“ÇOCUKLARA
KIYMAYIN EFENDİLER” (*)
Recep Nas
recepnas@uludag.edu.tr
Çocukların ne olması gerektiğine ilişkin her
şeyi söylediler. Çocuk dindar olsun, yetmedi kindar olsun, Kuranıkerim de
okusun. Çocuk özne değil, nesne olarak görüldü. Kendi siyasaları için
araçsallaştırıldı çocuk. Eğitbilim bulgularına başvurmak akıllarının ucundan
bile geçmedi, bunu dile getirenler de dinlenmedi.
Çocuklara saygısızlık edildi, çocuklar
üzerinden siyaset yapmak çocuklara en büyük saygısızlıktır çünkü. Ama bu
onların umuru değil, çocuk dediğin itaat eder, boyun eğer, büyük sözü dinler. Su
küçüğün, söz büyüğündür nasıl olsa. Ağaca bakınca nasıl odun görüyorlarsa,
dereye bakınca nasıl HES görüyorlarsa, çocuğa bakınca da geleceğin seçmenini gördüler.
Bırakmadılar, çocuklar çocukluklarını yaşasınlar.
Sevilme, çocuğun ruhsal gereksinmelerinden
biridir, en önemlisidir. Ama toplumumuzda çocuğu sevmek vurgulanır da çocuğa
saygıdan söz edilmez pek. Öyle ki çocukların her sabah içtikleri ‘ant’ta bile
‘küçükleri korumak, büyükleri saymak’ deniyor. Şu sözlere bakın: “Çocuk mu
kandırıyorsun?”, “Çocuk muyum ben, azarlıyorsun.” Demek ki çocuk kandırılır, azarlanır,
saygı bunun neresinde? Saygı içermeyen, saygısız sevgi pek işe yaramaz. Saygı
duyansa saygı duyduğu insanı olduğu gibi kabul eder, yönlendirmez, çocuğun
kendini gerçekleştirmesine yardımcı olur, çocuğa kendisi olma hakkını tanır.
Ernest Jandil’in bir şiirinden birkaç
dize: Olmak istediğiniz gibi değil/ Olmak
istediğim gibi olmak istiyorum/ Olmamı istediğiniz gibi değil/ Olduğum gibi
olmak istiyorum// Kendim gibi olmak istiyorum/ Olmamı istediğiniz gibi değil/
Ben, ben olmak istiyorum.( Çev.Emre Özdil)
[ İpşiroğlu ve İpşiroğlu, 1998 ]
Bırakmadılar, çocuklar olmak istedikleri
gibi olsunlar.
Çok değil, üç yıl önce
okulöncesi eğitimi zorunlu yapacaklar, yaygınlaştıracaklardı, vazgeçiverdiler.
İstanbul Milli Eğitim Müdürü Muammer Yıldız’ı televizyonda dinlemiştim.
Çocukların erken yaşta eğitime alınması bilime, pedagojiye uygun diyor, ama
sözünü ettiği eğitim, okulöncesi eğitimidir, bunu gizliyor. Şimdi anaokuluna
gitmesi gereken altmış aylık, altmış altı aylık çocuğu daha da kalabalıklaşan sınıflarda sıraya oturttular. Evinde başrolde
oynayan çocuk bu kalabalık sınıflarda figüran oldu. Kalabalık sınıflarda öğretmen
çocukları gereğince tanıyamaz, her çocukla tek tek ilgilenip sevgi bağı kuramaz.
Oysa öğretmenle öğrenci arasındaki duygusal bağ, öyle ya da böyle, öğrencilerin
dersi öğrenip öğrenmeyeceğini belirler (Willingham, 2011:61). Karen Stone
McCown’un dediği gibi, öğrenme çocukların duygularından bağımsız olarak
gerçekleşmez. (Goleman,1998: 327) V.
Suhomlinski demiş: “Bir öğrenci öğretmenin belleğinde bulanık ve şekillenmeyen
bir yüz olarak kaldıysa öğretmen ona hiçbir şey vermemiş demektir.” (Sarıhan,
2007)
İnsanın yaşamında ilk altı yıl çok
önemlidir. Kişiliğinin biçimlendiği, zihinsel gelişimin en hızlı olduğu yıllar,
ilk altı yıl. Altı yaşına kadar öğrenilenler, yaşam boyu öğrenilenlerin önemli
bir bölümünü oluşturuyor. Çocuk, işte bu altı yılın ona kazandırdıklarıyla
okula başlar. Kazanımları çoksa okula severek başlar, kolayca da uyum sağlar.
Okulöncesi eğitimi öylesine önemli ki, bu eğitimin niteliği, bir bakıma,
çocuğun okula uyumunun, okul başarısının sınırlarını belirler.
Beş-altı yaş çocuğu oyun
çocuğudur, okuma-yazmadan önce öğreneceği çok şeyler vardır. Oyun çocuğun
işidir, oyalanma değildir. Çocuk oynayarak dış dünyayı tanır, becerilerini,
düşünme gücünü, kişiliğini geliştirir. Oyun çocuğun en zengin öğrenme kaynağıdır,
çocuğu işlemler öncesi dönemdeyken ilkokula alırsanız bu kaynağı kurutursunuz.
Kendinden geçercesine, doyasıya oynayan çocuk, büyüdüğünde işine kendini öyle
verir, kaptırır, sabırlı, çalışkan olur.
Ana özelliği hareketlilik, ana uğraşısı
oyun olan çocuk kırk dakika boyunca – ‘okul ergonomisi’ yok sayılarak –
nerdeyse boyu kadar sırada nasıl oturtulacak, bu düşünülmedi. Ya tuvaletler,
lavabolar, bahçesiz okullar… Çocuğu okula hazırlamadan söz ediyoruz, ya okul
çocuk için hazır mıydı?
Çocuğun ilkokula başlaması için okul
olgunluğuna ulaşması, bir başka deyişle, bedensel, zihinsel, duygusal,
toplumsal yönden okula hazır olması gerekir. Okula başlarken, çocuk, okul
çalışmalarını sıkıntı çekmeden yapabileceği, sorumluluk üstlenebileceği
olgunluğa ulaşmış olmalıdır. Okula başlamada yaş da tek başına bir ölçüt
değildir. Bireysel farklar var. Her çocuk eşizdir, tektir, gelişim yolculuğunu
da kendi tarifesine göre yapar. Onun için çocuklar okul olgunluğuna değişik
yaşlarda ulaşabilirler. Dahası ‘çok yönlü gelişim’ yalnızca bedensel, zihinsel
gelişimi değil, duygusal, toplumsal gelişimi de içerir.(Kâğıtçıbaşı vd. 1993:
11) Okula erken başlatmak çocuğa durduk yerde öğrenme güçlüğü çektirmek,
başarısızlık duygusu yaşatmak demektir. Buna kimsenin hakkı yoktur, devletin
de… İşlemler öncesi dönemdeki çocuğa okuma öğretilmez, okuma eğitimi, kitap
sevgisi verilir, bunun yeri de okulöncesi eğitim kurumlarıdır.
Türk Tabipler Birliği’nin hazırladığı
raporda (Eylül-2012) şöyle deniyordu: “Okul eğitimine katılabilmek için gerekli
sosyal, duygusal, bilişsel, dil ve motor becerilerinin gelişimi altı yaştan
önce tamamlanmadığından beş yaş çocuğu zihinsel, fiziksel, sosyal ve psikolojik
olarak ilkokula henüz hazır değildir ve hazır olmadan okula başlamak çocuklar
üzerinde örseleyici etki yapacak, psikolojik baskı yaratarak çeşitli
psikiyatrik sorunların da ortaya çıkmasına yol açacaktır.” Bu rapor yok sayıldı, görmezden gelindi,
bilim ne ki!
“ Okula başlama… Bu, insan yaşamının en
önemli ‘ilk’lerinden biridir ve olası bazı olumsuz deneyimler kişinin tüm
psiko-sosyal geleceğini etkileyebilecek ciddiyettedir. Başka bir ifadeyle,
‘okullu olmak, sınıfları doldurmak’, gerek çocuk, gerekse anne-baba açısından
son derece zor ve örseleyici bir sürecin başlangıcını oluşturabilir. Eğer
bilinçli birtakım önlemler alınıp destek sağlanamazsa, sorunlar yumağı içinden
çıkılması güç bir kördüğüme dönüşebilir. (…) Zekâ yönünden en ufak bir pürüz
bulunmasa bile, eğer çocuk işitsel ve/veya görsel ayrımlaştırma, ince devinsel
kas gelişimi, göz-el koordinasyonu yönünden yeterliliğe erişmemişse (…)
okuma-yazmayı öğrenmede - doğal olarak – büyük güçlüklerle karşılaşacaktır.” (Yılmaz,
1995)
Bir ilkokulun (Bursa merkez) 1. sınıf
öğretmenlerine –mart ayı sonunda-, okula başladıklarında 72 aydan küçük olan
çocuklarla ilgili izlenimlerini sordum. Ortak olanlar aşağıya yazılmıştır.
- Kendilerini anlatmakta (iletişim kurmada), arkadaş ilişkilerinde, kurallara uymada, sorumluluk üstlenmede hep geri kaldılar.
- Topluca oynanan oyunlarda başarılı olamadılar. Sınıfın genel düzenini bozdular.
- Günde altı saat fazla geldi.
- Dikkatlerini toplamakta zorlandılar.
- İnce devimsel kasları yeterince gelişmediği için yazarken zorlandılar.
- İlkokuma-yazma çalışmalarında geri kaldıkları için üzüldüler. Üzülmesinler diye çalışmalar yavaşlatıldı. Bu kez de ilerdeki çocuklar sıkıldılar.
- Toplumsal ve ruhsal yönden ezildiler.
- Sözlü soruları, kendinden önce söylenenleri yineleyerek yanıtladılar.
- Okuduklarını anlamadılar.
- Ailelerin yardımlarına çok gereksinme duydular.Eski Eğitim-Sen Genel Başkanı Alaattin Dinçer’in ilkokul 1.sınıf öğretmenleriyle yaptığı çalışmaya göre, 60-66 aylık çocuklarla – mart ayında- hâlâ el-bilek kaslarını geliştirme çalışmaları yapılıyor, sınıflarda uyum sorunu yaşanıyor; çocukları sınıfta tutmak, sırada oturtmak zor oluyor. Günün büyük bölümü de bu çocukları oyalamakla geçiyor. (Figen Atalay’ın haberi, Cumhuriyet, 14.03.2013)Perihan Şara’yla Selma Zemin’in uyguladıkları sormacada (anket) öğretmenlerin % 92’si, velilerin % 79’u 444’le (artı koymaya gönlüm elvermiyor.) ilgili sorun yaşıyorlar. Öğretmen Selma Zemin 1.sınıfı okuttuğunu, sınıfındaki 36 öğrenciden 16’sının öğretim yılı başında 62 aylık olduğunu, bu çocukların bedensel olarak sınıfta olduklarını, ama ruhsal olarak olmadıklarını, yeri gelince anasınıfı öğretmeni ne yapıyorsa onu yaptığını belirtmiştir. (Vural, 2013:138)İlk izlenim, son izlenimdir. İlk adımdaki başarısızlık duygusu yaşam boyu çocuğun yakasını bırakmayabilir. Hazır olmayan çocuğu okuma-yazma öğrenmeye zorlamak çocuk için yıkıcı bir deneyim olur, şimdiki gibi ilkokuma-yazmayı öğretmeye, soyut olan, çocuk için anlamsız olan harflerle başlanması bu yıkıcılığı daha da pekiştirir. Okuma-yazma öğreteyim derken, okuma-yazmadan da, okuldan da nefret ettirmek de var işin içinde. “Türkiye’de çocuk olmak ne demek?” sorusuna bir çocuk “Okula gitmemek için hasta numarası yapmaktır.” diye yanıtlıyor. (Figen Atalay, Cumhuriyet, 03.01.2012) Oysa çocuk okuma-yazmanın tadını ‘ilk lokma’da tatmalı, bu sürece sevinçle katılmalıdır. Okuma alışkanlığı böyle başlar. Kaldı ki 1. sınıf etkinlikleri okuma-yazmayla sınırlı değildir.’12 Eylül’ sonrasında da 60 aylık çocuklar okula alındı. O günlerdeki bir karikatürü anımsıyorum, teneffüs zili çalınca çocuklar emmek için kadın öğretmenin göğüslerine atılıyorlardı. Neyse ki bunun yanlış olduğu kabul edildi, vazgeçildi. Şimdiyse bunca tepkiye karşın vazgeçilmiyor, ’ileri demokrasi’ böyle oluyor demek ki… Ortaçağda ‘çocukluk’ kavramı yoktu, şimdi gene çocukluk dönemi yok sayılarak ortaçağa mı dönüyoruz ne?Okulöncesiyle birlikte kesintisiz dokuz yıl temel eğitim almalı çocuklar. Bu eğitim sürecinde çocuğa kişilik, duyarlık, duygu eğitimi verilsin öncelikle. Çocuk soran, sorgulayan, eleştirel düşünen, okuma alışkanlığı kazanmış birey olarak yetişsin. Demokrasi kültürü edinsin, böylece kendiliğinden ahlaklı da olur. Kişi ne kadar demokratsa o kadar ahlaklıdır çünkü. Sanatsal, kültürel, sporsal etkinlikler de çocuğun ahlaklı olmasına yardımcı olur. Çocuk Hakları Sözleşmesi de bunu öngörüyor (md. 27, 29)Çocuğa düşünmeyi öğretin, ne düşüneceğini değil. Alacağı bilimsel, laik bir temel eğitim sonrası ne düşüneceğine, ne olacağına, neye inanacağına çocuğun kendisi karar versin. Böylece çocuk gelinler de, çocuk işçiler de olmaz. Çocuk Hakları Sözleşmesi (md. 32) çocuğun sömürülmesinin engellenmesini istiyor. Dünya Sağlık Örgütü, çocuğun sağlığını, fiziksel ve psiko-sosyal gelişimini olumsuz etkileyen tüm davranışları çocuk sömürüsü sayıyor.Çocuk hamur değil, yoğurmamalısınız. Çocuk bilgisayar değil, programlamamalısınız. Çocuk hayvan değil, koşullandırmamalısınız. Çocuk insandır.Halil Cibran ne güzel söylemiş: Çocuklar sizin çocuklarınız değil/ Onlar kendi yolunu izleyen hayatın oğulları ve kızları/ Onlara sevginizi verebilirsiniz ama düşüncelerinizi asla/ Çünkü onların kendi düşünceleri vardır/ Bedenlerini tutabilirsiniz ama ruhlarını asla/ Siz onlar gibi olabilirsiniz, ama sakın onları kendiniz gibi olmaya zorlamayınV. Tarzie Vittachi’nin dediği gibi, çocuğun en temel hakkı çocuk olma hakkıdır.
“Çocuklara kıymayın efendiler.”
KAYNAKÇA
Goleman,
Daniel (1998) Duygusal Zekâ (Çev.
Banu Seçkin Yüksel) İstanbul:
Varlık Yayınları
İpşiroğlu, Nazan: İpşiroğlu, Zehra (1998) Gelin Çocuklar Birlikte Düşünelim
İstan-
bul: Adam Yayınları
Kâğıtçıbaşı,
Çiğdem vd. (1993) Başarı Ailede Başlar
İstanbul: YA-PA yayınları
Sarıhan, Zeki
(2007) İyi Öğretmen Olmak Ankara: Öğretmen Dünyası Yayınları
Willingham,
Daniel T. (2011) Çocuklar Okulu Neden Sevmez?
(Çev. İnci Katırcı)
İstanbul: İthaki Yayınları
Vural, Mithat
K. (2013) “Hasan Âli Yücel’in Aramızdan Ayrılışının 52. Yılı Anısına
4+4+4 İlk Sonuçlar ve Değerlendirmeler
Çalıştayı” Yeniden İmece dergisi
Mart 2013
Sayı: 37 (136-137)
Yılmaz, Tanzer
(1995) “Okullu Oldular, Sınıfları Doldurdular, Ama…” Bilim ve Ütopya
dergisi
Ekim 1995 Sayı:16
(*) Bu yazı Öğretmen Dünyası dergisinde
(Haziran 2013, Sayı: 402) yayımlanmıştır. (19-21)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder