15 Ocak 2019 Salı

VERİMLİ DERS ÇALIŞMA TEKNİKLERİ


                                  VERİMLİ DERS ÇALIŞMA TEKNİKLERİ  (*) 


                                                                                          Recep Nas

                                                                                
          Giriş

       Okullarda ne öğretilir, öğrenilenlerden geriye ne kalır, ya öğretemediklerimiz… Ağrı Dağı’nın yüksekliğini öğrettik de, yere çöp atmamayı öğretebildik mi, Kızılırmak’ın uzunluğunu öğrettik de, yere tükürmemeyi öğretebildik mi, dört işlemi öğrettik de kırmızı ışıkta geçmemeyi öğretebildik mi?

        Okullarımızda duygu ve kişilik eğitimi verilebiliyor mu yeterince, gönül rahatlığıyla veriliyor diyebilir miyiz? Okullarda en çok savsaklanan, göz ardı edilen, duyuşsal alan. Zaten bu alana ilişkin özeliklerin kazandırılması zor, ölçülmesi daha da zor, bu zoru başarmaktan kaçındık hep.

       Roosevelt ne güzel demiş,”Bir insanı ahlaklı olarak yetiştirmeden, yalnızca bilişsel (zihinsel) eğitim vermek topluma bir bela yetiştirmektir.” 

      Peki, ders çalışmayı, ama verimli ders çalışmayı öğretebildik mi, bunu öğreniyor mu çocuklar? Dahası, öğrenmeyi öğretebildik mi, öğrenmeyi öğrendi mi çocuklar? Çocukların ilk öğrenebileceklerinden biri bu oysa. Ama bundan da önce öğrenme isteği, okuma alışkanlığı aşılamak gerekir elbette. Horace Mann’ in dediği gibi,”Öğrenme isteği uyandırmayan öğretmen soğuk demiri dövmektedir.”

        Çocuklar ‘duvar yazıları’nı severler ya, bir ilkokul öğrencisinden duydum, şöyle diyordu: Canın ders çalışmak isterse, panikleme, sakin ol, geçer. Nasıl da ince ince dalgasını geçiyor derslerle, çalışmakla…



       Neden Öğrenmeyi Öğrenmek Gerekir?



1.      Günümüzde bilgi patlaması yaşanıyor, bilgilerin sekiz-on yılda bir katlandığı kabul ediliyor (Barth ve Demirtaş,1997). Bu koşullarda bunca bilginin hangisi çocuğa verilecek?

2.      Öyleyse, bu bilgilerin çocuk için gerekli olanları seçilecek. İyi de, neye göre seçilecek, bunun ölçüsü ne olacak? Bunun yanıtı, çocuğun ilgi ve gereksinmeleridir. Olabilir, ama bir on-on beş yıl sonra çocuğun hangi bilgi ve becerilere gereksinme duyacağını şimdiden kestirmek olanaklı mıdır?

3.      Diyelim, çocuğun ilgi ve gereksinmelerine göre bilgileri seçtik, ama bu seçilenlerin çocuğun belleğine yığılması gerekmiyor. Çocuğun kafası bilgi deposu değil, olmamalı. Günümüzde bilgileri saklayacak kaynaklar pek çok, Yazılı kaynaklardan, diskete, CD’ye, bilgisunara(internet) kadar…

         ‘Ayaklı kütüphane’ olmasın çocuk, ama kütüphanesi olsun. Okusun, incelesin, sorgulasın, bilgi kendiliğinden gelir. ’Bilgi kumkuması’ olmasın çocuk, bilgi hamalı hiç olmasın.

         Emin Özdemir’ in dediği gibi, bugün çocukların kafalarının içi, çarçabuk, ani bir kararla yolculuğa çıkmış bir kişinin bavulunun içi gibidir. Sokuşturulmuş, yığılmış ezberlenmiş, birbirinden kopuk bilgiler… Aralarında bağ kurulmamış, bir bireşime (sentez) varılmamış… Oysa bilmek, ilişkileri bilmektir (Nas,2006: 70-72).

4.      Kaldı ki bilgiler de eskir, değişir. Atom parçalanmaz sanılıyordu, parçalandı. İnsanda kromozom 48 tane sanılıyordu, yapılan araştırmalar sonucu 46 (23 çift)  olduğu anlaşıldı.

          Tıp doktoru adaylarına eğiticileri şöyle derlermiş: Öğrettiklerimizin yarısı bir süre sonra yanlışlanacak, ama hangi yarısı, bunu biz de bilmiyoruz. Bilgi bir yana, meslekler bile eskiyor, gereksizleşiyor.

5.      Öyleyse en doğrusu, yarın değişebilecek olan bilgiden çok, bilgi edinme yöntemlerinin, bilgiye ulaşma yollarının öğretilmesidir. Ne öğrenildiğinden daha çok, nasıl öğrenildiğidir önemli olan. Dahası kuru bilgi değil, bilgiyi kullanma bilgisini öğrensin çocuk, öğrenmeyi öğrensin. Ürün olarak bilim, süreç olarak bilimden daha çok değişime uğruyor. Onun için bilimin içeriğinden çok, yöntemine önem vermek gerekir (Ertürk,1984: 37).

         Zaten yeteneği, zekâyı geliştiren bilginin kendisi değil, bilgi edinme sürecidir (Enç,1981:206). Carl Rogers’a (1966)  göre, eğitim görmüş insan, nasıl öğreneceğini bilen; hiçbir bilginin güvenli olmadığını, güvenli olanın bilgiyi araştırma süreci olduğunu anlayan, değişime açık olan insandır ( Varış, 1978: 24-25). 

        Halkımızın beşikten mezara kadar dediği gibi, öğrenmenin yaşam boyu sürmesi gerekir. Onun içindir ki günümüzde ‘yaşam boyu’ öğrenme çok önemli bir ilkedir.



     Verimli Ders Çalışabilmek İçin Dikkat Edilecek Noktalar



     Öğrenmek için ille de çok çalışmak, çok zaman harcamak gerekmiyor. Çok çalışmak tek başına işe yaramıyor. Önemli olan yoğunlaşmak, etkili, verimli çalışmak, tabii ki zamanı iyi kullanarak… Peki ders çalışmanın daha da çok verimli olması için sabah saatleri mi uygundur, yoksa akşam saatleri mi? Bunların ille de birinden birini yeğlemek, birinden yana kesin bir şey söylemek zor.

     Sabahleyin beden dinlenmiş, zihin açık olur, bu doğru. Kişi yeterince uyumuş, fizyolojik olarak dinlenmiş olabilir, ama beden tümüyle uyanmamış olabilir. Yine de sabahları kısa bir tekrar yararlı olabilir.

     Öğrenme gerçekleştikten sonraki her etkinlik unutmaya neden olur. Ama uyku, edinilen bilgi üzerinde en az bozucu etkiyi yapar, en az unutturur. Yatınca, uyku öncesi-film şeridi gibi- öğrenilenleri gözden geçirmek yarar sağlar, araya uyaran girmediği için öğrenme daha çok kalıcı olur. Uyku, gün boyunca hipokampuste, kısa süreli bellekte biriktirdiğimiz bilgilerin uzun sürede saklanmak üzere kortekse geçişini sağlıyor (1)

      Uyku beyni canlandırır, beynin gücünü artırır. Uyku sırasında beyinde oluşan, uyku iğcikleri adı verilen beyin dalgalarındaki artış öğrenmenin yolunu açıyor. Bu işaretler (sinyal) bilgiyi beynin kalıcı belleği olarak bilinen kortekse aktaran hipokampusteki etkinliği gösteriyor. Bilgiler hipokampusten kortekse ne denli iyi aktarılırsa, istendiğinde ulaşılan bilgilerin miktarı da o denli çok oluyor. (2)

      Uyurken öğrenilenler düzenlenir, sindirilir. İyi bir uyku beyinde ‘temizlik’ yapar, nörokimyasal çöplüğü temizler. Gereksiz bilgiler, günlük kaygılar silinir, yok olur.

     Amerikalı bilim insanları, yeni bilgiler edinmek isteyenlere çalışmadan sonra uyumalarını öneriyorlar. Bir dizi araştırma sonucunda yeni bilgilerin kalıcı olabilmesi için  beynin mutlaka uykuya ihtiyaç duyduğu ortaya çıktı. Berkeley Üniversitesi Psikoloğu Matthew Walker’a göre beynimiz, alınan bilgilerin dört saat sonra uykuyla ‘pekiştirilmesi’ halinde en iyi şekilde çalışıyor.(…) Hipokampusteki  ‘posta kutusu’ dolduğunda yeni bilgiler girmiyor. Hipokampus uyku sırasında derleyip toplandıktan sonra bilgiler daha fazla bellek kapasitesine sahip prefrontal  kortekse aktarıldığında beynimizde  yeni bilgileri alacak yer açılıyor. Walker’la çalışan ekip kısa bir süre önce de beynimizin ikinci uyku evresinde yenilendiğini kanıtlamıştı. İkinci  uyku evresi derin uykudan sonra başlıyor ve rüya evresine (Rapit Eye Movement/REM) kadar devam ediyor.”(3)

      Vurgulayalım, tüm bunları yeterli, düzenli uyku sağlar. Yetersiz uykuysa yeni öğrenmeleri bozar, zayıflatır. Uykusuz olunca proteinler sinapslarda (hücre kapısı) birikiyor, bu da yeni şeyler öğrenmeyi zorlaştırıyor. Bu durumda, akşamları çalışmak daha verimli gibi görünüyor, ne ki bu kez de uyku bastırabilir.

      Kısacası, uygun olan, akşamları çalışmak, sabahları da kısa bir tekrar yapmaktır.

      Çalışma odasının duvarlarında fotoğraf, poster vb. olmamalı, bunlar insanı kolaylıkla düş dünyasına götürür, çalışmaktan uzaklaştırır, işe yoğunlaşmayı engeller. Fotoğraf çalışma masasında da olmamalı, bu, insanı, anılarını çağrıştırıp çalışmaktan alıkoyar çünkü. Masa düzenli, fazlalıktan arınmış ve pencereden uzakta olmalı. Masa lambası kullanmak yararlı olur.

       Sandalyede dimdik oturulmalı, yayılırsanız gevşersiniz, bu da uyku getirir. Ayrıca belirtelim, yere uzanarak, koltukta yayılarak çalışmak yanlıştır.

       Çalışırken müzik dinlenilmeli mi? Beyin aynı anda birçok uyarıcı alabilir, ama bunlardan birinde odaklanır. Uyaran fazlalığı öğrenmeyi engeller (Gruen,2006:111). Müzik, fon olarak gerginlik, yorgunluk yaratabilir. Diyelim, bir genç ders çalışırken, radyosu açık, bir yandan da şarkı dinliyor. Çalınan şarkı da “O ağacın altını şimdi anıyor musun?” Bu genç geçen yaz  karşı cins arkadaşıyla bir ağacın altında oturduysa, çağrışımlar çağırır, gitti gider, ders dursun bir kenarda… Gerisi, öf ülen öf! Bir şarkı var ya, ”Şimdi İstanbul’da olmak vardı, anasını satayım.” İşte, ders çalışan bir şarkıya biner, gider bir yerlere.

        Ataol Behramoğlu’nun ‘Sonbahar Ezgisi” başlıklı şiiri şöyle başlıyor:



                                      Caddeden liseli kızlar geçiyordu

                                      ‘Medeni Hukuk’ u usulca kapattım.

                                       İmtihanmış, paraymış, etiketmiş

                                       İnadına bir sigara yaktım.



        Gerçekte hem müzik dinlemek, hem ders çalışmak olanaksız. Tam burada  öğretmen adayı öğrencilerim itiraz ederler, derler ki, ”Ben ders çalışırken radyom açık oluyor, ama müziği duymuyorum bile”. İyi işte, duymuyorsan demek ki gereksiz, neden açıyorsun radyoyu? Öğrencilerin bu sözü, dikkatin bir noktada odaklandığını kanıtlıyor aslında.

          Çalışan işine odaklanmalı, ‘akış’a geçmeli. Akış, kişinin sevdiği işi yaparken kendini aşma duygusudur, kişinin kendini bile unuttuğu ruhsal bir durumdur. Akış durumuna geçmek duygusal zekânın en üst noktasıdır. Akış, kişiye kendini çok iyi duyumsattığından içsel bir ödüldür de… (Goleman, 1998: 119-124) Dikkat öğrenmenin olmazsa olmazıdır.  Ne yapıyorsa onunla ilgilenmeli insan. Değilse, ilgilenmediğini, ilgisi dışında kalanı aklında tutamaz, anımsayamaz. Çok kişiden duydum, fıkra dinlerim, okurum ama aklımda tutamam, unutuveririm derler. Neden? Çünkü ilgilenmiyor, ona odaklanmıyor. Yinelemiyor, fırsat yaratıp anlatmıyor. Böyle olunca da o bilgi beyinde tutunamıyor, çağrışımı olmuyor.

          Ne ki harita, şekil, grafik vb. çizerken müzik dinlenebilir tabii, burada sorun olmaz.

          Yorgunken, açken, tokken(yemekten hemen sonra) ders çalışılmaz. Beyin hücresi(nöron), kas hücresinden farklıdır.   Onun için ders çalışırken bedensel yorgunluk olmaz, ders çalışırkenki yorgunluk, atletin, hamalın yorgunluğu gibi değil. Gerçi çalışırken, yanlış oturmaktan bel ağrıyabilir, boyun tutulabilir, o başka.

         Duygusal yorgunluk olabilir ama, ders çalışmaktan hoşlanılmıyorsa, başka bir şey yapılmak isteniyorsa… Demek ki kişi ders çalışmayı sevmiyorsa duygusal yönden yorulabilir  elbette. Oysa sevilen iş yormaz,  zor gelmez.

         Bir daha belirtelim, zaman iyi kullanılmalıdır. Zaman durdurulamaz, biriktirilemez, uzatılamaz, üretilemez, geri getirilemez.



                                                   KAYNAKÇA



Barth,James;Demirtaş Abdullah(1997) İlköğretim Sosyal Bilgiler Öğretimi,(Kaynak

     Üniteler)Ankara:YÖK Yayını

Enç,Mitat (1981) Eğitim Ruhbilimi,İstanbul:İnkılâp ve Aka Kitabevleri

Ertürk,Selahattin (1984) Eğitimde “Program” Geliştirme, 5.baskı,Ankara:Yelkentepe Yay.

Goleman, Daniel (1998) Duygusal Zekâ (Çev. B. Seçkin Yüksel) 2. Baskı İstanbul:

     Varlık Yay. 

Gruen,Arno (2006)Empatinin Yitimi (Çev. İlknur İgan) İstanbul: Çitlembik Yay.

Nas ,Recep(2006) Hayat Bilgisi ve Sosyal Bilgiler Öğretimi,3.baskı  Bursa:Ezgi Kitabevi

Varış,Fatma     (1988)Eğitimde Program Geliştirme:Teori ve Teknikler, 4. baskı,Ankara:

     A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayını No:157



(1)Sevil Duvarcı, Kaynak: New Scientist,25 Eylül l999, Cumhuriyet Bilim Teknik 01.01.2000 Sayı:667  

(2)Matthew Walker vd. Akt. Rita Urgan, Kaynak: Newsweek 9-16 Ocak 2012 Cumhuriyet Bilim Teknoloji, 02.03.2012, Sayı: 1302

(3)Cumhuriyet Bilim Teknoloji, 05.03.2010,sayı: 1198)



(*) Bu yazı Öğretmen Dünyası dergisinde (Ocak 2019  Sayı: 469 yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder