İLK EĞİTİMCİ: ANA-BABA (*)
Recep Nas
recepnas@uludag.edu.tr
Öğretmen adayı öğrencilerime, nasıl
yeri gelmişse(elimin altında her zaman yedek olarak ilginç yazı, fotoğraf, haber
vb. bulundururum),bir gün, ana-babalar için hazırlanmış çocuk eğitimine ilişkin
bir test uygulayayım dedim, bunu bir gazeteden kesmiştim, yanıtlar ‘evet-hayır’
diye veriliyordu.
Bir öğrencim
itiraz etti bu uygulamama, dedi ki,
“Hocam, biz
ana ya da baba değiliz, onun için bizi ilgilendirmez ki bu sorular…”
Doğru, ana
ya da baba değillerdi, ama öğretmen de değillerdi, hizmetöncesi eğitim
görüyorlardı. Sınav soruları da hep öğretmenliğe dönüktü. Okudukları derslere, sınav
sorularına “biz öğretmen değiliz” diye itiraz etmeyi akıllarından bile
geçirmiyorlardı.
Bir anne
tanımıştım, bir de çocuğunu. Çocuğu üç-dört yaşlarındaydı; tatlı, sevimli, şirin
bir kız çocuğu, her çocuk gibi güzel… Ama bir bedensel kusuru vardı, bir eli
eksik olarak doğmuştu. Sol kolunun ucu yalnızca bir yumruydu; parmakları yoktu,
belli belirsiz olan tırnakları etinin içine gömülmüştü. Çevresindeki yaşıtları
ondaki bu değişikliği ayırt ettiklerinde kolunu tutup ‘elini’ incelemek
istiyorlardı. O da kolunu arkasına gizliyor, öbür eliyle onları hızla, sinirlenerek
itiyordu. Hırçın, huysuz olmaya adaydı. Doğru bir eğitim görmezse, mutsuz olma
olasılığı yüksekti.
Bu
çocuğun bir eli neden yoktu? Annesi ona gebeyken doktora danışmadan, reçetesiz
aldığı bir ilacı içmiş. ”Bilmiyorum” diyordu,” bilmiyordum, gebeyken reçetesiz
ilaç kullanılmayacağını, bilsem bu yanlışı yapar mıydım? ”Bunu söylerken sesi titriyor,
gözleri buğulanıyordu. Ve bu anne ilköğretim okulu öğretmeniydi.
0-6 yaş arası, çocuğun yaşamında eğitimi
açısından en önemli bir dönem. Kişiliğinin temellerinin atıldığı, zekânın en
hızlı geliştiği bir dönem bu, buradan geliyor önemi. Bir insanın bedensel, ruhsal
sağlığı nasıl bir çocukluk geçirdiğiyle yakından ilgili. Ana-babanın yanlışı
çocuğun üzerinde silinmez izler bırakır.” Hastalarımın hastalıklarının izini
sürdüğümde çocukluklarına varıyorum.” Bu, Freud’un sözü. Evet, altı yaşına
kadar öğrenilenler, yaşam boyu öğrenilenlerin büyük bir bölümünü oluşturuyor. Guy
Jacquin’in dediği gibi, namuslu, dürüst insan 12 yaşından önce oluşur.
Ülkemizde okulöncesi
okullaşma, ne yazık ki, en iyimser oranla %21 Demek ki beş-altı yaşına kadar
çocuklarımız evde, ana-babasının dizi dibinde, sokakta. Öyleyse ana-baba
eğitimcidir, ilk ve en önemli eğiticidir. Ama eğitimci olması gereken
ana-babanın kendisi eğitilmemişse çocuğu nasıl eğitecek? İlginçtir, verdiğim
konferanslarda ana-babalara “Değerli eğitimciler” diye seslendiğimde hiç
üzerlerine almıyorlar, birçoğuna göre eğitim kurumu okuldur.
Nasıl öğretmen olmadan
hizmetöncesi eğitim yoluyla öğretmenlik; doktor, mühendis olmadan doktorluk, mühendislik
öğretiliyorsa, ana-baba olmadan da ‘ana-babalık’ öğretilmelidir, geç
kalınmadan, daha ana-baba olunmadan. Ana-baba olduktan sonra da, hizmetiçi
eğitim gibi, ana-baba eğitimi sürdürülmelidir. Bu da ‘ana-baba okulları’nın
açılmasıyla olanaklı. Bazı kuruluşlar-AÇEV gibi- ana-baba okulları açıyor ama, güçleri
nereye kadar, kaç ana-babaya ulaşabilirler? Bu, devlet gücüyle yapılmalı. Okullar
hafta sonları boş, neden hafta sonları her okulda ana-babalar eğitilmesin. Ama
devlet, çocukların ruhsal yönden de sağlıklı, sağlam kişilikli, zekâsı
gelişmiş, eleştirel, bilimsel düşünebilen bireyler olarak yetişmelerini
istiyorsa, onları cahil, sorgulama gücünden yoksun kılıp, geleceğin oy deposu
olarak görmüyorsa…
Bırakın alt
kademeleri, ana-baba yükseköğrenim görmüş, şu ya da bu mesleği başarıyla
yürütüyor olsa da, bakıyorsunuz, çocuk eğitim üzerine hiçbir şey bilmiyor. O
zaman da ‘saldım çayıra, mevlam kayıra’ anlayışı egemen oluyor. Çocuk eğitimi
üzerine bin bir yanlışlık yapılıyor. Sonra da ilköğretimde ‘cahil’
ana-babaların yalan yanlış eğittikleri çocukları ‘sil baştan’ eğitmeye
kalkışıyoruz, bu da, doğrusu olmuyor.
Olmaz, çünkü baştan eğitmek kolay, yeni baştan eğitmek, yerleşmiş yanlış
davranışları değiştirmek, düzeltmek zordur. Öyle ya, ağaç yaşken eğilir, demir
tavında dövülür.
Kişi araba
kullanmak, sürücü olmak istiyorsa, sürücü belgesi, eski adıyla ‘ehliyet’
isteniyor. Yani “sürücülük eğitiminden geç, sürücülüğü öğren, bu işin ‘ehli’
ol, sonra araba kullan” deniyor. Peki, iki genç evlenmeye karar verince, onların
evlenmeleri için ne isteniyor? İki kişinin tanıklığında, nikâh memuruna
ikisinin de “evet” demesi yetiyor, onlardan ‘ana-baba ehliyeti’ istenmiyor.
Ana-baba olmak, sürücü olmaktan daha az mı önemli?
Bir ara kimi
belediye başkanlarının sürdürdükleri ilginç bir uygulama vardı: Evlenmeye karar
verip kendilerine başvuran gençlerden, diyelim onar fidan dikmeleri ya da
dikmeyi üstlendiklerine ilişkin bir belgeyi imzalamaları isteniyordu. Acaba, diyorum,
bu koşula bir de ‘ana-baba okulu’ nu bitirdiğine ilişkin öğrenim belgesi
eklenemez mi? Önceden de değindiğim gibi, bu okullar MEB ve üniversitelerin işbirliğiyle
açılabilir. Bunun için okul binaları kullanılabilir. Okullar cumartesi-Pazar
boş, yazın öyle. Ayrıca, demokratik kitle örgütlerinin bir işlevi de bu olamaz
mı?
Ne dersiniz, annesi
böyle bir eğitimden geçseydi, yukarda sözünü ettiğim o şipşirin çocuk, bir eli
eksik mi doğardı?
Başta sözünü
ettiğim testi mi merak ettiniz? Peki, işte size ondan bir soru: ”Ödülün, çocuk
üzerindeki etkisi olumludur.”
Bu soruya ”evet” mi diyorsunuz, ”hayır”
mı?
(*) Bu yazı Çağdaş
Eğitim Kooperatifi’nin Çağdaş Bakış (
Şubat 2010 Sayı: 4) dergisinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder