27 Haziran 2020 Cumartesi

ÇÖZÜMLEMEYLE BİREŞİM Mİ, TÜMEVARIMLA TÜMDENGELİM Mİ?



     ÇÖZÜMLEMEYLE BİREŞİM Mİ, TÜMEVARIMLA TÜMDENGELİM Mİ? (*)


                                                                                                         Recep Nas


     Elinizdeki derginin 62. Sayısında (s. 19-20) “Tümevarım mı, Tümdengelim mi?” başlıklı gerçekten nitelikli bir yazı yayımlandı. Sayın Vasfi M. Topaloğlu bu yazısında, ilkokuma-yazma öğretiminde hangi tekniğin, neden uygulanması gerektiğini uygun ve çarpıcı örnekler vererek açıklamaktadır. Okudum, yararlandım. Yazının içeriği çağdaş bir anlayışı vurguluyor, dile getiriyor. Bu görüşlere, yaklaşım biçimine katılıyorum. Benim üzerinde durmak istediğim, yazıda söz edilen teknikler… Çünkü ilkokum-yazma öğretiminde uygulanan teknik tümdengelim değil, çözümleme-bireşimdir.
     Yöntem ilkeler ve kurallar bütünü olarak düşünülürse, teknikler de bu ilke ve kuralların belirli uygulanış biçimleridir. Çözümleme (analiz) , bireşim (sentez) tümevarım (endüksiyon), tümdengelim (dedüksiyon) ‘sorun çözme yöntemi’nin teknikleridir.
     Şimdi bu teknikleri tek tek açalım.
    
     Çözümleme

     Bir bütünü öğelerine ayırma yolu… Bir maddesel çözümleme, bir de zihinsel çözümleme vardır. Bir motoru parçalarına (öğelerine) ayırarak tanımak, öğrenmek amaçlanıyorsa maddesel, Osmanlı İmparatorluğu yükselme, duraklama, gerileme devrelerine ayrılarak incelenecekse zihinsel çözümleme yapılır. Bir okuma parçası da zihinsel çözümleme tekniğiyle işlenir. Yalnız, çözümlemek başka, parçalamak başkadır. Bir bütün parçalandığında çözümlenmiş sayılmaz.

     Bireşim

     Öğelerine ayrılan bütünü yeniden oluşturma yolu… Bireşim, çözümlemenin tersi bir işlemdir. Çözümlemeden sonra bireşim tekniği kesinlikle uygulanmalıdır, ilkokum-yazma öğretiminde de. Değilse, düşünceler çocuğun kafasında bölük pörçük kalır, bütünleşmezler, anlamlaşmazlar. Bütün-parça-bütün yaklaşımı benimsenmelidir. Örneğin parçalarına ayrılarak incelenen motor, bu parçaları yeniden yerlerine takılıp işler duruma getirilmelidir. Her şey bütünlüğü içinde anlam kazanır, işlevsel olur.
     Önce cümleler verilip bunların sözcüklere, sözcüklerin hecelere ayrılması gerektiğine göre, belli ki, ilkokuma-yazma öğretiminde başlangıçta çözümleme tekniği uygulanacaktır. Kimi kaynaklarda çözümleme yerine ‘cümle tekniği’ deyimi kullanılıyor. İkisi de aynıdır.
     Çözümlemeyi bireşim izleyeceğinden, sözcük devriyle birlikte bireşim tekniği de uygulanmaya başlanmalıdır. Bunun için de, daha cümle devrinde cümlelerden yeni metinler oluşturulacağı gibi, sözcük devrinde de sözcüklerden cümleler, hece devrinde de hecelerden sözcükler ve gene sözcüklerden cümleler, bunlardan da çeşitli metinler oluşturulmalıdır. İlkokul programı da bunu öngörmektedir (1968: 114/2). Bu metinler çocuğun günlük yaşamından, çevresinden kaynaklanmalı, ilginç ve çekici olmalıdır. Metinlere kimi sözcükler, heceler yinelenerek tekerleme havası verilmelidir. Yalnızca bir cümlenin sözcüklerinden bile bir metin oluşturmak olanaklıdır. Diyelim, “Kaya top oyna.” cümlesi sözcüklerine ayrıldı, bu sözcükler de öğrencilerce kavrandı. Bunlardan şöyle bir metin oluşturulabilir:
     Kaya top oyna
     Oyna oyna
     Kaya oyna, top oyna
     Oyna kaya oyna
     Oyna oyna, top oyna
     Kaya top oyna

     Cümleler önceleri alt alta, sonraları uzun göz sıçramalarını sağlamak için yan yana yazılabilir.

     Tümevarım


     Gözlemleyerek, inceleyerek, deneyerek, deney yaparak özel durumlardan kurallara, ilkelere, bilimsel yasalara varma yolu… Özelden genele doğru gidilir. Tümevarım yoluyla düşünme çocuklarda genellikle yedi-sekiz yaşlarında başlar.
     Çocuk deneyerek bakırın, demirin vb. ısınınca genleştiğini gözleyecek, diyecek ki,
     “Bakır, demir birer metaldir. (Metal kavramı edinerek soyutlama yapmış oluyor.) Öyleyse metaller ısınınca genleşir.” (Böylece genelleme yapacak.)
     Başka bir örnek: Bir üçgen çizecek, iç açılarını ölçüp toplayacak, 180 derece olduğunu bulacak. Bir başka üçgen, bir başka… Bakacak ki çizdiği çeşitli üçgenlerin iç açılarının toplamı hep 180 derece çıkıyor. O zaman genelleme yapacak: Üçgenlerin iç açılarının toplamı 180 derecedir.”
     Gene toplamada sıfırın, çarpmada 1’in ‘etkisiz eleman’ olduğunu bu teknikle bulgulayacak çocuk.
      İlkokul Programı’nda da, “Tabiata ait olaylar üzerinde yapılacak gözlem ve deneylerden anafikirlere varılmalıdır” (1968: 84/7) denilerek tümevarım tekniğinin gereği vurgulanmaktadır.
     Tümevarım, özellikle ilkokulda uygulanması gereken bir tekniktir. Çocuklar yaparak yaşayarak öğrenirler çünkü. İlkokulda –ortaokulda da- kurallardan, ilkelerden, tanımlardan başlanmaz. Kuralları, ilkeleri, tanımları tümevarım yoluyla deneyerek, inceleyerek, gözlemleyerek çocuklar bulgular.  Şöyle, diyelim kenarları 5 cm. olan bir kare çizer, bunu santimetrelere bölüp oluşan kareleri sayarak bu karenin alanının 25 cm2 olduğunu gözlemler. Çeşitli büyüklükteki başka kareler çizerek aynı denemeyi yaptıktan sonra kurala varır. Tümevarım tekniği zaman alır, her öğrencinin etkin olmasını gerektirir. Bu nedenle kimi öğretmenler bu tekniği uygulamaktan kaçınıyorlar. Yanlış, sakıncalı bur tutum bu. Çocukların düşünme yeteneklerini geliştirmek, anlayarak öğrenmelerini sağlamak için bu tekniği uygulamak gerekir.

     Tümdengelim

     Bilimsel yasalardan, ilkelerden, kurallardan özel durumlara varma yolu… Genelden özele doğru gidilir. Örnek:
     “Isınan metaller genleşir. (Tümevarım tekniğiyle öğrenildi bu.)
     Çinko bir metaldir
     Öyleyse çinko da ısınınca genleşir.
     Tümdengelim bir kanıtlama, doğrulama tekniğidir. Bu teknikle yeni bir şey bulgulanmıyor, özel bir durumun genel kurala, ilkeye uygun olup olmadığı zihinsel yolla anlaşılıyor. Bunda deney, gözlem, inceleme yok. Tümüyle zihinsel işlemi gerektiriyor. Oysa çocuklar somut düşünürler. İlkokul öğrencileri tümdengelim yoluyla düşünmeye hazır değildirler. Onun için bu teknik ilkokulda – hiç uygulanmamalı denmese bile – çok az,  arada bir, tümevarım tekniğiyle öğrenildikten sonra, çocuklar zorlanmadan uygulanmalıdır.
          Bu teknik ilkokulda sürekli uygulanırsa tanımları, kuralları, ilkeleri anlamadan, neden öyle olduğunu kavramadan ve ilişkileri görmeden ezberler çocuklar. Oysa çocuklar ‘nasıl’ın yanı sıra ‘neden’ öyle olduğunu da bilmelidirler. Müfettişken üçgenin alanı nasıl hesaplanır diye sorardım, duraksamadan yanıtı verirlerdi. Peki, derdim, neden ikiye bölünüyor? İşte bunun yanıtını bilmiyorlardı, çünkü ezberlemişler, anlamadan bellemişler.
     Çocuğun ‘ne’ öğrendiğinden çok ‘nasıl’ öğrendiği, öğrenme yollarını öğrenmesi, sürekli öğrenme isteği duyması önemlidir. Düşünme yeteneğini geliştiren bilginin kendisi değildir, öğrenme süreci içinde gelişir öğrenme yeteneği.
     Çocukların gelecekte ne gibi gereksinmeleri olacağı bilinmiyor bugünden. Bilgiler değişiyor. Bugün doğru sayılan yarın yanlış çıkabiliyor. Çocuklar gerektiğinde bilgiyi edinme gereği duysunlar, nasıl edineceklerini bilsinler. Başka bir deyişle, öğrenmeyi öğrensinler.
     Bilgi amaç değil, araçtır. Bilgi hamalı yapılmamalıdır çocuklar. ‘Ayaklı kitaplık’ olmasınlar ama evlerinde kitaplıkları olsun.  Öğrenme öğrencinin işidir. Eğitim sürecinin merkezinde öğrenci olmalıdır. ‘Öğreten merkezli’ değil, ‘öğrenen merkezli’ eğitim anlayışı benimsenmelidir. Öğretmen, öğrencilerine – kendi kendilerine öğrenmeleri için—rehberlik etmelidir. İlkokul Programı’nda da “Öğretmen, çocuklara ders vermekten çok onları kendi kendilerine çalışmaya ve öğrenmeye alıştırdığı derecede başarı sağlamış olur. (…) Çocuğun belleğine birtakım faydasız bilgiler yığmak yerine ilgisine ve ihtiyacına cevap veren bilgilerle davranış değişikliğini sağlamak gerekir. (…) Öğrencilere gereksiz bilgi vermekten, özellikle ezberden kaçınılmalı” denmektedir (1968:  323/15, 13/9, 66/7).
     İlkokuma-yazma öğretiminde başlangıçta bireşim yerine neden çözümleme tekniği uygulanmalıdır, ona değineyim. Bir kez çocuk toptan, bütünsel algılar. Hemen ayrıntıları göremez, ayrıntılara inemez. Öyleyse çocuk için anlamlı olan cümlelerle öğretime başlanmalıdır. Çözümleme çocuk psikolojisine uygun bir tekniktir. Harfler soyuttur, anlamsızdır çocuk için, heceler de öyle. Çocuk cümleleri – sözcüklerden, harflerden oluştuğunu bilmeden—bütün olarak kavrar, dili de kalıp olarak öğrenir zaten. Daha da önemlisi, okumanın amacı anlamı doğru ve çabuk kavrama olduğuna göre, doğru, hızlı, anlamlı, ‘konuşur gibi’ okumayı öğrenmelidir çocuk. Okuduğunu anlamalı, okumaktan tat almalıdır. Bu da ilkin çözümleme tekniği uygulanırsa gerçekleşir ancak.
     Ne yazık ki, Sayın Vasfi M. Topaloğlu’nun da anılan yazısında değindiği gibi, çözümleme tekniği gereğince uygulanmıyor, okuma-yazmaya çabucak geçmek kaygısıyla bireşim tekniğiyle başlanıyor öğretime. Ünlü (sesli) harfler verilip bunlara ünsüz (sessiz) harfler katılarak heceler oluşturulmaya çalışılıyor hemen. Cümleler verilse bile az cümleyle yetiniliyor ve çarçabuk sözcük ya da hece devrine geçiliyor. Çocuklar doğru, hızlı okuma yeteneği kazanamıyorlar, hecelerde takılıp kalıyorlar. Böyle olunca da çocukların dikkati anlamaya değil, sözcüklere ya da hecelere yöneliyor.                  
     Bir iki ayda okuma-yazma öğretti diye kimi öğretmenlerin boy boy fotoğrafları çıkıyor gazetelerde. Zamanın boşa harcanmaması elbette önemlidir. Ama özellikle eğitimde belli amaçlara yönelik olarak harcanır zaman.
     İlkokuma-yazma öğretiminin başlangıcında, öğretmen, ilkelerine uygun olarak bir cümle (fiş) listesi oluşturmalı, hangi cümleleri ve kaç cümle vereceğini önceden belirlemelidir.

     (*) Bu yazı Öğretmen Dünyası dergisinde (Ekim 1985 Sayı: 70) yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder