ARA ELEMAN MI, KALEM EFENDİSİ Mİ? (*)
Eski Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’a göre (Ağustos 2013),
Türkiye ‘konumu itibariyle’ mucit (buluşçu) çıkaramazmış, onun için gençler ara
eleman olarak yetişmeli, kalem efendisi olmamalıymış.
Ne yazık ki, tarihsel, kültürel bağlamda
doğru söyledikleri. Çıkaramaz değil ama, çıkarılmadı, izin verilmedi. Destek
değil, köstek olundu. Bunu destekleyen örnek çok. İlkin Osmanlı Bilgini
Takiyüddin geliyor aklıma. Takiyüddin 1575’te İstanbul-Tophane sırtlarında bir
gözlemevi kuruyor. Çok değil, beş yıl sonra, 1580’de Şeyhülislam Kadızade’nin,
‘gözlem yapılması uğursuzluk olup yıldızların sır perdelerini küstahça aralama
yürekliliğini gösterme kötü bir sona götürür’ denilen fetvası, III. Murat’ın da
buyruğuyla denizden topa tutularak yıkılıyor. Neden? İlber Ortaylı’ya göre, o
arada olan depremin nedeni gözlemevidir diye söylenti yayılıyor. (1) Veba
salgınını bu gözlemevinin varlığına yoranlar da olmuş. Gözlemevi yıkılsın diye
Sarayın önünde büyük gösteriler yapılmış, ‘iztemezük’ denmiş. Yani ‘mili irade’
istememiş, gökyüzündeki melekleri gözlüyorlarmış çünkü.
Bir örnek daha, Darülfünun (üniversite)
Müdürü Hoca Tahsin Efendi (1812-1881),
canlıların havasız ortamda yaşayamadıklarını kanıtlamak için deneyler yapınca,
Tanrının işine karışıyor diye dinsizlikle suçlanıyor, baskılar sonucu
müdürlükten alınıyor. Hoca Tahsin Efendi kırgın, cehaletten bunalmış, şöyle iki
dize yazmış. (2)
Cehalet mültezem, kesb-i kemâldir cünhamız,
bildim
İlahi, cürm-ü tahsil-i ilimden tövbeler
olsun
(Suçumuz olgunluk kazanmakmış, oysa bize
cehalet gerek, anladım.
Tanrım, bilim öğrenme suçundan tövbeler
olsun.)
Ölüm döşeğinde de şunları söylüyor: “(…)
Benim sonsuz bilime yönelmem, tam tersine hakkıyla dindar olmak ve aklımın
sınırlarını sınamak içindi(…).” (3) Hakkıyla dindar olmak istemiş, siyasal
İslamcı olsaydı bunlar başına gelmez, el üstünde tutulurdu.
Erdoğan Bayraktar şunu da diyor: Bu ülke
Müslüman bir ülke, tarihten gelen bir yapısı var. Gençlere de, öyle düşünmekle,
yazmakla, araştırmakla zaman yitirmeyin, pratik olun diye sesleniyor.(5)
Ünlü
Bilimci Richard Dawkins hesaplamış, tüm Müslümanların aldığı Nobel Ödülü
sayısı, Cambridge Üniversitesi’nin Trinity Koleji’ndeki bilimcilerin aldığından
az. (4)
Erdoğan Bayraktar, gençlere ‘kalem efendisi’ olmayın diyor. Bu bir İbn
Sina, İbn Haldun, Farabi, Ali Kuşçu, Cahit Arf, bir Albert Einstein olmayın
demektir. Bilimden uzak durun demektir, diyor zaten, ara eleman olun, tekniker
olun. Öğretmenleri, ellerine kılavuzlar vererek yaratıcılıklarının önünü kesip
bu düzeye indirdiler bile. Oysa, Spears’ın deyişiyle, program, öğretmenin
kafasında ve kalbindedir. (10)
İslam akıl dinidir, diyen Maturidi
(853-944), akılcı bir felsefe akımı olan ‘Mutezile’nin öncüleri Müslüman değil
miydi? Ama bunları ellerinin tersiyle ittiler, İmam Gazali’ye döndüler. Çünkü o
akıl yok, nakil var dedi.
1939’da Abraham Flexner’ın ‘Yararsız
Bilginin Yararı’ başlıklı bir yazısı (Harpers Magazine dergisi, sayı:179)
yayımlanıyor. Yararsız sanılan bilgiler sonradan işe yarıyor. Öyle ki birçok
buluş, daha önce ortaya konup da ne işe yarayacağını kimsenin bilmediği
‘yararsız bilgiler’ sayesinde gerçekleşmiştir. Başka bir deyişle, öyle kuramlar
var ki, bulan bile o anda ne işe yarayacağını kestiremiyor.
Marconi radyoyu icat ediyor, ama ondan 100
yıl önce Maxwel ‘elektromanyetik kuramı’nı geliştirmesiydi, icat edebilir
miydi, kuşkulu… Albert Einstein de ‘görecelik kuramı’nı Gauss’a, Riemann’a borçlu. (5)
Yineleyelim, eski Bakan bizde buluşçu
çıkmaz diyor. Çıkmaz değil, çıkarılmaz. ‘4-4-4’le (artı koymaya elim
varmıyor) hiç olmaz. Özel çabalarıyla öne
fırlayıp çıkan bilimcilerin başına da gelmedik kalmaz. Tek örnek yeter,
üniversiteden kovulan dünyaca ünlü Muzaffer Şerif…
Eski Bakan, pratik olun, teknolojiyi iyi
kullanın diyor. Teknolojiden de uzak dururlardı çok eskiden, ‘gâvur icadı’
derlerdi. Şimdi teknolojiyi seviyorlar, ama onun temelinde sorma, sorgulama,
araştırma, deney, gözlem, kısacası bilim olduğunu görmediler, görmek
istemediler. Üzümünü yediler, bağını sormadılar. Bilim Aydınlanmanın, özgür
aklın ürünüdür. Aydınlanmadan korktular, bilimin felsefesinden uzak durdular.
Çünkü bilimde ezber yok, anlamadan belleme yok, dogma yok. Bilimde kuşku var,
sorgulama var, özgür ve eleştirel düşünce var. Leonardo da Vinci’nin sözü bu:
“Kuramı bir yana bırakıp uygulamayı yeğleyenler, gemisini dümensiz, pusulasız
yürüten bir gemiciye benzer ve bunlar hiçbir zaman nereye savrulacaklarını
bilemezler”
Eski Bakan, dünyanın bütün bilgilerini
alın diyor, bilgi üretin demiyor ama.
Psikiyatrist Orhan Öztürk, çocuklarımızı
korku kültürü içinde nasıl meraksız kılıyoruz, onu anlatıyor. (6)
“
Çocuk dinsel, yarı dinsel korkutmalarla (Allah çarpar, cin çarpar, öcü, şeytan
ve birçok ürkütücü soyut kavram) sıklıkla karşılaşmakta, özellikle alışılmış
mekânın dışına çıkmaya ya da yeni bir şeyi, yeri keşfetmeye karşı olan
ürkütmeler, Allah, cin, şeytan korkusu çocuğun çevresinin çapını genişletmesine
karşı önemli engel olmaktadır. (…) Yetke (otorite) olabilecek nesnelere karşı
korku aşılayıcı tutumlar, en başta baba olmak üzere çok çeşitli yetke örnekleri
korkulan nesneler olmaktadır. Baba korkusu, üst korkusu, devlet korkusu, Allah
korkusu gibi…
Tüm bunlar çocukta benlik özerkliğine
dayanan ve bireye özgü içsel yargılama dizgesi (sistem) olan bir vicdan yapısı
(süperego) yerine, dışarıdan gelecek cezaya ve korkuya dayanan bağımlı bir
vicdan yapısının oluşmasına neden olabilmektedir.
Tanımladığım kısıtlayıcı baskılarla
birlikte, evreni ve insanı soruşturmayan, insanın araştırıcı yönünü sınırlayan,
sorgulamadan kul olma duygusunu aşılayan, yalnızca duygusal inanmaya değer
veren, anlamanın önemini yadsıyan boş inançlarla saptırılmış olan din
eğitiminin ve uygulamalarının yaygınlığı ve egemenliği de bilme dürtüsünün
körelmesini, köklü bir kişilik özelliği olmasını önlemektedir. (…) Bu ülkede çocuk büyüdükçe artık soru
sormadan, düşünmeden öğrenen, anlamadan inanan bir kişi olmaktadır.”
Aysel Ekşi de doğruluyor bunu: Ülkemizde
gençlerin- genellikle- merak edip araştırması, kendiliğinden tasarlaması,
yaratıcı olması evde de, okulda da, çevrede de desteklenmiyor. (7)
Osmanlı yaklaşık 350 yıl (1517-1882)
Mısır’da kalıyor, piramitleri merak eden bir kişi bile çıkmıyor. (6) Batı
Yenidendoğuşu (Rönesans), Aydınlanmayı yaşarken oralarda ne olup bitiyor, bunu
da merak etmiyorlar.
Albert Einstein, merakı (bilme dürtüsü)
küçük, narin bir bitkiye benzetiyor. Bu bitkinin gereksinmesi uyaranlardır,
özgürlüktür. Kişide özgür, özerk, sorgulayıcı düşünce yapısı gelişirse
araştırıcı, bilimsel düşünceli, dahası sanatsever olur. (6)
Bilimsel tutum, kuşku duymayı, nesnel
olmayı, gerçekle söylentiyi ayırmayı, eleştirel bakış içinde olmayı, olaylar
arasında nedensel bağlar kurmayı gerektirir. Bilimden nasibini almayansa
kopyacı, aktarmacı, aşırmacı olur.
Düşünen soru sorar, soran düşünür. B.Disraeli’nin deyişiyle, cehalet
soru üretmez. Ama bilim soruyla gelişmiştir. Bir Newton çıkmış, elma düşüyor da
Ay neden düşmüyor, diye sormuş. Konya Karatay Medresesi’nin (1251) kapısında
şöyle yazıyormuş: Essual’u nısf-ul ilm (Sormasını bilmek, bilimin yarısıdır.)
(8) Gelgelelim sorudan, soru soranlardan hep korkulmuştur.
Nobel fizik ödülünü kazanan İsidor Rabi’ye
öğrencileri sormuşlar,
“Hocam, bu başarınızı neye borçlusunuz?”
“Başarımı soru sormaya, soru sormayı da
anneme borçluyum. Annem, başka annelerin tersine, bugün öğretmenine güzel bir
soru sordun mu, diye sorardı.”
Atatürk de İsmet İnönü’nün çocuklarını uyarırmış. Çocuklar kendinize
güvenin, soru sorun. Bilmemek ayıp değil, öğrenmek için soru sorun, dermiş.
Aydınlanmacı G.E. Lessing (1729-1781),
Tanrı karşıma çıksa, dese ki, bu elimde gerçekler, bu elimde de gerçeklere
götüren araçlar var, seç birini… Ben araçları seçerim, diyor.
Erdoğan Bayraktar sanattan hiç söz
etmiyor. Felsefesiz bilim olmaz. Bilim de sanatla atbaşı gider. Einstein’ın
söylediği sanılıyor: Bilim ve sanat bir kuşun iki kanadıdır. Bilim ve sanata
önem veren toplumlar uçar. Bilim ve sanata önem vermeyen toplumlarsa uçamaz,
tavuk olur. O tavuğun önünden gel bili bili diye yem atarlar, arkasından da
yumurtalarını toplarlar.
Sıra ona geldi, Talim ve Terbiye
Kurulu’nun 27 Ocak’ta aldığı kararla 9. ve 12. sınıflarda seçmeli felsefe dersi
kaldırıldı, bu ders sadece11. Sınıfta zorunlu olarak okutulacak, o da haftada
iki saat… (11) Bu dersleri kimin, nasıl verdiği de ayrı bir konu. Çocukların,
gençlerin eleştirel düşünmesini istemiyoruz demektir bu, bize fikir değil,
zikir gerekli demektir. Onlar dindar (siz dinci anlayın), kindar gençler
istiyorlar ya…
Fransa’da ‘felsefe bakaloryası’nda sorulan
sorulardan sadece üçünü okuyalım, gençleri düşünmeye nasıl alıştırdıklarını
görelim: (9)
- Özgür olmadan mutlu olunabilir mi?
- İnsan kendi bilincine varmakla kendine yabancılaşır mı?
- İnsanların yönetilme gereksinmeleri var mı?Atatürk Kültür Merkezi yenilenecek bahanesiyle yıllardır kapalı, çürümeye terk edildi. Yok, sanata kapalı, polislere açık.
Sayın Bayraktar, bilmelisin, elinde
tuttuğun mikrofon da küçümsediğin ‘kalem efendileri’nin buluşudur.
- Wikipedia.org
- Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi,İstanbul Kültür Üniversitesi Yay.,1997
- Osman Bahadır “Hoca Tahsin Efendi’nin Son Sözleri” Cumhuriyet Bilim Teknoloji 26.02.2010 Sayı:1197
- Emre Kongar “AKP Niçin Çağın Gerisindedir?” Cumhuriyet, 13.08.2013
- Can Gürses “Gereksiz Bilginin Gerekliliği” Cumhuriyet Bilim Teknoloji 20.09.2013
- Orhan Öztürk “Çocukta Bilme Dürtüsünün Gelişimi” 3. Ulusal Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumu (Yayıma Haz. Sedat Sever vd.) AÜ ÇOGEM (23-28)
- Aysel Ekşi Çocuk, Genç, Ana Babalar Bilgi Yayınevi, 1990:279
- Doğan Kuban, Cumhuriyet Bilim Teknoloji 27.05.2011 Sayı:1262
- Server Tanilli’nin Cumhuriyet gazetesindeki köşe yazılarından alınmıştır.
- Fatma Varış Eğitimde Program Geliştirme AÜ EBF Yay. 1988
11.
Sinan Tartanoğlu’nun haberi, Cumhuriyet gazetesi, 30.01.2014
(*) Bu yazı ÇEK’ in Çağdaş
Bakış (Mart 2014 Sayı:10 ) dergisinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder