25 Aralık 2024 Çarşamba

GÜLDÜRÜCÜ ÖYKÜCÜK: FIKRA

GÜLDÜRÜCÜ ÖYKÜCÜK: FIKRA (*)

 

 Recep Nas

 

      Gülmece, duyguları, düşünceleri en kestirme yoldan etkili, yoğun, özlü biçimde iletme yoludur. Ortamı yumuşatır, iletişimi kolaylaştırır. Hoşgörü ortamı yaratarak eleştirmeye, incitmeden takılmaya olanak sağlar. Ruhsal dengeyi koruyup boşalmayı sağlayan, en incelmiş bir savunma düzeneğidir ayrıca. Ruhsal enerjinin salıverilmesi gerginliği giderip gülmeye çağrı çıkarır (Yörükoğlu, 1999: 102) Gülmecenin iyileştirme gücü vardır (Klein, 1999). Gülmece, insan ilişkilerinde etkili anlatım türlerinden biridir. Akılda kalır, kolay kolay unutulmaz. 

     Michael Ende'nin deyişiyle, Gülmece, bağnaz değildir, insanidir. Rahatlamayı sağlayan bir bilinç biçimidir. Andre Comte-Sponville de destekliyor bu sözü: "Gülmeceden yoksunluk cömertlikten, yumuşaklıktan, merhametten, alçakgönüllülükten, bilinç aydınlığından yoksun olmak demektir." Bertolt Brecht'e mal edilerek denir ya, gülmecesiz bir toplumda yaşamak kötüdür, ama daha kötüsü her şeyi gülmece olan bir toplumda yaşamaktır 

     Gülmecenin kökeninde eğlence, hoşgörü var. Hoşgörü, eğlencenin içinde doğal olarak vardır zaten. Gülmece hoşgörüyü, hoşgörü gülmeceyi besler. Gülmece de eğlencenin, hoşgörünün tadını tattırır insana. Ne ki gerçek gülmece yalnızca gülümsetmez, yanı sıra düşündürür de. Gülmece aslında düşündürme sanatıdır.

     Fıkra da gülmece yükünü taşıyan, çabucak da yayan gülmecenin bir türü. Güldüren, güldürürken düşündüren öykücük. Fıkra, çözümsüz çelişkilerin sergilenmesiyle ince, zarif, hoşa giden ama şaşırtıcı bir sonuçla gerilimin giderilmesini sağlar.  Gerçi fıkra - ya da nükte (espri = gülüntü) -  çelişkileri ortadan kaldırmaz, katlanabilir kılar. Başka bir deyişle, fıkra sorunu çözmez ama onun gülünç yanını yakalayıp sergiler. Güldürür, çözümü, çözümsüzlüğü dinleyene bırakır. Çelişki dinleyence kavranırsa gerilim düşer, anlatanla dinleyen birbirine yaklaşır, kaynaşır (Güvenç, 2000: 17, 19).

     Fıkra sevmeyen var mıdır, pek sanmam. Severler de, dinlemeyi severler. Anlatmaya gelince çekinir, anlatmayı beceremem, der çok kişi. Anlatmayı düşünmediği için de  dinlediklerini aklında tutmaz.

     Önemli olan, fıkrayı nasıl anlatacağın... Keramet fıkra da değil aslında, anlatan ve dinleyendedir. Ben anlatacağım fıkraları ilkin kendi kendime anlatırım, prova yaparım. Başkalarına ilk kez anlattığımda da pek etkili olmadıysa özellikle vurucu olan sonunu, son tümceyi değiştiririm. Fıkra, bitişte, gülüntünün (espri) gücünü duyurmak için özlü olmalıdır. Başka bir deyişle, gereksiz ayrıntıya girmeden – ama ballandırmayı da savsaklamadan- az sözcükle, oldukça örtülü bir anlatımla derin bir anlam yaratmalıdır (Boratav, 1969: 92). Fıkrada - çokluk - gülmecenin yükü son önermede saklıdır. Sözün gücü en verimli, en etkin, en kıvrak biçimde kullanılmalıdır. Dahası söz, en uygun ses tonuyla, jestlerle, mimiklerle desteklenmelidir.  Sona yaklaşınca, dinleyenlerin dikkatini daha da yoğunlaştırmak için, kısa bir duraklama, susuş, ardından kahkahayı patlatacak çarpıcı son... Mahmut Baler'in yaptığı gibi ballandıracaksın, renklendireceksin, öylesine  ki dinleyenlerin heyecanı doruğa çıkacak. Anlatan kahkahayı buyur eder, ama kendisi gülmez. Kötü anlatmışsa tek gülen kendisi olur zaten. 

     Dinleyen, söyleyenden arif gerek, demiş atalarımız. Dinleyen de gülmecenin inceliğini kavrayacak, gülüntünün değerini tartacak bir zekâ, anlayış olgunluğuna erişmiş olmalıdır (Boratav, 1969: 92). Gülünen konu – ister düşünme ürünü, ister yaşanmış bir olay, isterse o an yaşanmış bir durum olsun – kişinin içinde bulunduğu eğitim basamağını, yetişme biçimini, uygarlık anlayışını gösterir. Güldürücü nitelik taşıyan konunun, alışılmış olan düşünme çizgisinin dışına çıkması gerekir (Eyuboğlu, 1977: 10-11). İlkin iğneyi kendime batırayım. Şu küçücük fıkranın ince, gizlenmiş gülüntüsünü ilk anda yakalayamadım. İki kadın konuşuyorlar,

     “Seni aradım, ulaşamadım. Neredeydin?”

      “Güzellik salonunda.”

       “Haaa, sıran gelmedi demek ki...”

     Yaşlılık, yaşlılıkta unutkanlık üzerine fıkralar vardır, yeri gelir anlatırım onları. Biri şöyle:  Kendisi de yaşlı olan bir bilim insanı yaşlılık psikolojisi (geriatri) üzerine konuşuyor:

      "Değerli dinleyenlerim, Yaşlılığın üç ana özelliği vardır. Bir, unutkanlık... İki... Ee, iki... Şey, iki... İki neydi ya!"

     Fıkra bu kadar, bitti  Beni dinleyen biri benim unuttuğumu. sandı: "Olsun, üçüncüyü söyle" dedi.

     Anlattığımda şu fıkradaki gülüntüyü çok az kişi yakalardı. Sabahleyin işyerinde biri, arkadaşına,

      “Yüzünden düşen bin parça, neyin var?” diye soruyor.

      “Sorma, akşam karımla atıştık. Tutturdu klasik müzik konserine gidelim. O gidelim, diyor, ben gitmeyelim, diyorum. Gidelim, gitmeyelim... İkimiz de inatlaştık. Hayatım, dedim, ben evde daha rahat uyurum. O da bana ne dese...”

      Arkadaşı sözünü kesiyor,

      “Uzatma, konser güzel miydi?”

     Özdemir Asaf 'r'leri söylemezmiş. İşe bakın, soyadı da 'Arun', sorulduğunda 'Avun' dermiş. Karşı tarafa doğrusunu buldurana kadar da akla karayı seçermiş. Özdemir Asaf bir gün Cağaloğlu'ndan Karaköy'e gidecek. Taksi çağırıyor, sürücü erken davranıp soruyor,

     "Kayaköy'e mi ağabey?"

      Rastlantı bu ya, meğer sürücü de 'r'leri söyleyemezmiş. "Kayaköy'e" dese - sürücü onun da  'r'leri söyleyemediğini nerden bilsin - yansılıyor, alay ediyor sanacak. Onun için "Eminönü'ne" diyor, Ordan Karaköy'e yürüyor. Ne incelik...

     Bunu anlattığımda dinleyenlerden biri  "O da 'evet' deseydi" dedi. Be insan, mantığa vuracağına bu güzelim, tatlı öykücüğün, insancıl yaklaşımın tadını çıkarsana...      

     Zaten gülmecede mantık tersyüz edilir. Kalıplar bozulur, yapılar karıştırılır, Rasgele değil ama, gene bir düzen içinde...

     Anlatılan bir fıkrayı biliyorsanız, nasıl dinleyeceksiniz? Bildiğinizi beden diliyle bile duyumsatırsanız anlatan olumsuz etkilenir. Zor ama doğrusu bilmiyormuş gibi dinlemek, ilk kez dinleyen kadar tepki vermeseniz bile.

     Hadi bir fıkra anlatayım diye fıkra anlatılmaz. Yeri gelecek, konuyla, söyleşiyle ilintili olacak, taşı gediğine koyacaksın. Fıkra anlatmaya ilişkin bir fıkra vardır. Bir kokteylde biri fıkra anlatmak istiyor. İnsanlar üçer beşer kümelenmişler, kendi aralarında söyleşiyorlar. Adam bir kümeye katılıyor, ama fıkrayı anlatacak fırsatı bulamıyor. Bir kümeden öbürüne, o da olmadı sonrakine gidiyor. Yok, olmuyor, uygun ortamı bulamıyor. Bunun üzerine çekiyor belindeki tabancasını, havaya iki el ateş ediyor. Herkes ürkmüş, şaşkın, susmuş, ona bakıyor. Adam,

     "Şey...  Bir kovboy fıkrası anlatacağım da..."

     Durup dururken bir “fıkra anlatayım da gülün" diye fıkraya başlanmaz. Ya gülmezlerse.. Üniversiteye giden belediye arabasının arka tarafındaki boşlukta bir küme öğrenci söyleşip gülüşüyorlardı. Ben de ister istemez dinliyordum. Biri bir fıkra anlattı, kimse gülmedi. Anlatan bozuldu, başını eğdi, kısa bir sessizlikten sonra "Ben zaten", dedi, "gülmeniz için değil, düşünmeniz için anlatmıştım" Bu kez ağız dolusu güldüler.

     Gülünen her şey gülmece değildir, gülünçtür sadece. Fıkra da her durumda, her zaman güldürmeyebilir. Her koşulda güldüren gülüntüdür (nükte). Güldürenlere de 'nüktedan' derdi eskiler.

     Orhan Boran kendi üzerinden anlatırdı. Gemi güvertesinde gençlerden biri "Beş" diyor, öbürleri kahkahayla gülüyorlar. Sonra biri "On" diyor, gene gülüyorlar. Orhan Boran,

     "Gençler, affedersiniz,. siz ne yapıyorsunuz?"

     "Ağabey biz anlatılan bütün fıkraları biliyoruz. Onun için fıkraları numaralandırdık, baştan sona anlatmaktansa fıkranın numarasını söylüyoruz, herkes fıkrayı anımsayıp gülüyor."

      "Öyleyse ben de bir tane anlatabilir miyim?"

      "Anlat" diyorlar.

      "Sekiz" diyor. Ama kimse gülmüyor.

      "Neden gülmediniz?"

      "Sen anlatamadın ağabey"

     Herkese, her ortamda anlatılacak bir fıkra vardır, ama her fıkra herkese anlatılmaz (Güvenç, 2000: 28). Geçenlerde bu yanlışa düştüm ben. İnsanlar tenine, dinine, budununa (etnik kökenine) göre değerlendirilmez, söyleşi konusu buydu. Ben de bağlamına uygun bir fıkra anlatayım dedim. Siyahinin (zenci sözcüğü ırkçılığı çağrıştırıyormuş) biri Tanrıyla konuşuyor,

     "Tanrım benim bacaklarımı neden böyle güçlü yarattın?"

     "Yabanıl hayvanlardan daha hızlı koşabilesin diye"

     "Tanrım saçlarım neden böyle kıvırcık?

     " Yabaıl hayvanlardan kaçarken saçların ağaç dallarına takılmasın diye"

     "Tanrım rengim neden kara?

      "Afrika güneşine dayanasın diye"

      "Peki Tanrım ben şimdi neden Amerika'dayım?"

      Karşımdaki anlamadı, boş boş baktı. Fıkra açıklanmaz. Açıklanırsa fıkra olmaktan çıkar.

      Gülüntü (espri, şaka, nükte), gülmecenin özünü oluşturan bir anlam taşır. Gülüntüde incelik, ölçülü bir güldürüş öğesi, katılığa, bayalığa kaçmayan bir alay saklıdır.  İnceliğin,  ölçütlüğün, derinliğin yerini katılık, bayağılık, kabalık alırsa gülüntü ortadan kalkar (Eyuboğlu, 1977: 31-32). İnsanlar beğenip anlattıkları fıkralara göre değerlendirilebilir. Öyle ki, bir fıkra anlat, sana kim olduğunu söyleyeyim, denebilir. Öyle fıkralar var ki, düzeysiz, yoz, kaba. Kimisi açık saçık, sövgülü. Bunlar utandırıcı, hoş değil. Bir de budunsal (etnik) fıkralar var, bunlar da aşağılayıcı, incitici (Klein, 1999: 49-50). Fıkra anlatmak duyarlılık, incelik, kıvrak bir zekâ  ister. “Nükte, zekânın zekâtıdır” derdi Tarık Minkari.

     Fıkranın gücünden siyasette de yararlanılır. Baskılı dönemlerde fıkralar kulaktan kulağa fısıldanır. Açıkça söylenemeyenler fıkraya yüklenerek dolaylı anlatımla dolaşıma sokulur. Ayşe Emel Mesci'nin deyişiyle, sansür, sanatta, özellikle gülmecede  yaratıcılığı, soyutlama gücünü kışkırtır, bu yaratıcılıkla, bu soyutlama gücüyle de başa çıkılamaz (Cumhuriyet, 16.10.2023).  Soğuk Savaş döneminde Sovyetler'i kötülemek için Amerika'da 'Fıkra Üretim Merkezi' oluşturulmuş. Üretilen fıkralardan biri: Leonid Brejnev zamanında ne almaya gitsen sıra var, uzun uzun kuyruklar... Sırası bir türlü gelmeyince sinirlenen birisi arkadaşına "Yetti be, gidip Brejnev'i vuracağım" diyor. Gidiyor, bir süre sonra geri dönüyor. Arkadaşı "Ne oldu?" diye soruyor. "Bırak ya, orda da kuyruk var."    

     Her dönem kendi fıkrasını yaratır. Bazı fıkralar da eskir, anlamını yitirir. İşte bir örnek: Cep telefonunun ilk yıllarında otobüslerde telefonla konuşulmazdı, yasaktı. Ama bizim Temel açmış telefonunu konuşuyor. Muavin uyarıyor, telefonla konuşmak yasak diye. Temel,

     "Ula İdris haçan penum konuşmam yasakmış, sen konuş, pen dinliyrum da"

     Günümüzün fıkrası da bu: Facebook, instagram, twitter (X)* , whatsApp, bilgisunar (internet) buluşmuşlar, söyleşiyorlar. Derken hangimiz daha önemliyiz diye atışmaya başlıyorlar.

     Facebook,

     "Ben var ya ben, insanların birbiriyle iletişim kurmasını, bilgi alışverişi yapmasını sağlarım. Otuz yıl, kırk yıl önceki sınıf arkadaşlarını buluşturan benim."

     İnstagram,

     "Bu ne ki, ben fotoğraf, video paylaştırırım. İnsanlar mutlu anlarını, yapıp ettiklerini benim sayemde birbirlerine iletirler."

     Twitter (X) ,

     "Pöh! Cak cak cak konuşuyorsunuz. Ben sosyal ağ hizmeti sunarım. 'Tweet'leri (kuş cıvıltısı) yayımlarım. İnsanların görüşlerini, düşüncelerini özgürce yazmalarını sağlarım. Üstelik ben de yazı, fotoğraf, haber, video paylaştırırım."

     WhatsApp atılıyor,

      "Boşa konuşuyorsunuz. Benim yaptığımı hiçbiriniz yapamazsınız. Ben insanları öyle tek tek değil, küme küme buluştururum. Bir tıkla anlık iletişim kurarlar, haberleşirler. Etkinlikler duyurulur. Sadece siz mi, ben de fotoğraf, video, sesli ve yazılı ileti, belge gönderilmesini sağlarım, ne yani!"

     Bilgisunar (internet) bir köşede konuşulanları sabrını zorlayarak dinliyor. Sonunda sabrı taşıyor, patlıyor. "Hadi be, atıp tutuyorsunuz, böbürleniyorsunuz. Yok şunu yaparmış, yok bunu yaparmış...Var ya, ben olmasam siz bir hiçsiniz. Bir kapanırsam işiniz bitiktir, yoksunuz." 

     Ama onları yukardan kıs kıs gülerek dinleyen biri var: ampulün içindeki elektrik... "Hadi ordan, hepiniz... Kendini bir şey sananlar... Görün bakalım, bensiz oluyor mu?" deyip sönüveriyor.

 

      Fıkralar da değişir işte, bu yazı yayımlanana kadar twitter, X oldu.

 

                                                        KAYNAKÇA

 

Boratav, Pertev Naili (1969) Türk Halk Edebiyatı İstanbul: Gerçek Yay.

Eyuboğlu, İsmet Zeki (1977) Gülen Anadolu  İstanbul: Pencere Yay.

Güvenç, Bozkurt (2000) Güldüşün Fıkraları İstanbul: Remzi Kitabevi

Klein, allen (1999) Mizahın İyileştirici Gücü (Çev. Sibel Karayusuf)İstanbul: Epsilon Yay.

Yörükoğlu, Atalay (1999) Çocuk ve Gülmece Cumhuriyet ve Çocuk (2. Ulusal Çocuk Kültürü Kongresi Bildirileri)Yay. Haz. Bekir Onur AÜ ÇOKAUM Yay. (102-106)

 

(*)Bu yazı Çinikitap dergisinde (Ocak-Şubat 2025 Sayı: 88) yayımlanmıştır. (41-43)