23 Ocak 2017 Pazartesi

ÇOCUK OKULA BAŞLARKEN


                                           ÇOCUK OKULA BAŞLARKEN *



                        

                                                                                        Recep Nas **



                                                                       





        Tatil bitti bitecek, eylülde okullar açılıyor. Acaba çocuklar okulu özlediler mi, okulların açılmasını iple çekiyorlar mı? Çocuklar gerçekten okulu,dersleri seviyorlar mı,okula koşa koşa gidecekler mi?İbrahim Kıbrıs’ın  doktora tezinin veri toplama aşamasında çocuklarca yazılan küçük metinlerden biri şöyle:”Bazı derslerde çok sıkılırım.Yani alttan ve üstten bastırılmış bir yastık gibi.Zil sanki bir kahraman,Atatürk gibi görülür.Ben zil çalınca patlayacak bir volkan gibi koşarım.”(5.sınıf)

      İstanbul Çocukları Vakfı’nca yaklaşık  1,5 milyon ilköğretim okulu öğrencisine ‘en büyük düşleri’ soruluyor(Cumhuriyet,12.08.2002).Çocukların büyük bir bölümünün düşü,”Ailede ve okulda sevgi görmek”İlginç bir düş de şu:”Dersler 5 dak., teneffüsler 40 dak. olsa…

      Hani bilinen,çokça anlatılan  bir fıkra vardır :

      Çocuğa sormuşlar,

      “Dünyada en sevdiğin şey ne?”

       “Zil sesi” ,demiş.

         “Peki,hiç sevmediğin ne?

        “Zil sesi”,demiş yine,

        “Ne demek bu şimdi?”

         “Dersten çıkış zilini seviyorum,derse giriş zilini sevmiyorum.

    Kar yağmaya başlayınca ,çocukların  derste pencereden kar yağışına bakıp,birbirlerine göstererek “tatil yağıyor! “ dediklerini  biliyoruz.Birkaç yıl önceydi,zorlu bir kış yaşamıştık.Ankara’da kar yağışı nedeniyle okullar iki gün tatil edilince ,TRT bunu –hem de birinci haber olarak,hem de TRT farkı diyerek- “Çocuklara müjde !“diye duyurdu. Demek ki büyükler de  okul tatil olunca çocukların sevineceklerini düşünüyorlar. Öğrencilik yıllarını anımsadıkları için mi  acaba,belki de, neden olmasın?

         Gerçek mi,fıkra mı,bilmiyorum,ama çok hoş bir olay anlatılır:Din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni  derste kıyamet gününü anlatıyormuş,çocuklardan biri parmak kaldırarak soruyor,

         “Hocam,o gün  okullar tatil olacak mı?”

        Ahmet Rasim’den (1979)bir alıntı:

        “Anlatırlar:

       Hoca yılgını çocuğun biri okulda nasıl olduysa uyuyakalmış.Arkadaşları onu korkuta korkuta uyandırmak için ,bir yandan dürtükleyerek,öte yandan da,

       “Kalk kalk,okul yanıyor,” deyince birdenbire gözlerini açmış,

       “Hoca da yandı mı?” diye sormuş”

        ‘Pazartesi  sendromu’ gibi ‘eylül sendromu’ndan da söz edilemez mi? Oktay Akbal anlatıyor:”Eylül hüzünlü şeyler anımsatır.Ta çocukluğumdan kalmış bir korkumdur eylül ayı.Okullar açıldı açılacak ,dersler,sınıflar,öğrenciler,derken sınavlar…Tutacağım Şehzadebaşı’ndan yolu,Beyazıt’ a,Kumkapı’ya…Taş bir yapı,soğuk bir sınıf…Zorla,isteksiz gittim hep okullara.İlk izlenimin verdiği burukluk geçip gitmedi bende…Ne zaman eylüle girsek kendimi o ilkokul günlerinde bulurum.Kısa bir an için de olsa bir ürperiş sarar beni”(Cumhuriyet,08.09.2002)

          İlk izlenim,son izlenimdir.”Bu bir İngiliz atasözüdür.Bu söz,çocuğun okula başlayacağı

* *Emekli Öğretim Görevlisi



 ilk gün için söylenmiş sanki .Evet,evin dışındaki bir otoriteyle kurulan ilk ilişki,çocuğun eğitime ve
                                                              



 topluma karşı takınacağı tutumu etkileyebilir.(Sandström 1971:216 )

          Bir öğretmen,okula başladığı günü unutmamış,şöyle anlatıyor:”Okulda dövüleceğimi

düşünüyordum,sınıfa girmek istemiyordum.Bahçede bir ağaç köküne oturdum.Öğretmen beni

gördü,çağırdı.Eyvah! Dayak gelecek,dedim.Sonra geldi,elimden tuttu,beni sınıfa götürdü,çizgi çizdirdi.

       Bana,

      -Aferin,ne güzel çizdin,dedi.

Öğretmen gibi  güzel çizdiğimi düşündüm.

O ilk gün eve giderken uçuyordum.Yokuş bana vız geldi.”

Okulda dövüleceğini düşünüyor bu çocuk,bu düşünce nasıl ,nerden yerleşmiş olabilir  onun taze beynine,böylesine kaygılı,ürkek.

          Duymuşundur,belki size de söylenmiştir.Yakında okula başlayacak çocuk,birazcık ‘yaramazlık’ yapıverse,denir hemen,

          “Şimdi sen yap bakalım yaramazlığını,yarın okula başla da görürsün sen,mum gibi olursun vallahi”

          İlkokul öğretmeniyken,bir köyde,yolum bir evin önünden geçerdi.Bahçede çalışan anne,zaman zaman, 5-6 yaşlarındaki çocuğunu göstererek seslenirdi bana,

          “Öğretmen! Bu çocuk çok yaramaz,söz dinlemiyor,döv şunu…”

         Bu çocuk  bir yıl  sonra okula başlayacak,belki de benim öğrencim olacak;öğretmene,okula ilişkin ne kadar olumsuz,kötü izler biriktiriyor kafasında,bunu düşünemiyor o anne.

          Yıllar sonra bir gün de belediye otobüsündeyken,önümdeki koltukta torunuyla oturan dede,torununa,

          “Uz dur,bak arkada öğretmen var,söylerim,döver seni” dedi.

           Çocuğun tek yaptığı da,oturmak istememesi,ayakta durması.

           Öğretmenler de ,çocuklarına öğretmeni böyle tanıtan ana-babaları,haklı mı çıkarıyorlar,bilmek zor ama,Eğitim-Sen’ in bir araştırmasına(2003:74) göre,”Kuşkusuz bazı durumlarda dayak kaçınılmaz”, önermesine “Katılıyorum ve tümüyle katılıyorum” diyenlerin oranı %18,kararsız kalanların oranıysa %12 Başka bir deyişle,yaklaşık beş öğretmenden biri ,kararsızlar da eklenirse yaklaşık üç öğretmenden biri dayak yanlısı.

          Bir öğrencim (O.G.) ,yıllar önce- söylediklerini desteklemek için olacak-sınav kâğıdına şunları yazmıştı:”İlkokula kaydolurken yediğim tokadın acısını,ortaokula,liseye,hatta üniversiteye kaydolurken bile hissettim.”

        İki kız öğrencim,güzel bir rastlantıyla Doğu’ da aynı köye atanıyorlar.Okulun ilk günü gelen 3-5 öğrenciyle güzel bir gün geçiriyorlar,ertesi gün  8-10 öğrenci geliyor.İkinci gün de oyunlarla,şarkılarla,masallarla geçiyor.Gün günden okula gelen çocuk sayısı artmaya başlıyor,oysa öğrencilerim özel,ayrı bir çaba göstermiyorlar.Bir dahaki hafta nerdeyse tümü geliyor öğrencilerin.  Doğu’da devamsızlık sorunu olduğunu bildiklerinden  öğrencilerim de şaşıyorlar bu işe,meraklanıp soruyorlar,nasıl böyle kendiliğinden geliverdiler?Nedeni şuymuş:”Bu yılki öğretmenler dövmüyorlar” diye bir söz çocuktan çocuğa,evden eve yayılmış.

        Okula,öğretmene düşen görev,çocukta okulöncesinde yakın çevresince oluşturulan kaygıyı,olumsuz bakışı yok etmek,boşa çıkarmaktır.Ama işin böyle olmadığını gösteren örnekler az değil.





        Yeni tanıdığım birisiyle söyleşirken,söz nasıl oraya geldiyse,şunları anlattı bana:Okulun ilk gününün sabahında,öğretmen,

         -Boy sırası olun,demiş.

        Çocuklar boy sırası nedir,ne bilsinler.

         “Ben”,dedi,”uzun boylu sıska bir çocuktum.Öğretmenin bu sözü üzerine olduğum yerde ellerimi bacaklarıma yapıştırıp dimdik durdum.Öbür çocuklar da patır patır benim arkama sıralandılar.Öğretmen,en önde olduğum için bana kızdı,bağırdı.

          -Ne lan,leylek bacaklarınla en öne geçmişsin…

         Bu ‘leylek bacaklı çocuk’ bunu anlatırken 35 yaşındaydı.Öylesine kırılmış,incinmiş ki,aradan geçen bunca yıl öğretmenin bu sözünü ona unutturamamış.Anlatırken  gözleri buğulanmış,dolmuştu.

         Başka bir zamanda ,başka bir okulda   öğretmen,okulun ilk günü yine”Sıra olun” diyor.Ama çocuğun biri şaşırıp kalıyor,bilemiyor ne yapacağını.Öyle ya,üzerinde yazı yazdığı sıra nasıl olunur?

         Cüceloğlu’nun, bir kitabına (1999) önsöz yerine yazdığı “Bir Anı ve Sunuş” başlıklı yazısından  kısa bir alıntı:

         “Ben yedi yaşında okula başladım.

         İlk gün öğretmen bir oğlanı cetvelle dövdü;kıpır kıpır,yerinde duramayan,bugünkü bilgiler çerçevesinde büyük bir olasılıkla hiperaktif tanısı konacak olan ,Şükrü adında ufak bir oğlan çocuğu.

        Çok korktum.Ertesi gün hastalandım.(…)”

        Bir de Köymen’ e(2000:111-112) kulak verelim:”Üniversite lojmanlarında oturan  ve o yıl okula başlayacak olan aynı yaşta birçok çocuk vardı.Doğal olarak,hepsini aynı okula yazdırmıştık.Onlarla birlikte okula gitme provaları bile yapılıyordu.Tüm çocuklar okulun açılma gününü iple çekiyorlardı.Oyunlar,düşler,söyleşiler hep okulla ilgiliydi.Onları bazen şaşırmış ve kızmış görüyorduk.Daha sonradan kızımdan öğrendiğime göre,mahalledeki abla ve ağabeyler onlarla alay edip’Okulun açılmasına böyle sevinilir mi,okul sevilir mi hiç,siz daha bebeksiniz,aptalsınız’diyorlarmış.Biz de bu tür sözlere inanmamaları konusunda elimizden geldiğince çocukları ikna etmeye çalışıyorduk.Derken okullar açıldı.İki hafta kadar bir zaman geçti.Kızım bir gün okuldan gelince,asık suratla’Anne,ben okulu sevmiyorum,ablalar-ağabeyler doğru söylemişler’dedi.Evet,iki hafta içinde,sistem,kızımın istek ve heyecanını almış götürmüştü.Hepimizin bildiği gibi,bu isteksizlik tüm eğitim yaşamı boyunca sürüp gidiyor.”

      MEB, birkaç yıldır bir uygulama başlattı,1.sınıfa  başlayacak çocukları öğretim yılı başlamadan bir hafta önce  alıyorlar okula,iyi de ediyorlar.Doğruya doğru,bu iyi bir düşünce.Ama bu bir hafta boyunca okullarda, sınıflarda neler olup bitiyor,çocuklar okul ortamına  yumuşak,sarsıntısız geçiş yapabiliyorlar mı,işte bunun araştırılması gerekir.

       Belli ki çocuğa okulöncesinde sağlıklı bir okul kavramının kazandırılması gerekir.Bunun en güzel,kestirme yolu çocuğun okulöncesinde kurumsal eğitim almasıdır.Okulöncesi eğitimi için yapılan bir liralık yatırım,yedi lira olarak geri dönüyor.Bu gerçek bilim çevrelerince kabul görmüştür.MEB,okulöncesi eğitimin zorunlu olmasına ilişkin ilk adımı bu yıl atacak,umarız bu sözde kalmaz, gerçekleşir.Okulöncesi eğitim kurumuna gitmiş olması,kuşkusuz,çocuğun okula uyumunu kolaylaştırır,okul başarısını olumlu yönde etkiler.Ama bunun güvencesi yok.Kötü bir okulöncesi eğitim deneyimi geçiren çocukların okula uyumları,hiç okulöncesi eğitim kurumuna gitmemiş çocuklardan daha zor olabilir.(Gürkan 1987:6)

        Özgenel (1992:7) bunun bir örneğini veriyor:Melek anaokuluna gitmişti.Anaokulundaki öğretmenleri ,onu sınıf başkanı olarak seçmişlerdi.Melek başkanlık görevini başarıyla yaptığı için öğretmenleri tarafından ödüllendirilmiş ve ona ayrıcalıklı davranılmıştı.İlkokul başladığında,diğer çocuklarla aynı durumda olması onu şaşırttı.Melek bu tepkisini arkadaşlarına burun kıvırarak,hatalarını bulmaya çalışarak,onları öğretmene şikâyet ederek göstermiştir.Amacı,diğer çocuklardan farklı olduğunu öğretmenine kanıtlayabilmektir.Anaokuluna gittiği dönemdeki deneyiminin  etkisiyle,arkadaş edinmekte ve dolayısıyla ilkokula uyum sağlamakta güçlük çekmiştir.”Buna ‘prenses sendromu’ deniyor.Çocuğun yanlışları hiç görülmüyor,o tek,o eşsiz,biricik…İlgi odağı,öğretmenin gözdesi oluyor.Tabii olan da,örnekte görüldüğü gibi,çocuğa oluyor.

         Bakın,okulun ilk gününde neler olabiliyor,şimdi öğretmen olan biri okulda ilk gününü anlatıyor:”Annem hastanede yatıyordu ve ablam beni okula götürmüş,sınıfımı bulmuş,cam kenarında bir sıraya oturtmuş,önüme defter,kalem koyup çekip gitmişti.Korkudan yerimden kıpırdayamıyordum,sınıf ana-baba günüydü,ağlayanlar,anneler ,babalar…Elimde kalem boyuna deftere çizgiler çekiyordum.Güneş ışığı tam da  yüzüme vuruyor ve kan ter içinde kalmış,sicim gibi ter döküyordum.Derken kadının biri bana eğilip’Amanın,bu çocuğun sahibi yok mu,ağlamaktan helak olmuş’ gibi laflar etmişti.İşte o vakte kadar ağlamayan gözlerim coşmuş,hıçkırıklarım kesilmez bir halde kendimi yerden yere atmıştım.Okuldan değil de terk edilmekten korkmuştum.Tanıyanlar beni eve getirmişti.Ama o hafta okula gitmemiştim.”Fark etmişsinizdir,öğretmenden söz edilmiyor.Sımsıcak bir gülümsemeye,ilgiye,sevecenlikle bakan gözlere,sevgi dolu bir dokunuşa gereksinmesi olan çocuğun yanında yok öğretmen,ortalıkta görünmüyor(Memurlar.Net-Forum).

            Okulların açıldığı gündü.Ders sırasında 1.sınıf öğretmeniyle –canlı yayında- görüşüm (röportaj) yapılıyordu(NTV,13.09.2005).Yayın uzayınca çocuklar sıkıldılar,bir çocuk ayağa kalktı,sınıf içinde gezinmeye başladı.Bunu gören öğretmen,çocuğa,sevgiden yoksun bir ses tonuyla “Ben seni sınıfa almayacağım,dışarı çıkaracağım” dedi.İrkildim,insanın aklına gelmez mi,canlı yayında,kameranın karşısında bunu diyen öğretmen,dersliğin kapısını kapatıp çocuklarla baş başa kaldığında  neler der,neler yapar?

            Yineleyelim,öğretmenle,evin dışındaki bir otoriteyle kurulan ilk ilişki,edinilecek ilk izlenim,çocuğun öğrenim yaşamını,okula karşı takınacağı tutumu etkiler,şöyle ya da böyle.Hele bağımlı olarak yetiştirilmişse,annesinden kopamıyorsa…Bu çocuk annesiyle birlikte olmak ister,annesiyle eve gitmek ister. Şimdi evde olmalıydı,oyuncaklarıyla oynamalıydı.Şimdi annesi evde kardeşini seviyordur.

              Okulun ilk gününde  bir çocuk dersteyken,

               “ Öğretmen!” diyor.(Henüz “öğretmenim” demeyi bilmiyor.)

               Öğretmen de ,

               “Ne var?” diyor.

               “Ne var,var mı,şimdi evde yemek yiyorlar”

               Öğretmen çocuklara saygıyla,sevgiyle yaklaşmalı,sıcak ve içten,sevecenlikle…Güler yüzlü,tatlı dilli,sabırlı,hoşgörülü,anlayışlı olmalı.Elbette bu yaklaşım,tutum ilk güne ya da ilk günlere özgü değil,hep,her zaman….Öğretmenin  çocuklarla kuracağı saygı,sevgi temelli sağlıklı iletişim,yoğun etkileşim,çocukların kaygılarını silecek,gözlerindeki kara bulutları  dağıtacaktır.(Nas 2006:116)Unutulmasın,çocukların başlıca ruhsal gereksinmeleri sevilmek,sayılmak,kabul edilmek,onanmaktır.

             Okulun ilk gününde bir çocuk,geçenekte (koridor) gezinerek dersliğin açık kapısından zaman zaman kendisini izleyen annesine sesleniyor,

             “Anne sen git,bu öğretmen anne gibi…”

             İşte size öğretmen! Ne mutlu bu öğretmene,ne mutlu onun öğrencilerine…

            

              Öğretmen ilk gün masal anlatabilir,tabii bu masalların kısa,devinimli olması gerekir.Oyunlar oynatır,daha çok bahçede.Çeşitli taklitler yapılır,özellikle havyan taklitleri…Tekerlemeler söylenir,parmak oyunları oynatılır. ‘Ceviz adam’ gibi yalın,devinimli şarkılar söylenir(Nas,1988)

               Bu etkinlikler de ilk güne özgü değil kuşkusuz. Dersler her zaman oyunlaştırılmalı,çekici,ilginç kılınmalı.Özellikle küçük sınıflarda oyunla iş uyumlu bir biçimde birbirini izlemeli,çocukların ilgileri diri tutulmalı hep.İlköğretimin ilk yıllarında,eğitim, okulöncesi  eğitime ilişkin ilkelere göre  yapılmalıdır.(Oktay 1999:83)

              Bir öğrencim anlatmıştı:Yeğeni okula başlıyor,ilk günün akşamı öğrencim soruyor,

              “Bugün nasıl geçti?Okul nasıl ,öğretmen nasıl ? Sevdin mi okulunu,öğretmenini?”

               “Hala okulu sevdim,öğretmeni çok sevdim.Oyunlar oynadık,şarkılar söyledik.Öğretmen çok iyi…”

              Bu konuşmadan birkaç gün sonra ,okuduğu fakülte de açılınca,öğrencim memleketinden ayrılıyor.Bir ay sonra memleketine döndüğünde yeğenine yine soruyor.

               “Okul nasıl”

                Yeğeni üzgün,bıkkın, yılgın,

                “Hala her gece  dua ediyorum,Allahım bu okulları yok et.”

                 Bir atasözümüz var ya,konukluk için söylenmiş:”Birinci gün hoş hoş,ikinci gün mayhoş,üçüncü gün hoşt hoşt.”

                 1.sınıfı okutan bir öğretmen ilk veli toplantısında”Beni çocuklarınıza sevdirin” ,demiş.Ismarlama sevgi nasıl oluyorsa? Bunu bana anlatan anneye sordum,

                 “Peki,ne yapıyorsunuz?”

                  Şöyle diyormuş,

                  “ Aman da aman,aman da aman,kızımın ne iyi öğretmeni varmış,ne de güzel ödevler verirmiş…”                        



                                                    KAYNAKÇA





Ahmet Rasim (1979) Falaka:Okul  Anıları (Dermeyip yalınlaştıran:Atilla Özkırımlı) İstanbul:Cem                            

      Cem Yayınevi Arkadaş Kitaplar

Cüceloğlu,Doğan (1999) Anlamlı ve Coşkulu Bir Yaşam İçin SAVAŞÇI İstanbul:Sistem Yayıncılık

EĞİTİM-SEN (2003) ÖğretmenYetiştirme Araştırması Ankara:Eğitim-Sen Yayınları

 Gürkan,Tanju (1987) “Çocuğun İlköğretime Başlayışı”,İlkokul Programı ve Öğretim                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                    

     Yöntemleri,A.Ü.AÖF Yayınları,No:90

Köymen ,Ülkü (2000)”Güdüleyici Öğrenme” Sınıfta Demokrasi (Ed.Ali Şimşek) Ankara:Eğitim-Sen

     Yayınları

Nas,Recep (1988) “Okula Hazırlık ve Okulda İlk Gün” Ankara:Öğretmen Dünyası dergisi Sayı:105

________   (2006)  Metinlerle İlkokuma –Yazma Öğretimi   4.baskı Bursa:Ezgi Kitabevi

Oktay,Ayla (1999) Yaşamın Sihirli Yılları:Okulöncesi Dönem İstanbul:Epsilon Yayıncılık

Özgenel,Sevgi (1992) “İlkokulun İlk Günlerinde Çocuk” İstanbul:Yaşadıkça Eğitim dergisi Sayı:24(5-9)

Sandström, c.I. (1971) Çocuk ve Gençlik Psikolojisi İstanbul:İ.Ü.Edebiyat Fakültesi Yayınları





  * Bu yazı Eleştirel Pedagoji dergisinde (sayı:4-5,Eylül-Ekim 2009) yayımlanmıştır.(20-26)                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                           

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder