29 Ekim 2025 Çarşamba

BİR TOKATLA BİR ŞEY OLMAZ MI?

             BİR TOKATLA BİR ŞEY OLMAZ MI? (*)

                                                                                                                Recep Nas

                                                                

     Çocuğun dövülmesi üzerine birkaç yazı yazmıştım. Çok oldu, otuz yıl önce, belki kırk... O yıllarda evde, okulda dayak haberleri sık sık çıkıyordu basın-yayın araçlarında. O yılların gazete başlıklarından birkaç örnek: Bacağını Derste Öğretmen Kırdı, Öfkeli Öğretmen Hastanelik Etti, Öğretmeni Gözünü Morarttı...

     Bir de İlkem Çocuklara Saygı Duymak adlı kitabımda da (2006) dayak için uzunca bir bölüm (70 s.) açmıştım. O yılların 'devlet bakışı'nı yansıtan iki de örnek koymuştum:

     MEB Din Öğretimi Genel Müdürlüğü'nün çıkardığı Din Öğretimi Dergisi'nde (17.12.1988) “Öncelikle mevcut eğitim metotlarını sırasıyla denemek gerekir. Önce affetmek, sonra ikaz ve izah etmek, daha sonra hafif bir ceza ve nihayet aynı suçun tekrarı halinde usulüne uygun dayak atılır” deniyor. 'Usulüne uygun dayak' nasıl oluyorsa... (Nas, 2006: 275) Tam bir Osmanlı Kafası': Söz ile uslanmayanı etmeli tekdir (azarlama, paylama), tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.

      Bu sözler de Çankaya Kaymakamlığı İdare Kurulu'nun kararından  (1995) alınmıştır: “(...) Toplumumuzun töreleri gereği öğretmenin baba, anne gibi bir eğitim görevlisi olarak kabul edildiği, öğretmene itaat etmeyen, çağırmasına gelmeyen öğrenciye, öğretmeni tarafından atılan birkaç tokatın onu suçlu yapamayacağı görüş ve kanaatine varılmıştır.” Sarar İlkokulu öğrencisi küçük Emrah'ın 'dayağı hak eden' büyük suçu şu: Kısacık teneffüste oyuna dalıp zilin çalmasından sonra öğretmenin uyarısına uymamak... (Nas, 2006: 275)

        Oğuz Polat, Çocukta Dayağa Hayır (1997) adlı kitabında, ne zaman okusam gözlerimi yaşartan bir anısını duyarlılıkla, etkili biçimde anlatıyor. İlkokuldayken – sıra dayağı gereği – çok sevdiği öğretmenince ellerine iki cetvel vurulan Oğuz Polat ağlamasını evde de sürdürünce ana-babası “İki cetvelle bir şey olmaz” diyorlar. O da “Olur” diyor. Ben de bu sözden esinlenip yukarda andığım kitabımın adını “Bir Tokatla Çok Şey Olur” koymayı düşündüm. Çevremdeki insanlara danıştım, olmaz, dediler. Yanlış anlaşılabilir, dayağa övgü gibi de algılanabilir.

       Dayağa ilişkin bir daha yazmam diyordum, yazmadım da çok uzun bir süre. Ama işte Oksijen gazetesinde (Bakırcı, 2025) “Çocuğa Vurulan Bir Fiske Bile Ömür Boyu İz Bırakır” başlıklı yazıyı okuyunca – demek hâlâ güncelliğini koruyor diyerek – dayak üzerine bir daha yazmaya karar verdim.

     Nature Human Behavior adlı dergide yayımlanan 'meta-çözümleme'de 92 dar ve orta gelirli ükeyi kapsayan 195 çalışmanın sonuçları bir arada değerlendiriliyor. Çocuğa atılan dayak 19 davranışsal, bilişsel, sağlık göstergesinin 16'sını olumsuz etkiliyor, kalan 3'ündeyse olumlu ya da olumsuz etki bulunamıyor (Bakırcı, 2025).

     Çocuğa bir şaplak atmanın, yola gelsin diye onu dövmenin hiç yararı yok, ama zararları çok.

Çocukta saldırganlık, yıkıcı davranış eğilimi yükseliyor. Çocuğa verilen ileti: Tek çözüm yolu vardır, o da şiddettir.

Dövülen ergenlerde depresyon, kaygı bozuklukları, madde bağımlılığı oluşabiliyor.

Korkuyla büyüyen çocuklar derse odaklanamıyorlar, öğretmene, ana-babaya güvenmekte zorlanıyorlar. Okul başarıları da düşüyor.

Fiziksel ceza özgüveni zedeliyor. Çocuğun kendi duygularını tanıması, başkalarıyla eşduyum (empati) kurması şiddet döngüsü içinde zorlaşıyor.

Güven ve sevgi bağı dövülen çocuklarda kırılgan oluyor, ilerki yaşlarda ana-babayla iletişim kopukluğuna kadar gidiyor bu.

Çocuklarını döven ana-babalar çocuklarıyla iyi ilişkiler kurmakta zorlanıyorlar.

Dövülen dövmeyi öğreniyor. Giderek kısır döngü oluşuyor. Şiddet kuşaktan kuşağa aktarılıyor.

     Dayağın bunca zararı varken 'dayakla terbiye' neden evrensel bir sorun özelliğini koruyor?   Ana.babalar bilimsel araştırma sonuçlarından habersiz Onlar çocuğunu iyiliği için dövüyor, niyeti iyi. Kızını dövmezse dizini dövecek. Kendi de öyle yetişti. Dahası aşırı yoksulluk, dolayısıyla cehalet, ana-babaların umarsız oluşu... Çocuklarıyla ilgilenmek için yeterince vakit bulamayan ana-baba en kestirme, en sert yolu seçiyor. Dayak, zor koşullarda yaşayan aileler için kolayca uygulanabilen bir çözüm yolu. Ülkemize bakalım: UNİCEF'in verilerine göre (2023) Türkiye'de 2-4 yaş arası çocukların yüzde 52'si - disiplin amaçlı – fiziksel şiddet görüyor. (Bakırcı, 2025) Oysa çocuğun dövülmesi disiplin sağlamıyor, üstelik çocuğu saldırgan, özgüvensiz yapıyor. Dayak onur kırıcıdır, aşağılayıcıdır. Dövüleni de küçültür, döveni de. Yinelendikçe, çocuk dayağa alışır, dayak arsızı olur. Bilmecesi bile var: Dal ucunda bir yemiş/ bunu yiyen doymamış/ ramazanda yiyenin/ orucu bozulmamış. Biz onurlu, başı dik, özgüvenli insanlar yetiştirmeliyiz, 'Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür' insanlar...

      Ana-baba olmak kolay, ana-babalık etmek zordur. Ana.baba eğitimcidir, ilk eğitimci... Ama ana-baba çocuk eğitimine ilişkin eğitilmemişse çocuğunu nasıl eğitecek? Ana-baba yükseköğrenimli, mesleğinde başarılı olsa da, bakıyorsunuz, çocuk eğitimine ilişkin bilgisi yok denecek kadar az. Bir özel anaokulunun velilerine konuşma yapıyordum. Bir ara, tabii size dayağın zararlarını anlatmak gerekmez, biliyorsunuzdur, dövmüyorsunuzdur, dedim. Utangaç utangaç gülümsediler, “Gerekir” der gibi... Nasıl bir meslek sahibi olmadan  hizmetöncesi eğitimden geçiliyorsa, ana-baba olmadan da 'ana-babalık' öğretilmelidir. Dahası ana-baba olduktan sornra da – hizmetiçi eğitim gibi- ana-baba eğitimi sürdürülmelidir. Bu da ana-baba okullarının açılmasıyla olanaklı. Bu okullarda hangi konular işlenebilir: çocukla etkili iletişim, yapıcı disiplin yöntemleri, yapıcı sorun çözme yöntemleri, eşduyum (empati) ve eşduyumsal dinleme, demokratik ana-baba tutumu, ne ödül ne de ceza...

     Biliyorum, okurum çocuğa şiddet uygulamıyor. Ama çocukların şiddetten korunması sadece ilgili ailenin sorunu değil ki, hepimizin sorumluluğu... 

  

 

                                                   KAYNAKÇA

 

Bakırcı, Çağrı Mert (2025) “Çocuğa vurulan bir fiske bile ömür boyu iz bırakır” Oksijen

    gazetesi, 9-15 Mayıs 2025

Nas, Recep (2006) İlkem, Çocuklara Saygı Duymak Bursa: Ezgi Kitabevi

 

  (*) Bu yazı ÇEK'in yayımladığı Çağdaş Bakış dergisinde ( Eylül 2025 Sayı: 70) yayımlanmıştır.

(62-63)

 

10 Ekim 2025 Cuma

DİJİTAL ÇAĞDA SAĞLIKLI ÇOCUK YETİŞTİRMEK

 

              DİJİTAL ÇAĞDA SAĞLIKLI ÇOCUK YETİŞTİRMEK (*)

 

                                                                                                          Recep Nas

      Çocuk İnsandır adlı kitabımda (2006) Çocuk ve Televizyon başlıklı bir bölüm yazmıştım. Yıllar sonra açtım okudum. Televizyon, TikTok'un, YouTube'un, daha bilmem neyin yanında ne kadar da masum kalmış. Şimdi çeşit çeşit bilgisayar var, akıllı telefon var. Akıllı telefonu olmayan çağdışı sayılıyor. Telefonsuz nasıl yaşamışız, şaşıyor insan. Bir karikatür gördüm, anlatayım: İki tavşan havuç tarlasına dalmak üzereyken, biri “Eyvah insan! Kaçalım” diyor. Öbürü “Hani nerde?” “İşte orda” “A, o mu? Korkma, insan değil o, insan olsaydı elinde telefon olurdu.” Korkulukmuş.

     İnsan insana, insan sıcaklığıyla, sesiyle yoğrulan göz göze iletişim yok denecek kadar azaldı. Jean Luc Godard'ın deyişiyle artık sadece iletişim araçları var, iletişimin kendisi yok. İngiltere'de, okullarda cep telefonu yasaklansın mı, yasaklanmasın mı, tartışılıyor. Kimi okullarda yasaklanmış bile. Dikkat dağıtıcı diye yasaklanmasını isteyenler var. Yasağa karşı olanlara göreyse, teknolojiyi kullanmak çocuğun kendi sorumluluğu olsun, çocuk kendini yönetsin, sayısal (dijital) okuryazarlık becerisi kazansın (Gülseren Tozkoparan Jordan, Cumhuriyet, 09,03,2025) .

     Günümüzde çocuklar teknolojinin içinde doğuyorlar. Gerçek yaşamda toplumsallaşmadan sanal evrende buluyorlar kendilerini, elektronik araçlarla tanışıyorlar. Ne ki yeterince, uygun bir biçimde hazırlanmadan sayısal teknolojiyle tanışmaları çocukları örseleyebilir (**). Teknolojiyi yasaklamak yanlış, bu olanaksız zaten. Sanal ortamı canavar gibi algılamak, korku iklimi yaratmak da, - süre ve içerik yönünden – çocuğu tümüyle başıboş bırakmak da yanlış. Çocukların kazanması gereken 21. yy. becerilerinden biri de sayısal okuryazarlık.

     Bir tıkla istenilen bilgiye ulaşılıyor. Bu bilgi  bolluğuyla, yanıltıcı bilgilerle  (dezenformasyon) baş etmek zor. Bunun için eleştirel düşünme gücü gerekiyor. Ezberci, kalıpsal düşünmeye alışmış zihin için eleştirel düşünmek kolay değil. Eleştirel düşünme, üst düzeyde düşünme becerisidir.   Önüne gelen bilgiyi önyargılardan arınık, nesnel, bilimsel kuşkuyla değerlendirmek gerekir. (s.38) Eleştirel düşünme gücü olan sorgular, doğru neden-sonuç ilişkileri kurar, seçeneksel düşünür. ”Bilginin en büyük düşmanı cehalet değildir, bildiğini sanma yanılgısıdır.” Stephen Hawking'in sözü bu. BBC, YouTube'ta bilimsel diye yalan yanlış bilgi sunan 50'den fazla kanal saptamış (s.320).

 

       Çocuk ve Bilgisayar

 

       “Çocukluğumda ben sokakta oynarken annem arada bir camdan bakar; her şey yolunda mı, iyi miyim diye beni kontrol ederdi. Şimdi oğlum Metaverse'de, uzaylı evcil hayvanıyla fantastik yaratıklarla savaşıyor. Kızımsa saatlerini fotoğraflarına rötuş yaparak geçiriyor, galiba bizden gizli kullandığı bir sosyal medya hesabı da var. Kontrolü iyice kaybetmiş hissediyorum kendimi. Ne yapmalıyım, bilemiyorum.” (s. 11)

     Yukardaki, pek çok annenin şaşkınlığını, umarsızlığını gösteren bir söz. 10 aileden 8'i çocuklarının teknoloji bağımlılığından yakınıyor (Şehriban Kıraç, Cumhuriyet,11.11.2023) Türkiye'de (2022) günlük bilgisunar (internet) kullanım süresi 8 saat, 3 dak. Dünya ortalamasıysa 6 saat, 53 dak (**) OECD'nin 45 ülkeyi kapsayan araştırmasına (2025) göre  Türkiye'de 15 yaşındaki çocukların üçte biri sayısal (dijital) bağımlısı. Bu oranla  birinci sıradayız.

     3 yaşına kadar çocuk akcamdan (ekran) uzak duracak. 0-3 yaş merkezi sinir sisteminin, zihnin en hızlı geliştiği dönem. Dahası, psikomotor (zihnin yönlendirdiği eşgüdümlü kas devinimleri) , psikososyal (bireyin iç dünyasıyla çevresi arasındaki etkileşim) özelliklerin kazanıldığı dönem. Bu dönemde oluşabilecek bir sorun çocuğun tüm yaşamını etkileyebilir (Kayıran, 2014) 12 yaşına kadar da 'sosyal medya'dan uzak durulacak.

     Bilgisayar oyunlarında kareler çok hızlı akıyor. Hızla değişen görüntüler, hızlı devinimler beyni olumsuz etkiliyor. Bu oyunlar saatlerce oynandığında beyin hızlı düşünmeye, hızlı devinmeye programlanıyor. Hızlı düşünmeyse odaklanmayı, yoğunlaşmayı engelliyor, dürtü denetimi  de azalıyor. Oynayanda dikkat dağınıklığı, zihinsel yorgunluk oluşuyor. Ne ki belirlenmiş bir süre ve hız söz konusu değil. Bu kişiden kişiye değişiyor. Peki hangi sürede, yoğunlukta bir içerik aşırı uyarıma yol açıyor? Bilenen, aşırı uyarılan beyin yoruluyor, bilişsel işlevlerini yerine getiremiyor. Tabii sorun sadece süre değil, bu sürede çocuğun ne izlediği... İzlediği, sevdiği bir spor dalı da olabilir, nitelikli bir film de. Müzik dinleyebilir... (s.145, 265-266)

     Oyun bağımlılığı psikiyatrik rahatsızlık sayılıyor artık. Peki çocuğun sayısal oyuna ilişkin hangi davranışları bağımlılığa yakındır? (s. 255-261)

Yemek yemeyi aksatıyorsa

Uyku düzeni bozuluyorsa

Toplumsal çevreyle ilişkileri zayıflamışsa

Oyunu bir kaçış olarak görüyorsa

Oyunu bırakmak zorunda kalınca geriliyor, öfkeleniyor, hırçınlaşıyorsa

Okul başarısı belirgin bir biçimde düşüyorsa

  

    Şiddet İçeren Bilgisayar oyunları

 

     Şiddet içeren bilgisayar oyunları şiddete karşı duyarsızlaşmaya yol açabiliyor, saldırgan davranış eğilimini artırıyor. ABD'de yapılan bir araştırmaya (2011) göre, şiddet içeren bilgisayar oyununu oynayanların beyinlerinin şiddete karşı verilen elektrofizyolojik tepkide azalma oluyor. (s 262)

    Çocuk şiddet olayına bire bir katılıyor. Bu ona imgesel bir doyum sağlıyor. Ama bu etki gerçekte yaşanmadığından olaya karşı duyarsızlaşıyor, dolayısıyla şiddete uğrayanla eşduyum (empati) kuramıyor. Oyunun başkişisiyle özdeşleşiyor, ona duyduğu hayranlıkla davranışını değiştirebiliyor. Düşünün, kimi oyunlarda öldürdüğü 'insan' sayısı kadar puan kazanıyor (Tankut, 2007:902).

     Gerçek yaşamda heyecan, korku refleksleri devindirir, bu, koruyucu işlev görür. Ama akcam karşısında heyecan, korku çocuklarca oyun gibi algılanır. Heyecan, korku var, ama tehlike yok. Heyecan ve korkunun içinde, ama tehlikenin dışında. Bundan ötürü çocuk şiddet sahnesine kahkahalarla gülebiliyor. Bu çocuk gün gelir, 'Körfez Savaşı'nda (1991) bir Amerikalı askerin yaptığı gibi, insanların üstüne gönderdiği bombanın üstüne 'With Love' yazar (Nas, 2006: 275).

    Gerçi bilgisayar oyunlarının, bir uyarana, hızla ayırt edip hızlı tepki vermek, görsel keskinlik kazanmak gibi olumlu etkileri olduğunu gösteren araştırmalar var. Dahası bu oyunu oynayayanların oynamayanlara göre duyusalmotor (eşgüdümlü devinim) ve karar verme becerilerinde daha başarılı olduğunu, daha yerinde, uygun tepki verdiğini ortaya koyan araştırmalar da var. (s.267) Ne var ki hızlı düşünen, aynı anda birçok şeyi düşünen beyin, bir konuyu derinlemesine irdeleyemez, çözümleme (analiz) ve bireşim (sentez) yapamaz.

    

        Ana-babaya Düşen Görev

 

       En iyi öğretme yolu iyi örnek olmaktır. Çocuk söze değil davranışa bakar. Ana-babanın elinden telefon düşmüyorsa çocuğa söyleyeceği bir sözü olamaz. Ana-baba evi işyeri olarak kullanıyor da bilgisayarın başında çalışıyorsa, bu, çocuğun anlayacağı biçimde açıklanmalı.

    Neil Postman'in deyişiyle, televizyon yazılı kültürü geliştirmez, genişletmez, pekiştirmez, tersine ona saldırır. Ama okuma alışkanlığı kazanmış, okuma kültürü edinmiş, eleştirel ve çok yönlü düşünen, televizyonu da bilgisayarı da doğru, sağlıklı, ölçülü kullanır.

          Çocuğunuzu daha bebekken kitaplarla tanıştırın. Kitap çocuğun dünyasının bir parçası olsun, oyuncakları gibi... Okuma alışkanlığının temeli okulöncesinde atılır. Ana-babanın dillendirdiği yazıların eğlenceli masallara, öykülere dönüştüğünü gören çocuğun kitaba, okumaya ilgisi çok erken başlar. Besin nasıl bedeni besliyorsa, okumak da ruhu besler. Okumak iyileştirir. Ama ilkin ana-babanın iyi bir okuyucu olması gerekir. Unutulmasın, okuru, okur yetiştirir.

     Telefon, tablet -ana-baba rahat etsin diye - çocuğu oyalamak, susturmak için 'tekno-emzik', 'tekno-çocuk bakıcı' olarak kullanılıyor. Böylece bağımlılığın altyapısı oluşturuluyor. Teknolojik aygıtlar ailenin ortak alanında bulunsun, çocuk aygıtı alıp odasına çekilmesin.  Çocuğun yapmak isteyip de vakit bulup yapamadığı şeyleri bir deftere yazdırın, bilgisayara yönelirken bu defteri anımsatın. (s. 274)  Akcamın karşısındaki çocuğun önüne yemek tabağını koymayın. Yemek ailece, gülüş cümbüş, tatlı söyleşilerle yensin.

      Bilgisayarı sık kullanmanın, bilgisayarda oyun oynamanın sakıncalarını bıktırırcasına vır vır söylemeyin. Dinlemez, bir süre sonra duymaz olur zaten. Çocuğun, ana-babanın koyduğu sınırları zorlaması olağan, doğal. Suçlamayın, anlamaya çalışın. Anlamak için hak vermek gerekmiyor. Karşısında değil, yanında olun. (s. 275)

     Toplumsal, kültürel, sporsal etkinliklere yöneltin çocuğunuzu. Dışarı çıkın onunla, doğaya kırlara... Çocuk, apartman çocuğu. Ailesi onu ilk kez kır gezisine götürüyor. Bir ara yağmur yağıyor, az sonra da diniyor, ardından güneş parıldıyor. Ve bütün görkemiyle gökkuşağı görünüyor. Çocuk gökkuşağı ne, bilmiyor ki, şaşkın, soruyor annesine, “Anne, neyin reklamını yapıyorlar?”

     Teknolojik aygıtlar doğum günü armağanı olmayıversin. Sinemaya, tiyatroya, oyun alanlarına, müzelere götürün çocuğunuzu. O gün sadece onunla olun. Besleyici yiyecekler de ısmarlarsınız.

     İtalyan düşünür Umberto Galimberti “17. yüzyılda bilimsel metodolojinin doğumuyla başlayan, Aydınlanmayla en üst tanımına ulaşan akıl çağı bitti” diyor. “İçinde bulunduğumuz post-modern çağ, teknoloji çağı. Teknoloji şimdiye değin olduğu gibi insanın emrinde, hizmetinde olan bir şey değil. Teknoloji, bundan böyle insanın duygu ve düşünce biçimini etkileyen bir 'evren'e dönüştü. Tarihin başlangıcından  bu yana insanın her zaman bir anlam ufku olageldi. Eski Yunan'da örneğin bu 'doğa' idi. Ardından bunu, dinler, 'Tanrı'nın sözü' izledi. Derken akıl çağı geldi. Bugünse gezegeni kuşatan bir teknoloji çağındayız.

     Teknoloji çağının öncekilerden farkı herhangi bir anlam ufkundan yoksun olması, görev tanımına girmeyen bir hakikat ve kurtuluş, özgürleşme vaat etmemesi... Teknoloji sadece çalışır ve işlev görür. Gerisi kör uçuş... Çünkü teknoloji üretme sığamız (kapasite), sonuçlarını görme sığamızdan artık çok daha üstün.” ( Nilgün Cerrahoğlu, Cumhuriyet gazetesi, 13.07.2025)

     Teknolojisiz olunmuyor. Ama sınırsız teknoloji de olmaz. Doğrusu, yeterince teknoloji. Yaşamımızı kolaylaştırdığı kadarıyla...

 

___________________________________________________

 

(*) Dijital Çağda Sağlıklı Çocuk Yetiştirmek/Ayşe Bilge Selçuk/2024/374 s./Kronik Yay.

 

Kayıran, Sinan Mahir (2014) “Çocuklar ve Ekran” Cumhuriyet Bilim-Teknoloji Sayı: 1430

Nas, Recep (2006) Çocuk İnsandır Bursa: Ezgi Kitabevi

Tankut, Tülin (2007) “Çocuk ve Gençlik Edebiyatında Çağdaş Yönelimler” II. Ulusal Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumu Yay. Haz. Sedat Sever AÜ EBF Yay. (901-904)

(**) http://www.cocukvakfi.org.tr/calisma-alanlarimiz/turkiye-cocuk-yilligi-2023/dijital-erisim/

 

     Bu yazı çinikitap dergisinde (Eylül-Ekim 2025 Sayı:92) yayımlanmıştır. (31-32)