YAPTIN MI ÖDEVİNİ? (*)
Recep Nas
recepnas@uludag.edu.tr
Aklıma geliyordu zaman zaman, ev ödevi üzerine yazayım diyordum.
Öğretmenlerle, ana-babalarla konuşurken söz dönüp dolaşıp ödeve geliyordu çünkü,
tabii yakınmalar diz boyu… İki yıl oluyor, konferansımdan sonra söyleşirken
anlatıldı. Çocuklardan ev maketi yapmaları istenmiş. Babası öğretmen olan çocuk
yardımsız, tek başına yapmış maketi. Tabii maket biraz eğreti, biraz kaba
olmuş. Maketin okula götürüleceği gün çocuk tutturmuş, gitmeyeceğim diye. Neyse
sonunda razı olmuş, babası arabasıyla götürmüş. O ne! Öbür öğrencilerin
babaları kendilerinin yaptığı,- Aziz Nesin’in ‘nazik aleti’ni taşır gibi-
Safranbolu evlerini andıran maketler kucaklarında kurum sata sata okulun kapısına
doğru yürüyorlar. Bizim çocuk iyice kaygılanmış, babasından yüz bulsa kaçacak. Baba akşam eve gelince çocuğunu ağlarken
buluyor. Okulda olan şuymuş: Öğretmen, öbürlerinin yanında gecekondu gibi duran
maketi almış, kırıp çöp kutusuna atmış. Aslında kırdığı çocuğun minicik kalbi…
Ruhunda kopan fırtına, umarım, bu çocuğu okuldan uzağa savurmaz.
1980’li yıllarda çok konuşuldu, yazıldı ev ödevi üzerine. Ödev Yönetmeliği
değişecekti, artık ödev verilmeyecek diye anlaşıldı bu, kıyamet koptu. Birçok
veli itiraz etti, tepki gösterdi, öğretmenler de… Kimi öğretmen, soruşturulmayı
da, meslekten atılmayı da göze alarak – yararına inandıkları için – ödev vereceklerini
söylemişler. (Ülker Göktürk’ün haberi Cumhuriyet, 24. 10. 1989) O dönemde ödeve ilişkin üç yazı yazdım ben de.
Ödevlerini zorla yaptırırken ödev kalkarsa çocukları nasıl
çalıştıracağız, kaygı buydu. Bir kez çocuk doğuştan meraklıdır, sorar
soruşturur, öğrenme isteğiyle dopdoludur, yeter ki bu merak köreltilmesin.
Çalış, başarırsın, denilerek çocuk çalıştırılamaz. Başardıkça, başarma tadını
tattıkça çalışır ama…
Yakın çevremde ödevi dert edinen galiba tek bendim. Yıl 1982, oğlum 5. sınıfa
yeni bir çevrede, yeni bir okulda başladı, daha ikinci haftada bunaltıcı
ödevlere isyan edip okula gitmeyeceğim diye tutturdu. Birkaç müfettişten yardım
istedim, tınmadılar. Birisi, çocuk dediğin ders çalışır, diye kestirip attı.
Bunu diyen müfettişin 4.sınıfa giden kızına sordum bir gün,
-Nasıl gidiyor?
-İyi gidiyor…
-Ne iyi gidiyor, ne sordum ki ben?
-Ne soracaksınız, dersleri sormuşsunuzdur. Büyükler başka ne sorar ki!
1970’li yıllarda müfettişken de ödev derdimdi. Söylerdim hep, bırakın
çocuklar çocukluklarını yaşasınlar. V. Tarzie Vittachi’nin dediği gibi, çocuğun
en temel hakkı çocuk olma hakkıdır. Çocuğun ana özelliği devinim, ana uğraşı
oyundur. Oyun yoluyla çocuk neler neler öğrenir.
Bir öğretmene sormuştum,
-Neden bu kadar çok ödev veriyorsunuz?
-Oynayacaklarına ders çalışsınlar.
Bir başka öğretmene de,
-Ödevleri denetliyor musunuz, diye sormuştum.
-Denetlemeye kalksam ders yapamam, demişti.
Çok kez denetlemekten (kontrol) anlaşılan da, sadece yapılıp
yapılmadığına bakmaktır. Lise öğretmenleriyle söyleşirken ödev konusu
açıldığında, birisi, ödevin bir başına bir sonuna bakılır demişti. Yanındaki de
eklemişti, notları diyelim 60’la 70, onun ödev notu 65’tir. Geribildirim
(dönüt) vermezsen, yine ödev yoluyla kendine bağımlı kıldığın için özdenetim,
özdeğerlendirme, içgüdülenme gibi yetileri kazanamadığından, dahası içödülün
tadını tatmadığından, çocuk da yaptığı işi önemsemez, baştan savma iş yapmayı
öğrenir.
Dedim ya, ödev üzerine yazayım diye aklımdan geçiyordu. Milli Eğitim
Bakanı Nabi Avcı’nın “Öğrenciye tatil ödevi yok” sözünü okuyunca (Cumhuriyet,
30.12. 2015) yazmak farz oldu. Bakan, ders yılı içinde de çok fazla ödev
veriliyor, ödevleri hafifleteceğiz, diyor. Oh be, nihayet, diyelim mi? Hayır,
ben hiç umutlanmadım, ağzım sütten yanık… Bu kaçıncı uyarı, kaçıncı genelge… “Yaptın
mı ödevini!” Bu gidişle veliler bu sözü daha çok söylerler, çocuklar da
işitirken irkilirler, gerilirler.
İşte ta 1984’ten bir genelge (23.11.1984 Sayı: 28159): Velilerin
sözlü/yazılı yakınmalarından, öğrencilerin okuldan, derslerden soğumalarına
neden olacak biçimde ödev verildiğinin anlaşıldığı belirtiliyor, uzun yazı
tekrarlarıyla öğrencilerin usanmasına, yazılarının bozulmasına yol açılmaması
isteniyor. 09.11.1989 gün ve 4778 sayılı
genelgede de bir önceki genelgedeki uyarılar yineleniyor, çok zaman alan
ödevlerin, oyun çağını sürdüren çocukların gelişimlerini olumsuz olarak
etkilediği belirtiliyor. Bir genelge de yakın zamandan, Figen Atalay
(Cumhuriyet, 24.05.2008), MEB’in tarihini, sayısını vermediği bir genelgesinden
söz ediyor. Bu genelgede ‘performans ödevleri’nin evde değil, okulda yapılması
isteniyor.
Bakalım bu genelgeler işe yarıyor mu, çocukları dinleyelim (Hürriyet
Pazar, 16.03.1986).
3.sınıf öğrencisi Sevgi Yılmaz:
“[A]kşam eve dönüyorum. O zaman da
çok acıkmış oluyorum. Hemen yemeğimi yiyorum. Biraz oyalanıp ödevimin başına
oturuyorum. (…) Ama çoğu kez uykum geliyor. Yarın yaparım diye yatıyorum. O
zaman sabah çok erken kalkıp gene ödevimin başına oturuyorum. Ödevimi yapmadan
yatınca uykum da pek rahat olmuyor. Rüyamda ödevleri görüyorum, sıkıntılı…”
5. sınıf öğrencisi Koray Gürkan:
“(…) İlk geldiğim zamanlar öğretmenim bana
her akşam on sayfa yazı veriyordu. Yaz yaz bitmiyordu. Sonra sekiz sayfaya
düştü, şimdi azaldı. Ama ödevim var, ödevimi yapamıyorum. Ben otobüsümle daha
çok oynamak istiyorum.”
Ödev tartışmaları yeni değil, 1886’dan bu yana sürüyor, yalnız bizde
değil, bütün dünyada… Ödev, ille de ödev diyenler var, hiç verilmemeli diyenler, verilmeli ama, az,
nitelikli, çocuğa göre, eğitsel olması gerekir diyenler de var.
Sara Bennett Amerikalı bir avukat, iki çocuklu bir anne. Ev ödevleriyle
boğuştuklarını görünce, çocuklarını ev ödevi verilmeyen bir okula
yerleştiriyor. Tutuyor, gazeteci Nancy Kalish’le birlikte The Case Aganist
Homework (Ev Ödevine Karşı Dava) adlı bir kitap yazıyor. Sonuç: Ev ödevlerinin çocukların akademik (okul)
başarılarına ölçülebilir yararını kanıtlayan bir çalışma bulunamamış. (1)
The Homework Myth (Ev Ödevi Efsanesi) adlı kitabın yazarı Alfie Kohn da,
ödevin akademik başarının önemli bir
öğesi olmadığını, bazı durumlarda ters etki bile yapabileceğini belirtiyor.
(2)
Richard Cowan’la Susan Hallam (Londra Üniversitesi) 1981 yılından bu
yana Avrupa’daki, Amerika’daki eğitim dizgelerini (sistem) inceliyorlar. Sonuç:
Özellikle ilköğretimde verilen ev ödevleri
öğrencilerin ruhsal durumlarını olumsuz yönde etkiliyor. Bitmedi, öğretmenleri
de velileri de gerilim altına sokuyor (Sabah, 02.10.1998).
Richard Walker’a (Sidney Üniversitesi) göre, ödev yalnızca lise öğrencilerinin akademik başarılarını geliştiriyor,
bu da öğrencilerin % 45’i için geçerli. (3)
Bu da Selçuk R. Şirin’in (New York
Üniversitesi) saptaması: TİMSS’nin (Trends in International Mathematics and
Science Study – Uluslararası Matematik ve Fen Eğilimleri Araştırması) sonuçlarına
(2011) göre çok ödev yapan öğrenciler
daha başarısız. (4)
Kapsamı dar da olsa bir de bizden bir araştırma… Şahin Kapıkıran’la
Hüseyin Kıran’ın (Pamukkale Üniversitesi) “Ev Ödevinin Öğrencinin Akademik
Başarısına Etkisi” başlıklı araştırmalarının sonucu: İlkokul 1. kademede ev ödevinin öğrencinin akademik başarısı üzerinde
etkisi yok. (5)
Gülseren Günçe’nin (Hürriyet Pazar, 16.03. 1986) belirttiği gibi, “Ev ödevi çok yanlış bir olaydır. Çünkü ev ödevi olmaz. Evde çocuk ancak merak
ettiği, ilgilendiği ve öğrenmek istediği konuları araştırmalıdır. Bazı konular
hakkında okulda çocuğun ilgisi, merakı uyandırılmalıdır. Onlarla ilgili
araştırmayı evde kendi başına yapmalıdır (…).”
Sınıfta
eğitimsel (hedefe götürücü, doyurucu) yaşantılar geçiren, ilgi ve gereksinmeleri
doğrultusunda bir öğretme-öğrenme süreci içinde çalışmalara kendini kaptıran
çocuk, ders süresi yetmeyince ’işlerini’ kendiliğinden eve taşır. Çocuk bunu
gönüllü yaptığı için gerilim yerini erince, doyuma bırakır.
Ödev eninde sonunda dışdenetim aracıdır, zorlamadır. Oysa çalışma isteği
içten gelmelidir, çocuk özgüdülenme sonucu çalışmaya başlamalıdır. Ne güzel bir
atasözümüzdür: Yığmaca çakıl yedi gün,
koymaca akıl yedi adım… Çocuklar ödeve, öğretmenin, velilerin “Çalış!” buyruklarına
öylesine koşullanıyorlar ki, ödev verilmeyince çalışmıyorlar, o zaman da
yeniden baskıya başvuruluyor (Nas, 2006a: 370) “Zorlamanın her türlüsü, ev ödevi dahil, küçük, çürük elma gibidir. Bir
süre sonra bir kırıntıya ve çöpe dönüşecektir (Glasser, 1999:271)
Bir bakanlıkta üst düzeyde görevli birisi arkadaşına şöyle diyor:
“İlkokuldan beri bizi ödev yapmaya öyle alıştırdılar ki, şimdi ödev verilince
yapıyorum, verilmeyince boşuna oturuyorum.” (Ergün, 1987: XIV)
İstanbul’da çeşitli devlet liselerinden öğrenciler bir özel lisede (MEF)
toplanıyorlar. Yedi yarkurul (komisyon, komite) oluşturup üç gün boyunca
çalışıyorlar. Sonuç bildirgesindeki bir bölüm şöyle: Ödevi öğretmenin vermesi
öğrenci tarafından buyruk olarak algılanıyor, onun için ödevi öğretmenin
vermesi uygun değildir. (Cumhuriyet, 24.04.2012)
Öğretmenin buyurucu olması, ödevin itici olması için yeterli bir neden,
etken. Öğretmen adaylarına yeri gelir sorardım,
-Ödev denince sizde ilk uyanan duygu ne?
İlk ve çok söylenenler,
-Of, sıkıntı, gerilim, angarya…
Ödevin ateşli savunucuları, ‘minik kızın
ev ödevi isyanı’nı (6) izlesinler. “Of of of of” diyor, “Gıcık kapıyorum bu kitaptan, tüm
kitaplardan…” diye dertleniyor.
Ödev yanlılarına göre ödev sorumluluk
aşılar. Ama sorumluluk zorla, baskıyla oluşturulamaz, evde ve çevrede yerleşmiş
değerlerle beslenip çocuğun içinde gelişir. Sürekli buyruk alan, buyruklara
harfi harfine uyması istenen çocuğun sorumluluk duygusu gelişmez (Ginott,
1980:11) Sorumluluk çocuğa söz ve seçme hakkı tanımakla geliştirilir (Nas,2006b:288) Değişimin
kapısı içerden açılır, dışardan değil.
Ödev, angarya olarak algılanınca, eskiden ansiklopediden, tek bir yazılı
kaynaktan nerdeyse olduğu gibi alınıyordu, şimdilerde bilgisunardan (internet)
yararlanılıyor. Wikipedia önemli bir kaynak, çıktı al oradan, olsun bitsin.
Ödev siteleri bile var, okunacak kitapların özetleri bunlarda hazır,
öğrencileri bekliyor.
İşte eskilerden bir örnek (Gülyurdu,1999): “Edremit Lisesi’nde 1.
Sınıftaki öğrencilerimden birine fizik dersinde ‘dinamolar’la ilgili bir ödev
vermiştim. Ödevi incelerken bir de ne göreyim, son sayfada ‘Hasan İzzettin
Dinamo’nun Hayatı’ yazıyor. Ödevin sahibi öğrenciyle tek olarak görüştüm, bana
‘Hocam ben ansiklopediden aynen yazdım, aynı sayfadaki Hasan İzzettin Dinamo’yu
da dinamoyu bulan kişi zannettim’ dedi.”
Ödev yapmaları istenmeden önce öğrencilere araştırma, ödev hazırlama
tekniklerinin öğretilmesi gerekmez mi, öğreticilerin böyle bir ‘ödevi’ yok mu? Aslolan öğretmenin evde, öğrencinin okulda
çalışmasıdır. Ders zille değil, hazırlıkla başlar.
Öğrenmenin o doyum olmaz tadını tatmaları, öğrenmeyi öğrenmeleri
gerekirken, bana öyle geliyor ki bugünkü ödev veriliş biçimiyle çocuklar öğrene
öğrene öğrenmenin ne kadar sıkıcı, ne kadar zor olduğunu öğreniyorlar. Bu
algılayış kitaplara da, derslere de, okula da yansıyor. Kar yağınca boşuna mı seviniyor çocuklar,
“Tatil yağıyor” diyorlar. “Ev
ödevlerinden nefret ettikçe öğrenmekten de nefret eder duruma geliyorlar.”
(Glasser, 1999:275)
Pennac’a (2013:96) göre, “Okumayla
barıştırmanın tek şartı şu: Karşılık olarak hiçbir şey beklememek. Ama hiçbir
şey. (…) En küçük bir soru bile sormamak.
En küçük bir ödev bile vermemek. (…) Merak zorlanmaz, uyandırılır.”
Tamam, öğrenmenin kalıcı izli olması için belirli düzeyde tekrar
zorunludur, bunun için de alıştırma gereklidir. Alıştırma, öğrenmenin kalıcı
olmasını, devimsel yönü ağır basan bir davranışın doğru, çabuk yapılmasını
sağlayan bir etkinliktir. Çocuk ilkin öğrenecek, istendik davranışın
(kazanımın) kalıcı olması için de alıştırma yapacak. Ne ki alıştırmalar
gelişigüzel tekrarlar değildir, böylesi tekrar yarar yerine zarar getirir
(Baymur, 1967:114) En büyük zarar da çocuğun yorulması, usanması, bıkmasıdır. Öğrenilenlerin ilginç, çekici, düşündürücü olan
yeni durumlarda, oyun içinde kullanılması alıştırmaları anlamlı, zevkli kılar.
Bunlar da pekâlâ sınıfta yapılabilir.
Kalıcı izin oluşması için ne kadar tekrar gerektiğini öğrencinin öğrenme
hızı belirler. Öğrenme hızıysa öğrencinin önöğrenmeleriyle, güdülenmişliğiyle
ilgilidir (Ertürk, 1984: 98) Demek ki tekrarın niceliği öğrenciden öğrenciye
değişir. Ne kadar çok tekrarlanırsa, o
kadar iyi öğrenilmiyor (Enç, 1981:196) Öğretimin bir parçası olarak
alıştırmaların da bireyselleştirilmesi, çeşitlendirilmesi gerekir (Nas, 2006c:86).
Aytaç Açıkalın (1999: 82) anlatıyor: “İlkokul
öğretmenim rahmetli Ali Rıza Bey’di. Onun yüzünden daha birinci sınıfta okuldan kaçtım. 29 harfi 29 sayfa yazmamı
istemişti. Oyundan kalan vaktim ise o işe yetmedi.”
Birinci sınıf öğrencisi ‘yumurta problemi’ni annesinin çözmesini
istiyor, gerekçesi de şu: “Çünkü ben yumurta almıyorum, sen alıyorsun.”
(Senemoğlu, 1998: 55)
Kimse alınmasın ama, “Ev ödevi,
ilgi çekici dersler hazırlama çabası göstermek istemeyen öğretmenlerin sığınağı
durumunda. Zorunlu ev ödevinden vazgeçildiğinde, öğretmenler, öğretimlerini
geliştirmek için çaba harcamamanın mazeretinden yoksun kalacaklar. Bu mazeret,
öğrencilerin, ev ödevlerini yapmadıkları için ‘tembel’ ve ‘ilgisiz’ oldukları
düşüncesidir. (…) [D]ers programını yetiştirmekle kaliteli çalışmayı öğrenmek
ve öğretmek çok farklı olgulardır. (…) Kalite okulu ve zorunlu ev ödevi…
Bunların ikisi bir arada var olamaz.” (Glasser, 1999: 271, 277)
Fıkra mıdır, yaşanmış mıdır, bilmem, ama hoş… Öğretmen ilk sıradan başlayarak
öğrencilerin ev ödevlerine şöyle bir bakarak ilerlerken arka sıradan bir
öğrenci,
-Hocam bir şey sorabilir miyim, diyor.
-Sor bakalım…
-İnsan yapmadığı bir şeyden sorumlu olabilir mi?
-Olur mu öyle şey! Neden sordun?
-Şey Hocam… Ödevimi yapmadım da…
KAYNAKÇA
Açıkalın, Aytaç(1999) İnsan Kaynağının Yönetimi, Geliştirilmesi Ankara: Pegem Yay.
Baymur, Fuat(1967) Aritmetik Öğretimi İstanbul: İnkılâp ve Aka Kitabevleri
Enç, Mitat(1981) Eğitim Ruhbilimi İstanbul: İnkılâp ve Aka Kitabevleri
Ergün, Doğan(1987) Sosyoloji ve Eğitim Ankara: V Yay.
Ertürk, Selahattin(1984) Eğitimde ‘Program’ Geliştirme 5. baskı
Ankara: Yelkentepe Yay.
Ginott, Haim G. (1980) Siz ve Çocuğunuz (Çev. Nuran İskit- Nuşin Günay)
İstanbul:
Redhouse Yay.
Glasser, William(1999) Okulda Kaliteli Eğitim (Çev. Ulaş
Kaplan) İstanbul: Beyaz Yay.
Gülyurdu, Türkkan(1999) “Öğrenci
Üniversiteye Nasıl Başlamalı?” Cumhuriyet
Bilim
Teknik 31.07.1999 Sayı: 645
Nas, Recep(2006a) Hayat Bilgisi ve Sosyal Bilgiler Öğretimi
3. baskı Bursa: Ezgi Kitabevi
_________(2006b) Çocuk İnsandır Bursa: Ezgi Kitabevi
_________(2006c) Metinlerle İlkokuma - Yazma Öğretimi 4.
baskı Bursa: Ezgi Kitabevi
Pennac, Daniel(2013) Roman Gibi 2. baskı (Çev. Mustafa Kandemir) İstanbul: Metis Yay.
Senemoğlu, Nuray(1998: 55) Gelişim, Öğrenme ve Öğretim: Kuramdan
Uygulamaya
Ankara: Kendi Yayını
- http://www.maksimum.com/kadin/haber/48/85278.php (Erişim: 13.04.2008)
- http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?No=6109 (Erişim: 13.04.2008
- www.hurriyet.com.tr/arama/ev-odevi (Erişim: 15.01.2016)
- http://www.hurriyet.com.tr/odevin-azi-karar-cogu-zarar-25547767 (Erişim: 15.01.2016
- http://pauegitimdergi.pau.edu.tr/makaleler/1748101520_18-EV%20% (Erişim: 16.01.2016)
- www.tvarsivi.com/minik-kizin-ev-odevi-isyani-f1-c85-xpr24-57139i.ht (Erişim: 15.01.2016)(*) Bu yazı Öğretmen Dünyası dergisinde (Şubat 2016 Sayı: 434) yayımlanmıştır (27-30)
Sevgili Recep abi,
YanıtlaSilyazılarını severek okuyorum ve inanın çok şey öğreniyorum.
selam ve saygılarımla.