31 Ocak 2025 Cuma

Dil de Bakım İster

                                Dil de Bakım İster (*)

 

             RECEP NAS

     “Türkçe analarımızın dili, anadili, diller güzeli. Yerine göre kılıçtan keskin, çelikten sert, kayadan sarp, boradan hızlı, bürümcükten ince, kelebekten uçucu, çiçekten renkli, kokudan tatlı, altından parlak, sudan duru Türkçe. (...) “ Böyle diyor Ruşen Eşref Ünaydın, I.Dil Kurultayında, 26 Eylül 1932. Ama şimdi dilimiz kirlenıyor, derelerimiz gibi.

     Dil yalnızca iletişim aracı değildir. Kültür taşıyıcısıdır, düşüncenin de yapıtaşıdır, gerecidir. Düşünce gücü için dil varsıllığı gerekir. Sözcük dağarcığının genişliğiyle insanın kültürü, dünyayı algılayışı ve yorumlayışı arasında sıkı bir bağ vardır. Dil düşünceyi, düşünce dili besler.

      Bilinir, Konfüçyüs, yurt yönetiminin başına geçseniz ilk ne yapardınız, sorusunu, dili düzeltmekle başlarım, diye yanıtlıyor.. Atatürk de böyle yaptı: “Ulusal duyguyla dil arasındaki bağ çok güçlüdür. Dilin ulusal ve varsıl olması ulusal duygunun gelişmesinde başlıca etkendir” çünkü. Türk Dil Kurumu derleme, tarama, türetme, bileştirme yoluyla dilimizi özleştirme, arılaştırma atılımını başlattı.. Amaç, Türkçeyi yabancı öğelerden olabildiğince arıtıp işleyerek varsıllaştırmak, uygarlığın gereklerini tümüyle karşılayacak bir düzeye ulaştırmaktır.  Ne ki tarla, bahçe, ağaç nasıl bakım istiyorsa dil de bakım ister. kendi haline bırakılamaz, sürekli işlenir. Atatürk de bunu söyledi: “Türk dili dillerin en varsıllarındandır. Yeter ki bu dil bilinçle işlensin.” Atatürk devrimleri bir bütündür, dil devrimi de bunun ayrılmaz bir parçasıdır. Dil devrimi aslında bir düşünce devrimidir, düşüncenin Türkçeleşmesidir. Atatürk devrimlerini içselleştirmiş olan her yurttaşın diline özen göstermesi beklenir; özellikle de yazarların, siyasacıların, televizyon yoluyla milyonlarca insana ulaşanların....

      Dilimiz yabancı sözcüklerle bozuluyor. Varken, Türkçesinin yeğlenmeyişi dil sevgisinin, duyarlığının olmayışıyla açıklanabilir. Ziya Gökalp (1876-1924) söylemiş: Başka dile uymaz annenin sesi / Her sözün arasan vardır Türkçesi. Karadeniz bölgesinde biri para çekecek ama makine çalışmıyor. Çağrı merkezine telefon ediyor. Karşıdan söylenen: “Üzgünüm, bütün bilgisayarlar 'off'ta.” İki saat sonra aynı kişi gene telefon ediyor: “Haçan ben Of'a celdum, buraya da çalışmay.”

     Türkçe, İngilizcenin sözdizimiyle bozuluyor, bire bir çeviriyle. İki örnek: “Sana bi(r) şey soracağım ama yanıtı duyup duymayacağımdan eminim değilim.”  “Daha fazla kalamayacağımı umut ederim.” .

       Türkçe, gene Türkçeyle bozuluyor: “İçeri ve dışarı çıkarken kapıyı kapatınız.” “Yararlı olduğu kadar faydalı da.” “Bu soruların cevapları yanıtsız kaldı.”

     'İçin' ilgeci neredeyse dilden düştü, varsa yoksa 'adına'. “İzlenceyi zamanında bitirmek adına.” “Bekletmemek adına”, “Barışa kapı aralamak adına.”

       Her şey gerçekleştiriliyor. 'Yapmak', 'olmak', 'düzenlemek', 'etmek' yok, ille de gerçekleştirmek... Toplantı gerçekleştiriliyor. Atamalar, saldırı, görüşme, spor karşılaşmaları bile gerçekleştiriliyor. 'Yapmak' da olmadık yere taşındı: “Ticari, bekleme yapma”. “Stada giriş yaptı”, “Memur alımı yapılacak” Süleyman Nazif (1870-1927) “Bu 'yapmak' eylemi sonunda Türkçeyi yıkacak” dermiş, ona bir de 'gerçekleştirmek' eklendi.

         Bir de karıştırılanlar var: mahzur-mahsur, mütevazı- mütevazi (Türkçesi kullanılsa sorun olmayacak), anadil-anadili, çözme-çözümleme, süre-süreç, salım-salınım, nasılsa-nasıl olsa, yaşam-yaşantı.

       Türkçeyi, anadilimiz diye bildiğimizi, öğrendiğimizi sanmak yanlıştır. Anadilini edinme doğumla başlar, yaşam boyu sürer. Değilse, günlük dilde şu sözcüklerle yetiniriz: inanılmaz, sıkıntı yok, aynen, yapacak bi(r) şey yok. 

       Unutulmasın, yabancı sözcük akınına uğrayan bir dil gitgide kıvraklığını, anlatım gücünü, düşünce üretme yeteneğini yitirir.

          Rıfat Ilgaz'ın Türkçemiz başlıklı şiirinden bir bölüm: Annenden öğrendiğinle yetinme / Çocuğum, Türkçeni geliştir / Dilimiz öylesine güzel ki / Durgun göllerimizce duru / Akar sularımızca coşkulu / Ne var ki çocuğum / Güzellik de bakım ister.

 

---------------------------------------------------------------------------------

 (*) Bu yazı Cumhuriyet gazetesinde (29 Ocak 2025) yayımlanmıştır.

10 Ocak 2025 Cuma

YAŞIT ZORBALIĞI

                                  YAŞIT ZORBALIĞI (*)

                                                                             Recep Nas

                                                                  recepnas@uludag.edu.tr

                                                      

     Erkek erkeğe, erkek kadına, insan hayvana, öğrenci öğretmene, dahası çocuk çocuğa, vur, döv, öldür. Gün geçmiyor ki bir kadın öldürülmesin... Adli Bilişim Uzmanı İsa  Altun, toplumsal basın-yayın (sosyal medya) yoluyla silah satışı yapılıyor, çocuklar kolayca silaha ulaşıyorlar, diyor. Umut Vakfı verilerine göre, ülkemizde - bazı evlerde birden fazla olmak üzere - 30 milyon silah var, bunların sadece 4 milyonu ruhsatlı (Cumhuriyet, 29.09.2024). Ateşli silahlarla işlenen suçların yüzde 84'ünde ruhsatsız silah kullanılıyor. Silah böyle de, el altında olan, kolayca taşınan bıçak da var. Şiddet toplumu olduk çıktık. Her yerde şiddet, hiç olmayacak yerde, TBMM'de de şiddet. Haksızlıkları, hukuksuzlukları duyuran gazeteciler, hukukçular cezalandırılıyor, dövülüyor. Yan baktın, vur. Korna çaldın, solladın, saldır. Bilgisayar oyunlarında şiddet, dizilerde şiddet.  Şiddet olaylarını bile şiddetle kınıyoruz. Neden? İşşizlik, yoksulluk dizboyu. Şeytan işşize iş buluyor. Değerler aşındı, yaşama alanları daraldı. Kimse kimseye güvenmiyor. İnsanlar umutsuz, umarsız. Bir de göç olgusu var.

Aslında iletişimi kesen her şey şiddettir, “Sus” demek bile...  Hele “Bir kadın olarak sus” demek haydi haydi şiddettir. Bir TV kanalını, başlayacak haberleri için açtığımda gösterilen dizinin son dakikalarıydı. Nikah töreni yapılıyor,  birisi, elinde silah, salona girdi. Onu gören – doğru sayabildiysem - yedi kişi cebinden tabanca çıkardı, öyle bitti bölüm. 

     Bunlar çocukların gözlerinden kaçıyor mu sanıyorsunuz, yanılıyorsunuz. Çocuğun şiddet içeren davranışları, yansılaması doğaldır. Öğrendiği de, üstünlük sağlamanın tek yolu vardır, o da şiddettir.

    Yaşıt zorbalığı yabancı kaynaklarda 1992'de işlenmeye başlanıyor, bizdeyse 2002'de. Öyle ki, UNESCO (2019) kasımın ilk perşembe gününü 'Okullarda Şiddet ve Zorbalıkla Savaşım Günü' olarak duyurdu. Zorbalık yaşıt çatışması değil. Zaman zaman çatışma olur, doğaldır. Yeter ki çatışınca, 'yapıcı çatışma çözme yöntemleri' kullanılsın. Çatışmalarda bir güç dengesi vardır, ayrıca iki taraf da sorunu çözmek ister. Birisi yaptığından, söylediğinden çoktan pişman olmuştur zaten.

     Yaşıt zorbalığı, bir öğrencinin ya da bir öğrenci kümesinin bir öğrenciye ya da bir öğrenci kümesine – bilerek ve sürekli – sözel, duygusal, toplumsal (ilişkisel), fiziksel güç kullanması, şiddet uygulaması... (Cumhuriyet, 04.06.2017). Ölçüt şu: bile isteye, sürekli yapılması, güçlerin dengesiz olması... Yoksul ailelerin çocuklarının okuduğu okullarda görülüyor daha çok, daha sık.

  

      Zorbalık çeşitleri

 

   Fiziksel: vurmak, tekmelemek, çelme takmak, zorla bir şey ısmarlatmak, harçlığını elinden almak...

      Sözel/duygusal: alay etmek, ad takmak, sövmek, laf atmak

   Toplumsal / ilişkisel: dışlamak,yok saymak (Bu da çok acı verir. Dışı değil ama içi acır. Öyle ki dışlanmak mı, baskı mı, birini yeğlemek zorunda kalınınca baskı yeğleniyor.), dedikodu edilmesi (sanal ortamda da dedikodu ediliyor, aşağılayıcı iletiler gönderiliyor. Gizlice fotoğraf, video çekip paylaşılıyor), gözdağı vermek, yansılamak 

     Fiziksel zorbalığı daha çok oğlan çocuklar, toplumsal/ilişkisel zorbalığıysa daha çok kız çocuklar yapıyor. Yaşıt zorbalığı okulöncesinde başlıyor, ilkokulun sonlarında artış gösteriyor. Ortaokulda tepe yapıyor, lise sona doğru azalıyor. Bu da anlaşılır bir şey. 11-15 yaşları çocukluktan ergenliğe geçiş, erinlik dönemi.  Ne çocuk ne de ergen, önergen de denebilir. Bedensel, bilişsel, ruhsal hızlı değişimler yaşıyor.  Bu değişimlere hazırlıksız yakalanıyor. Ruhsal gelişimi, bedensel, bilişsel gelişim hızına ayak uyduramıyor. Ana-babasından sevgi, ilgi görmeyen çocuk sevgiyi, ilgiyi başka yerde arar, orda da bulamazsa öfkelenir. 

   

     Zorba Çocuğun Özellikleri

 

      * Şiddeti sorun çözme yöntemi olarak kullanır.

    Eşduyum yoksunu, benmerkezci. Başkalarının duygularına karşı duyarsız. (Küçük çocuk benmerkezcidir, kendisi dünyanın merkezindedir. Her şey onun için, herkes ona hizmet etmek için vardır. Kendisinden, kendisinin dışındakileri ayırt edemez. 'Ben ve ben' var, 'ben ve o' yok onda. Tümüyle kendine odaklı. Zamanla  - yedi yaşından sonra -, toplumsallaştıkça başka insanların varlığını, onların duygularını, gereksinmelerini ayırt etmeye, narsistik dürtülerini denetlemeye başlar. Gelgelelim duygusal gereksinmeleri doyurulmamışsa ya da aşırı doyurulmuşsa bu benmerkezci dönemi atlatamıyor, giderek narsistik oluyor. )

    Ne yapıyorsa haklı olduğunu düşünür.

    Bedence büyük. Kendini güçlü duyumsuyor. Gücü işe yaradıkça, bundan da hoşlandıkça davranışları giderek kalıplaşır.

    Alaycı

    Hazırcevap. Yönetimle başı derde girince kolayca sıyrılıyor, ne yapıyor ne ediyor,

kendini haklı çıkarıyor.

    Pişmanlık duymaz

    Sorumluluk üstlenmez.

    Yaşıtları arasında sivrilir, tanınır. Baskıcı bir önderdir. Güce dayalı benlik algısı var.

    Kolayca öfkelenir. Öfkesini denetleyemez.

    Dürtü denetimi bozukluğu vardır.

    Okulu sevmez, okul başarısı düşük.

     Peki bu çocuk neden böyle? Çocuk yakın çevresindekilerin davranışlarına öykünür, onlarla özdeşleşir. Otoriter tutum takınan, geçimsiz, şiddet uygulayan bir ana-baba, sevgisiz, ilgisiz. İletişim zayıf, kopuk. İtici, soğuk davranan ana-babaya karşı çocuk da itici tutum takınır, saldırganlaşır (Geçtan, 1974: 79) Şiddet şiddeti besler.  Dövüle dövüle dövmeyi öğrenmiştir. Otoriter tutum içinde yetiştirilen çocuk edilgin, silik olabileceği gibi öfkeli, saldırgan, başkaldırıcı da olabilir.  Saldırgan kişiler, çocukluklarında sevgiden, sevecenlikten yoksun kalmış olanlardır (Dodson, 1971: 153) “İlk denyimler çok önemli. Bir çocuğun ilk bin günü, sevgi ve bakım yerine, nefret, üzüntü, şiddet ya da kaosla geçerse, o çocuk yetişkin olduğunda içinde içinde barış ve huzur iştahı çok doğmayabilir.” Bu sözler Yale Tıp Fakültesi Kyle Pruett'in (Cumhuriyet. 22. 05. 2024) .

      Tüm bunların dışında -ancak psikologların ortaya çıkarabileceği – derinde yatan nedenler de olabilir. Gazeteci Mustafa Balbay tutukluyken, anaokuluna giden çocuğu, okula babalarının getirdiği çocuklara kötü davranırmış.

        Son yıllarda yapılan araştırmalarda abur cubur yemek, işlenmiş besin, aşırı şeker tüketmek gibi kötü beslenmeler saldırganlığa, kaygıya, depresyona yol açtığı belirlenmiştir. Uyuşturucu kullanımının ilkokul öğrencilerine kadar düştüğünü de ekleyin buna.

 

       Zorbalık Gören Çocuk

 

*Çekingen, içekapanık, utangaç, kaygılıdır

*İletişim kurmakta, kendini anlatmakta zorlanır

*Bedensel yönden yaşıtlarından küçüktür

*Özbenlik saygısı düşüktür (Kendini algılayışı olumsuz: başarısızım, güçsüzüm, istenmiyorum)

*Arkadaşlık kurmakta zorlanır

*Aşırı duyarlıdır

*Okulda kendini güvende duyumsamıyor, mutsuz.

*Engelli, bedensel yönden farklı ( Aşırı uzun ya da kısa, aşırı şişman ya da zayıf...)

    Zorbalık gören çocuğun ana-babası aşırı koruyucudur. Annesiyle bağımlılık düzeyinde yoğun duygusal ilişki içindedir. Babaysa – olasılıkla – soğuk, uzak...

    Tabii bireysel, ailesel özellikler tek başına belirleyici, açıklayıcı değil, okula, çevreye ilişkin etkenler de söz konusu.  Bunların tümü etkileşim içindedir zaten.

      Şiddete uğramak özbenlik gelişimini olumsuz etkiler, özgüven oluşmasını engeller. Çocuk  şiddete karşı duyarsızlaşır, öğrenmeye karşı isteksiz olur, soru sormaz, merak etmez.

    Bir çocuk hem zorba hem de kıygın (mağdur) olabilir. Zorbalığa uğrayan da gücü yetene zorbalık yapabilir.   Çocuklarca tekerleme gibi söylenen bir söz bu: Şişko palata, akşama da salata... Çocuk başkalarının güçsüz yönlerini, kusurlarını, eksiklerini öne çıkardıkça kendini daha güçlü duyumsuyor (Yörükoğlu, 1978: 55).

    Zorbalığın tanığı da olabilir. Ama arabozan olursam aynısını bana da yapar diye zorbadan korkup çekinir, susar, büyüklere duyurmayabilir. Yardım edemediği için de için için üzülür. Tersi de olabilir, zorbalık göreni sevmediği için görmezlikten gelebilir.

 

       Çocuğun Zorbalığa Uğradığı Nasıl anlaşılır?

 

        Zorbalığa uğrayan çocuk, bunu ailesine, öğretmenlere söyleyebilmeli. Ama arada sağlıklı bir iletişim varsa, eşduyumsal (empatik) dinleyeceklerine inanırsa söyler.  Kızacaklarını, kendini suçlayacaklarını düşünürse söylemez.  İoanna Kuçuradi anlatmıştı: Çocuk, arkadaşının kendisini ısırdığını söylüyor, ana-baba da “Sen de ısır” diyorlar. Çocuk, “Ben köpek miyim?” diyor.

    Çocuk şiddete uğradığını gizliyorsa aşağıdaki belirtiler ipucu olabilir.

*Bedeninde morluk, çizik, yara olabilir

*Giysisi yırtılmış, kirli olabilir

*Sık sık harçlık ister

*Karın, baş ağrısından yakınır, okula gitmek istemez

*Eski neşeli hali, iştahı yoktur

*Uykuya dalmakta güçlük çeker. Korkulu düş, karabasan görür.

 

       Ne Yapmalı?

  

    Binasıyla, bahçesiyle okul çocuğa göre tasarımlanmalı. Başka bir deyişle okul çocuğa uydurulmalı, çocuk okula değil. Bahçesiz ya da beton dökülmüş dar bir alan değil,  ağaçlı, çiçekli, insanı dinginleştiren gezinti yerleri olan bahçeli bir okul.  Estetik bir çevre, estetik bir yaşam demektir, estetik bir yaşamsa ruh sağlığı demektir (Arslan, 2004: 61) Bir okulda ne kadar öğrenci olmalı? Ölçüt şu: Müdürün her öğrencinin adını bileceği kadar. 

      Okul iklimi, birikim ve etkileşim sonucu belli bir süreç içinde oluşan o okula özgü bir kültürdür, yaşam biçimidir. Tutumları, kuralları, beklentileri içerir. Demokratik okulda bu iklim eğitimin, öğretimin niteliğini artırır, bireysel gelişmeyi destekler (Balcı,1993: 45). Okulda öyle bir iklim oluşturulmalı ki, eğitimin niteliği artsın, öğrencinin bireysel gelişimi desteklensin. Sert, yarışmacı bir ortam yaratılmasın. Yöneticiden öğretmene, hizmetlisine kadar herkesin tutarlı bir tutum içinde olması gerekir. Uygulanabilir kurallar çocukların katkısıyla alınır,  uyulup uyulmadığı da izlenir.

     Şiddet, zorbaca davranışlar kabul edilemez, savsaklanamaz, görmezden gelinemez. Bu, zorbayı daha da yüreklendirir. Ayırdına varıldığı anda el konulmalı, çözüm için de istekli olunmalı.  Sorunu olup da konuşmak isteyen öğrenci eşduyum kurularak dinlenmeli, onunla sırdaş olunabilmeli..

     Okulda demokrasinin işlemesi yaşamsal değerde. Çocuk bulunduğu yerin havasını içine sindirir çünkü. Ders dışı etkinlikler yapılmalı, sanatsal, kültürel, sporsal... Eğitsel kollar göstermelik olmamalı, işlemeli. Demokrasi -tek sözcükle- katılım demek olduğuna göre, öğrenciler yönetimle ilgili kararlara katılmalı. Okul kitaplıklarına da işlerlik kazandırılmalı. 

     Sanat zevkleri inceltir, ruhları soylulaştırır.  Sanat insanı duyarlı kılar, yüceltir. Öğrencileri birbirine yaklaştırır, kaynaştırır.  Sevgi, dostluk, arkadaşlık duygularını pekiştirir. Bir oyunu sahnelemek ya de bir dinleti sunmak için birlikte aynı amaç için çalışan gençlerin yürek kıpırtılarını, coşkularını düşünün. Sanatsever, kitapsever, doğasever bir insan kötülük düşünmez, yapmaz. Emniyet Genel Müdürlüğü'nün araştırmasına göre, sanatın bulunduğu ortamlarda şiddet yok (Aydoğan, 2008). Sanat ruh sağlığının da  güvencesidir.  Yazın da (edebiyat) öyle, insanı insan eder (Uygur, 1969: 156)

     Haydi çocuklar camiye, bu değil, haydi çocuklar oyuna, tiyatroya, kütüphaneye, spor alanlarına, doğaya... Camiler açık, 18 yaşına gelsin, isteyen camiye gider.  Hastalarımın hastalıklarının izini sürdüğümde çocukluklarına varıyorum diyor Freüd. Bırakın çocuklar doya doya çocukluklarını yaşasınlar. Psikiyatrist Dr. Stuart Brown, Amerika'da ilk toplu silah kırımını yapanın çocukluğunu incelerken, onun hiç oyun oynamadığını ayırt  ediyor. Bu dikkat çekici bulgudan sonra araştırmasını derinleştiriyor. Mahkûm çocukların 'serbest oyun' zamanlarının çok az olduğunu saptıyor. Görüyor ki, oyun oynamaktan yoksun kalmakla başkalarıyla güven temelli toplumsal bağlar kuramamak arasında önemli bir  bağıntı var ( Çelebi, 2024). 1981-2003 yılları arasında çocukların serbest oyun oynayarak geçirdikleri zaman 1/3 oranında azalmıştır (Stefan Klein, 2022 Akt. Enginalp) Şimdi daha da azalmıştır. Eskiden evlerin arasında boş arsalar vardı, çocuklar oralarda topluca oyunlar oynarlardı, şimdi oraları beton yığını. Nermi Uygur uyarıyor: Çocuk olmadan büyüyenler hınçla, kinle, oyunsuz bir yetişimin baskılı tepkisiyle el atacaklar pek çok şeye. Gelecekteki korkunçluklar bugün oyun olanaklarından yoksun kıldığımız çocukların eylemi olacak. Bırakın çocuklar kurallarını kendileri koyarak kendi zevklerine göre, kendilerinden geçercesine oynasınlar, çocukluklarını doyasıya yaşasınlar. 

     Erdal Atabek'e kulak verelim: “Neden herkes herkesin kanına susamış gibi davranıyor? Çünkü insan kendinden başkasını sevmeyi bilmiyor. Bence çocuklarımıza matematikten, fizikten, biyolojiden, tarihten, coğrafyadan önce bunu öğretelim. Duyguları eğitelim. Olgunlaştırılmadan bilgi yüklenen insan ne mutlu olur ne de mutlu bir gelecek yaratır.”

     Kişilik ve duygu eğitimi savsaklanmamalı. Ama bu eğitim tahta başında verilemez, örneklik etmek gerekir. Bu eğitime ilişkin tutumlar, davranışlar duyumsanır, bulaşır, uygun bir ortamda solunur, yaşayarak öğrenilir.

     Ruh sağlığı eğitimin ayrılmaz bir parçasıdır. Çocuğun aklından önce kalbi eğitilmeli, evde de okulda da. Çocuğun duygusal zekâsı da geliştirilmeli. Duygusal zekâ, başarı için de önemli olan eşduyum (duyguları okuma), özdenetim, uyum sağlayabilme, kişilerarası sorunları çözme, sabır, saygı gibi duygusal nitelikleri içerir (Yeşilyaprak, 2000).

     Çocuğu her yönüyle (bedensel, zihinsel, ruhsal, toplumsal) tanımak gerekir. Tanımak sevmektir, diyor Erich Fromm

    Otoriter tutum takınan ailenin çocuğu korku kültürü içinde yetişir. Eleştirel düşünceye yer yok, ne denirse o olacak, boyun eğecek. Bu çocuğun özdenetim yetisi, vicdanı gelişmez, dışdenetimli olur. Demokratik ailenin çocuğuysa geçimlidir, işbirliğine yatkındır, arkadaş canlısıdır. Neşelidir, şakacıdır, özdenetimlidir. Zaten demokrat toplum demokrat ailelerce kurulur, yaşatılır. Ailede demokrasi de babadan başlar (Kongar, 2000:156,158)

     

                                                   KAYNAKÇA

 

Arslan, Mehmet (2004) “Çağdaşlaşma Bağlamında Köy Enstitülerinde Güzel Sanatlar

     Eğitiminin Yeri ve Önemi” Yeniden İmece dergisi Ağustos 2004 Sayı:: 4 (58-61)

Aydoğan, Salih (2008) “Sanat Eğitimi ve Şiddet” Cumhuriyet Bilim Teknoloji Sayı: 1085

Balcı, Ali (1993) Etkili Okul: Kuram, Uygulama ve Araştırma Ankara: Kendi Yayını

Çelebi, Dilşad (2024) “Bırakın Oynasınlar” Cumhuriyet Pazar, 17 Mart 2024 Sayı: 1771

Enginalp, Fehmi (2024) “Dünyayı Nasıl Değiştirdik?” Çinikitap dergisi Sayı: 83

Kongar, Emre (2000) Kızlarıma Mektuplar İstanbul: Remzi Kitabevi

Uygur, Nermi (1969) İnsan Açısından Edebiyat İstanbul: İÜEF Yay.

Yeşilyaprak, Binnur (2000) “Duygusal Zekâ Duygu mu, Zekâ mı? Duygu+Zekâ mı?” Cumhuriyet

     Bilim Teknik 05.08.2000 Sayı: 698

Yörükoğlu, Atalay (1978) Çocuk Ruh Sağlığı Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yay.

 

Https://www.nirengidernegi.org/tr/akran-zorbaligi/ (Erişim:03.12.2023)

https://www.memorial.com.tr/saglik-rehberi/akran-zorbaligi-nedir

https://orgm.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2022_04/27134611_Akran_Zorba/yyy_Ortaokul_Veli_Eyitimi.pdf

https://orgm.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2022_08/23143200_kuramsal_kitap.pdf

https://www.geocities.ws/doru_tay/index/erinlik.htm

https://www.umut.org.tr/turkiye-de-ve-dunyada-bireysel-silahlanma2/

 

 

 (*) Bu yazı Çağdaş Eğitim Kooperatifi'nin e- dergisi olan ÇAĞDAŞ BAKIŞ dergisinde

         (Kasım 2024 Sayı: 60) yayımlanmıştır.