3 Ekim 2016 Pazartesi

ZEKÂMIZ, ZEKÂYI ANLAMAYA YETİYOR MU?


  ZEKÂMIZ, ZEKÂYI ANLAMAYA YETİYOR MU? (*)



                                                                                             Recep Nas

                                                                                             

                                                                                    recepnas@uludag.edu.tr



     Prof. Dr. Aziz Sancar, kimya dalında Nobel ödüllü bilim insanımız. Bu ödülüyle bizi kıvandırdı, övünç kaynağımız oldu.  Karanlığa boğulmuşken, güzel şeyler de olabiliyormuş dedik, bilimin varlığını anımsadık.  “En çok memleketim için sevindim, Çünkü Türkiye için bilim gerekli, bu güç durumdan çıkması, kalkınması için… “ dedi, anlayana tabii. Bir de “ Zekâ (IQ) testi neyi ölçüyor bilmiyorum. Ben orta zekâlı bir insanım. Ben çok çalışarak başarılı oldum. Zekâ öznel bir şey bana göre” dedi (Cumhuriyet, 23.05.2016). Dedi ve 1900’lerin başlarından bu yana süregelen “Zekâ nedir ne değildir, tartışmasını yeniden alevlendirdi

     Aziz Sancar, kestirmeden, ben zeki değilim, çalışkanım, diyor. Aslında bunu Albert Einstein da çok önceleri söylemişti: “ Benim olağanüstü özelliklerim yok. Başarılı olduysam, bunun temelinde, çaba, merak, özveri, tutku, sabır var, tabii bir de bir dolu özeleştiri”

     ‘Evrim Kuramı’nın kurucusu Charles Darwin’i de dinleyelim. Kuzeni Francis Galton’a yazdığı mektupta, “Ben hep –aptallar dışında- insanların zekâlarının pek farklı olmadığını, aralarındaki farkın gösterdikleri çaba ve sıkı çalışma olduğunu savundum” diyor (Willingham, 2011: 154)

     İnsanların hep ilgisini çeken konuya bu, Edison’a da sormuşlar: Başarılarımı %5 zekâma, %95 çalışmama borçluyum, demiş.

     Bu bilim insanlarının, buluş insanlarının sözlerinden, zekâyı iteleyip çalışmayı, çabayı öne çıkarmalarından sonra zekâ üzerinde durmanın pek anlamı kalmıyor ya, yine de biz iz sürelim. Zekânın tanımı pek çok, zekâ üzerinde çalışanların sayısı kadar zekâ tanımı var. Sofi’nin Dünyası’nın yazarı Jostein Gaarder (1994: 378), “Beynimiz, onu anlayacağımız kadar basit olsaydı, onu anlayamayacağımız kadar aptal olurduk” diyor ya, demek ki beynimizin nasıl çalıştığını, zekânın ne olduğunu daha anlayabilmiş değiliz. Zaten “Çok kesin olarak bildiğimiz bir şey varsa, o da zekânın ne olduğunu bilmediğimizdir” (Vassaf: 1977: 9).

   Zekânın tanımlarından biri de şu: Zekâ, zekâ testlerinin ölçtüğü şeydir (Vassaf, 1977: 14). İyi de, zekâ testleri neyi ölçüyor?  Soruyu tersyüz edelim, zekâ testleri neyi ölçemiyor? Bir kez, soyut bir zekâ enerjisini, işletilmemiş (ham) zihinsel gücü ölçemiyor (Vassaf, 1977: 11 Şemin, 1975: 59). Zekâ testi, çocuğun çabasını, sabrını, dürtülerini, isteklerini, özgüvenini, benlik bilincini ölçmez. Oysa bunlar okul başarısını büyük ölçüde etkiler. Dahası, zekâ testi, bize öbür zekâlara ilişkin bilgi vermiyor, diyor ‘Çoklu Zekâ Kuramı’nın yaratıcısı Howard Gardner. Örneğin yaratıcılığa, çevreye duyarlılığa, bireyin ahlaklı olup olmadığına bakmıyor.(1)

     Belli bir toplumun kültür birikimine göre hazırlanmış zekâ testi, başka bir toplumda, dahası aynı toplumun başka bir SED’inde (sosyo-ekonomik düzey) güvenilir sonuçlar vermiyor, yanıltıcı olabiliyor (Spatar, 1995: 9). Batı Afrika’da uygulanan Kpelle Testi, Batı ölçülerine göre hazırlanmış IQ (zekâ katsayısı) testlerinin değişik kültürlerde yetersiz kaldığını göstermiştir.(2)

     ANKA’nın haberi bu: 1990’ların başında Almanya’da uygulanan zekâ testi sonuçlarına göre Türk çocuklarının önemli bir bölümünün ‘geri zekâlı’ olarak fişlendiği ileri sürüldü. Dönemin Eğitim Ataşesi Mustafa Özkan, Almanya’da özel eğitim okullarında (onderschule) yabancı çocukların konuşmasız test edildiğini, bu testlerde kullanılan oyunlara, oyuncaklara yabancı oldukları için de başarı oranlarının düşük olduğunu belirtmiştir. Bu kez bir Alman profesör (CNNTÜRK, 27 Mart 2006), Türklerin zekâ katsayısı 90 demiş.

     Fıkra mı, gerçeklik payı var mı, bilmiyorum. Köylü çocuğuna vesikalık bir erkek fotoğrafı gösterilip soruluyor,

     “Bu adamın nesi eksik?”

     Çocuk “Kravatı eksik” derse puan alacak.

     Çocuk yanıtlıyor,

     “Bıyığı eksik”

      Geçen mayıs ayında Başbakan adayları boşuna mı bıyık bıraktı? Hani Atatürk’ün bir çobanla konuşması vardır.

     “ Sen Atatürk’ü bilir misin?

     “Kim bilmez ki!”

     “Görsen tanır mısın?”

     “Yok!”

     “Bana iyi bak, ben ona benzerim”

     “Hadi ordan, senin bıyığın bile yok.”

     Değişik zekâ tanımları, hangi açıdan bakıldığıyla ilgili. Öyle ki, zekâ, zamandan zamana, toplumdan topluma değişik anlamlara bürünebiliyor. Bir balıkçı köyünde en zeki insan, en çok balık tutandır. Bizde eskiden öğretmenlik ‘kafalı insan’ işi sayılırdı. Kafası çalışıyor bu çocuğun, okuyacak, öğretmen olacak denirdi, şimdiyse bari öğretmen olsun deniyor. Ama ille de ‘matematik kafası’ olacak. Toplumsal bilimlere ilgi duyuyorsa, sanata yatkınsa, olmaz, bunlar ‘dandik’ işler…

     Birçok işimi yapan bir marangozla söyleşirken,

     “Ben öğretmen okulu sınavını kazanamadım, ben de kafa yok ki…” dedi.

     Oysa ben bir çiviyi bile doğru dürüst çakamazken, o ölçüp biçiyor, ona göre tahtaları birbirine tutturuyor, öylesine güzel iş çıkarıyor, bir de bana karmakarışık gelen hesapları bir çırpıda yapıveriyor.

     Isaac Asimov’un (1920-1992) da oto onarımcısı varmış, hoşsohbet bir adam… Asimov’un arabası bir gün gene tekleyince bu onarımcıya götürmüş. Onarımcı bir yandan arabayla uğraşırken bir yandan da laflıyor,

     “Doktor, sana bir soru… Bir sağır-dilsiz nalbura gitmiş, işaret parmağıyla orta parmağını masanın üzerine dikine koyup çekiçle vuruyormuş gibi yapmış. Nalbur gidip çekiç getirmiş. Sağır-dilsiz başını sallayıp iki parmağını bir daha göstermiş. Nalbur bu kez anlamış, gidip çivileri getirmiş. Peki, doktor, kör bir alıcı nalburdan makası nasıl ister?

     Asimov, iki parmağıyla bir şeyi keser gibi yapmış. Bu yanıtı gören onarımcı gülmekten yerlere yatmış,

     “ Doktor, adam sadece kör, konuşuyor.”

      Verdiği yanıta Asimov’un kendisi de şaşırmış.

     “Şaşırma doktor, senin bu soruyu bilemeyeceğini ben biliyordum”

     “Nasıl bildin?”

     “Fazla eğitimlisin, doktor.”

    Askerdeyken zekâ testinden 160 puan alan Asimov düşünmüş, o testi bu onarımcı,

bir çiftçi ya da bir marangoz hazırlasaydı, halim nice olurdu?

     Aslında ne kadar insan varsa o kadar zekâ, o kadar yetenek var. Biri bir alanda yeteneklidir, öbürü de başka alanda, diyor Gündüz Vassaf (Cumhuriyet, 27.06. 1983).

     Bilişsel işlevleri, yalnızca bazı soruları yanıtlama yetisine indirgeyip kazananı da dünyanın en akıllı insanı saydıkları için zekâ testlerini zararlı bulanlar da az değil.(3)

     Bitirirken, buyurun, size ‘Süper Zekâ Soruları’ndan biri:

     Aşağıdakilerden hangisi doğrudur?

a)      Aşağıdakilerin hepsi doğrudur.

b)      Tüm seçenekler yanlıştır.

c)      h seçeneği doğrudur.

d)     b seçeneği doğrudur

e)      Aşağıdakilerin hepsi doğrudur.

f)       Yukardakilerin hepsi doğrudur.

g)      h seçeneği yanlıştır.

h)      Yukardakilerin hepsi yanlıştır. (Doğru yanıt, g imiş)



                                   KAYNAKÇA



Gaarder, Jostein (1994) Sofi’nin Dünyası İstanbul: Pan Yay.

Spatar, M. Halim (1995) “Zekâ Testlerinin Serüveni” Bilim ve Ütopya dergisi Ekim 1995 Sayı: 16    

Şemin, Refia (1975) Okulda Başarısızlık İstanbul: İÜ Edebiyat Fak. Yay: 2035

Vassaf, Gündüz (1977) Zekâ ve Zekâ Testleri Nedir? Ne Değildir? Ankara: AÜ Mediko-Sosyal Merkezi Yay: 1

Willingham, Daniel T. (2011) Çocuklar Okulu Neden Sevmez? (Çev. İnci Katırcı) İst: İthaki Yay.

(1)Howard Gardner’la Söyleşi Yaşadıkça Eğitim dergisi 2000 Sayı:65

(2)Scientific American  Çev.Anahid Hazaryan Cumhuriyet Bilim Teknik 16.01.1999 Sayı:617)

(3) Scientific Vie Eylül 1996 Çev. Anahid Hazaryan Cumhuriyet Bilim Teknik  02.11.1996 Sayı: 502



(*) Bu yazı Çağdaş Eğitim Kooperatifi’nin Çağdaş Bakış (Eylül 2016 Sayı:20) dergisinde yayımlanmıştır. (32-33)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder