10 Nisan 2022 Pazar

ÇOCUKLARA BARIŞ VE SAVAŞ KAVRAMLARI NASIL KAZANDIRILMALI?

 ÇOCUKLARA BARIŞ VE SAVAŞ KAVRAMLARI NASIL KAZANDIRILMALI? (*)

                                                                                                                          Recep Nas

                                                                      

     1970’li yıllar, ilköğretim müfettişiydim. Okul okul gezerken bir sözü sınıflarda çokça gördüm. Öğretmenler bu sözü çok beğenmiş, doğru da bulmuş olacaklar ki özene bezene yazıp dersliklerin duvarlarına asmışlardı. Söz şu: En haksız barış bile en haklı savaştan iyidir. Kimin sözü diye sordum, yanıt alamadım, bilene de rastlamadım. Sözün izini sürdüm, Puşkin’e ulaştım, ama onun sözcükleri farklıydı: Barışın kötüsü savaşın iyisine yeğdir. Meğer bu sözü söyleyen Erasmus’muş. Benjamin Franklin’in de benzer bir sözü var (Üster, 2010: 52).

     Bunca yaygın kabul gören bu sözü ben de tuttum teftiş sorusu yaptım. İlkin tahtaya yazdırıyordum, yazı yönünden bakıyordum, dilbilgisi yönünden bir de. Ardından soruyordum,

     “Çocuklar bu söz doğru mu, güzel bir söz mü?”

     “Doğru, öğretmenim, biz barışçıyız. Atatürk ‘yurtta barış, dünyada barış’ demiş.”

     Gene soruyordum altını çizip,

     “Bana yakın tarihimizden ‘en haksız barış’a örnek verir misiniz?”

     Kimi sınıflarda zorlansalar da verdiğim ipuçlarının yardımıyla buluyorlardı.

     “Sevr Antlaşması”

     Sevr’i ilk üç sözcüğün altına yazıyordum. “Şimdi de” diyordum, “’en haklı bir savaş’ örneği verin.”

     Hiç duraksamıyorlardı, “Kurtuluş Savaşı”. Düzeltiyordum, Ulusal Kurtuluş Savaşı. Bunu da öbür üç sözcüğün altına yazıyordum. “Çocuklar, şimdi bu sözü örneklerimize göre okuyalım”

     “Sevr Antlaşması, Ulusal Kurtuluş Savaşı'mızdan iyidir. Öyle mi, doğru mu?”

     “Değil, öğretmenim.”

     “Öyleyse bu söz güzel miymiş?”

     “Değilmiş öğretmenim.” (Nas, 2012: 5-6)

      Sonraları da içime kurt düştü, çocukları savaş yanlısı mı yapıyordum acaba?   

      Tüm savaşlar kötüdür demek söylem olarak iyi de, kalıcı, sonuncul barış için yeterli değil.

      Tabii ki barışçı olacağız. Ama barışçı olmak, teslimiyetçi, mandacı olmak değildir. Ulusun yaşamı tehlikede olmadıkça savaş cinayettir, diyen Atatürk önerilen mandacılığı elinin tersiyle itivermiş, ‘ya bağımsızlık ya ölüm’ ilkesini benimsemiş, uygulamıştır. Güçlünün oluşturduğu savaşsızlık durumu barış değildir.  Barışçıyım, diyen savaşı yaratan koşulları ortadan kaldırmak için savaşım verir, uluslararası sömürüye karşı, eşitsizliğe karşı…  Sömürü, barışın önündeki en önemli engeldir. 

     Bertrand Russell, I. Paylaşım Savaşı'na karşı çıkmış, bu yüzden dört buçuk ay cezaevinde yatmış, ama II. Paylaşım Savaşı'nı gerekli görmüş. Çünkü II. Paylaşım Savaşı'nı hazırlayan nedenler, I. Paylaşım Savaşı'nın sonuçlarıdır. İlki çıkmasaydı, ikincisi de olmayacaktı. I. Paylaşım Savaşı'nın bitişi geçici bir barıştı, sadece ateş kesti.

     Aziz Nesin gibi, “Barış istiyoruz, ama ne olursa olsun barış değil. Edilgin bir barıştan yana değiliz. İçte ve dışta adil, haklı, eşit yarar sağlayan, onurlu bir barıştan yanayız” demek gerekir (abece dergisi, Eylül 1987 Sayı: 18).

     Savaşlar hep vardı, hep de olacak demek bir aldatmacadır, bilimsel değil. Savaş, kültürel evrimin belli bir noktasında ortaya çıkmıştır, belli koşulların ürünüdür. Savaş, ‘sahip olma dürtüsü’yle başlamıştır (Şenel, 2004 – Geçtan, 1986 14). Eskimolar Avrupalılarla ilk karşılaştıklarında, onların birbirlerini öldürmelerine, birbirlerinin topraklarını ele geçirmelerine anlam verememişler (Geçtan, 1986: 14). Howard Zinn, Amerika’yı keşfeden Kristof Kolomb’un günlüğünden Amerika’nın yerlisi Arawak halkı için yazdıklarını aktarıyor: “(…) Sahip oldukları her şeyi değişmeye hazırlar. Gelişmiş ve sağlıklı vücutları, yakışıklı yüzleri var. Silahsızlar ve silahları tanımıyorlar. Onlara bir kılıç gösterdiğimde keskin kenarından acemice tutup ellerini kestiler. Demir kullanmıyorlar. (…)” (Suat Gezgin, Cumhuriyet, 06.06.2020)

     Saldırganlık, savaşkanlık da barışçılık, insancıllık da ekonomik, toplumsal, kültürel koşullarla ilintili. Kendilerine uygun olan koşullar oluştuğunda ortaya çıkarlar. Demek ki önemli olan barışçıl koşulları oluşturmak… Silifke yöresinden bir atasözü: Tok aslan kedi gibi, aç kedi aslan gibi.

     Üçüncü sınıfı okutuyordum, köyde. Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı çocukların gözünde canlandırmak, anlamlandırmak istedim. Bahçeye kireçle Türkiye haritası çizdik. Atatürk rolündeki çocuk elinde tuttuğu kağıttan Bandırma Vapuru’nun maketiyle İstanbul’dan Samsun’a, oradan gene eliyle sürdüğü oyuncak arabayla Erzurum’a, Sivas’a gitti, oralarda toplantılar düzenledi, önceden hazırladığımız konuşmaları yaptı. Ankara’ya gelindi, TBMM kuruldu. Ve savaş başladı. Çocukların bir kısmı Türk askeri, anan yahşi baban yahşi deyip dil dökerek kabul ettirdiğimiz bir kısmı da Yunan askeri oldu. Ellerindeki tahta tüfeklerle Allah Allah Allah ve hurra diyerek birbirlerine zarar vermeden şakacıktan savaştılar.

     Şimdi düşünüyorum da, barıştan söz ettim mi, barışı öğrettim mi çocuklara, pek bir şey anımsamıyorum. Ama şunu biliyordum, bir şey öğretmek için çocuklara nutuk atılmaz. Örneklik ettim, sağlıklı öğretmen - öğrenci ilişkileri içinde sınıfta barış ortamını kurdum.

  Yönetmen-Yazar Kemal Oruç çocuklarla işlik (atölye) çalışması yapıyor. Bir gün sahnedeki çocuklara “Savaşı canlandırın” diyor. Çocuklar hemen sahnede bir oraya bir buraya koşmaya başlıyorlar. Kimi elinde tüfek varmış gibi ateş etmeye başlıyor, kimi sipere yatıyor. Kimi ölmüş, kimisi yaralı. “Peki şimdi de barışı canlandırın” diyor. Çocuklar ne yapacaklarını bilememişler, şaşırıp öylece kalmışlar. Sadece iki çocuk el sıkışmış (Işıl Özgentürk, Cumhuriyet, 18.11.2015).

      Sahi çocuklara barış nasıl öğretilir? İlkin önyargıları yıkmak gerekir. Önyargı çocuklukta öğrenilen, yetişkinlikte – yanlış olduğu duyumsansa bile – silinmesi zor olan duygusal tepkidir (Goleman, 1998: 20).  Çocuk farklılıkları bir yaşından başlayarak sezmeye başlar, ama bunun ayırımcılığa dönüşmesi – çoğunlukla- ana-babanın, yakınındaki yetişkinlerin, arkadaş kümelerinin etkisiyle olur. Çocuk yakın çevresinde, televizyonda ya da filmlerde gördüğünü, işittiğini zamanla ’kalıplaşmış tutumlar’ olarak içselleştirir (Cumhuriyet Pazar, 06.05.2007 ). Küçük yaşlarda kök salmaya başlayan bu ‘kalıplaşmış tutumlar’ tarihsel, kültürel, politik etmenlerle ortaya çıkabiliyor, kolay da değişmiyor (Dökmen,1994: 111-112).

     Araştırma için İspanya’da bulunduğu sırada (1974) kaldığı otelin sahibinin 9-10 yaşındaki oğlu - pasaportunu görünce - Salih Özbaran’a (1992: 107)“Los Turcos son malos” diyor, Türklerin iyi insan olmadığını belirtiyor. Belki de ilk kez bir Türk'le karşılaşan bu çocukta bu önyargı nasıl oluşmuştur? Ana-babanın ya da öğretmenin önyargılarının bir yansıması mı, tarih kitabındaki bir tümce mi, bir filmde söylenen bir söz mü, bir deyim ya da atasözü mü? Deniz Kavukçuoğlu’nun belirttiğine göre, bir İspanyol, birini küçük düşürmek istediğinde ‘Turco’ dermiş.

     Ruhbilimci Urie Bronfenbrener Sovyetler Birliği’nde (Şimdiki Rusya) çektiği fotoğrafları (1971) Amerikalı ilkokul öğrencilerine gösteriyor. Fotoğraflardan biri, iki yanı ağaçlıklı bir cadde. Bir öğrenci soruyor,

     “Caddenin kenarlarına neden ağaç dikmişler?”

     Öğrencilerden gelen iki yanıt:

     “Arka tarafta ne olup bittiği görülmesin diye…”

     “Mahkûmlara iş çıksın diye…”

     Bunun üzerine ruhbilimci “Ama Amerika’da da cadde kenarlarına ağaç dikiliyor, neden?”

     İşte iki yanıt:

     “Gölge olsun diye…”

     “Ağaçlar yolun tozunu tutsun diye…”

     Çocuklar iki ülkenin ağaç dikmek için farklı gerekçeleri olacağını düşünüyorlar, neden acaba?

     Oyuncak silah alınmalı mı, çocuk bu oyuncaklarla ‘savaşçılık’ oynamalı mı, tartışmalı bir konu bu. Sakıncası yok diyenler var, onlara göre çocuğu saldırganlığa iten asıl neden kişiliğini ezen, sevgisiz saygısız, ruhsal çöküntü yaratan aile düzeni, otoriter ana-baba tutumu (elele dergisi, Haziran 1980).

     Oyuncak tabancası olmasa bile çocuk elini tabanca gibi yapıp ‘savaşçılık’ oynayabilir. Saldırgan olan, çocukluğunda sevgiden, sevecenlikten yoksun kalmış olandır.   Gene de oyuncak silah çocuğa yakışmıyor. İlkin oyuncak silahların üretilmesi yasaklansın. Tabii asıl önemlisi sahici silahları yok etmek, silahla değil ama, silahsızlanma yoluyla… Yıllar önce silahsızlanma konferansları yapılırdı, şimdi o da yapılmıyor artık. İşte bu konferansların birinde – gerçek mi değil mi, bilmem -  bildiri sunan biri, dünyada, dünyayı yedi kez yok edecek silah var deyince, bir dinleyici, bu çok, bari bire indirilsin, diyor.  Böyle değil tabii. Bir Azeri mahnısında (şarkı) dendiği gibi “Silahları yandırın/Arşa çıksın tütsüsü

   Çocuklara tarih diye öğretilen ağırlıklı olarak askeri tarih. Oysa tarihsel olaylar, ekonomik, toplumsal, hukuksal, dinsel, düşünsel sorunların bütünü. Tarih kitaplarında toplumsal, insani boyut neredeyse yok. Savaş, utku, yenilgi, ad, tarih, antlaşma…

     Seferberlikte askerler ne yer ne içerler, ya geride kalanlar, eşleri, çocukları nasıl yaşar, halleri nicedir? Bunlar tarih kitaplarında yok, türkülerde var, acılarla yakılan türkülerde… Bedri Rahmi Eyüboğlu da Türkülerimiz başlıklı şiirinde bunu diyor: Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemeni / Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni 

     Seferberlik oldu gelin dediler/Üç günlük erzakı alın dediler/Gidin Erzurum’da ölün dediler/İşte böyle, böyle hal deli gönül/İster ağla ister gül deli gönül

                                                      *     *     *

     Mızıka çalındı düğün mü sandın/Al yeşil bayrağı gelin mi sandın/Yemen’e gideni gelir mi sandın/Dön gel ağam dön gel dayanamıram/Uyku gaflet basmış uyanamıram/ Ağam öldüğüne inanamıram

 *     *     *

     Mızıkalar çalınıyor/Asker olan gelsin diye/On yedililer asker olmuş/Topluyorlar ölsün diye (Aydın, 2006)

     Zaten savaşlarda en çok acı çekenler çocuklar ve kadınlar… İlkokuldayken söylediğimiz bir şarkı vardı: Bir küçücük aslancık varmış/Kırlarda ko ko koşar oynarmış/Bir gün aslan baba harpte vurulmuş/Küçük aslan çö çö çölden kovulmuş.

     Paris'te 'Zafer Takı'nın altında I. Paylaşım Savaşı'nda ölen Fransız askerlerinin anısına yapılan 'Meçhul Asker Anıtı' var. Bu anıtın önünde Fransız kadınlar (1970) bir pankart açıyorlar: Meçhul askerden de meçhul biri var, karısı.

     Çocuklarımız barışçı olsun istiyorsak, kimsenin kendini dışlanmış duyumsamayacağı bir toplumsal ortam yaratalım, çocukların empati kurma yetilerini geliştirelim. Çatışmalarda, yapıcı çatışma çözme yöntemini kullanalım. Çocukların önyargılı olmalarını önleyelim. Oluşmuşsa, olumsuz davranış biçimlerini kafalarından söküp atmalarına yardımca olalım. İş eğitimcilere, yetişkinlere düşüyor (Cumhuriyet Pazar 06.05.2007).

     Nâzım Hikmet'in dizeleriyle, çocuklar ölmesin / şeker de yiyebilsinler.

 

                                                      KAYNAKÇA

Aydın, Erdoğan (2006) Savaşın Türkülerimizdeki Öyküsü” Cumhuriyet, 25.11.2006

Dökmen, Üstün (1994) “Empati” Bilim ve Teknik dergisi Sayı: 315)

Geçtan, Engin (1986) İnsan olmak İstanbul: Adam Yay.

Nas, Recep (2012) İnsan Olmak Öğretmen Olmak Bursa: Ezgi Kitabevi

Özbaran, Salih ((1992) Tarih ve Öğretimi İstanbul: Cem Yay.

Şenel, Adam (2004)  “Tarihçesi, Psikolojisi, Sosyolojisi, Felsefesi, İdeolojisi ve Teknolojisi İle Savaş” İstanbul: Bilim ve Gelecek dergisi Mart 2004) Sayı: 1

Üster, Celâl (Derleyen ve Çeviren/2010) Sözün Özü 2. baskı İstanbul: Can Yay.

_______________________________________________________________________

(*) Bu yazı ÇAĞDAŞ EĞİTİM KOOPERATİFİ'nin (ÇEK) e- dergisi olan ÇAĞDAŞ BAKIŞ'ta ( Mart 2022 Sayı: 42) yayımlanmıştır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder