18 Mayıs 2018 Cuma

AHLAKIN ÖZÜ: ÖZDENETİM


AHLAKIN ÖZÜ: ÖZDENETİM (*)


                                                                                     Recep Nas



                                                                   Otoriteye dayalı hiçbir ahlak dizgesi oluşturulamaz
otorite tanrısal olsa bile…(1)

A.    J. Ayer



     Dışdenetim Değil, İçdenetim



      MEB’e bağlı örgün, yaygın eğitim kurumlarında ‘Değerler Eğitimi’ne ilişkin seminerler verilmesi için MEB’le (Hayat Boyu Eğitim Genel Müdürlüğü) Hizmet Vakfı arasında bir protokol imzalanıyor. Bir de yedi görevlinin imzası bulunan bir kitapçık (39 sayfa) yazılıyor.

     Bu kitapçığın 6. sayfasında çapraşık, anlaşılması zor birkaç tümce var. Özü şu: İnsanın, az hazdan vazgeçmesi için ‘gelecekteki’ daha büyük bir hazzın, az acıya katlanması için de gene ‘gelecekteki’ daha büyük acının önüne konulması gerekirmiş. Bu dünya geçici (s. 24, 27), ‘imtihan yeri’ olduğuna (s. 16, 17, 22, 31) ve her canlı ölümü tadacağına (s.29) göre belli ki ‘gelecek’ dedikleri öbür dünya… Daha büyük bir haz cennet, daha büyük acıysa cehennem… İyilik de kötülük de karşılıksız kalmazmış (s. 14, 20, 26, 30, 31). “Ölüm, (…) ödül ve cezanın alınacağı hayatın başlangıcı” imiş (s. 30).

     Demek ki bu dünyada iyilik yaptıysan bunun ödülünü, kötülük yaptıysan bunun cezasını ‘öbür dünya’da alacaksın. Ödüllendirilmek için iyilik yapacaksın, cezalandırılmamak için de kötülük yapmayacaksın.

     Tanilli (1996), Immanuel Kant’ın (1724-1804) ahlak çözümlemesini anlatıyor: Kant,                                                                                                                kendisinden önceki tüm ahlak anlayışlarını çıkara, yarara dayalı olduğu için eksik buluyor. Ona göre ahlaksal değer, iyiliği bir eğilim sonucu değil, ‘ödev olarak’ yapmakta aranmalıdır. Öyle ya, iyilik dediğin karşılık beklenmeden yapılandır. En doğrusunu Bertolt Brecht söylemiş: “İyi insan olacağına öyle bir dünya bırak ki kimse kimseden iyilik beklemesin.”

     Anılan kitapçıkta vurgulanan dışdenetimdir, Çocuk dışardan denetlenecek, yönetilecek, yönlendirilecek, hani özdenetim, içgüdülenme, yok. Katı din kuralları içinde yetişen çocuk kendisinin dışındaki bazı kurallara göre yargılanacağına ya da ödüllendirileceğine inanır, dıştan denetimli biri olur çıkar (Cüceloğlu, 1993:5). Dışdenetimli çocuk edilgin, ürkek, güvensiz, genel kaygı düzeyi yüksek ve bağımlı olur (Yeşilyaprak, 1990:6). Çocuğun cinle, şeytanla, cehennemle korkutulması, onda benlik özerkliğine dayanan ve bireye özgü içsel yargılama dizgesi olan bir vicdan yapısı (üstbenlik=süperego) yerine dışardan gelecek cezaya, korkuya dayanan bağımlı bir vicdanın oluşmasına neden olabiliyor (Öztürk, 2012). Atatürk’ün sözü bu: “Korkuya dayanan ahlak bir erdem olmadığı gibi güvenilir de değildir.” (Samsun, 25.08.1924)

     İçdisiplinse ruhsal temelli, yapıcı bir disiplindir. Çocuğun kişiliği, gereksinmeleri, ilgileri, özgürlüğü baskılanmaz. Ne ceza ne ödül, ikisi de kullanılmaz. İçsel denetimli çocuk daha fazla kişisel sorumluluk üstlenip daha girişken, etkin, işbirliğine yatkın, duygusal yönden daha sağlıklı, dengeli, daha özgür ve bağımsız olur (Yeşilyaprak, 1990:6).

     İlle de ödül ve ceza, ödül için iyi olacak, cezalanmamak için de kötü olmayacak, öyle mi? Üstelik sözü edilen kitapçığa göre ödül de ceza da ‘öbür dünya’ya erteleniyor, orada verilecek.

     Haluk Şahin’in (2003) izlenimleri ilginç: “Tokyo’da dolaşırken her tarafa bırakılmış bisikletlerin kilitsiz olması dikkatimi çekmişti. New York’ta 10 dakikada çalınacak olan 10 vitesli bisikletler günlerce yol kenarında kalıyor, kimse dokunmuyordu Oysa Amerikalıların tersine Japonların günah işlemek ve bu yüzden cehennemde yanmak ya da cennete girememek gibi bir kaygıları yoktu.

     Şu soru orda aklıma takıldı. Sakın bizzat dinsel ‘günah’ kavramı bazı insanları ahlaki açıdan daha sorumsuz hale getiriyor olmasın? Sakın işlenen günahın yaptırımının başka bir dünyaya ertelenmesi, bazı kişileri ahlaki konularda daha pervasız hale getirmesin? (…) İnsanın kendi içindeki yargıcın gözünden hiçbir şey kaçmıyor. Ama pek çok kişi, dinsel ahlakın yaptırımlarından kurtulabileceğinin hesabını yapıyor ya da bu yaptırım ona o kadar uzak bir gelecekteymiş gibi görünüyor ki etkisini yeterince hissetmiyor.”



     Ne Ödül, Ne Ceza



     Peki ödül ve ceza ‘bu dünya’da etkili mi, işe yarıyor mu, bir bakalım. Ödülün etkili olması için şu üç koşulun yerine getirilmesi gerekir, bu kolay mı? (Gordon, 2000: 24)

     1.Çocuk ödüle gereksinme duyacak. (Ödüle gereksinme duymuyorsa bu koşul işe yaramaz.)

     2.Çocuğun ödüle gereksinmesi çok güçlü olacak. (İstiyorum ama, aman olmasa da olur derse bu koşul da işlevini yitirir.)

     3.Çocuk ödülü kendisi elde edemeyecek, yani yetişkine bağımlı olacak. (Ama çocuk büyüdükçe yetişkine bağımlılığı azalır, ödüllerini kendisi elde etmeye başlar.)

     Cezanın etkili olması için de üç koşul gerekir. (Gordon, 2000: 26 Özdoğan, 1997: 206):

     1.Acı verecek. (Çocuk, vuracağı iki tokat değil mi, ne olacak, diyorsa bu koşul işe yaramaz.)

     2.Caydırıcı olacak. (Daha çok acı verecek. Ama yapılacak davranıştan ötürü elde edilecek ödül, verilecek cezayı çekmeye değerse ceza işe yaramaz.)

     3.Cezadan kaçamayacak. (Cezalanan, cezalandırana bağımlı olacak.)

     Demek ki ödülün de cezanın da etkili olması, işe yaraması için çocuğun yetişkine bağımlı olması gerekiyor. Peki çocuğu bağımlı, korkak, sinik, ürkek, itaatkâr mı yetiştireceğiz, yoksa  sağlam kişilikli, bağımsız, özerk, özgüvenli, özdenetimli, içdisiplinli bir  ‘birey’ olması, sorgulayıp eleştirel düşünmesi için ona yardımcı, destek mi olacağız, hangisi?

     İyilik, insanın doğasında olan bir değer, çocuk iyiliği içten gelen bir dürtüyle yapar. Oysa ödül içselleştirme sürecini olumsuz etkiler, içgüdülenmeyi dışgüdülenmeye dönüştürür. Ödül (yıldız ya da ödül kartı verme, kurdele takma vb.), çocukları ahlak dışı davranışlara (yalan söyleme, hile yapma vb.)yöneltir (Bolat, 2016:102, 103, 116). Öyleyse ne ödül ne ceza, ikisi de değil. İkisinin de sakıncaları çok. Ödül de ceza da bağımlılık yapar, yan etkiler taşır. İkisine de alışılır, ikisi de zamanla etkisini yitirir, ucuzlar (Nas, 2015(a):135)



     Aslolan İçödül



     Demek ki ahlaklı olmak için gerekli olan, içdisiplin, özdenetim, içgüdülenme, özeleştiridir. İlle de ödülse, bu içödüldür. Aristophones (M.Ö:450-380), yaklaşık 2500 yıl önce söylemiş, en iyi ödül insanın içinin rahat etmesidir.  Lawrence Kohlberg’in deyişiyle, en üst düzeyde ahlaklı davranış, cezalandırılmamak için kurallara uymak değil, cezalandırılma pahasına vicdanının sesini dinleyerek kendi ilkelerine uymaktır (Baltaş, 2007: 55). İşte bir kadın (İclal Nergiz) çıktı (Ocak 2018), Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne (İstanbul) gebe kaldıkları için başvuran 18 yaşından küçük 115 çocuğun durumunun –yasal bir zorunluluk olmasına karşın- ilgili kurumlara bildirilmeyip örtbas edilmeye çalışıldığını ortaya çıkardı, kamuoyuna duyurdu.

     İclal Nergiz, bırakın cezalandırılmayı göze almayı, aldığı cezaları da göğüsleyerek duyuruyor hukuka aykırı işlemleri. Bu kadın bir ‘whistleblower’dır. Whistleblower, ahlaksal değerlere, hukuka, yasalara aykırı davrananları yetkililere, kamuoyuna duyurandır. Bu sözcük ıslık ya da düdük çalma anlamına geliyor. Gece bekçisinin hırsızı durdurmak, hırsızlığı çevredekilere duyurmak için düdük çalmasından esinlenilmiş (Sayğan ve Bedük, 2013). Whistleblower, işinden, aşından, koltuğundan tutun da her şeyini yitirme pahasına haksızlıklarla, hukuksuzluklarla, yolsuzluklarla savaşan, ‘alarm zili’ni çalan kişidir (Cerrahoğlu, 2014). Bu sözcüğün dilimizde bir sözcüklük karşılığı yok. Belki ‘Doğrucu Davut’ denebilir. Ama doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar, bu da bizim atasözümüz. Dahası da var (Aksoy, 1971:208):

     *Doğru söyleyenin bir ayağı üzengide gerek. (Ata atlayıp kaçmaya hazır olmalı.)

     *Doğru söyleyenin tepesi delik olur. (Vura vura kafasını delerler.)



     Laik ahlak



     “Ahlak kültürü, din kültürüyle özdeş değildir. Ahlakın ancak din inancıyla olabileceğine ilişkin öğreti sadece dinsel ahlakın ezberletilmesiyle sınırlıdır. Oysa ahlak, din öğretisiyle sınırlı olmayan laik ve bilişsel bir kavramdır” (Atabek, 2009: 53-54). “Ahlak, hulk’un cem’idir. Hulk tabiyyat ve seciye demektir. Buna huy denir. Seciye ve huy denilen şey insanda yerleşmiş bir melektir. O melek sebebiyle nefisten ef’al kolayca çıkar” (Hasan Pulur’dan akt. Cüceloğlu, 1991: 67) diye ahlakın dinsel tanımını ezberden söylemekle ahlaklı olunmuyor. “Yüzlerce din vardır, hepsi belli kurallar ve yasaklar koyar. Bunlar ahlaki kurallar değil, dini kurallardır. Zaten dinler bu kural ve yasakları koymasaydı, bunlar kimsenin aklına gelmezdi” ( Labbé-Beurier, (?):23).

     18. ve 19. yy.da Hıristiyan misyonerler, kâşifler göksel (semavi) dinleri olmayan kabilelerde yüksek ahlak örnekleriyle karşılaştıklarında çok şaşırmışlar. Kristof Kolomb (1451-1506) Amerika Anakarasının yakınlarındaki bir adaya ayak bastığında yerlilerle karşılaşıyor. Günlüğüne (1492) şunları yazıyor: “(…) Bu insanlar son derece sade, dürüst, eli açık insanlar. Kendilerine ait herhangi bir şeyi isteyince hemen veriyorlar. Kötülüğün ne olduğunu hiç bilmiyorlar, çalmıyorlar, öldürmüyorlar.” İspanya Kraliçesine yazdıkları da şöyle: “Yeryüzünde bunlardan daha iyi insanların bulunmadığını majestelerinin önünde ant içebilirim. Komşularını kendileri kadar seviyorlar, konuşmaları son derece tatlı ve kibar, konuşurken hep gülümsüyorlar” (Zafer Diper, BirGün, 14.01.2018)  

     Memet Fuat (2000:107) ailesini anlatıyor: “Benim aile çevremde, dedemin ya da annemin evinde İslamın koşullarını yerine getiren tek kişi yoktu. İzleyerek, kendime örnek alarak büyüdüğüm kimseler dindar değillerdi. Oruç bile tutmazlardı. Ama hepsi iyi, hatta çok iyi, kötülük bilmeyen insanlardı. Düşünüyorum da, İslamın inananlarından beklediği bütün olumlu özellikler onlarda vardı. Ben de iyi bir insanım, ama dindar değilim. (…) Öğütler filanla değil, bir olay, bir söz, bir bakış, bir eda üst üste toplanırken oluşuyor insan.”       Yunus Emre’nin ahlak anlayışını incelemiş olan Müjgan Cunbur’a göre “(…) Yunus’un ahlak değerlendirmeleri tabii olarak güzele, iyiye ve doğruya yöneliktir. (…) İnsanın tutacağı yol doğruluk yolu olmalı, bu yola girmek için eğrilik bir yana bırakılmalı, kibir ve kin gönülden çıkarılmalıdır” (Eyuboğlu, 1981:331).

     İşte Yunus Emre’den birkaç dize (Eyuboğlu, 1981:161, 251:

     Bir kez gönül yıktınısa                               Yunus Emre der Hoca

     Bu kıldığın namaz değil                             Gerekirse bin var hacca

     Yetmiş iki millet dahi                                 Hepisinden iyice        

     Elin yüzün yumaz değil                              Bir gönüle girmektir



     Değişik ülkelerden, dinlerden olan çocukların empati ve ahlaki gelişimlerini incelemek için tasarlanan, üç yıl süren geniş çaplı bir araştırmanın bulgularına göre, dinin ahlakla bağıntılı olduğu savı çürümüştür. Dindarlık paylaşımcılığı artırmıyor, din çocukları daha fazla paylaşımcı, daha iyi ahlaklı yapmıyor (Bilge Selçuk, BirGün Pazar, 15.11.2015 Sayı: 453). “Dine dayalı ahlak ve vicdan, kişinin kendisine ait değildir, kulun ödül ve ceza almasına bağlı bir sistemdir. (…) Oysa laik ahlak ve vicdan kişinin kendisini bağladığı ‘doğru-yanlış’ sistemidir. Laik ahlak içindeki insan kendi iradesiyle doğruyu bilip yaşayan insandır. O insanı ürküterek, korkutarak yanlışa sürükleyemezsiniz. Onun için de laik insan ahlakı çok sağlamdır ve etkilerin dışında kalır”(Atabek, 2017).



     Ne kadar Demokrasi, O Kadar ahlak



     Evrimsel Biyolog Bernard Crespi’ye (2) göre, iyilikle kötülüğün temelinde doğal seçilimin yansız eli yatıyor. Hem kötü hem de ahlaki davranış, kişinin kendisini ve çevresini kapsayan uyumluluk çıkar hesaplarına bağlı olarak değişir. Annemden çok duyardım, işsize şeytan iş bulur, derdi. Silifke yöresinden bir atasözü: Tok aslan kedi gibi, aç kedi aslan gibi… Başka atasözlerimiz de var (Aksoy, 1971).

     *Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar.

     *Zengin arabasını dağdan aşırır, züğürt düz ovada şaşırır.

     *Acındırırsan arsız olur, acıktırırsan hırsız olur.

     *Açın imanı olmaz

     *Aç elini kora sokar.

     *İnsanın kötüsü olmaz, meğer ki züğürt ola.

     *Ekmekle oynayanın ekmeğiyle oynarlar.

     *Kimine hay hay, kimine vay vay.

     İki de özdeyiş:

     *Önce ekmek, sonra ahlak. (Bertolt Brecht) (1)

     *Zaruret (yoksulluk, zorunluluk) dürüst insanı düzenbaz yapar. (Daniel Defoe) (1)

     Yine Crespi’ye göre (2), insanları şiddete yönelten evrimsel baskı, aynı zamanda bizi son derece barışçıl da yapabilir. İnsanlık bunun ayırdına varıp bir şeyleri değiştirme yönünde adım atarsa ahlaki sağduyu toplumdaki kötülüğü de en düşük düzeye indirebilir. Nasıl? İnsanca, hakça bir düzen kurulursa, emek en yüce değer olursa, evrensel hukuka işlerlik kazandırılıp hukukun üstünlüğü sağlanırsa, demokrasi tüm kural ve kurumlarıyla işletilirse, bilim ve sanata önem verilip gerçek yol gösterici olarak bilim seçilirse, laik ve bilimsel eğitim verilirse… Melih Cevdet Anday (Cumhuriyet, 28.04.1995) da bunu söylüyor: “(…) İnsan korktuğu için iyi oluyorsa gerçekten iyi değildir. (…) İyiyi kendi başımıza gerçekleştirmeliyiz, buyrukla değil. Yeni ahlakı, gerçek ahlakı bize bilimin getireceğine inanıyorum. Kimsenin görmediği yerde doğru ve iyi olabiliyorsak çağımızın ahlakını yaratmış oluruz.”

     Demokrasi geleneği güçlü, demokrasiyi içselleştirmiş ülkelerde ahlaki değerler de güçlüdür. Demokrasi ahlakla ilintili çünkü. Özcesi, ne kadar demokratsan o kadar ahlaklısın. Demokrasinin önkoşulu da laikliktir. Bu ahlak da laik ahlaktır (Nas, 2012: 41- 2015(a):212).

     Üç bin yıl önceki Fethiye yöresindeki bir tapınakta (XSENTİUS) şu öğüt veriliyor: “Ahlakın temeli özveri ve dürüstlüktür. Özveri başkaları için çalışmak, dürüstlükse aldatmamaktır. Yitirmeyi, ahlaksız bir kazanç edinmeye yeğle. İlkinin acısı bir an, ikincinin vicdan ezinci ömür boyu sürer” (Cumhuriyet, 03.10.2008). Ahlak, vicdan adıyla içimizdedir.

     Ahlak öğretilemez, ahlakın dersi olmaz. Ahlak, ahlaklı bir çevrede yaşanıla yaşanıla, soluna soluna öğrenilir. İnam’ın (2008) dediği gibi, nasıl ahlaklı olunacağına ilişkin hiç konuşulmamalı. Ahlakı anlatmanın en iyi yolu örnek olmaktır. “Bebek, ahlaklı küçük bir varlık olarak doğmaz. Öncelikle, ona vicdanını oluşturmakta yardım edecek, yaptığı her şeyi birine yaptığını gösterecek yetişkinlerin içinde büyümeye ihtiyacı vardır” (Labbé-Beurier ,[?]:31)

     Bitirirken bir öykücük: Su, ateş ve ahlak arkadaş olmuşlar.

     Su demiş,

     “Bir gün beni yitirirseniz, bir şarıltı duyunca oraya gelin.”

     Ateş demiş,

     “Beni yitirirseniz, bir duman görünce oraya gelin.”

     Ahlak demiş,

     “Sakın beni yitirmeyin, yitirince bir daha bulamazsınız.” (Nas, 2015b)



    

                            KAYNAKÇA

Aksoy, Ömer Asım(1971)Atasözleri Sözlüğü Ankara: TDK Yay.

  Atabek, Erdal(2009)Dürüstlük, Sevgili Çocuğum 4. Baskı İstanbul: Cumhuriyet Kitapları

 ------------------(2017)”Meslek Ahlakı ve İnsan Vicdanı” Cumhuriyet, 18.09.2017

Baltaş, Acar(2007)Hayalini Yorganına Göre Uzat 2. baskı İstanbul: Remzi Kitabevi

Bolat, Özgür(2016)Beni Ödülle Cezalandırma 33. baskı İstanbul: Doğan Kitap

Cerrahoğlu, Nilgün(2014)”Ertuğrul Günay’ın Pişmanlığı” Cumhuriyet, 04.01.2014

Cüceloğlu, Doğan(1991)Yeniden İnsan İnsana İstanbul: Remzi Kitabevi

______________ (1993)”Dıştan Denetimli Kişi” Yaşadıkça Eğitim dergisi Sayı: 30 (4-5)

Eyuboğlu, Sabahattin(1981)Yunus Emre 6. baskı İstanbul: Cem Yay.

Fuat, Memet (2000) Din ile Felsefe İstanbul: Adam Yay.

Gordon, Thomas(2000)Çocukta Dış Disiplin mi? İç Disiplin mi? (Çev. Emel Aksay-Ed.

     Birsen Özkan) 2. Baskı İstanbul: Sistem Yay.

İnam, Ahmet(2008)”Ahlak” Cumhuriyet Bilim Teknik 02.05.2008 Sayı: 1102

Labbé, Brigitte – Beurier, P. F. Dupont(?) Ahlaki Olan ve Olmayan (Çev. Azade Aslan)

     İstanbul: Günışığı Kitaplığı 

Nas, Recep(2012)İnsan olmak Öğretmen Olmak Bursa: Ezgi Kitabevi

_________(2015(a))Sağlıklı Öğretmen-Öğrenci İlişkileri Bursa: Ezgi Kitabevi   

_________(2015(b))”Değerler Eğitimi, Ama Nasıl?” Çağdaş Bakış dergisi Mart 2015

     Sayı: 14 Bursa: ÇEK yayını

Özdoğan, Berka(1997)Çocuk ve Oyun 2. Baskı Ankara: Anı Yay.

Öztürk, M. Orhan(2012)”Çocukta Bilme Dürtüsünün Gelişimi” 3. Ulusal Çocuk ve Gençlik   

     Edebiyatı Sempozyumu Yay. Haz. Sedat Sever vd. AÜ ÇOGEM Yay. (23-28)

Sayğan, Sahra- Bedük, Aykut(2013) “Ahlaki Olmayan Davranışların Duyurulması (Whistle-

     blowing) ve Etik İklimi Üzerine Bir Uygulama” DEÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakülte-

     si dergisi Cilt:28 Sayı:1 2013(1-23) iibf.deu.edu.tr 325-1006-1-PB.pdf

Şahin, Haluk(2003)”Dinsel ahlak, Laik ahlak” Radikal gazetesi, 08.08.2003

Tanilli, Server(1996)”Ahlakı Düşünmek” Cumhuriyet, 13.12.1996)

Yeşilyaprak, Binnur(1990) “Davranışlarımızın Belirleyicileri” Cumhuriyet Bilim Teknik

     Sayı: 149

  

(1)       Üster, Celâl (2010/Derleyen ve çeviren) Sözün Özü 2. Baskı İstanbul: Can Yay.

(2)       New Scientist’ten derleyen Özlem Yüzak Herkese Bilim Teknoloji 09.12.2016

Sayı: 37



(*) Bu yazı Öğretmen Dünyası dergisinde (Mayıs 2018 Sayı:461) yayımlanmıştır. (19-22)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder