMA SEVGİSİ NASIL KAZANDIRILIR? (*)

 

                                                                                                              RECEP NAS

                                                                                          

                                                                                          

                                                                                               Çocuk okuru olmayan toplumun

                                                                                          yetişkin okuru da olmaz.

                                                                                                                  Muzaffer İzgü

 

     Okuma Eğitimi

    

Çocuğa okuma-yazma öğretmeden önce okuma eğitimi vermek gerekir (Dökmen, 1994: 95). Çocuk kitap sevgisi, okuma isteği kazanmalı ilkin. Okuma alışkanlığının temeli okulöncesinde atılır. Kitaptaki yazılar ana-babanın ağzından eğlenceli masallara, öykülere dönüştükçe, çocukta kitap sevgisi, okuma isteği usul usul oluşur. Nasıl diş fırçalamak, el-yüz yıkamak – yapıla yapıla - alışkanlık haline geliyorsa, okunanı dinlemek de sonraları kitap okumak da giderek alışkanlığa dönüşür (Doğar, 2019). Kitabı seven çocuk okumayı öğrenmek için istekli olur. Okulöncesinde tekerleme, bilmece, şiir, masal, öykü dinleyen çocuk okula başlayınca okumayı zevkle, kolayca öğrenir (Alpay, 1985: 75), okula başlamadan önce bile kendiliğinden okumayı sökebilir.

     Sevgi dolu, sıcacık yakınlık, birliktelik içinde okunduğunda, resimlere bakıldığında kitabı sever çocuk (Ural, 1989: 372). Böyle bir ortamda çocuk için de ana-baba için de duygusal doyum oluşur, ikisi arasında sağlıklı, etkili bir bağ, özel, can cana bir iletişim kurulur. Kitap, çocukla ana-babayı – akılsal, ruhsal olarak – birbirine yaklaştırır. Erinç, dinginlik dolu bu anlarda kitapla birlikte olmaya, kitaptaki güzellikleri yaşamaya başlayan çocuk için kitap yaşam boyu vazgeçilemez olur. Bu birliktelik, yeni düşüncelerin, yeni bilgilerin yanı sıra paylaşılan duyguları da içerir (Oktay, 2000: 185). Zaten çocuğa kitap okunmaz, çocukla birlikte okunur kitap.

      Ama çocuk istiyorsa okunacak kitap, istediği sürece. Oğluma, hep o istediği için kitap okudum. Beni görünce ilkin kitap okumak gelirdi aklına. Ağrı’da müfettişken, bir hafta süren teftişten yorgun argın, bazen hasta geldiğim akşamları ona okurken uyku bastırır dalardım, o uyuyacağına ben uyurdum. Dürtüp uyandırır, “oku” derdi. Bir gece oldukça kalabalık konukları uğurlarken, susamış, su istedi. “Biraz bekle canım, konukları uğurlayalım, sonra…” dedim. İsteğini ertelemedi, ısrarla “su”, “su” diye yineledi. Ben ilgisiz kalınca bu kez “su” diyeceğine – dili öyle alışmış ki - hiç yeri değilken ”oku” dedi. Herkes güldü, kendisi de… (Nas, 2006: 230)   

     “Dün bir kitap okumuştu ona babası. Bayıldı zevkten. Hem masal güzeldi hem de babasının sesi. İkisi de kucak kucağa kitaba bakarken gözleri kitapta idi ama babasının sesinden, ılık nefesinden onu saran tatlı duygular, masaldaki kedi fareyi yediği zaman bile bozulmadı. Neden bozulsun ki... Kedi fareyi yemese aç kalacaktı. Fare akıllı olsaydı da kediden kaçıp kurtulabilseydi, ne yapalım! Yok yok, bir şeyler yapmak gerek. Yazık, küçük farecik pek de minikti. Neyse ki o babasının yanındaydı. Dışarıdaki büyük canavarlardan hiç korkmuyordu” (Alpay: 1986: 194).

 

     Çocukla Kitap

 

     Kitap çocuğun dünyasının bir parçası olmalı, giysileri gibi, oyuncakları gibi (Ural,1989: 371). Kitabını, oyuncağı gibi istediği yere götürmeli (Sever, 2008: 16). Torunum, bebek arabasına kitapsız binmezdi, kitabı da elinde tutardı.

     Bookstart Tasarısı ilk kez 1992’de İngiltere’de uygulanmaya başlanmış. Aşağıya, Meral Karamuk Uğurşan’ın (2007: 4) izlenimleri yazılmıştır:

     “(…) [Ç]ocuğu kitapla doğumundan çok kısa bir süre sonra tanıştırmakla işe başlanıyor. Bebekler, elleriyle nesneleri kavrayabilmeye başladıkları an minik kitaplar tutuşturuluyor ellerine. Her sağlık kontrolünde içi kitap dolu bir hediye çanta ile ayrılıyor çocuklar sağlık ocağından. Dişleri çıkmaya başladığında, (…)  diş kaşıma kitapları veriliyor. Bebek elindeki minik kitabı bir süre kemirmeye çalıştıktan sonra sayfalardaki resimlerle oynamaya ve konuşmaya başlıyor kendi diliyle… Bu kitapçıkların kenarlarına iliştirilmiş bir ip sayesinde, kitabı bebek arabasına ya da annenin çantasının kenarına tutturabiliyorsunuz. Sıra banyoya geldiğinde, yumuşak plastikten yapılmış, çoğunlukla dört beş sayfadan oluşan bol renkli banyo kitapları ile hem yıkanmak hem de kitap okumak çok keyifli hale geliyor. Böylece günlük yaşamın her ânında kitaplarınız da sizinle olabiliyor (…).”

 

     Örnek Olmak

 

     Hep söylerim, en iyi öğretme yolu iyi örnek olmaktır, çocuk sözden değil, davranıştan, işittiğinden değil, gördüğünden etkilenir. Çocuk sevdiği insanlar gibi olmak ister, onların değer verdiği şeyleri önemser, benimser.   Bir araştırmaya göre (Yılmaz, 1995: 23), en çok kitap okuyan çocuklar, ana-babası kitap okuyanlar… Okumak, ailenin günlük etkinliklerinin  biri, yaşamlarının doğal bir parçası olmalı. Ana-babanın okumaktan hoşlandığını gören çocuk okumaya karşı kendiliğinden istekli olur. Okuru, okur yetiştirir (Nas, 2014: 124). Ne ki, ana-baba kendi kitaplarına saatlerce dalar, çocuğu unutup kendilerini çocuktan soyutlarlarsa, çocuk kendisine yönelmesi gereken ilgiyi, sevgiyi kitabın çaldığını düşünürse kitaptan nefret bile edebilir. Şu da var, ana-baba pek okumasa da okumaya karşı tutumları olumluysa çocuk bu durumda da okumaya eğilimli olabilir (Oktay, 2000: 175).

     Çocuk Kütüphanesi, -evinde kitaplık yoksa- çocuğun kitaplarla tanışacağı ilk yerdir. Çocuğunuzu buraya sık sık götürün, üye yapın. Çocuk Kütüphanesi sadece ödünç kitap veren, kitap okunan bir yer değil de, orda tiyatro ve kukla gösterileri yapılıyorsa, sanatçılarca masal anlatılıyorsa, eğitsel değeri olan çizgi filmler gösteriliyorsa çocuk için o zaman vazgeçemeyeceği çekici bir yer olur.

     Fahriye Kınalı bir anısını anlatıyor: “New York Halk Kütüphanesi’nde (…) bir anne ile konuştum. Ona ‘çocuğunuz herhalde okuma bilmiyor’ dedim. (…) ‘Evet, bilmiyor, ama seneye okula gidecek’ dedi, ilave etti, ‘bu sene fırsat buldukça onu buraya getiriyorum. Kitapları, sandalyeleri görüyor. Her gün yeni gelen çocuklarla dolup boşalan bu yerde sıkılmak hissinden uzaklaşıyor. Bu suretle herkesin kitap okuduğunu ve kitaplarla alakalandığını göre göre kitapla kendi arasında bir ilişki ve bağlantı kuruyor. Yarın okula gidince (…) girgin, atılgan, cesur bir çocuk olacak, böylece okuma-yazma işi de yarı yarıya kolaylaşacak” (Gökşen, 1966: 29).

     Çocukla çarşıya çıkınca kitapçılara da uğranılırsa, çocuğa armağan alınacaksa akla ilkin kitap gelirse, çocuk kitap fuarlarına da götürülürse çocuğun kitapla ilişkisi pekişmiş olur. Çocuğun evde ayrı bir kitaplığı olmasa bile kitaplıktaki bir iki raf onun için ayrılabilir.

     Doğru kitabı seçmek için dergilerdeki, gazetelerin kitap eklerindeki kitap tanıtma yazıları okunmalı. Bunun için bir de İYİ KİTAP (Tudem Yay.) var, kitapçılarda bulunuyor, parasız.

    

      Çocuğa Masal anlatırken Nelere Dikkat Edilmeli?

 

     Eflatun Cem Güney’e göre masalın tadı anlatılışındadır (Şirin, 2007: 56). Pertev Naili Boratav birine masal anlattırıyor. Masalı zevkle dinliyor, bir yandan da ses alma aygıtına kaydediyor. Sonra da kaydı yazıya geçirip okuyor. Anlatıcının ‘dedi’ sözcüğünü çok yinelediğini ayrımsıyor. Oysa dinlerken bu sözcüğün çok söylenmesi kulağını tırmalamamıştı. Masalı okumak yerine anlatmak böylesine önemli işte… Yazıya geçince masal etkisini yitiriyor. Öyle ya, masal sözlü kültürün ürünüdür. Anlatılması, ama güzel anlatılması gerekir (Enginün, 2006: 215).

     Demek ki masal okunmamalı, anlatılmalıdır, duru, doğal bir sesle… Ne yavaş, ne hızlı, uygun tonlamalarla. Gerekirse sözcükler hecelenebilir. Masal kişilerinin konuşmaları (yaşlı, çocuk ya da köpek, kuzu…) ölçülü bir ton farkıyla belirtilmelidir. Yerinde susuşlar da etkili olur. Ezberlemek gerekmez, özü bozulmasın yeter. Ama ille de okumanız gerekiyorsa, önceden metnin içeriğini, havasını özümseyip konuşur gibi okumalısınız. Diksiyon önemli, sözcükler açık, anlaşılır biçimde, vurgularına dikkat edilerek söylenmeli. Aynı sözcük – yerine göre – ince anlam farkları yüklenir, uygun tonlamalarla, vurgulamalarla bu anlam belirginleştirilmelidir. ‘Yalnız’ sözcüğü şu iki tümcede ayrı anlam taşıyor:      

     *Sokağa çıktım, yalnız erkekler vardı.

     *Sokağa çıktım, yalnız kadınlar, yalnız erkekler…

     Şu da var, kimi masallar anlatılmaya uygun değil, pek çok masal okuyup uygun olanı bulmak gerekir. Birkaç yıl oldu, bir ilkokula çağırdılar beni söyleşmek için, 1. Sınıfa… Bir de masal anlatayım, dedim. Kaç masal okuduysam, kimisi çocuğa göre değildi, kimisi anlatılmaya uygun değildi. Sonunda bir tane buldum, Marjorie Flack’in Kucak Dolusu Sevgi başlıklı masalı. Tabii onu da özünü bozmadan kendi sözcüklerimle anlattım. Bir masal eğitmeni, anlatıcısı olan, Türkiye’de yaşayan Judith Malika Liberman “Anlatmak istediğim bir masalı bulmak için bazen yüz masal okuyorum. Gerçekten sizi güldüren, ağlatan, dokunan masalı bulunca onu üç kere okuyup kitabı kapamanız gerek. Sonra aklınızda sadece olay örgüsünü tutmanız lazım.(…) [O] masalı kendi cümleleriniz, manileriniz, metaforlarınız, tasvirleriniz ve bakış açınızla anlatma zamanı gelir” diyor (Söyleşi: Tuğçe Oktay, Hürriyet Kitap Sanat, 15.12.2017 Sayı:46).

     Liberman bu işin uzmanı, siz nerden bulurum bu kadar masalı diye kaygılanmayın. Çocuklar çok sevdikleri bir masalı yine yine dinlemek isterler, bıkmazlar, gene anlat diye üstelerler. Masal derleyici, halkbilimci Muhsine Helimoğlu Yavuz (1997:124) üç buçuk yaşındaki çocuğuna şu tekerlemeyle başlayan masalı anlatmış, çocuk sevmiş ki yine yine anlatmasını istemiş:

     “Masal masal meliki / Oğlu kızı on iki / Masal başını bağlamış / Döne döne ağlamış / derken de derken bir keloğlan varmış…”

    

 KAYNAKÇA

 

Alpay, Meral (1985) “Okulöncesi Dönemde Edebiyatın  İşlevi” YA-PA  Okulöncesi

     Eğitimi ve Yaygınlaştırılması Semineri İstanbul: YA-PA Yay. (71-77)

---------------- (1986) “Çocuk Ne Zaman Okur?” YA-PA 4. Okulöncesi Eğitimi ve

     Yaygınlaştırılması Semineri  İstanbul: YA-PA Yay. (193-198)   

Doğar, Özge (2019) “Saksınızı Kırın, Çiçeğiniz Sokaklarda Yeşersin” Söyleşi: Seyhan

     Kalkan Vayiç BirGün gazetesi 16.06.2019 

Dökmen, Üstün (1994) Okuma Becerisi, İlgisi ve Alışkanlığı Üzerine Psiko-Sosyal Bir Araştırma İstanbul: MEB Yay.

Enginün, İnci (2006) “Çocuk Edebiyatı ve Çocuk Kitapları” Bursa: UÜ Eğitim Fakültesi

     Dergisi Cilt: XIX Sayı: 1 (213 – 222)

Gökşen, Enver Naci (1966) Örnekleriyle Çocuk Edebiyatımız İstanbul: Okat Yay.

Nas, Recep (2006) Çocuk İnsandır(Çocuk Eğitimi) Bursa: Ezgi Kitabevi

_________ (2014) Örneklerle Çocuk Edebiyatı Bursa: Ezgi Kitabevi

Oktay, Ayla (2000) “Çocuk Edebiyatından Eğitimde Yararlanma” 99 Soruda Çocuk Edebiyatı Haz. Mustafa Ruhi Şirin İstanbul: Çocuk Vakfı Yay.

Sever, Sedat (2008) “Niçin Çocuk Edebiyatı?” Okyanus dergisi İlkbahar 2008 Sayı: 4

Şirin, Mustafa Ruhi (2007) Masal Atlası 2. baskı Ankara: Kök Yay.

Uğurşan, Meral Karamuk (2007) “İngiltere’de Çocuk ve Kitap İlişkisi Nasıl Başlıyor?”

     Okyanus dergisi Yaz 2007 Sayı: 1

Ural, Serpil (1989) Okulöncesi Çocuk Edebiyatı” Çocuk Edebiyatı Yıllığı 1989 Yay. Haz.

     ve Yöneten: Mustafa Ruhi Şirin İstanbul: Gökyüzü Yay. (369-372)

Yavuz, Muhsine Helimoğlu (1997) Masallar ve Eğitimsel İşlevleri Ankara: Ürün Yay.

Yılmaz, Bülent (1995) “Okuyan Aile-Okuyan Birey” İstanbul: Yaşadıkça Eğitim dergisi

     Sayı:41 (21-23)

 

 

(*) Bu yazı Çağdaş Türk Dili dergisinde (Şubat 2021 Sayı: 396) yayımlanmıştır.