15 Şubat 2016 Pazartesi

YAPTIN MI ÖDEVİNİ?


YAPTIN MI ÖDEVİNİ? (*)



                                                                                          Recep Nas
                                                                 recepnas@uludag.edu.tr



     Aklıma geliyordu zaman zaman, ev ödevi üzerine yazayım diyordum. Öğretmenlerle, ana-babalarla konuşurken söz dönüp dolaşıp ödeve geliyordu çünkü, tabii yakınmalar diz boyu… İki yıl oluyor, konferansımdan sonra söyleşirken anlatıldı. Çocuklardan ev maketi yapmaları istenmiş. Babası öğretmen olan çocuk yardımsız, tek başına yapmış maketi. Tabii maket biraz eğreti, biraz kaba olmuş. Maketin okula götürüleceği gün çocuk tutturmuş, gitmeyeceğim diye. Neyse sonunda razı olmuş, babası arabasıyla götürmüş. O ne! Öbür öğrencilerin babaları kendilerinin yaptığı,- Aziz Nesin’in ‘nazik aleti’ni taşır gibi- Safranbolu evlerini andıran maketler kucaklarında kurum sata sata okulun kapısına doğru yürüyorlar. Bizim çocuk iyice kaygılanmış, babasından yüz bulsa kaçacak.  Baba akşam eve gelince çocuğunu ağlarken buluyor. Okulda olan şuymuş: Öğretmen, öbürlerinin yanında gecekondu gibi duran maketi almış, kırıp çöp kutusuna atmış. Aslında kırdığı çocuğun minicik kalbi… Ruhunda kopan fırtına, umarım, bu çocuğu okuldan uzağa savurmaz.

      1980’li yıllarda çok konuşuldu, yazıldı ev ödevi üzerine. Ödev Yönetmeliği değişecekti, artık ödev verilmeyecek diye anlaşıldı bu, kıyamet koptu. Birçok veli itiraz etti, tepki gösterdi, öğretmenler de… Kimi öğretmen, soruşturulmayı da, meslekten atılmayı da göze alarak –  yararına inandıkları için – ödev vereceklerini söylemişler. (Ülker Göktürk’ün haberi Cumhuriyet, 24. 10. 1989)  O dönemde ödeve ilişkin üç yazı yazdım ben de.

     Ödevlerini zorla yaptırırken ödev kalkarsa çocukları nasıl çalıştıracağız, kaygı buydu. Bir kez çocuk doğuştan meraklıdır, sorar soruşturur, öğrenme isteğiyle dopdoludur, yeter ki bu merak köreltilmesin. Çalış, başarırsın, denilerek çocuk çalıştırılamaz. Başardıkça, başarma tadını tattıkça çalışır ama…

     Yakın çevremde ödevi dert edinen galiba tek bendim. Yıl 1982, oğlum 5. sınıfa yeni bir çevrede, yeni bir okulda başladı, daha ikinci haftada bunaltıcı ödevlere isyan edip okula gitmeyeceğim diye tutturdu. Birkaç müfettişten yardım istedim, tınmadılar. Birisi, çocuk dediğin ders çalışır, diye kestirip attı.

      Bunu diyen müfettişin 4.sınıfa giden kızına sordum bir gün,

     -Nasıl gidiyor?

     -İyi gidiyor…

     -Ne iyi gidiyor, ne sordum ki ben?

     -Ne soracaksınız, dersleri sormuşsunuzdur. Büyükler başka ne sorar ki!

     1970’li yıllarda müfettişken de ödev derdimdi. Söylerdim hep, bırakın çocuklar çocukluklarını yaşasınlar. V. Tarzie Vittachi’nin dediği gibi, çocuğun en temel hakkı çocuk olma hakkıdır. Çocuğun ana özelliği devinim, ana uğraşı oyundur. Oyun yoluyla çocuk neler neler öğrenir.

     Bir öğretmene sormuştum,

     -Neden bu kadar çok ödev veriyorsunuz?

     -Oynayacaklarına ders çalışsınlar.

     Bir başka öğretmene de,

     -Ödevleri denetliyor musunuz, diye sormuştum.

     -Denetlemeye kalksam ders yapamam, demişti.

     Çok kez denetlemekten (kontrol) anlaşılan da, sadece yapılıp yapılmadığına bakmaktır. Lise öğretmenleriyle söyleşirken ödev konusu açıldığında, birisi, ödevin bir başına bir sonuna bakılır demişti. Yanındaki de eklemişti, notları diyelim 60’la 70, onun ödev notu 65’tir. Geribildirim (dönüt) vermezsen, yine ödev yoluyla kendine bağımlı kıldığın için özdenetim, özdeğerlendirme, içgüdülenme gibi yetileri kazanamadığından, dahası içödülün tadını tatmadığından, çocuk da yaptığı işi önemsemez, baştan savma iş yapmayı öğrenir.

     Dedim ya, ödev üzerine yazayım diye aklımdan geçiyordu. Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın “Öğrenciye tatil ödevi yok” sözünü okuyunca (Cumhuriyet, 30.12. 2015) yazmak farz oldu. Bakan, ders yılı içinde de çok fazla ödev veriliyor, ödevleri hafifleteceğiz, diyor. Oh be, nihayet, diyelim mi? Hayır, ben hiç umutlanmadım, ağzım sütten yanık… Bu kaçıncı uyarı, kaçıncı genelge… “Yaptın mı ödevini!” Bu gidişle veliler bu sözü daha çok söylerler, çocuklar da işitirken irkilirler, gerilirler.

     İşte ta 1984’ten bir genelge (23.11.1984 Sayı: 28159): Velilerin sözlü/yazılı yakınmalarından, öğrencilerin okuldan, derslerden soğumalarına neden olacak biçimde ödev verildiğinin anlaşıldığı belirtiliyor, uzun yazı tekrarlarıyla öğrencilerin usanmasına, yazılarının bozulmasına yol açılmaması isteniyor.  09.11.1989 gün ve 4778 sayılı genelgede de bir önceki genelgedeki uyarılar yineleniyor, çok zaman alan ödevlerin, oyun çağını sürdüren çocukların gelişimlerini olumsuz olarak etkilediği belirtiliyor. Bir genelge de yakın zamandan, Figen Atalay (Cumhuriyet, 24.05.2008), MEB’in tarihini, sayısını vermediği bir genelgesinden söz ediyor. Bu genelgede ‘performans ödevleri’nin evde değil, okulda yapılması isteniyor.

     Bakalım bu genelgeler işe yarıyor mu, çocukları dinleyelim (Hürriyet Pazar, 16.03.1986). 

     3.sınıf öğrencisi Sevgi Yılmaz:

     “[A]kşam eve dönüyorum. O zaman da çok acıkmış oluyorum. Hemen yemeğimi yiyorum. Biraz oyalanıp ödevimin başına oturuyorum. (…) Ama çoğu kez uykum geliyor. Yarın yaparım diye yatıyorum. O zaman sabah çok erken kalkıp gene ödevimin başına oturuyorum. Ödevimi yapmadan yatınca uykum da pek rahat olmuyor. Rüyamda ödevleri görüyorum, sıkıntılı…”        

     5. sınıf öğrencisi Koray Gürkan:

     “(…) İlk geldiğim zamanlar öğretmenim bana her akşam on sayfa yazı veriyordu. Yaz yaz bitmiyordu. Sonra sekiz sayfaya düştü, şimdi azaldı. Ama ödevim var, ödevimi yapamıyorum. Ben otobüsümle daha çok oynamak istiyorum.”

     Ödev tartışmaları yeni değil, 1886’dan bu yana sürüyor, yalnız bizde değil, bütün dünyada… Ödev, ille de ödev diyenler var,  hiç verilmemeli diyenler, verilmeli ama, az, nitelikli, çocuğa göre, eğitsel olması gerekir diyenler de var.

     Sara Bennett Amerikalı bir avukat, iki çocuklu bir anne. Ev ödevleriyle boğuştuklarını görünce, çocuklarını ev ödevi verilmeyen bir okula yerleştiriyor. Tutuyor, gazeteci Nancy Kalish’le birlikte The Case Aganist Homework (Ev Ödevine Karşı Dava) adlı bir kitap yazıyor. Sonuç: Ev ödevlerinin çocukların akademik (okul) başarılarına ölçülebilir yararını kanıtlayan bir çalışma bulunamamış. (1)

     The Homework Myth (Ev Ödevi Efsanesi) adlı kitabın yazarı Alfie Kohn da, ödevin akademik başarının önemli bir öğesi olmadığını, bazı durumlarda ters etki bile yapabileceğini belirtiyor. (2)

     Richard Cowan’la Susan Hallam (Londra Üniversitesi) 1981 yılından bu yana Avrupa’daki, Amerika’daki eğitim dizgelerini (sistem) inceliyorlar. Sonuç: Özellikle ilköğretimde verilen ev ödevleri öğrencilerin ruhsal durumlarını olumsuz yönde etkiliyor. Bitmedi, öğretmenleri de velileri de gerilim altına sokuyor (Sabah, 02.10.1998).

     Richard Walker’a (Sidney Üniversitesi) göre, ödev yalnızca lise öğrencilerinin akademik başarılarını geliştiriyor, bu da öğrencilerin % 45’i için geçerli. (3)

Bu da Selçuk R. Şirin’in (New York Üniversitesi) saptaması: TİMSS’nin (Trends in International Mathematics and Science Study – Uluslararası Matematik ve Fen Eğilimleri Araştırması) sonuçlarına (2011) göre çok ödev yapan öğrenciler daha başarısız. (4)

     Kapsamı dar da olsa bir de bizden bir araştırma… Şahin Kapıkıran’la Hüseyin Kıran’ın (Pamukkale Üniversitesi) “Ev Ödevinin Öğrencinin Akademik Başarısına Etkisi” başlıklı araştırmalarının sonucu: İlkokul 1. kademede ev ödevinin öğrencinin akademik başarısı üzerinde etkisi yok. (5)

     Gülseren Günçe’nin (Hürriyet Pazar, 16.03. 1986) belirttiği gibi, “Ev ödevi çok yanlış bir olaydır. Çünkü ev ödevi olmaz. Evde çocuk ancak merak ettiği, ilgilendiği ve öğrenmek istediği konuları araştırmalıdır. Bazı konular hakkında okulda çocuğun ilgisi, merakı uyandırılmalıdır. Onlarla ilgili araştırmayı evde kendi başına yapmalıdır (…).”

     Sınıfta eğitimsel (hedefe götürücü, doyurucu) yaşantılar geçiren, ilgi ve gereksinmeleri doğrultusunda bir öğretme-öğrenme süreci içinde çalışmalara kendini kaptıran çocuk, ders süresi yetmeyince ’işlerini’ kendiliğinden eve taşır. Çocuk bunu gönüllü yaptığı için gerilim yerini erince, doyuma bırakır.

      Ödev eninde sonunda dışdenetim aracıdır, zorlamadır. Oysa çalışma isteği içten gelmelidir, çocuk özgüdülenme sonucu çalışmaya başlamalıdır. Ne güzel bir atasözümüzdür: Yığmaca çakıl yedi gün, koymaca akıl yedi adım… Çocuklar ödeve, öğretmenin, velilerin “Çalış!” buyruklarına öylesine koşullanıyorlar ki, ödev verilmeyince çalışmıyorlar, o zaman da yeniden baskıya başvuruluyor (Nas, 2006a: 370) “Zorlamanın her türlüsü, ev ödevi dahil, küçük, çürük elma gibidir. Bir süre sonra bir kırıntıya ve çöpe dönüşecektir (Glasser, 1999:271)

     Bir bakanlıkta üst düzeyde görevli birisi arkadaşına şöyle diyor: “İlkokuldan beri bizi ödev yapmaya öyle alıştırdılar ki, şimdi ödev verilince yapıyorum, verilmeyince boşuna oturuyorum.” (Ergün, 1987: XIV)

     İstanbul’da çeşitli devlet liselerinden öğrenciler bir özel lisede (MEF) toplanıyorlar. Yedi yarkurul (komisyon, komite) oluşturup üç gün boyunca çalışıyorlar. Sonuç bildirgesindeki bir bölüm şöyle: Ödevi öğretmenin vermesi öğrenci tarafından buyruk olarak algılanıyor, onun için ödevi öğretmenin vermesi uygun değildir. (Cumhuriyet, 24.04.2012)

     Öğretmenin buyurucu olması, ödevin itici olması için yeterli bir neden, etken. Öğretmen adaylarına yeri gelir sorardım,

-Ödev denince sizde ilk uyanan duygu ne?

İlk ve çok söylenenler,

-Of, sıkıntı, gerilim, angarya…

Ödevin ateşli savunucuları, ‘minik kızın ev ödevi isyanı’nı (6) izlesinler. “Of of of of” diyor, “Gıcık kapıyorum bu kitaptan, tüm kitaplardan…” diye dertleniyor.

      Ödev yanlılarına göre ödev sorumluluk aşılar. Ama sorumluluk zorla, baskıyla oluşturulamaz, evde ve çevrede yerleşmiş değerlerle beslenip çocuğun içinde gelişir. Sürekli buyruk alan, buyruklara harfi harfine uyması istenen çocuğun sorumluluk duygusu gelişmez (Ginott, 1980:11) Sorumluluk çocuğa söz ve seçme hakkı tanımakla geliştirilir (Nas,2006b:288)  Değişimin kapısı içerden açılır, dışardan değil.

     Ödev, angarya olarak algılanınca, eskiden ansiklopediden, tek bir yazılı kaynaktan nerdeyse olduğu gibi alınıyordu, şimdilerde bilgisunardan (internet) yararlanılıyor. Wikipedia önemli bir kaynak, çıktı al oradan, olsun bitsin. Ödev siteleri bile var, okunacak kitapların özetleri bunlarda hazır, öğrencileri bekliyor.

     İşte eskilerden bir örnek (Gülyurdu,1999): “Edremit Lisesi’nde 1. Sınıftaki öğrencilerimden birine fizik dersinde ‘dinamolar’la ilgili bir ödev vermiştim. Ödevi incelerken bir de ne göreyim, son sayfada ‘Hasan İzzettin Dinamo’nun Hayatı’ yazıyor. Ödevin sahibi öğrenciyle tek olarak görüştüm, bana ‘Hocam ben ansiklopediden aynen yazdım, aynı sayfadaki Hasan İzzettin Dinamo’yu da dinamoyu bulan kişi zannettim’ dedi.”

     Ödev yapmaları istenmeden önce öğrencilere araştırma, ödev hazırlama tekniklerinin öğretilmesi gerekmez mi, öğreticilerin böyle bir ‘ödevi’ yok mu? Aslolan öğretmenin evde, öğrencinin okulda çalışmasıdır. Ders zille değil, hazırlıkla başlar.

     Öğrenmenin o doyum olmaz tadını tatmaları, öğrenmeyi öğrenmeleri gerekirken, bana öyle geliyor ki bugünkü ödev veriliş biçimiyle çocuklar öğrene öğrene öğrenmenin ne kadar sıkıcı, ne kadar zor olduğunu öğreniyorlar. Bu algılayış kitaplara da, derslere de, okula da yansıyor.  Kar yağınca boşuna mı seviniyor çocuklar, “Tatil yağıyor” diyorlar. “Ev ödevlerinden nefret ettikçe öğrenmekten de nefret eder duruma geliyorlar.” (Glasser, 1999:275)

     Pennac’a (2013:96) göre, “Okumayla barıştırmanın tek şartı şu: Karşılık olarak hiçbir şey beklememek. Ama hiçbir şey. (…) En küçük bir soru bile sormamak. En küçük bir ödev bile vermemek. (…) Merak zorlanmaz, uyandırılır.”

     Tamam, öğrenmenin kalıcı izli olması için belirli düzeyde tekrar zorunludur, bunun için de alıştırma gereklidir. Alıştırma, öğrenmenin kalıcı olmasını, devimsel yönü ağır basan bir davranışın doğru, çabuk yapılmasını sağlayan bir etkinliktir. Çocuk ilkin öğrenecek, istendik davranışın (kazanımın) kalıcı olması için de alıştırma yapacak. Ne ki alıştırmalar gelişigüzel tekrarlar değildir, böylesi tekrar yarar yerine zarar getirir (Baymur, 1967:114) En büyük zarar da çocuğun yorulması, usanması, bıkmasıdır. Öğrenilenlerin ilginç, çekici, düşündürücü olan yeni durumlarda, oyun içinde kullanılması alıştırmaları anlamlı, zevkli kılar. Bunlar da pekâlâ sınıfta yapılabilir.

     Kalıcı izin oluşması için ne kadar tekrar gerektiğini öğrencinin öğrenme hızı belirler. Öğrenme hızıysa öğrencinin önöğrenmeleriyle, güdülenmişliğiyle ilgilidir (Ertürk, 1984: 98) Demek ki tekrarın niceliği öğrenciden öğrenciye değişir. Ne kadar çok tekrarlanırsa, o kadar iyi öğrenilmiyor (Enç, 1981:196) Öğretimin bir parçası olarak alıştırmaların da bireyselleştirilmesi, çeşitlendirilmesi gerekir (Nas, 2006c:86).

     Aytaç Açıkalın (1999: 82) anlatıyor: “İlkokul öğretmenim rahmetli Ali Rıza Bey’di. Onun yüzünden daha birinci sınıfta okuldan kaçtım. 29 harfi 29 sayfa yazmamı istemişti. Oyundan kalan vaktim ise o işe yetmedi.” 

     Birinci sınıf öğrencisi ‘yumurta problemi’ni annesinin çözmesini istiyor, gerekçesi de şu: “Çünkü ben yumurta almıyorum, sen alıyorsun.” (Senemoğlu, 1998: 55)

     Kimse alınmasın ama, “Ev ödevi, ilgi çekici dersler hazırlama çabası göstermek istemeyen öğretmenlerin sığınağı durumunda. Zorunlu ev ödevinden vazgeçildiğinde, öğretmenler, öğretimlerini geliştirmek için çaba harcamamanın mazeretinden yoksun kalacaklar. Bu mazeret, öğrencilerin, ev ödevlerini yapmadıkları için ‘tembel’ ve ‘ilgisiz’ oldukları düşüncesidir. (…) [D]ers programını yetiştirmekle kaliteli çalışmayı öğrenmek ve öğretmek çok farklı olgulardır. (…) Kalite okulu ve zorunlu ev ödevi… Bunların ikisi bir arada var olamaz.” (Glasser, 1999: 271, 277)

     Fıkra mıdır, yaşanmış mıdır, bilmem, ama hoş… Öğretmen ilk sıradan başlayarak öğrencilerin ev ödevlerine şöyle bir bakarak ilerlerken arka sıradan bir öğrenci,

     -Hocam bir şey sorabilir miyim, diyor.

     -Sor bakalım…

     -İnsan yapmadığı bir şeyden sorumlu olabilir mi?

     -Olur mu öyle şey! Neden sordun?

     -Şey Hocam… Ödevimi yapmadım da…



                                                    KAYNAKÇA



Açıkalın, Aytaç(1999) İnsan Kaynağının Yönetimi, Geliştirilmesi Ankara: Pegem Yay.

Baymur, Fuat(1967) Aritmetik Öğretimi İstanbul: İnkılâp ve Aka Kitabevleri

Enç, Mitat(1981) Eğitim Ruhbilimi İstanbul: İnkılâp ve Aka Kitabevleri

Ergün, Doğan(1987) Sosyoloji ve Eğitim Ankara: V Yay.

Ertürk, Selahattin(1984) Eğitimde ‘Program’ Geliştirme 5. baskı Ankara: Yelkentepe Yay.

Ginott, Haim G. (1980) Siz ve Çocuğunuz  (Çev. Nuran İskit- Nuşin Günay) İstanbul:  

     Redhouse Yay.

Glasser, William(1999) Okulda Kaliteli Eğitim (Çev. Ulaş Kaplan) İstanbul: Beyaz Yay.

Gülyurdu, Türkkan(1999) “Öğrenci Üniversiteye Nasıl Başlamalı?” Cumhuriyet Bilim

     Teknik 31.07.1999 Sayı: 645

Nas, Recep(2006a) Hayat Bilgisi ve Sosyal Bilgiler Öğretimi 3. baskı Bursa: Ezgi Kitabevi

_________(2006b) Çocuk İnsandır Bursa: Ezgi Kitabevi

_________(2006c) Metinlerle İlkokuma - Yazma Öğretimi 4. baskı Bursa: Ezgi Kitabevi

Pennac, Daniel(2013) Roman Gibi 2. baskı (Çev. Mustafa Kandemir) İstanbul: Metis Yay.

Senemoğlu, Nuray(1998: 55) Gelişim, Öğrenme ve Öğretim: Kuramdan Uygulamaya      

     Ankara: Kendi Yayını

  1. www.hurriyet.com.tr/arama/ev-odevi (Erişim: 15.01.2016)
  2. (*) Bu yazı Öğretmen Dünyası dergisinde (Şubat 2016 Sayı: 434) yayımlanmıştır (27-30)

1 yorum:

  1. Sevgili Recep abi,
    yazılarını severek okuyorum ve inanın çok şey öğreniyorum.
    selam ve saygılarımla.

    YanıtlaSil