19 Haziran 2017 Pazartesi

OKUMAK MI, O DA NE?


OKUMAK MI, O DA NE?” (*)





                                                                               Recep Nas
                                                                             ÇEK ÜYESİ


                                                                               

     Dilimize dolanmıştı ya, denirdi hep. Japonya’da kişi başına yılda 25 kitap, Türkiye’deyse altı (6) kişiye bir (1) kitap düşüyor. Bu ne kadar doğruydu, bilimsel miydi, dayanakları var mıydı, buna bakılmadan öylesine söylenirdi, belki hâlâ söyleyenler vardır.

     Son istatistikler bunu doğrulamıyor ama. Türkiye Yayıncılar Birliği’ne göre, 2016’da 666 milyon 866 bin kitap yayımlanmış. Tabii bunların büyük bir bölümü ders kitabı. Kişi başına düşen kitap sayısı 8,4 Dünya ölçeğinde kitap çeşidi sayısında Türkiye 11. sırada, yayıncılıkta da öyle, gene 11. Sırada.

     Peki, bunca kitap basılıyor da alınıyor mu, alınıyor da okunuyor mu, okunuyor da içselleştiriliyor mu, anlayıp eleştirel mi okunuyor, alımlanıyor mu? Enis Batur, “Öyle okurlar tanıdım ki ben” diyor, “yuttukları kitaplarla dünyalarının şeklini aldılar. Oysa iyi okumak, temelde bir muhalefet biçimidir” (Cumhuriyet, 05.08. 2001). İpşiroğlu (1989:14-15), üniversite öğrencilerinin anlama, kavrama, eleştirme güçlerini yoklamak için, Ferit Edgü’nün çok ince bir alaylamayla yazdığı ‘ Türk Politikacılarının Kültürle ve Sanatla Olan İlişkileri’ başlıklı denemesini, yazarın adını söylemeden öğrencilerine okur. Öğrencilere, bu yazıdan ne anladıklarını sorar. Sonuç çarpıcı ve üzücüdür. Yazıyı, 92 öğrenciden yalnızca 4’ü anlamıştır.

     İki istatistiğe daha bakalım. Japonların % 62’si, Almanların % 48’i, Türklerin %5’i gazete okuyor (Cumhuriyet, Özgen Acar, 18.04.2017). Ahmet Coşar’a (D&R Genel Müdürü) göre, Türkiye’de kültür kümesinde (kategori) kişi başına düşen yıllık kitap okuma sayısı 1,5 Yüz kişiden yalnızca dördü kitap okuyor (Cumhuriyet, Şehriban Kıraç, 06.04.2017)

     İstatistikleri bir yana bırakalım, Ferit Edgü’ye kulak verelim (Akt. İpşiroğlu, 1989: 29-32):

     “Yavaş yavaş ölüyor kitap… Okuyanı düşündüren kitap… Düşünen, düşünmeye çalışan insanların ufkunu açan, onları daha fazla düşünmeye, daha doğru düşünmeye iteleyen kitap…

     (…) Yerleşik ahlaka karşı çıkan, yeni insanların daha tutarlı, daha özgür, daha mutlu olabileceği yeni bir ahlakı öneren kitap…

     Dünyaya doğru bakmamızı sağlayan kitap…

      (…) Milyonlarca gazete okurunun, milyonlarca televizyon seyircisinin, yüzbinlerce tiyatro seyircisinin bulunduğu bu ülkede ölüyor kitap… Ölen kitapla birlikte, hiç kimsenin kuşkusu olmasın, ülkemizin yarınları da ölüyor.

      Ülkeyi cahillerle yönetebileceklerini sanan dar görüşlü politikacılar bu ölümü kolaylaştırmak için ellerinden geleni yaptılar, yapıyorlar.

      Kitabın ölümünün ülkenin yarınlarını öldürmek olduğunun bilincinde değiller (gibi).

      (…) Ve kendileri okumadıkları için başkalarının okumasına katlanamıyor gibiler.

      (…) Yabancı dil bilenler okumuyor.

      Yabancı dil bilmeyenler okumuyor.

      Gazete okurları okumuyor.

      Televizyon, video seyircileri hiç okumuyor.

      Yazarlar okumuyor.

      Çizerler okumuyor.

       (…) Çok yakın bir gelecekte kitap mezarlığının kapısına bir ‘Hüvelbâki’ levhası asılacak (…).”  

       Birisi yazarlığa başlamış, demişler ki,

        “Yazarlığa başladın, ama artık okumuyorsun…

        “Ne yani, yazar olduk, hâlâ mı okuyacağız!”

     Okur-yazar değil, okumaz-yazar.

     Yargıç, sanığa soruyor,

     -Okuman-yazman var mı?

     -Okumam yok, ama yazarım.

     -Peki, söylediklerini bir de yaz bakalım.

     Ama sanığın yazdıklarını yargıç okuyamıyor, yazmanından okumasını istiyor, o da okuyamıyor, mübaşir de okuyamayınca, yargıç,

     -Yazını biz okuyamadık, sen oku bakalım, diyor.

     -Efendim, ben baştan söyledim, okumam yok, ama yazarım.

     Bir okul müdürü de şöyle dermiş,

     “Ben okumam, okuturum.”

      Belki de çocukların canlarına okuyordur.

      Filiz Aygündüz, 500 lise öğrencisine soruyor: “Neden Okumuyorsunuz?” (Akt. Tüleylioğlu, 2000: 11-12) İşte birkaç yanıt:

     *Zaman kaybı olduğunu düşünüyorum.

     *Okurken uykum gelir.

     *Zaman bulamıyorum.

     *İhtiyaç duymuyorum.

     *Kitaplardan dünü öğrenmek yerine günü yaşamayı tercih ederim.

     *Arkadaşlarım, “okuyorum” dediğimde hep dalga geçtiler benimle. Bu da kitaplardan soğumama neden oldu.

     *Fazla okumam. Ama yazın sahilde okumayı severdim. Babam “artizlik yapma lan” deyince vazgeçtim.

     Mark Twain’in sözü bu: “ Okuyamayan (okuma bilmeyen) biriyle okumayan biri arasında hiçbir fark yoktur.”

     Peki, okumak isteyenler nasıl kitap arıyor, kitabı nasıl arıyor, bir de ona bakalım. Başak Tan, aşağıdaki sözlere kulak misafiri olmuş (Karakarga dergisi, Kasım 2016 Sayı: 8).

     *Kolay okunan kitap var mı? (50’li yaşlarda, kadın)

     *Ne biçim kitap bunlar yahu, okunur mu bu şimdi, hep yazı! (Öğretim Görevlisi, 60’lı yaş-larda, kadın)

     *Shakespeare’in romanlarını bulamadım, sadece oyunları var orada, yardımcı olur musunuz lütfen… ( Shakespeare roman yazmamıştır.)

     *Sanat tarihi kitabı istiyorum, ama sanatın öyküsü çok ağır. Basit, ince bir şey olsun, ama ben binaya bakınca diyebileyim ki, bu barok bina… ( Mimarlık öğrencisi)

     *Tanımadığım yazarları okumuyorum.

     *İyi günler! Bir kitap arıyorum da, sizde var mı acaba? Böyle yanı kırmızı, ama kapağı böyle bejli bir şey, üzerinde sanki kolajlı bir şey var. Vallahi adını bilmiyorum, ama önemli bir kitap, herkeste var.

     *Mantosu Madonnalı Kürk var mı? (50’li yaşlarda, kadın)

     *İyi günler! Savaşla ilgili kitabınız var mı? Hangi savaaaaaş… İşte böyle insanların öldüğü…

     *İyi günler! Ben tam bir kitap âşığıyım, sevişiyoruz, evlenicez. Ne, 32 lira mı? Kalsın!

      Aşağıdaki diyaloglar da benim televizyondan işittiklerim :

      Kadın, telefonla bağlanan erkeğe soruyor,

      -Şiir sever misiniz?

      -Bayramlara gittiğim yok, 23 Nisan falan… Şiir bayramlarda okunur. (STAR TV, 05.03.2006)

     Kadın,

     -En son okuduğunuz kitap?

     Erkek (52 yaşında, ortaokul çıkışlı),

     -Okul kitabı… (STAR TV, 20.05.2008)

    Horace Mann’ın dediği gibi, alışkanlık bir halata benzer. Biz her gün onu oluşturacak iplerden birini dokuruz ve sonunda onu bir daha koparamayız. İnsanın okudukça okuyası gelir, okumadıkça da okumaz. A. Blanqui ne güzel demiş: Mide açlığa alışamaz, ama beyin çabucak alışır.

                                              



 KAYNAKÇA



İpşiroğlu, Zehra (1989) Düşünmeyi Öğrenme ve Öğretme (2. baskı) İstanbul: Afa Yay.

Tüleylioğlu, Orhan (2000) “Okumak mı, o da Ne?” Okumak mı, o da Ne? İstanbul:

     Cumhuriyet Kitap Kulübü



(*) Bu yazı Çağdaş Eğitim Kooperatifi’nin ÇAĞDAŞ BAKIŞ dergisinde (Haziran 2017 Sayı: 23) yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder