14 Mart 2016 Pazartesi

‘SES TEMELLİ CÜMLE YÖNTEMİ’ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME


‘SES TEMELLİ CÜMLE YÖNTEMİ’ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME *

Recep NAS

                                                                               recepnas@uludag.edu.tr

MEB, 1936’dan bu yana uygulanan ilkokuma-yazma öğretmeye ilişkin yöntemi değiştirdi; çözümleme-bireşim (cümle) yönteminden vazgeçip 2005-2006 öğretim yılından başlamak üzere ‘Ses Temelli Cümle Yöntemi’ diye adlandırılan yöntemi uygulamaya karar verdi.

‘Ses Temelli Cümle Yöntemi’ ses yöntemi değil, ses yönteminde önce tüm ünlü harflerin sesleri tanıtılır. Oysa bu yöntemde ünlü harfler ünsüzlerin içine serpiştirilmiştir (s.262).

Bu yöntem cümle yöntemi de değil, okuma-yazma öğretmeye cümlelerden başlanmıyor çünkü. Bu yöntemin doğru adı, bireşimdir (sentez). Zaten programda da (2005: 255) “Ağırlıklı olarak sentez yöntemi kullanılmalıdır” deniyor. Böylece ilkokuma-yazma öğretiminde çözümleme dışlandı, bireşimle yetinildi. Dolayısıyla çözümleme-bireşim yönteminin zenginliği, evreleri (cümle, sözcük, hece, ses), bu evrelerde oynanan oyunlar, kullanılan araçlar da ‘güme gitti’.

Programda  (2005:255) “İlkokuma-yazma öğretimi, cümlelere kısa sürede ulaşılacak şekilde düzenlenmektedir” deniyor. Kısa sürede cümlelere ulaşılmak isteniyorsa, cümle böylesine önemseniyorsa, sormak gerekmez mi, neden doğrudan cümleden başlanmıyor? Çocuk simge (harf) –ses ilişkisini kuracak, bunlardan hece, hece­lerden sözcük, sözcüklerden cümle, cümlelerden de metin oluşturulacak. Bu süreç aceleye getirilebilir mi? Belli bir süreç olmadan ürün oluşmaz (Ertürk 1984: 79).

Bakın, İlköğretim Türkçe Dersi Öğretim Programının Özel Uzmanlık Eşbaşkanı Hayati Akyol’un (2005:109) kendisi söylüyor: “[i]lk iki sesten hemen sonra hece ve kelimeye, hatta cümleye (el ele gibi) geçmek biraz kafa karıştırıcı olabileceği gibi, anlamlı ve görselleştirilebilir hece, kelime ve cümle üretiminde de öğretmen ve öğrencileri zorlayabilir”. Öğretmen zorlanacak, çocuk zorlanacak, kafalar karışacak... Öğrenmenin, ‘öğretme’nin tadı, keyfi nerde?

İlk izlenim, geçirilen ilk yaşantılar ilersi için çok önemlidir. Yanlış bir yöntem, yanlış bir başlangıç, çocuğun okuma-yazmaya karşı daha baştan olumsuz bir tutum geliştirmesine neden olabilir. Oysa okuma-yazmanın tadını daha ‘ilk lokma’da tatmalı çocuk, bu sürece sevinçle, keyifle katılmalıdır.

Programda (2005) bir yandan –doğru olarak- ‘hece tablosu’nun kullanılmaması (s.255), sözcüklerin heceletmeden okutulması (s.270) önerilirken; öte yandan elde edilen hecenin öğrencilere çeşitli metinlerde buldurulup okutulması isteniyor (s.271).  Akyol (2005: 107) “(...) ‘el’ hecesi tekrar tekrar okunur ve yazılır” diyor. Bu durum çocuğu hecelemeye alıştırmaz mı? Nitekim Binbaşıoğlu’nun (2005: 128-129) gözlemlerine göre öğretmen hece hece okutuyor, çocuklar da hece hece okuyorlar.

Deneme (pilot) okullarındaki ‘bazı öğretmenler’in dile getirdikleri sorunlardan biri şu (Şahin vd. 2005: 173): “Seslerin tek tek birleştirilmeye çalışılması; öğrencilerin önce kelimeyi çözümleyip sonra okumaya geçmesi* ; eğitim sırasında çoğunlukla ses, hece ve kelime üzerinde çalışılması; kelimelerden yeterince cümle oluşturulup bu cümlelerin okunmaması sonucu cümleyi bir bütün olarak algılayamadıkları” .**

Akyol (2005: 106), “Son aşamada ‘e’ ve ‘l’ harfleri yan yana yazılarak ‘el’ diye okunur. İlk hecenin nasıl okunacağının çocuklara sorulması çeşitli sıkıntılara yol açacaktır. Örneğin sesleri ayrı ayrı okuyabilir” diyor.*

Harften (sesten) başlanırsa çocuk sesleri ayrı ayrı okuyabilir elbette, ne bekliyordunuz, doğal bir sonuç bu. Oysa çözümleme-bireşim (cümle) yönteminde çocuk daha ilk fiş cümlesini, örneğin “Ali koş” cümlesini konuşur gibi, arkadaşına seslenir gibi okur. Böylece –sesli okurken- konuşur gibi, anlamlı, -göz sıçramalarını uzatarak, ses-göz mesafesini açarak-, yazının gerektirdiği hızda okumaya alışır.

Akyol (2005:106) bu kez de “[Ç]ocuklara özellikle yazarken öğretilen, harflerin adı doğrudan söylenmeli ve söyletilmeli. Çocuklara yeni çalışmadan bahsederek artık anlamsız seslerden anlamlı hece ve kelimelere doğru hareket edileceği söylenir” diyor. Hani harflerin sesleri öğretilecekti, adları değil. Sonra, ‘anlamsızdan anlamlıya doğru’ diye bir ilke var mı?

Yineleyelim: Hızlı okumayı engelleyen gözün yanlış alışkanlıklarından biri de heceleyerek okumadır (Özcan 1988: 19).

Şahin ve diğerleri (2005:174), çocukların, çözümleme-bireşim (cümle) yöntemiyle öğrendiklerinde daha hızlı okuduklarını kabul ediyorlar, şöyle diyorlar: “Sadece okuma hızı açısından çözümleme yöntemi daha etkilidir; ancak normalin üstünde hızlı okuma ilköğretim 1. sınıf öğrencileri için öncelikli davranış olarak görülmemektedir”. Oysa hecelemeye koşullanınca, alışınca, çocukların hızlı okumaları, -tekniğine uygun olarak- sessiz (gözle) okumaları hiç de kolay olmaz.

Programda (2005:255) hecelerin şu ölçütlere göre oluşturulması öngörülüyor.

1. Kolay okunması

2. Dilde kullanım sıklığına sahip olması

3. Anlamının açık ve somut olması

4. Anlamının görselleştirilebilir olması (canlandırılabilir, resmedilebilir vb.)

5. İşlek hece yapısına sahip olması

Kolay okunma ölçütü harflerin sesleri için söz konusudur, heceler için değil. Sesi kolay çıkarılan ünsüzler (örneğin s, r, z), sesi zor çıkarılan ünsüzler (örneğin b,t,p) vardır.

Programdaki başlık (2005:255 4.md) okuru yanıltabilir. Az kullanılan, anlamı olmayan, anlamı görselleştirilemeyen, işlek olmayan heceler oluşturulmayacakmış gibi. Bu başlık şöyle olabilirdi: Aşağıdaki ölçütlere uyan hecelere öncelik verilmelidir. Şu da var: İşlek heceler (yeni sözcük elde etmeye elverişli heceler) çoğunlukla anlamsızdır. Şu anlamsız beş heceden çocuk için anlamlı en az 15 sözcük elde edilebilir. Ma, ya, ka, ra, sa

J sesi kolay çıkan bir harftir, ama Türkçede az kullanılır. Bu durumda j’nin heceleri oluşturulmayacak mı? Elbette oluşturulacak, sesi kolay çıksa da Türkçede az kullanıldığı için sıralamada sonlara konacak. Programda da (2005:262) en sona konmuş.

‘Ses temelli cümle yöntemi’ yanlıları ‘anlamlı olan’dan kaçınılmaz olarak vazgeçemiyorlar. Programda (s.255/3)”özellikle ve öncelikli olarak anlamlı heceler elde edilmelidir” deniyor, ama soyut, anlamsız harflerden (seslerden) başlanıyor okuma-yazma öğretmeye. Dahası Türkçede iki harfli, (kapalı ve açık) 336 hecenin yalnızca 69’u anlamlı olarak nitelendirilebilir, çocuk için anlamlı olanlarsa 47 tane. Bu kadar heceden –programdaki deyişle ‘kısa sürede’- kaç sözcük, kaç cümle, kaç metin oluşturulabilir? Az, sınırlı. Onun için cümle kurarken zorlandıkça, örneğin top, kalem yazdıramayınca, bunların resmine başvuruluyor (s.272). Oysa heceleri anlamsız da olsa tüm sözcükler anlamlıdır.

Güneş (2005:140, 141), çözümleme-bireşim (cümle) yönteminin yetersizliklerine değiniyor, “Okuma-yazma öğretimi ortalama 40 cümle ve 120 kelime ile yürütülmektedir” diyor. Bunlar fiş cümleleriyle sözcükleri yalnızca. Fiş cümleleri belirlenirken işlek hecelere (yeni sözcükler elde etmeye elverişli heceler: Ma, ka, sa vb.) işlek sözcüklere (yeni cümleler elde etmeye elverişli sözcükler: İyi , al, güzel vb.) ve sözcük, hece, ses (harf) evrelerinde de bireşime yer verilerek çok sayıda sözcük, cümle, metin oluşturmak hiç de zor değil.***Güneş 2005: 141). 2. küme seslerden sonra (e, l, a, t, i, n, o, r, m) ortalama 500 sözcüğe, 100 cümleye ulaşıldığını söylüyor; ama bu sözcükleri, cümleleri yazmıyor. Yazsaydı, öğretmenlerin işini kolaylaştırırdı. Programdaysa (2005: 272) ilk 6 harften elde edilen 18 sözcük gösterilmiş.

Güneş (2005:141), çözümleme-bireşim (cümle) yöntemini eleştir­mek için uzun bir cümleyi seçmiş: Işık ılık süt iç. Bu gelişigüzel oluşturulmuş cümle dizelgesine (liste) bakarak yöntemi eleştirmek yanlış olmaz mı? Anılan cümleyi bir de ben eleştireyim: Fiş cümlelerinde –önceleri-sadece bir harfi farklı olan iki sözcük (ışık, ılık gibi) yan yana getirilmez. Güneş, okula yeni başlayan çocuğun ‘dikkat genişliği’nin böyle uzun cümleleri öğrenmeye uygun olmadığını belirtiyor. Bu da dert mi, kısa cümlelerle başlanır, olur biter. Akla şu soru geliyor: Programda (2005:253, 255) kısa sürede cümlelere geçilmesi istendiğine göre, çocukların ‘dikkat genişliği’ dikkate alınmamış mı oluyor?

Güneş’e (2005:141) göre çözümleme –bireşim (cümle) yönteminde yeni oluşturulacak sözcük ve cümle sayısı sınırlıydı, hep benzer cümleler okunup yazılıyordu. Aynı cümleler sürekli olarak tekrar ediliyor, kezlerce okunup yazılıyor, bu da ezbere, tekdüze (monoton) tekrarlara neden oluyordu. Oysa, önceden de belirtildiği gibi, çözümleme-bireşim yönteminde – işlek hece ve sözcüklere yer verildiğinde- çok sayıda yeni sözcük, cümle, dolayısıyla metin oluşturulabilir. Güneş böyle düşünürken çalışma arkadaşı Akyol (2005:77) “Sese dayalı yöntemler ‘ezberi’ bir öğretim unsuru olarak etkili bir şekilde kullanmaktadırlar. Buradaki ‘ezber’ öncelikle anlam üzerinde durmamakta fakat işitme ve görsellik üzerinde durmaktadır. Sık tekrar da sese dayalı yöntemlerin başvurduğu bir yoldur” diyor.

Ezber nedir, ilkin bunda anlaşmak gerekir. Çocuğun fiş cümlesini anlayarak okuması, bakmadan yazması ezber değildir. Her belleme ezber değildir. Ezber anlamadan, nedenini bilmeden, eleştirip sorgulamadan bellemedir. Bellekse çağrışımlarla çalışır. Çocuk, cümlenin anlamını bilerek okuyup yazıyorsa, bu, neden ezber olsun?

Ezberci,

· Bilgileri, ilişkileri kurmadan cümle cümle dizer. (Anlamlı cümle söylemek de yetmez, bunu- sözcük düzeyinde- papağan da yapıyor. Önemli olan cümleleri anlamlı, yerli yerinde kullanmaktır)

· Anlamlı bağlantılar kuramaz,

· Bilgileri düzenleyip bütünleştiremez (Ezbercinin kafasındaki bilgiler birbiriyle ilişkisiz, parça parça, kopuk kopuktur).

Öğrenildikten sonra zihin öğrenilenlerle ilgili hiçbir işlem yapmazsa bilgilerden bir kısmı unutulur, zayıflar. Öğrendikten sonra bilgi kendi haline bırakılamaz. Onun için öğrenirken tekrar gerek­lidir. Ama bu mekanik, tekdüze tekrar olmamalı elbette. Çözümleme-bireşim yöntemi uygulanırken her evrede (cümle, sözcük, hece, ses) tekrarlar – yeni durumlarda kullanmak için –araçlarla, oyunlarla, metinlerle yapılıyor.

Güneş (2005:141) “Cümle öğretilirken cümlenin anlamı öğretilmektedir.  Cümlelerin kelimelere ve hecelere bölünmesi süre­cinde anlam ikinci sırada kalmakta ve anlamsız çok sayıda hece ile çalışma yapılmaktadır” diyor.  Güneş’in gözlemleri böyle olabilir. Bu, yöntemin yanlışı değil, yöntemin yanlış uygulanmasıdır. Bunu Güneş de (2003:46) kabul ediyor, şöyle diyor: “Ülkemizde okuma-yazma öğretiminin cümle yöntem ile yapılması gerektiği 1948 yılından bu yana açıkça belirtilmektedir. Ancak uygulamada cümle yönteminin bazı öğretmenlerce uygulanmadığı; bunun yerine harf, hece, ses yöntemlerini kullandığı da bilinmektedir”. Aynı durumu Çiftçi de (2005:157) dile getiriyor. Ben sekiz yıl ilköğretim müfettişliği yaptım. Yüzlerce öğretmen tanıdım, yüzlerce sınıfa girdim çıktım. Onun için biliyorum, bu saptama ne yazık ki doğru. Kimi öğretmenler yıllardır gizliden gizliye ses yöntemini uyguladılar. Daha ilk haftalarda sekiz ünlüyü bir kartona yazıp tahtaya tutturuyorlardı. Bahçe kapısından müfettişin girdiğini görünce dersliğine koşup bu harfleri indiren öğretmenlerin varlığını biliyorum.  ‘İlkokuma-yazma öğretimi’ dersini verirken, sıra yöntemlere geldiğinde, azım­san­mayacak sayıda öğretmen adayı öğrencim “Ama biz harflerle öğrendik” derdi. Şimdi ‘popülist’ bir yaklaşımla “canım zaten öğretmenler ses yöntemini yeğliyorlar, hadi bu yönteme geçelim” denmeli mi? Bunu yapan öğretmenlerin tek amaçları vardı, okuma-yazmayı (bu acelecilik içinde yazma savsaklanırdı) kısa sürede öğretmek. Birden çok 1. sınıfı olan okullarda öğretmenler, kim önce okutacak diye gizli gizli yarışır, çocukları da ‘yarış atı’ yaparlardı. Türkoğlu’nun (1992:5) deyişiyle “İlkokula başlayan çocuğa hemen okuma-yazma öğretilmeye başlanmaktadır. Öğretmenler arasında bir yarış vardır. 15 eylülde okula başlayan çocuklar 15 kasımdan önce okuyup yazabilmektedirler. İlkokul birinci sınıflarda (gözlediğim) çocuklar okulu sevmemekte, kitap okumak istememektedirler. Çünkü iki ay sonra yarışı kazanmış, bezmiş, bıkmış, yorgun ‘küçük ihtiyarlar’ karşımıza çıkmaktadır”. 1970’li yılların sonlarında bir gazete bölgesel ekler verirdi, bu eklerde ‘okumayı kısa sürede öğreten öğretmenler’ övgülü sözlerle tanıtılırdı. Unutulmamalı: Öğrenme yavaş ve birikimli bir süreçtir (Ertürk 1984: 94).

Görüldüğü gibi, çözümleme –bireşim (cümle) yöntemine yöneltilen eleştiriler, aslında, çözümleme-bireşim yöntemi uygularmış gibi görünüp ses ya da hece yöntemlerini uygulayanların çalışmalarına yöneliktir. Dahası, ‘ses temelli cümle yöntemi’nin üstünlükleri olarak belirtilenler –bireşime de yere verildiğinden-, çözümleme-bireşim (cümle) yöntemi için de geçerlidir.

Bir daha vurgulayalım: Önerdiğimiz yöntem, yalnızca çözümleme değil, çözümleme-bireşimdir (analitik-sentetik metot). Sözcük evresinde sözcükler, hece evresinde heceler tek başına okutulup yazdırılmaz. Hecelerden sözcükler, sözcüklerden cümleler, cümlelerden metinler oluşturulur. Okunan, bu metinlerdir. Oysa ‘ses temelli cümle yöntemi’nde ‘ses’lerden (anlamsız olandan) başlanıyor.

Güneş’e (2005:141) göre, çözümleme-bireşim (cümle) yönte­minde belirli, tek tip, kalıp cümleler kullanılıyor. İlkelerine uyulmadan, gelişigüzel hazırlanmış bir cümle dizelgesine (liste) bakılarak böyle söylenebilir. Oysa değişik zamanlara göre çekimlenmiş fiş cümlelerine yer vermek zor bir şey değil.

Programda (2005:269, 270, 271) ‘e’ ve ‘l’ sesleri verildikten sonra, bunlardan ‘el’ hecesine (kapalı hece) ulaşılıyor, bundan da ‘ele’ sözcüğü elde ediliyor, bu sözcükten de yeniden ‘le’ hecesine (açık hece) ulaşılıyor.

Bu durumda çocuk ‘el’ hecesini okumaya alışınca ‘ele’ sözcüğünü ‘el-e’ diye ayırıp okumayacak mıdır? Akyol (2005: 108) buna çare olarak ‘ele’ sözcüğünü hecelemeden okutulmasını öneriyor. Çocuğu sese, heceye koşullandıracaksın, sonra hecelemeden okumalarını isteyeceksin. ‘Ela’ sözcüğü de aynı yolla elde ediliyor. Çocuktan bu sözcüğü hecelemeden okuması isteniyor. Ama Akyol (2005: 109) kabul ediyor ki çocuğun bu sözcüğü ‘el-a’ diye okuması büyük bir olasılıktır. Akyol’un (2005:109) bir kaygısı daha var: “Bu tür okumanın düzeltilmesi oldukça zaman da alabilir” Alır ya, öğretmen uğraşır, çocuk uğraşır, gerilim oluşur. Oysa “Haz ve başarı duygusu, öğrenmeyi olumlu yönde etkileyen pozitif hormonal bir denge oluşturur. Böylelikle beyin hücreleri arasındaki iletişim ve sinapslardan aktarılan enformasyonlar hiçbir engelle karşılaşmadan hedefine ulaşır. Bu nedenle olumlu anılarla bağlantılı olarak algılanan enformasyonlar diğerlerinden daha iyi işlenir, daha iyi anlaşılır ve çok kanallı (çok yönlü) olarak da kaydedilir. Sonraki kullanımları ve işe yarar olmaları da kolaylaşır” (Vester 1994: 200).

‘Le’ hecesini tanıtmak için yukarıda anlatılan dolambaçlı, sıkıntı yaratan yola gerek var mı? Çocukları şaşırtacak bu uygulama ilk­oku­ma kitaplarında da var. İşte iki örnek:






Programda (2005:272) cümleler oluşturulurken öğrencilerin adlarından yararlanılabileceği belirtiliyor. Daha dört ses (e, l, a, t) ve bunların heceleri tanıtılmışken, bunlardan sadece –çok da yaygın olmayan- Ela, Ata adları elde edilmişken çocukların adlarından nasıl yararlanılacak? Çocuklara adlarını okumayı, yazmayı öğretirim denebilir, ama o zaman harften (sesten) değil, sözcükten başlamış olursunuz.

Elbette bu yöntemle de öğretilebilir okuma-yazma, öğretilmez değil. Ama günümüzde –anlamak koşuluyla- hızlı okuma önem kazanmışken (kitabı, dergiyi, gazeteyi, sınav sorularını hızla okumak bir yana, televizyonun akcamından akan ya da yazılıp siliniveren yazıları, alt yazılı filmleri, ATM’leri anmak bile yeter), 1936’dan bu yana uygulanan yöntem terk edilip seslere, hecelere takılınacağı  için hızlı ve sessiz okumaya geçişi güçleştirecek bir yönteme neden geçildi? Çelenk’in (2005:121) deyişiyle, çözümleme-bireşim (cümle) yöntemi ne olmuştur da birden başarısız sayılmış, bir kenara itilmiştir.

Önemli olan çocuğun okumayı hızlı öğrenmesi değil, öğrendikten sonra hızlı okumasıdır (Nas: 2005).

Akyol, kitabının 1. baskısında (2001:72) cümle yönteminin zorunlu tutulduğunu belirterek “Bir yandan bireysel farklılıklardan bahsedip, diğer taraftan da tek yöntem anlayışını zorunlu hale getirme birbiriyle nasıl bağdaştırılabilir anlaşılması güç bir durumdur” diyor. Ama istediği yöntemin uygulanmasına başlandığı için mi, bireysel farklar ortadan kalktı da ondan mı, bilinmez,  kitabının 3. baskısında (2005) tek yöntemin zorunlu tutulmasına ilişkin eleştirisini geri çekmiş.





 


 


KAYNAKÇA




Akyol, Hayati (2005) Türkçe İlkokuma Yazma Öğretimi (3.baskı) Ankara: Pegem A Yayınları.

­______________(2001) Türkçe İlkokuma Yazma Öğretimi Ankara Gündüz Eğitim ve Yayıncılık.

Binbaşıoğlu, Cavit (2005) “İlkokuma ve Yazma Programı ve Öğretimi” Eğitimde Yansımalar VIII Yeni İlköğretim Programlarını Değerlendirme Sempozyumu. Kayseri: EÜEF ve Tekışık Eğitim Araştırma Geliştirme Vakfı.

Çelenk, Süleyman (2005) “Yeni İlkokuma Yazma Öğretimin Programının Değişik Öğretim Yaklaşımlarının Işığında Değerlendirilmesi” Eğitimde Yansımalar VIII Yeni İlköğretim Programların Değerlendirme Sempozyumu EÜEF ve Tekışık Eğitim Araştırma Geliştirme Vakfı.

Çiftçi, Fehimdar (2005) “İlkokuma Yazma Programı ve Öğretiminin Değerlendirilmesi” Eğitimde Yansımalar VIII Yeni İlköğretim Programların Değerlendirme Sempozyumu EÜEF ve Tekışık Eğitim Araştırma Geliştirme Vakfı.

Ertürk, Selahattin (1984) Eğitimde “Program” Geliştirme, Ankara:

Yelkentepe Yayınları.

Güneş, Firdevs (2003) “Okuma-Yazma Öğretiminde Cümlenin Önemi” Türklük Bilimi Araştırmaları dergisi Nigde, Sayı: 13.

________________(2005) “Niçin Ses Temelli Cümle Yöntemi?” Eğitimde Yansımalar VIII Yeni İlköğretim Programlarını Değerlendirme Sempozyumu. EÜEF ve Tekışık Eğitim Araştırma Geliştirme Vakfı.

MEB, İlköğretim Kurumları Yönetmeliği (2003)     

¾           (2005) İlköğretim (1-5. sınıflar) Türkçe Dersi Öğretim Programı.

Nas, Recep (2005) “Hızlandırılmış İlkokuma-Yazma Öğretimi” Ankara: Öğretmen Dünyası dergisi Sayı: Nisan-304.

_________ (2006) Metinlerle İlkokuma-Yazma Öğretimi, (4. Baskı), Bursa, Ezgi Kitabevi

Özcan, Mehmet (1988) “Çok Daha Süratli Okuyabilirsiniz”, Ankara:

TÜBİTAK Bilim ve Teknik dergisi, Sayı: 278.

Şahin, İsmet vd. (2005) “İlkokuma Öğretiminde Ses Temelli Cümle Yöntemiyle Çözümleme Yönteminin Karşılaştırılması” Eğitimde Yansımalar VIII Yeni İlköğretim Programlarını Değerlendirme Sempozyumu EÜEF ve Tekışık Eğitim Araştırma Geliştirme Vakfı.

Türkoğlu, Adil (1992) “Okumadan Önce Konuşmasını Öğrenmek

Gerekir”, İstanbul: Yaşadıkça Eğitim,  Sayı: 22:4-5.

Vester, Frederic (1994) Düşünmek, Öğrenmek, Unutmak (çev. Aydın Arıtan) İstanbul: Arıtan Yayınevi.

____________________________________________________________________

* Bu yazı Öğretmen Dünyası dergisinin 322.sayısında(Ekim-2006) yayımlanmıştır.



* Bunun anlamı şu: Çocuk önce heceleri, sonra sözcüğü okuyor.
** Sözcüklerin altını ben çizdim .RN
*** bkz, Recep Nas’ın Metinlerle İlkokuma-Yazma Öğretimi adlı kitabı (Bursa, Ezgi Kitabevi)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder