29 Şubat 2016 Pazartesi

“ÇOCUKLARA KIYMAYIN EFENDİLER”


                               “ÇOCUKLARA KIYMAYIN EFENDİLER” (*)





                                                                                     Recep Nas

                                                                          recepnas@uludag.edu.tr



                                                                           



      Çocukların ne olması gerektiğine ilişkin her şeyi söylediler. Çocuk dindar olsun, yetmedi kindar olsun, Kuranıkerim de okusun. Çocuk özne değil, nesne olarak görüldü. Kendi siyasaları için araçsallaştırıldı çocuk. Eğitbilim bulgularına başvurmak akıllarının ucundan bile geçmedi, bunu dile getirenler de dinlenmedi.

     Çocuklara saygısızlık edildi, çocuklar üzerinden siyaset yapmak çocuklara en büyük saygısızlıktır çünkü. Ama bu onların umuru değil, çocuk dediğin itaat eder, boyun eğer, büyük sözü dinler. Su küçüğün, söz büyüğündür nasıl olsa. Ağaca bakınca nasıl odun görüyorlarsa, dereye bakınca nasıl HES görüyorlarsa, çocuğa bakınca da geleceğin seçmenini gördüler. Bırakmadılar, çocuklar çocukluklarını yaşasınlar.

     Sevilme, çocuğun ruhsal gereksinmelerinden biridir, en önemlisidir. Ama toplumumuzda çocuğu sevmek vurgulanır da çocuğa saygıdan söz edilmez pek. Öyle ki çocukların her sabah içtikleri ‘ant’ta bile ‘küçükleri korumak, büyükleri saymak’ deniyor. Şu sözlere bakın: “Çocuk mu kandırıyorsun?”, “Çocuk muyum ben, azarlıyorsun.” Demek ki çocuk kandırılır, azarlanır, saygı bunun neresinde? Saygı içermeyen, saygısız sevgi pek işe yaramaz. Saygı duyansa saygı duyduğu insanı olduğu gibi kabul eder, yönlendirmez, çocuğun kendini gerçekleştirmesine yardımcı olur, çocuğa kendisi olma hakkını tanır.

     Ernest Jandil’in bir şiirinden birkaç dize: Olmak istediğiniz gibi değil/ Olmak istediğim gibi olmak istiyorum/ Olmamı istediğiniz gibi değil/ Olduğum gibi olmak istiyorum// Kendim gibi olmak istiyorum/ Olmamı istediğiniz gibi değil/ Ben, ben olmak istiyorum.( Çev.Emre Özdil)  [ İpşiroğlu ve İpşiroğlu, 1998 ]

     Bırakmadılar, çocuklar olmak istedikleri gibi olsunlar.

     Çok değil, üç yıl önce okulöncesi eğitimi zorunlu yapacaklar, yaygınlaştıracaklardı, vazgeçiverdiler. İstanbul Milli Eğitim Müdürü Muammer Yıldız’ı televizyonda dinlemiştim. Çocukların erken yaşta eğitime alınması bilime, pedagojiye uygun diyor, ama sözünü ettiği eğitim, okulöncesi eğitimidir, bunu gizliyor. Şimdi anaokuluna gitmesi gereken altmış aylık, altmış altı aylık çocuğu daha da kalabalıklaşan  sınıflarda sıraya oturttular. Evinde başrolde oynayan çocuk bu kalabalık sınıflarda figüran oldu. Kalabalık sınıflarda öğretmen çocukları gereğince tanıyamaz, her çocukla tek tek ilgilenip sevgi bağı kuramaz. Oysa öğretmenle öğrenci arasındaki duygusal bağ, öyle ya da böyle, öğrencilerin dersi öğrenip öğrenmeyeceğini belirler (Willingham, 2011:61). Karen Stone McCown’un dediği gibi, öğrenme çocukların duygularından bağımsız olarak gerçekleşmez. (Goleman,1998: 327)  V. Suhomlinski demiş: “Bir öğrenci öğretmenin belleğinde bulanık ve şekillenmeyen bir yüz olarak kaldıysa öğretmen ona hiçbir şey vermemiş demektir.” (Sarıhan, 2007)

     İnsanın yaşamında ilk altı yıl çok önemlidir. Kişiliğinin biçimlendiği, zihinsel gelişimin en hızlı olduğu yıllar, ilk altı yıl. Altı yaşına kadar öğrenilenler, yaşam boyu öğrenilenlerin önemli bir bölümünü oluşturuyor. Çocuk, işte bu altı yılın ona kazandırdıklarıyla okula başlar. Kazanımları çoksa okula severek başlar, kolayca da uyum sağlar. Okulöncesi eğitimi öylesine önemli ki, bu eğitimin niteliği, bir bakıma, çocuğun okula uyumunun, okul başarısının sınırlarını belirler.

      Beş-altı yaş çocuğu oyun çocuğudur, okuma-yazmadan önce öğreneceği çok şeyler vardır. Oyun çocuğun işidir, oyalanma değildir. Çocuk oynayarak dış dünyayı tanır, becerilerini, düşünme gücünü, kişiliğini geliştirir. Oyun çocuğun en zengin öğrenme kaynağıdır, çocuğu işlemler öncesi dönemdeyken ilkokula alırsanız bu kaynağı kurutursunuz. Kendinden geçercesine, doyasıya oynayan çocuk, büyüdüğünde işine kendini öyle verir, kaptırır, sabırlı, çalışkan olur.

     Ana özelliği hareketlilik, ana uğraşısı oyun olan çocuk kırk dakika boyunca – ‘okul ergonomisi’ yok sayılarak – nerdeyse boyu kadar sırada nasıl oturtulacak, bu düşünülmedi. Ya tuvaletler, lavabolar, bahçesiz okullar… Çocuğu okula hazırlamadan söz ediyoruz, ya okul çocuk için hazır mıydı?

     Çocuğun ilkokula başlaması için okul olgunluğuna ulaşması, bir başka deyişle, bedensel, zihinsel, duygusal, toplumsal yönden okula hazır olması gerekir. Okula başlarken, çocuk, okul çalışmalarını sıkıntı çekmeden yapabileceği, sorumluluk üstlenebileceği olgunluğa ulaşmış olmalıdır. Okula başlamada yaş da tek başına bir ölçüt değildir. Bireysel farklar var. Her çocuk eşizdir, tektir, gelişim yolculuğunu da kendi tarifesine göre yapar. Onun için çocuklar okul olgunluğuna değişik yaşlarda ulaşabilirler. Dahası ‘çok yönlü gelişim’ yalnızca bedensel, zihinsel gelişimi değil, duygusal, toplumsal gelişimi de içerir.(Kâğıtçıbaşı vd. 1993: 11) Okula erken başlatmak çocuğa durduk yerde öğrenme güçlüğü çektirmek, başarısızlık duygusu yaşatmak demektir. Buna kimsenin hakkı yoktur, devletin de… İşlemler öncesi dönemdeki çocuğa okuma öğretilmez, okuma eğitimi, kitap sevgisi verilir, bunun yeri de okulöncesi eğitim kurumlarıdır.

     Türk Tabipler Birliği’nin hazırladığı raporda (Eylül-2012) şöyle deniyordu: “Okul eğitimine katılabilmek için gerekli sosyal, duygusal, bilişsel, dil ve motor becerilerinin gelişimi altı yaştan önce tamamlanmadığından beş yaş çocuğu zihinsel, fiziksel, sosyal ve psikolojik olarak ilkokula henüz hazır değildir ve hazır olmadan okula başlamak çocuklar üzerinde örseleyici etki yapacak, psikolojik baskı yaratarak çeşitli psikiyatrik sorunların da ortaya çıkmasına yol açacaktır.”  Bu rapor yok sayıldı, görmezden gelindi, bilim ne ki!

     “ Okula başlama… Bu, insan yaşamının en önemli ‘ilk’lerinden biridir ve olası bazı olumsuz deneyimler kişinin tüm psiko-sosyal geleceğini etkileyebilecek ciddiyettedir. Başka bir ifadeyle, ‘okullu olmak, sınıfları doldurmak’, gerek çocuk, gerekse anne-baba açısından son derece zor ve örseleyici bir sürecin başlangıcını oluşturabilir. Eğer bilinçli birtakım önlemler alınıp destek sağlanamazsa, sorunlar yumağı içinden çıkılması güç bir kördüğüme dönüşebilir. (…) Zekâ yönünden en ufak bir pürüz bulunmasa bile, eğer çocuk işitsel ve/veya görsel ayrımlaştırma, ince devinsel kas gelişimi, göz-el koordinasyonu yönünden yeterliliğe erişmemişse (…) okuma-yazmayı öğrenmede - doğal olarak – büyük güçlüklerle karşılaşacaktır.” (Yılmaz, 1995)

     Bir ilkokulun (Bursa merkez) 1. sınıf öğretmenlerine –mart ayı sonunda-, okula başladıklarında 72 aydan küçük olan çocuklarla ilgili izlenimlerini sordum. Ortak olanlar aşağıya yazılmıştır.

  • Kendilerini anlatmakta (iletişim kurmada), arkadaş ilişkilerinde, kurallara uymada, sorumluluk üstlenmede hep geri kaldılar.
  • Topluca oynanan oyunlarda başarılı olamadılar. Sınıfın genel düzenini bozdular.
  • Günde altı saat fazla geldi.
  • Dikkatlerini toplamakta zorlandılar.
  • İnce devimsel kasları yeterince gelişmediği için yazarken zorlandılar.
  • İlkokuma-yazma çalışmalarında geri kaldıkları için üzüldüler. Üzülmesinler diye çalışmalar yavaşlatıldı. Bu kez de ilerdeki çocuklar sıkıldılar.
  • Toplumsal ve ruhsal yönden ezildiler.
  • Sözlü soruları, kendinden önce söylenenleri yineleyerek yanıtladılar.
  • Okuduklarını anlamadılar.
  • Ailelerin yardımlarına çok gereksinme duydular.

         Eski Eğitim-Sen Genel Başkanı Alaattin Dinçer’in ilkokul 1.sınıf öğretmenleriyle yaptığı çalışmaya göre, 60-66 aylık çocuklarla – mart ayında- hâlâ el-bilek kaslarını geliştirme çalışmaları yapılıyor, sınıflarda uyum sorunu yaşanıyor; çocukları sınıfta tutmak, sırada oturtmak zor oluyor. Günün büyük bölümü de bu çocukları oyalamakla geçiyor. (Figen Atalay’ın haberi, Cumhuriyet, 14.03.2013)
          Perihan Şara’yla Selma Zemin’in uyguladıkları sormacada (anket) öğretmenlerin % 92’si, velilerin % 79’u 444’le (artı koymaya gönlüm elvermiyor.) ilgili sorun yaşıyorlar. Öğretmen Selma Zemin 1.sınıfı okuttuğunu, sınıfındaki 36 öğrenciden 16’sının öğretim yılı başında 62 aylık olduğunu, bu çocukların bedensel olarak sınıfta olduklarını, ama ruhsal olarak olmadıklarını, yeri gelince anasınıfı öğretmeni ne yapıyorsa onu yaptığını belirtmiştir. (Vural, 2013:138) 
         İlk izlenim, son izlenimdir. İlk adımdaki başarısızlık duygusu yaşam boyu çocuğun yakasını bırakmayabilir. Hazır olmayan çocuğu okuma-yazma öğrenmeye zorlamak çocuk için yıkıcı bir deneyim olur, şimdiki gibi ilkokuma-yazmayı öğretmeye, soyut olan, çocuk için anlamsız olan harflerle başlanması bu yıkıcılığı daha da pekiştirir. Okuma-yazma öğreteyim derken, okuma-yazmadan da, okuldan da nefret ettirmek de var işin içinde. “Türkiye’de çocuk olmak ne demek?” sorusuna bir çocuk “Okula gitmemek için hasta numarası yapmaktır.” diye yanıtlıyor. (Figen Atalay, Cumhuriyet, 03.01.2012)  Oysa çocuk okuma-yazmanın tadını ‘ilk lokma’da tatmalı, bu sürece sevinçle katılmalıdır. Okuma alışkanlığı böyle başlar. Kaldı ki 1. sınıf etkinlikleri okuma-yazmayla sınırlı değildir.
        
         ’12 Eylül’ sonrasında da 60 aylık çocuklar okula alındı. O günlerdeki bir karikatürü anımsıyorum, teneffüs zili çalınca çocuklar emmek için kadın öğretmenin göğüslerine atılıyorlardı. Neyse ki bunun yanlış olduğu kabul edildi, vazgeçildi. Şimdiyse bunca tepkiye karşın vazgeçilmiyor, ’ileri demokrasi’ böyle oluyor demek ki… Ortaçağda ‘çocukluk’ kavramı yoktu, şimdi gene çocukluk dönemi yok sayılarak ortaçağa mı dönüyoruz ne?            
         Okulöncesiyle birlikte kesintisiz dokuz yıl temel eğitim almalı çocuklar. Bu eğitim sürecinde çocuğa kişilik, duyarlık, duygu eğitimi verilsin öncelikle. Çocuk soran, sorgulayan, eleştirel düşünen, okuma alışkanlığı kazanmış birey olarak yetişsin. Demokrasi kültürü edinsin, böylece kendiliğinden ahlaklı da olur. Kişi ne kadar demokratsa o kadar ahlaklıdır çünkü. Sanatsal, kültürel, sporsal etkinlikler de çocuğun ahlaklı olmasına yardımcı olur. Çocuk Hakları Sözleşmesi de bunu öngörüyor (md. 27, 29)
         Çocuğa düşünmeyi öğretin, ne düşüneceğini değil. Alacağı bilimsel, laik bir temel eğitim sonrası ne düşüneceğine, ne olacağına, neye inanacağına çocuğun kendisi karar versin. Böylece çocuk gelinler de, çocuk işçiler de olmaz. Çocuk Hakları Sözleşmesi (md. 32) çocuğun sömürülmesinin engellenmesini istiyor. Dünya Sağlık Örgütü, çocuğun sağlığını, fiziksel ve psiko-sosyal gelişimini olumsuz etkileyen tüm davranışları çocuk sömürüsü sayıyor.
         Çocuk hamur değil, yoğurmamalısınız. Çocuk bilgisayar değil, programlamamalısınız. Çocuk hayvan değil, koşullandırmamalısınız. Çocuk insandır.
         Halil Cibran ne güzel söylemiş: Çocuklar sizin çocuklarınız değil/ Onlar kendi yolunu izleyen hayatın oğulları ve kızları/ Onlara sevginizi verebilirsiniz ama düşüncelerinizi asla/ Çünkü onların kendi düşünceleri vardır/ Bedenlerini tutabilirsiniz ama ruhlarını asla/ Siz onlar gibi olabilirsiniz, ama sakın onları kendiniz gibi olmaya zorlamayın

         V. Tarzie Vittachi’nin dediği gibi, çocuğun en temel hakkı çocuk olma hakkıdır.


     “Çocuklara kıymayın efendiler.”
                                                                                                                  



                                    KAYNAKÇA



Goleman, Daniel (1998)  Duygusal Zekâ  (Çev. Banu  Seçkin Yüksel) İstanbul:

     Varlık Yayınları

 İpşiroğlu, Nazan: İpşiroğlu, Zehra (1998) Gelin Çocuklar Birlikte Düşünelim İstan-

     bul: Adam Yayınları

Kâğıtçıbaşı, Çiğdem vd. (1993) Başarı Ailede Başlar İstanbul: YA-PA yayınları

Sarıhan, Zeki (2007) İyi Öğretmen Olmak  Ankara: Öğretmen Dünyası Yayınları

Willingham, Daniel T. (2011) Çocuklar Okulu Neden Sevmez? (Çev. İnci Katırcı)    

     İstanbul: İthaki Yayınları

Vural, Mithat K. (2013) “Hasan Âli Yücel’in Aramızdan Ayrılışının 52. Yılı Anısına

     4+4+4 İlk Sonuçlar ve Değerlendirmeler Çalıştayı” Yeniden İmece dergisi Mart 2013

     Sayı: 37 (136-137)

Yılmaz, Tanzer (1995) “Okullu Oldular, Sınıfları Doldurdular, Ama…” Bilim ve Ütopya

     dergisi Ekim 1995 Sayı:16



(*) Bu yazı Öğretmen Dünyası dergisinde (Haziran 2013, Sayı: 402) yayımlanmıştır. (19-21)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder