26 Nisan 2019 Cuma

Benim Cumhuriyet’im


                                                    Benim Cumhuriyet’im (*)



                                                                                                  Recep Nas

                                                                                      



     İlkokul 5. sınıftaydık, yıl 1956. Talihliydik, köyümüzden tren geçiyordu. Trenden, durduğu sürece gazete satılıyordu. Öğretmenimiz istedi, biz de her gün sırayla gazete alırdık. İlköğretmen okulunda son sınıftayken de birkaç arkadaş ortaklaşa gazete alırdık. Alışmıştım artık, dokuz yıl köy öğretmenliği yaptım, gazetesiz kalmadım. Ordu-Ulubey İlçesi Dikenlice Köyündeyken Ankara’dan sürdürümcü olmuştum, haftada bir postayla gelirdi.

     Ne ki 1966’ya kadar okuduğum başka gazetelerdi. Cumhuriyet gazetesi bana ağır gelir diyordum. Enine boyuna inceleyip de mi böyle bir yargıya ulaştım, çevremdekilerin önyargılarının bana yansıması mıydı bu, kestiremiyorum. Öbür gazeteler doyurmamaya, yavan gelmeye başlayınca sonunda gazeteme kavuştum, bir daha da bırakmadım. Demek ki Cumhuriyet okuru olmak kolay bir iş değilmiş, bunun için belli bir olgunluğa erişmem gerekiyormuş.

     Ama iki kez kısa sürelerle almadım, okumadım. Biri, - ‘12 Mart’ sonra- 1971’de İlhan Selçuk tutuklanmış, Nadir Nadi gazeteden ayrılmış, öbür değerli yazarlar da uzaklaştırılmışlardı. Atatürkçü, laik, Cumhuriyetçi, demokrasiden ve emekten yana olan çizgiden de saptırılınca birçok okur gibi ben de gazetemden-zor gelse de- ayrıldım. 1991-1992’de gene yönetim değişmiş, yazarlar ayrılmıştı, gazetemin içi boşalmıştı. Alamazdım, okunacak bir şey de yoktu zaten. Ayrılmak kolay mı, gazete satıcısına her gidişimde uzaktan, karmaşık duygular içinde bakıyordum, gazetem orda, ama dokunmak bile bana yasak. Yasağı koyan benim. İlhan Selçuk yok, Uğur Mumcu yok, değerli yazarların hiçbiri yok. Alamam, onlara saygısızlık edemem, kendime de…

     Bir gün gene gazeteme uzaktan melül mahzun bakıyordum. O ne, İlhan Selçuk’un fotoğrafını gördüm, apaydınlık yüzünü. Sımsıcak gülümsüyordu bana. Gördüm mü, düşledim mi, inanamadım. Elim titreye titreye gazeteme dokundum, doğruymuş. Aldım, bağrıma bastım, koştum eve. Kolay ağlayamayan ben sevinç gözyaşları dökerek İlhan Selçuk’a uzunca bir telgraf yazıp gönderdim. Posta görevlisi telgrafı siyasal içerikli bulmuş olacak ki imzalamamı istedi.

      1970’li yıllardı,  gazetede fotoğraf az olurdu, kimileyin hiç olmazdı. Köyümdeydim, namazında niyazında olan, ama siyasal İslamcı olmayan, Atatürk’ü de çok seven annem bir gün gazetemi eline aldı, evirdi, çevirdi, şöyle dedi:” Ne güzel gazete bu, bunun üzerinde namaz kılınır.”

      Yılını anımsamıyorum, bir gün büfeden gazetemi alıp belediye otobüsüne bindim, okumaya başladım. Duyuru vardı, meğer o gün zam gelmiş. Ama ben önceki parayı vermiştim, satıcı da uyarmadı beni. Akşam dönünce büfeye gidip farkı ödedim. Ama kafama bir soru takıldı, sordum: “Herkes benim gibi kalan parayı getiriyor mu?” Yanıt beni mutlandırdı, onurlandırdı: “ Cumhuriyet okurları getiriyor.”

     2. sayfanın (Olaylar ve Görüşler) yeniden açılmasına çok sevindim. Bu sayfa Cuma günleri Melih Cevdet Anday’ın, Pazar günleri de Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nundu. Üzerlerine yıldızlar yağmıştır.

     Cumhuriyet gazetesi mezun olunmayan bir üniversitedir. Benim de mezun olmaya hiç niyetim yok.





(*) Bu yazı Cumhuriyet gazetesinde (02 Mart 2019) yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder