ANADİL – ANADİLİ (*)
Recep Nas
Anlamları ayrı olan kimi sözcükler karıştırılıyor, süreyle süreç, çözmeyle çözümleme, salımla salınım gibi... Karıştırılanlardan biri de anadille anadili. Anadili denileceğine, kolayca anadil deniyor. Anadil (Langue mére) başka, anadili (Langue maternelle) başka. Sokaktaki insanın karıştırması neyse ne, üzücü olan, Cahit Kavcar'ın belirttiğine göre yüksek lisans için sınava giren Türk Dili ve Edebiyatı çıkışlıların yüzde 80'inin anadil-anadili ayrımını bilmemesi...
Anadil, adı üzerinde, dil doğuran dil. Başka bir deyişle, başka diller türetmiş olan dil. Latince bir anadil, ondan Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce türemiş.
Anadili için, anadan edinilen dil, denebilir. Çoğunlukla da böyledir ama gene de bu eksik bir tanımlama, kapsamlı değil. Bir yakınımın annesi Türk ama anadili İngilizce. Babası Amerikalı, ABD'de doğmuş, orda büyümüş. Köken bağlamında, ilk edinilen dildir anadili. Yeterlik bağlamında, en iyi bilinen dil. İşlevsel anlamda, kişinin en çok konuştuğu dil. Kimlik bağlamındaysa, kişinin kendini tanımladığı ya da başkalarınn onu tanımladığı dildir. Kısacası, düşünürken, düşlerken, düş görürken kullanılan dil, anadilidir.
Ses kalıpları, vurgulama (aksan), tonlama gibi dil öğeleri anadilinden kaynaklanır. Birçok kişinin konuşmasından nereli olduğunu kestirebilirsiniz. Tümü değilse bile pek çok Trakyalı sözcüğün başındaki 'h' harfini çıkarmaz, yutar, ben de öyle. Bu, doğal ki, anadilinden kaynaklanıyor, gırtlak öyle oluşmuş. Kaşgarlı Mahmut'un Divanü Lugati't Türk adlı sözlüğünde 'H' başlığı yok. Hiçbir Türkçe Sözcükte 'hı' sesi yoktur, diye yazıyor. Buna ilişkin bir Trakya fıkrası var. Kahvede üç kişi bulmaca çözüyorlar. Ismayıl aga soruyor, a be süleyin be yav, bir (h)ayvan adı, dört (h)arf. Osman aga, a be yaz, (h)orozdur o. (H)üsmen aga ordan atılıyor, a be ne alatlarsınız (acele edersiniz) belkim (h)indidir.
Nermi Uygur, bir yazısında değiniyor: “Yabanda da yalnız değil insan. Orada da başkaları var. (...) Onların dilini öğrensek, otuz yıl da o dili konuşsak ölüm döşeğinde son sözümüz anadilimizde olacaktır.” Emin Özdemir, konuk öğretim görevlisi olarak gittiği İsveç'te Türklerden oluşan bir topluluğa dil üzerine konuşurken Nermi Uygur'un bu sözünü söylüyor. Dinleyicilerden biri, bu dediğiniz İsveç'te gerçek olmuş, diyerek anlatıyor. Bir zamanlar 20'li yaşlardaki bir genç Artvin'den yola çıkıp İtalya'ya, orda barınamayınca Fransa'ya, orda da tutunamayınca İsveç'e gidiyor. Bir çiftlikte iş buluyor. Yerli bir kızla evleniyor, çoluk çocuğa karışıyor. Adını da değiştiriyor. Yıllarca anadili olan Türkçeyi hiç konuşmuyor. Gün geliyor hastalanıyor, hastaneye yatırılıyor. İsveççe konuşuruken arada bir başka bir dilin sözcükleri karışıyor konuşmasına. Doktorlar, başlangıçta , canım hasta değil mi, sayıklıyor işte, diyorlar, önemsemiyorlar. Ama giderek İsveççeyi bırakıp doktorların anlamadığı sözcüklerle konuşmaya başlayınca hasta-doktor iletişimi kesiliyor, iş ciddileşiyor. Bu olgudan bilimsel bir bulgu çıkar diye düşünülüyor, bir bilimsel kurul oluşturuluyor. Anlaşılıyor ki konuştuğu başka bir dil, ama ne? Hastanın geçmişi araştırılıyor, Türk olduğu anlaşılıyor.. Bir Türk bulup ona doğrulatıyorlar. (1)
İşte böyle, anadili insanın bilinçaltında silinmez bir iz bırakıyor. Nermi Uygur'un kuramsal olarak söylediği de doğrulanmış oluyor.
Ataol Behramoğlu'na anlatılmış. Bir Gürcü anadilinde bir türkü çığırıyor. Çığırırken de – iki gözü iki çeşme – ağlıyor. Onu dinleyen Rus meraklanmış. Nedir seni böyle ağlatan, şunu Rusçaya çevirsene, demiş. Çeviriyor: Bir kuş geldi, bir ağacın dalına kondu, öttü, sonra uçtu gitti. Ne var bunda ağlayacak, diyor Rus. Yanıt ilginç, çarpıcı: Ama Gürcücesi ağlatıyor. (2) Çığırdığı türkü, Gürcü'nün anadilinde ne tatlı acı anılar, sevgiler, yurt özlemi, geçmişe özlem, kim bilir daha ne çağrışımlar yapıyor, başkası bilemez.
Peki, insanın iki anadili olabilir mi? Dilcilerde görüş birliği yok. Necmiye Alpay, olur, diyor. Doğan Aksan, olmaz, diyor, iki dili de çok iyi konuşsa da biri anadilidir. Diyelim bir yersarsıntısı oldu, o korku, ürküntü içinde kişi “Oh my God!” mı diyor, “Aman Tanrım!” mı diyor. Hangisini diyorsa, anadili odur. Ama sözünü ettiğim yakınım, böyle durumlarda ben bazen İngilizce, bazen Türkçe söylüyorum, diyor.
Emin Özdemir'in deyişiyle, “ Anadili insanın kimliğine, kişiliğine öylesine damgasını vuruyor ki kolay kolay silinmiyor; ama bunun silinmemesi bugünkü kirlenmeyi engellemez; onun için bugünkü kirlenmeye karşı çıkmamız gerekiyor. Bizim kimliğimizi, kişiliğimizi anadilimiz belirliyor.” (1)
Rıfat Ilgaz'ın içtenlikli bir çağrısı var: Annenden öğrendiğinle yetinme / Çocuğum Türkçeni geliştir / Dilimiz öylesine güzel ki / Durgun göllerimizce duru / Akarsularımızca coşkulu / Ne var ki çocuğum/ Güzellik de bakım ister // (...) Sev Türkçeni çocuğum / Dilini sevenleri sev
(1) Emin Özdemir'in 6 Haziran 2006 günkü konuşması (Düzenleyen: Nermin Küçükceylan) Çağdaş Türk Dili dergisi Kasım 2006 Sayı: 225 (478-484)
(2) Çağdaş Türk Dili dergisi Ekim 1990 Sayı: 32
Bu yazı Çağdaş Eğitim Kooperatifi'nin e-dergisi olan ÇAĞDAŞ BAKIŞ dergisinde (Mart 2025 Sayı: 64) yayımlanmıştır. (64-65)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder