DEĞERLER EĞİTİMİ,
AMA NASIL? (*)
Recep Nas
Dinci ve kinci kuşaklar yetiştirmeyi amaç edinenler şimdi de ‘değerler
eğitimi’ vereceklermiş çocuklara, değerlerden ne anlıyorlarsa artık…
Değerler duyuşsal alanla ilgili. İlgi, kişilik, tutum, özgüven, değer
yargıları gibi duyuşsal alana ilişkin özelikler(herhangi bir durumu
gösterebilme yeteneği) tahta başında matematik öğretilir gibi öğretilemez.
Değerler, değerlerin yeşerdiği bir ortamda yaşanılarak öğrenilir, duyumsanır,
solunur, bulaşır. Çocuk lafa değil, davranışa bakar. En iyi öğretme yolu iyi
örnek olmaktır zaten. Çocuğa nasıl davranacağını öğretmeye gerek yok. Aslında
Ahmet İnam’ın (1) dediği gibi, nasıl ahlaklı olunacağına ilişkin hiç
konuşulmamalı… Öğrenme, çevreden alınan değerlerin bileşimidir. Çevresindeki
insanlar dürüstse, ahlaklıysa çocuk da zamanı gelince onlar gibi olur. (2)
Bırakın laflamayı, Ziya Paşa’nın sözünü anımsayın, aynası iştir kişinin
lafa bakılmaz. Çekin çocukların üzerinden ellerinizi, onları kendi
kalıplarınıza sokmaya kalkışmayın, siz değişin… Neler yapmalısınız, bir
bakalım…
Çocukları kandırmaktan vazgeçilecek mi?
Hani çocuk mu kandırıyorsun, diye deyimimiz var da… Demek çocuk kandırılabilir,
hani çocuğa saygı?
Çocukları azarlamaktan vazgeçilecek mi
Çocuk gibi azarladı, deyimi de bize özgü ya…
Çeviri çocuk kitaplarına kendi dünya
görüşünü yansıtan eklemeler yapan,
illüstrasyonlar koyan yayıncılar bundan vazgeçecekler mi? Heidi türbanlandı, Küçük Prens’e dua
ettirildi de…
Sokak ortasında, çocukların gözleri önünde
kurban kesip kanını denize akıtmaktan vazgeçilecek mi?
Aç kalıp köye inen yavru domuzu öldüresiye
dövmekten vazgeçilecek mi?
Taşınmaz mal alırken tapuda tam değerini
yazdıracak mısınız?
Milletvekilleri ettikleri yemini
tutacaklar mı?
Bu
kadar yeter… Bunları yapmayacaksınız da, çocuklara örneklik etmeyeceksiniz de,
nutuk atıp öğüt mü vereceksiniz, talkın verip salkım mı yutacaksınız? Ahlak
üzerine nutuk atmak da, öğüt vermek de iletişim engelidir, iletişimi keser,
durdurur. Sokma akıldan akıl olmaz zaten. Ne güzel demişler eskiler: Yığmaca
çakıl yedi gün, koymaca akıl yedi adım…
Bektaşi’ye sormuşlar,
-Erenler, dünyanın en kolay işi nedir?
-Öğüt vermek…
-Peki, en zor işi?
-Kendini bilmek…
Günah diye diye, cehennemde cayır cayır yanarsın diye
diye çocukların minicik yüreklerine korku mu salacaksınız yoksa? Korku merkezli
din anlayışında böyle bu, insanın korkuyla yönlendirilmesi, denetlenmesi
gerekir.(3) Cüceloğlu’ndan bir anı: (3) “Babamın sırat köprüsünü
ve cehennemi tüm korku ve azabıyla anlattığı akşam, kendimi sırat köprüsünde
gördüm; altta cehennem alevleri vardı ve çok korkuyordum. Ağlayarak uyandığım
zaman beni anlayacak, teselli edecek, korkularımı dağıtacak kimse yoktu. Sabaha
kadar korku içinde ağladığımı hatırlıyorum.”
Evdeki bu korkutmalar okula da taşındı günümüzde. İşte bir örnek:
Öğretmen derste anlatıyor, “Cinler
ateşten yapılmıştır, korkmayın size bir şey yapmaz. (…) Üçgenin içine göz çizmeyin,
kötü ruhları çağırırsınız.” Çocuklar
korkuyorlar, cin var diye korkudan tuvalete gidemiyorlar, gidebilenler de
sesler duyduklarını söylüyorlar (4)
Sevap- günah, cennet-cehennem… Yani ya ödül ya ceza… Doğru olmak için bu
dışdenetim araçları mı gerekli ille de, değil tabii. Önemli olan içdisiplindir, çocuğun kendi kendini
denetleyip yönetmesi, özdenetimli olmasıdır. Bir de empati var tabii, empati
ahlaksal kararların, davranışların temelinde yer alır, ahlaksal eyleme
dönüşür.(5) Empati becerisi yüksek olan çocukların ahlaksal yargıları
da üst düzeyde oluyor. (6) İkisine de hayır, ne ödül ne ceza… Ahmet
İnam’ın (1) deyişiyle “Ahlak
(…) körü körüne korkuyla, ödül alma arzusuyla yaşandığında sığlaşır. (…) Bir
başkası için ahlaklı olunmaz, bu başkası kim olursa olsun… Dışımızdaki bir
kaynağa, bir buyruğa göre ahlaklı olunmaz.” Biri korktuğu için ya da ödül
beklediği için doğru olanı yapıyorsa o gerçekte doğru biri değildir. Doğru
olan, hiçbir şeyden, Allahtan bile korkmadan yapılmalıdır.
Haluk Şahin (9) soruyor: “(…) Sakın bizzat dinsel ‘günah’ kavramı bazı
insanları ahlaki açıdan daha sorumsuz hale getiriyor olmasın? Sakın işlenen
günahın yaptırımının başka bir dünyaya ertelenmesi, bazı kişileri ahlaki
konularda daha pervasız hale getirmesin?”
Bir ev sahibi kiracısına evini tanıtıyor,
“Mutfakla banyonun suyu kaçak, el yıkama yeri (lavabo) sayaca bağlı.”
“Neden?”
“El yıkama yerinde aptes alıyoruz, haram suyla olmaz.”
Arapların Nasrettin Hocası sayılan Cuha koyun çalıyor, bu koyunları
kesip etlerini kurban niyetine yoksullara dağıtıyormuş. Soruyorlar,
“Bu ne iş, Müslümanlığa sığar mı yaptığın?”
“Doğru, ben hırsızlık yapıp günaha giriyorum. Ama etleri yoksullara
dağıtıp sevap da işliyorum. Böylece sevap günahı siliyor. Eh, deriler de bana
kâr kalıyor.”
Korktuğunu belirtmek ya da karşısındakini korkutmak için, yukarda Allah
var, deniyor ya, yetmedi mi ki şimdi yukarda MOBESE kameraları var?
Yunus Emre dış ödül istemiyor.
Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene var anları
Bana seni gerek seni
Ha ille de ödülse istenen, Aristophanes’in yüzyıllarca önce söylediği
gibi, en iyi ödül, insanın içinin rahat etmesidir.
Melih Cevdet Anday diyor (7): “İnsan korktuğu için iyi
oluyorsa gerçekte iyi değildir. (…) İyiyi kendi başımıza gerçekleştirmeliyiz,
buyruklarla değil. Yeni ahlakı, gerçek ahlakı bize bilimin getireceğine
inanıyorum. Kimsenin görmediği yerde doğru ve iyi olabiliyorsak çağımızın
ahlakını yaratmış oluruz.”
Gerçek ahlakı bilim getirebilir, ama bir de sanat var elbette, insanın
duygularını eğiten, zevklerini incelten, ruhunu soylulaştıran, insanı
insanlaştıran sanat… Beethoven’in on yaşındaki bir kıza çocuğuna yazdığı
mektuptan bir tümce: “Bilim ve sanat yap. Yalnız onlar insanı Tanrı katına
yüceltir.” Nurullah Ataç’a (8)kulak verelim bir de, “Bir toplumda ahlakın
ilerlemesini, düzelmesini istiyorsanız, o toplumda edebiyat, sanat merakını
uyandırın, geliştirin. Çocuklara, gençlere şiirler, öyküler, romanlar
okutturun.”
Ahlak, su ve ateş arkadaş olmuşlar.
Su demiş,
“Bir gün beni yitirirseniz, bir şarıltı duyunca oraya gelin.”
Ateş demiş,
“Beni yitirirseniz, bir duman görürseniz oraya gelin.”
Ahlak demiş,
“Sakın beni yitirmeyin, yitirirseniz bir
daha bulamazsınız.”
- İnam, Ahmet (2008) “Ahlak” Cumhuriyet Bilim Teknik 02.05.2008 Sayı: 1102
- Neill, A.S. (1978) Bir Eğitim Mucizesi: Summerhill (Çev. Güler Dikmen) İstanbul: Hürriyet Yay.
- Cüceloğlu, Doğan (2000) İçimizdeki Çocuk 27. Baskı İstanbul: Remzi Kitabevi
- Acar, Özgen, Cumhuriyet 08.10.2013
- Goleman, Daniel (1998) Duygusal Zekâ (Çev. B. Seçkin Yüksel) 2. Baskı İstanbul: Varlık Yay.
- Çubukçu, Zühal- Girmen, Pınar (2009 “İlköğretim Öğrencilerinin Empati Becerisine Sahip Olma Düzeyleri” Ankara. Çağdaş Eğitim dergisi Aralık 2009 Sayı: 370 (15-21)
- Anday, Melih Cevdet, Cumhuriyet, 28. 04. 1995
- Ataç, Nurullah (1968) Sözden Söze-Anarken İstanbul: Varlık Yay.
- Şahin, Haluk (2003) “Dinsel Ahlak-Laik ahlak” Radikal, 08.08.2003(*) Bu yazı Çağdaş Eğitim Kooperatifi’nin yayımladığı Çağdaş Bakış dergisinde (Mart 2015, Sayı: 14) yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder