7 Mart 2016 Pazartesi

ÖGRETMEN SIRADAN BİR İNSAN MIDIR?


                          ÖGRETMEN SIRADAN BİR İNSAN MIDIR? *



                                                                                          Recep Nas
                                                                                   
                                                                                    recepnas@uludag.edu.tr

     Bir kitap geçti elime, yıl 1993.Çeviriydi, adı  çekti ilkin beni: Etkili Öğretmenlik Eğitimi. Thomas Gordon yazmış.Çeviri de bir güzel ki, bayıldım. Türkçemizin güzellikleri  duru bir su olmuş usul usul akıp gidiyor satırlarda, tümce tümce…Eskiden  kimi kitaplarda ‘çeviren’ yerine ‘Türkçeleştiren’ yazıldığını görünce yadırgardım,’çeviren’ demek yetmez mi  diye düşünürdüm. Sonradan anladım ki öyle değilmiş, ben yanılıyormuşum. Öyle çeviriler var ki yalnızca sözcükleri Türkçe yazılmış, o kadar. Türkçenin buram buram kokusunu, güzelim deyimlerini, sözdizimini, ara ki bulasın, yok. Yabancı dilde düşünülüp Türkçe yazılmış. Bunun en kötü örnekleri seslendirmelerde(dublaj) ortaya çıkıyor. Bir belgesel izlemiştim, bir Afrikalıdan  yaşamıyla, yaşadığı yöreyle ilgili bilgi alınıyordu. Afrikalı söze hep, ”Bu doğru” diye başlıyordu, anadili İngilizce olan, Türkçeyi de bilen bir yakınıma bu durumu sordum. Bire bir çeviri yapılınca böyle oluyormuş, “Tabii” ya da “Öyle” diye Türkçeleştirilmeliymiş.
     İşte bu kitap Türkçeleştirilen bir kitaptı, YA-PA’nın bir yayınıydı. İçercesine okudum, çok şey öğrendim ondan, Empati, empatik(etkin) dinleme, ben dili, sorunsuz alan, iletişim engelleri, çatışmayı çözme yöntemleri ve daha birçok şey… Bu konulara ilişkin ucundan köşesinden bir şeyler biliyor olsam da bunların derinliği yoktu. Okurken, yer yer ezberim de bozuluyordu, övgünün sakıncalarından söz ediyordu örneğin. Dedim ki, izlenceye öyle bir ders konmalı ki, ben bunu öğretmen adayları için ders kitabı olarak kullanmalıyım.
      Ve 2000’li yılların başında bir ders kondu: Sınıf Yönetimi Bu dersi ben okutmalıydım, tabii Etkili Öğretmenlik Eğitimi’ni de ders kitabı yapmalıydım ve dileğim gerçekleşti. Bu kez kitap Sistem Yayıncılık tarafından basılmıştı. İyi de burası üniversite, tek bir kitapla yetinmek,  kitabı, yazılanları mutlak doğru sayıp satır satır izlemek doğru muydu, değildi elbet. Bir ders kitabı okunuyor olsa bile öğretmen ders kitabına bağlı kalmamalı, birçok kaynaktan yararlanarak ona katkıda bulunmalı, budur doğrusu. Öğrencilerime dedim ki, size birden fazla kitap aldıramam, almak için paranız yetmez, okumak için zamanınız yetmez, sizin dersiniz sadece bu değil ki… Siz bu kitabı alın, ben dersimize ilişkin  çeşitli kitaplardan, dergilerden edineceğim  en yeni bilgileri sunacağım size, söz. Dahası  kitabımızda savunulan görüşlerle-varsa- çelişenleri de özellikle sergileyeceğim size, tartışacağız.
     Öğretmen adaylarına şunu da derim: Denetleyin beni, eleştirin, varsa yanlışımı söyleyin. Ama bunun bir bedeli var, çeşitli kaynaklar okuyacaksınız, düz okuma yetmez, eleştirel okuyacaksınız, kafa yoracaksınız. Burda ben ‘bir bilen’ değilim. Kırk kişiyseniz ben kırk birinciyim sadece. Siz böyle böyle diyorsunuz ama, şu kaynakta şöyle şöyle diyor deyin. Hadi bu zor geliyor diyelim, öbür bölümlerde de bu ders okutuluyor, onlar ne, nasıl öğreniyorlar, sorun soruşturun, acaba ben yalan yanlış mı öğretiyorum, geçerliği kalmamış bilgiler mi veriyorum, böyleyse bunu ortaya koyun, vurun yüzüme.
    Ders kitabını da eleştirel gözle okuyacağız, irdeleyeceğiz. Hemen kanıp inanmayacağız, ezberlemeyeceğiz, anlayarak öğreneceğiz. Ezber, eleştirmeden kabullenme, anlamadan bellemedir. Ezberlemek size yakışmaz, siz öğretmen olacaksınız. Bilgilerin yaşamla bağına, yaşamda uygulanabilirliğine bakacağız. Ben sizi sınava değil, yaşama, öğretmenliğe hazırlamaya çalışıyorum.
     Gordon’un kitabında bir başlık var: YAYGIN İNANÇLAR, BEKLENTİLER VE ROLLER ( 2001,19)  Gordon bu başlık altında sekiz madde sıralamış, ona göre bunların hepsi yanlış, bunlar öyle yaygın inançlar ki çok kişi tarafından doğru sanılıyor. Gordon’un bunlara yanlış derken çıkış noktası şu: Öğretmen ermiş değil, etten kemikten değil, duyguları var. İnsan o, zayıf yanları vardır, yanlışlık da yapar. Kendisi şöyle diyor,Kısacası iyi öğretmenler sıradan insanlardan çok daha iyi, çok daha anlayışlı, çok daha bilgili, çok daha kusursuz olmalıdır. Bu inançları kabul edenler için öğretmen demek, insanca zayıflıkların üstüne çıkmak, doğruluk, düzenleyicilik, kararlılık, ilgi gibi özellikleri taşımak demektir. Başka bir deyişle, öğretmenlerden ermiş olmaları beklenmektedir.”(2001,19-20)
     Derste sıra bu konuyu işlemeye gelince eleştirel gözle bir okuyun, bakın gerçekten tümü yanlış mı, sonra tartışalım derim. Çeşitli görüşler ileri sürülür, tartışılır. Sonunda bu sekiz maddenin içinde yalnızca 3. , 7. ve 8. maddelerin tümüyle yanlış olduğunu belirler, Gordon’a hak veririz. Gordon’un tersine, tümüyle doğru bulduğumuz maddeler de vardır. Kimi maddelerde de-bize göre- doğruyla yanlış içi içe girmiştir.
       Bu maddelere bir daha bakalım şimdi, eleştirel gözle.
 
       1.İyi öğretmen sakindir, telaşlanmaz, sinirlenmez. Her zaman soğukkanlıdır ve aşırı duygularını göstermez.
        Atasözlerimizde öfke de var: Öfkeyle kalkan zararla oturur. Keskin sirke küpüne zarar verir. Öfke baldan tatlıdır.(Tatlıdır da, yarattığı sonuçlar acıdır.)
        Öğretmen, öğretmenlik kişiliğine sahipse, iletişim becerisi geliştirmişse, duygularını ‘ben dili’yle dışa vuruyorsa öfkelenmesine gerek kalmaz. Kaldı ki öfkeyi denetlemek de olanaklı, bunu öncelikle öğretmenin bilmesi, uygulaması gerekir. Öğretmen, öğrencilerine örneklik  etme konumunda. Unutulmasın, en iyi, en kestirme öğretme yolu iyi örnek olmaktır.
        Üzülme, incinme, korkma, kaygılanma, kıskanma, merak etme… Bunlar birincil(temel) duygulardır. Kızgınlıksa daha önce yaşanan duygudan sonra oluşur, aslında kızgınlık duygudan çok bir tutum olarak görülebilir.’Psikanaliz’ e göre kişi yetersizliğini, korkusunu- bırakın açıkça dillendirmeyi-kendine bile söyleyemez. Yetersizliğini, bilinçsizce karşısındakine yansıtır. Bu yaklaşıma göre, öfkelenmek, benliği kaygıdan korumak için sergilenen bir davranıştır.(R.W.Novaco,1975 Akt. Dökmen, 1994: 12)
  Birincil duygu ‘ben dili’yle dile getirilirse ikincil duygunun ortaya çıkmasına, öfkelenmeye gerek kalmaz. Konuşa konuşa, daha doğrusu-Doğan Cüceloğlu’nun deyimiyle- konuşa dinleşe sorunu çözmek, anlaşmak,–bir başka deyişle –empatik iletişim kurmak,’yitiren yok’ yöntemini uygulamak varken, çözüm yolu olarak öfkeyi, sözlü ya da bedensel saldırganlığı, şiddeti  kullanmak hiçbir insana yakışmaz, öğretmene hiç… Öfke, güç gösterisi gibi düşünülüyorsa, bu da yanlış. İyi, etkili öğretmen güç kullanmayandır çünkü. Güç, denetleneni köleleştirir, denetleyeni de etkisizleştirir.(Gordon, 2000: 80 )
Güç, çok sürmez, karşı güç yaratır. Yıllar oldu, bir derste olumlu psikolojik ortamın öneminden söz ederken örnek olsun diye “birinize kızsam, öfkelensem, bir bağırsam, hava nasıl da soğur,dersin tadı kaçar,hepinize bağırılmış gibi duyumsarsınız,etkilenirsiniz,öyle değil mi?” dedim.
        Öğrencilerimden gelen yanıt şu oldu,
         “Siz bağıramazsınız ki…”
         Bağıramam değil, bağırmam. Öğretmen elbette sakin olacak, sakinlik başlı başına bir güçtür
         Değerli eğitimci, yurdumuza ışık saçan köy enstitülerinin işlevinde önemli payı olan M.Rauf İnan (1895-1996) ,Urfa Sultanisi’nden öğretmeni olan Rüştü Bey’i anlatıyor: “(…) Yürüyüşünde, duruşunda, davranışlarında dikkati çekecek, saygı esinleyecek bir düzenlilik vardı. Hiçbir gün onun yüzünün asık olduğunu, sinirlendiğini, başaramayanlara kızdığını görmedik. Soğuk bir havası olmadığından derslerinde onunla rahatça konuşabilirdik. Bizlere, tüm öğrencilerine yetişkinler gibi davranır, çocukça sözlerimize bile değer verirdi.(…) Gülümseyen, tatlı yüzü ve yakınlığıyla bizleri etkilerdi(…).”(Sarıhan 2002: 88) Demek ki oluyor, surat asmadan, kızmadan öğretmenlik yapılabiliyor, güler yüzle, tatlı dille…
          2.İyi öğretmen önyargılı ve yanlı değildir. Bütün öğrencilere eşit davranır. Cinsiyet ayrımı yapmaz.
           Öğretmen, bilim insanı değilse bile bilimsel tutum içinde olmalıdır. Önyargılı olmak, bilimsel tutumla çelişir. Öğretmene önyargılı olmak yakışmaz. Öğretmen önyargılı olmaz, kin tutmaz, sabıka kaydı tutmaz. İnsan biyo-psiko, toplumsal bir varlık olduğuna göre,çocuğu bir bütün olarak, bedensel,zihinsel,toplumsal,duygusal yönleriyle tanımak gerekir.Çocuğu tanımadan onu eğitmeye başlayamazsınız,başlarsanız çok yanlışlık yaparsınız.Tanımak içinse çok çeşitli tanıma tekniklerini kullanmak gerekir.Yalnızca belli bir ortamdaki bir davranışına bakıp,bunu da genelleyip önyargılı davranmak,bu davranışını da  ikide bir çocuğun yüzüne vurmak  çağdaş eğitim anlayışıyla bağdaşmaz.
            “Ben malımı bilmez miyim, sen yapmışsındır.”
             “Sen hep böyle yapıyorsun, yaptıklarını unuttuğumu sanma”
            Aşağıda Şemin’den (1975: 27) iki alıntı yazılmıştır.
           “Denek 10 yaşında bir kız çocuğudur. Fakir bir aileye mensuptur.1.sınıfta iken Konya’da öğretmeni sınıfta, çocuğun yanında anneye hitaben ‘bu çocuk anormal, on sene okusa anlamaz’ şeklinde ifadede bulunuyor. Çocuk o sene okula gitmiyor. Ertesi sene ailenin zoru ile okula başlıyor.”
           En yaygın önyargı budunsal(etnik) önyargılardır, aşağılamayı daha yoğun biçimde  içerirler, işte bir örnek:
           “Denek 11 yaşında bir erkek çocuktur. Orta halli bir aileye mensuptur. Babanın tahsili yoktur, emekli işçidir. Anne tahsilsiz ev kadınıdır. Denek okulda öğretmeni tarafından-Arap olduğu için-‘Habeş’ tabiriyle çağrılmaktadır. Çocuk  bu yüzden  pasif, aşağılık duygusu içinde okula karşı soğukluk duymaya başlamıştır.”            
           Okuduğu yatılı okulun müdürü Balzac için bakın ne demiş”, Bundan hayır gelmez, ne dersi biliyor, ne de ödev yapıyor. Verilen bir işle uğraşmaya karşı öyle bir tiksintisi var ki, ne yapsanız boşuna.”(Haylazlar Kitabı’ından alıntılayan Mavisel yener, Cumhuriyet Kitap,12.08.2010 Sayı:1066 )
            
            Eşit davranmaya gelince… Özel durumu, gereksinmesi olan çocuklar için  ‘olumlu(pozitif) ayrımcılık’ yapılabilir, tabii bunun ölçüsü kaçırılmadan, kayırmaya dönüşmeden…  Bu çocuklara özel durumunun gerektirdiği ölçüde özel ilgi gösterilebilir.
            Bir öğretmen topal bir öğrencisine-kuşkusuz ki acıma duygusuyla-gereğinden fazla hoşgörü gösteriyor, her durumda kayırıyor onu. Derken, birden bire mi olmuş, o mu birden fark etmiş, nasıl olduysa, bir bakıyor ki, sınıfındaki tüm çocuklar topallıyor.
       Eşitlik uğruna çocukların özel durumlarının göz ardı edilmesi, görmezden gelinmesi de bir o kadar yanlış.
       Figen Atalay (Cumhuriyet,25.05.2001) anlatıyor:
       “Çocuğun kolları yoktu. Ama bu durumu resim yapmasına engel değildi. Sağ ayağının parmakları arasına sıkıştırdığı kalemle ‘yıldızlı beş’ alabilecek güzellikte resimler yapıyordu. Üstelik henüz yedi yaşındaydı ve kolsuz bedeniyle ne kadar süreceği belli olmayan öğrenim yaşamının birinci yılındaydı. Ama öğretmeni bu resimleri bir türlü beğenmiyor, kolsuz çocuğa resim dersinden zayıf veriyordu.”Neden?” diye sorulduğunda, kendinden çok emin bir şekilde,”Ben hiçbir çocuğa ayrıcalık tanımam” diyordu. Çok sevdiği resim dersinden zayıf almanın, annesiz, babasız ve kolsuz bu çocuğu nasıl etkileyebileceğinin farkında bile değildi.
(…)    
       Çocukları sevmiyorsanız, onlara hiç tahammülünüz yoksa, onlarla oyun oynamaktan, sohbet etmekten, onları dinlemekten hoşlanmıyorsanız lütfen öğretmen olmayın.(…)”
         Öğretmenin cinsiyet ayrımı yapmasını doğru bulan insanlara söyleyecek söz bulamıyorum doğrusu. Onlara yalnızca Türkiye’nin beş yıl gecikmeyle de olsa kabul ettiği Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin cinsler arası eşitliği öngördüğünü anımsatmak isterim.29. maddede yazılı bu, ne ki Türkiye bu maddeye çekince koymuştur.
        Ben erkek egemen olan toplumumuzdan farklı bir örnek vereceğim. Öğrencilerimle birlikte dayak üzerine küçük bir araştırma yapmıştık, sorularımıza yanıt verirken bir  erkek öğrenci şunları yazmış: ”Öğretmen hep erkekleri dövüyor, kızları hiç dövmüyor. Ben de kız olmak istiyorum.”
        
3. İyi öğretmen gerçek duygularını denetler ve öğrencilerine göstermez.

       Bu anlayış gerçekten yanlış, duygular bastırılmamalı. En ufak olumsuz bir davranış, biriktirilip içe atılan duyguların yanardağ gibi patlamasına, dışarı akmasına neden olur.(Navaro 2003:150) Öğretmen duygularını gizlememeli, dile getirmeli, ama nasıl dile getireceğidir önemli olan. ‘Ben dili’ kullanmalı, ‘sen dili’ değil. İletişim engeli kullanmadan, yani suçlamadan, yargılamadan, buyruk vermeden, yönlendirmeden, aşağılamadan,
Sözlü bile olsa saldırıda bulunmadan, ahlak dersi vermeye kalkışmadan kendi duygusunu dışa vurmalı, dillendirmeli. Ben dili, birisine, davranışının sorun yarattığını bildirmenin en iyi yoludur, kişiye, onun kişiliğine değil, davranışına dönüktür. Öğretmen üzüldüyse üzüldüğünü belirtsin, rahatsız olduysa bunu dile getirsin. Ben dili çocuğu denetleme yöntemi değil, özdenetim kurması için sorumluluğu çocuğa yükleyen bir yöntemdir. Sorumluluk, karar çocuğa bırakılır.(Gordon,1997:105)
                  “Sen sakız çiğniyorsun, gözüm takılıyor, ilgim dağılıyor, bu da beni rahatsız ediyor.”
        4. İyi bir öğretmen bütün öğrencileri aynı biçimde kabullenir.İyi bir öğretmenin  hiçbir zaman gözdeleri yoktur.
        
        Öğretmenin gözde öğrencisi olamaz, olmamalı. Suna Tanaltay’ın deyişiyle, üvey anne olur, üvey baba olur, ama üvey öğretmen olmaz. Kimine öz öğretmenlik, kimine üvey öğretmenlik yapılmaz. Bakın öğretmen adayı olan bir kız öğrencim ne diyor: ”İlkokul 2.sınıftayken, öğretmenim bir arkadaşımızı hep övüyor, her işi ona yaptırıyordu. Öğretim yılı sonunda sınıfça hatıra fotoğrafı çektirmiştik. Çok sonra fark ettim ki, o fotoğrafta ben o arkadaşımın yüzünü karalamışım.”  Kıskançlık, çekememezlik, kendini dışlanan, sevilmeyen biri olarak duyumsama… Minicik yüreklerin kaldırabileceği duygular mı bunlar? Kendimden örnek vereyim: Öğretmen okulunda son günlerimiz, meslek dersleri öğretmenimiz duvar gazetemize bizim için bir veda yazısı yazmış, yazının içinde “Ahmet’ler, Mehmet’ler, Ayşe’ler “diyerek yedi sekiz tane ad sıralamış, adları yazılanların çoğu benim sınıf arkadaşım, ama benim adım yok. Kötü oldum, içim, yüreğim burkuldu. Çocuk da değildim, birkaç ay sonra öğretmen olacaktım. İşte böyle, öğretmen attığı her adıma, söylediği, yazdığı her söze dikkat edecek. Öğretmenlik duyarlık, incelik ister, karşısında insan var. Ben son zamanlarda öğrencilerime ulu orta “Baban, annen ne iş yapıyor” diye sormaya bile çekinir oldum. Şun-
dandı,”Hayatımdaki En İyi Öğretmen” başlıklı, annesi ölmüş bir çocuğu anlatan –her okuyuşta duygulandığım- bir öyküyü sınıfta okurken bir kız öğrencim ağlamaya başlamıştı, ağlaması dinmeyince beden diliyle benden izin alan bir arkadaşı onu dışarı çıkardı. Sonra öğrendim, bu öğrencimin annesi bir hafta önce ölmüş.
           ‘Gözde öğrenci’, ’prenses sendromu ‘ geliştiriyor, ’en’ lerin içinde buluyor kendini. En akıllı o, en çalışkan o, en başarılı o. Aslında en çok olan ‘gözde öğrenci’ye oluyor, gereksiz bir üstünlük duygusu yaşıyor. Arkadaşlarınca dışlanıyor, okul değiştirince düş kırıklığına uğrayabiliyor.
            İlk duyduğumda çok etkilenmiş, duygulanmıştım, bir emekli öğretmen, sevgili ağabeyimiz Mehmet Kaplan anlattı: Sınıfına gelen müfettiş öğrencilere küçük birer kâğıt dağıtıyor, sonra “Çocuklar, öğretmeniniz sınıfta en çok kimi seviyorsa, onun adını kâğıda yazın, kâğıdı katlayıp masanın üstüne koyun” diyor. Sonuç müthiş, her çocuk “Beni seviyor” diye yazmış. Şöyle de diyebiliriz, öğretmenin gözde öğrencileri vardır, ama hepsi.

          5.İyi öğretmen, coşkulu, uyarıcı ve özgür bir öğretim ortamı yaratır ve bu ortamı her zaman düzenli tutar.
          
           İlk dersimde tanışırken derim ki, size söz veriyorum şu kapıdan her zaman güler yüzle gireceğim, o gün ne yaşamış olursam olayım, özel durumum ne olursa olsun… Bir de öğretme coşkusuyla dopdolu gireceğim,bu iş coşkusuz olmaz.Öğretme coşkum size öğrenme coşkusu olarak yansısın istiyorum.Öyle mıy mıy,mız mız ders  olmaz, bu ders de bitmek bilmez. Coşkulu olmayan coşku yaratamaz, öğretme heyecanı olmayan, öğrenme heyecanı yaratamaz. Einstein “Coşku, zekâdan daha önemlidir” demiş. Şarkıcılardan örnek veririm,onlar konsere başlarken nasıl da coştururlar dinleyicileri. Onlar gibi de yaparım kimileyin.”Hazır mıyız? Hazır mıyız? Doksan dakikalık bilim, bilgi yolculuğuna, heyecan yüklü bir serüvene var mısınız? Defter, kitap, elinde ne varsa, salla, salla, salla…”
          Sınıfı dolaşırım, hepsiyle tek tek göz teması kurarım, hal-hatır sorarım, etkilenirler bundan. Bu bir etkileşim işi, öğretmen coşacak ki coştursun, karşısında coşkulu insanlar olacak ki coşsun, enerji akışı oluşsun. ”Aynı konuyu değişik şubelerde dönüp dönüp işlemeye(anlatmaya değil) usandım”  diyenlere de tiyatrocuların aynı oyunu kim bilir kaçıncı kez bitmez tükenmez bir enerjiyle, coşkuyla oynadıklarını anımsatırım hep. Yaptığı işi seven öğretmen için her ders başka bir serüvendir, yorucu olmaz. ”Öf, daha iki dersim var, nasıl geçecek” diye oflaya puflaya sınıfa giren öğretmen ne coşar, ne de coşturur.”

          6.İyi öğretmen her şeyden önce tutarlıdır. Değişmez, unutmaz, çok neşeli ya da çok asık yüzlü değildir ve hata yapmaz.
           Gordon haklı tabii, öğretmen de yanlışlık yapabilir, unutabilir, öyle ya, insandır o. Yeter ki özür dilesin, bu onu öğrencinin gözünde küçültmez, tersine saygınlık yaratır.                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                   Karışık tutum takınmayacak öğretmen. Aynı davranışı bir gün kabul edip, başka bir gün reddetmeyecek, yapmacık kabul içinde olmayacak. İleti kodlama becerisine sahip olacak, çift ileti göndermeyecek. Öğretmenin kabul ettiği,-olabildiğince az olmak üzere-kabul etmediği davranışlar olur. Ne ki rahatsız olduğu davranışı kabul etmemeli, kabul ettiği davranışı da kabul etmez görünmemeli, tutarlı olmalı. Olduğu gibi olmalı, rol yapmamalı. Derler ya, insanın bir eşref saati, bir de eşek saati varmış, olmaz öyle şey, öğretmenin sadece tek saati vardır, o da eşref saatidir. Şu söz öğretmene yakışıyor mu?
           “Dua et, iyi günümdeyim, yoksa görürdün sen…”
           Yine de öğretmen, kabul edilemez saydığı davranışları gözden geçirmeli, belki onlar da zamanla kabul edilebilir davranışlara katılabilir, iyi de olur.
           Öğretmen yapmacık kabul gösterdiğinde beden diliyle sözleri çelişir. Böylece öğrencilere birbirine karşıt çift ileti ulaşır, bu da çocuğun kafasını karıştırır.
            “Konuşun, konuşun, aferin!”
             Bilim, bilgi gün günden geliştiği, değiştiği, öğretmenin de bilimsel tutum içinde olması gerektiği için o da değişecek elbette. Ama yanar-döner olmadan, gelen ağam giden paşam demeden, esen yele göre yön değiştirmeden… Temel değerlerini koruyarak ilkeli olacak.
            Neşeli olmaya gelince… Sevgili öğrencilerim bazen sorarlar bana,”Hocam sizi hep gülerken görüyoruz, sizin hiç derdiniz, sıkıntınız yok mu, olmaz mı?” Derim ki, “ ‘Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır’ diye bir türkü var ya, bir of çeksem Uludağ yıkılır. Ama ben dertlerimi, sıkıntılarımı sınıfa getirmem, paltomu nasıl asıyorsam, onları da asar, dışarda bırakırım” Gülme, gülümseme bulaşıcıdır ve biz gülüş cümbüş ders yaparız. Gülmek, güldürmek dersin ciddiyetini bozmaz, derse renk katar, coşku yaratır. ”Mizah çok ciddi bir iştir. Yorgunluğu alır, rahatlatır, ayık tutar. Mizahı işin içine kattığınızda veri akışı çok daha kolaydır” diyor Riccon Doğan.(Cumhuriyet Pazar,15.10.2006,sayı:1073) Öyledir,”Haz ve başarı duygusu, öğrenmeyi olumlu yönden etkileyen pozitif hormonal bir denge oluştururlar. Böylelikle beyin hücreleri arasındaki iletişim ve sinapslardan aktarılan enformasyonlar hiçbir engelle karşılaşmadan hedefine ulaşır.(…)” (Vester,1994:200)

          Adile Naşit, İzmir’e turneye gitmişken İstanbul’dan çocuğunun ölüm haberini alıyor. İstanbul’a gidip çocuğunu toprağa verdikten sonra geri dönüyor, sahneye çıkıp gülüyor, güldürüyor.
          Suna Pekuysal anlatırdı: ”Babamı toprağa verdim, o gece sahneye çıktım, oyunumu oynadım. Kocamı toprağa verdim, gene o gece sahneye çıkıp güldüm, güldürdüm.”
          Bir örnek de Suna Kan’dan, İzmir’deyken (Kasım-2005)konserden önce kocasının ölüm haberini alıyor, konseri erteletmiyor, çıkıyor sahneye bir buçuk saat keman çalıyor.
         Beylik bir öykücük vardır. Kasabanın psikoloğuna bir kişi geliyor, kaygılı, üzgün olduğundan, yüzünün gülmediğinden yakınıyor. Psikolog da ona, kasabaya bir sirk geldiğini söyleyip, oraya gitmesini, özellikle palyaçoyu izlemesini salık veriyor. Adamcağız iç geçirip acı acı gülerek diyor ki,
         “Beyefendi, o palyaço benim…”

          7.İyi öğretmen her sorunun yanıtını bilir, öğrencilerden daha akıllıdır.
          
           İşte gerçekten tümüyle yanlış bir anlayış. Çok öğrencimden duydum, uygulama için okullara gittiklerinde öğretmenler uyarıyorlarmış, ”Bilmediğinizi sakın belli etmeyin, gizleyin, yoksa otoriteniz sarsılır” Bir de, öğretmen, sorulan sorunun yanıtını bilmiyorsa, soruyu soran öğrenciye sorunun yanıtını öğrenmesi için ödev vermelidir diye bir anlayış var. Sordu, ödev. Sordu, ödev… Sorduğu her soru kendisine ödev olarak dönerse çocuk bir daha soru sormayabilir. Oysa çocuğun soru sorması çok önemli, bu, onun her şeyden önce ilgisini, merakını gösterir. Bilim soruyla gelişmiştir, yerçekimi yasası, varlığını soruya borçludur:” Elma düşüyor da Ay neden düşmüyor?”Berthold  Otto demiş,”Soran çocuk zihnini, ruhunu  bilgi için açmıştır.”
      Fizik dalında Nobel ödülü kazanan bilim insanı İsidor Rabi’ye öğrencileri soruyorlar,
       “Hocam başarınızı neye borçlusunuz?”
       “Başarımı soru sormaya, soru sormayı da anneme borçluyum. Annem, başka annelerin sorduğu gibi ‘bugün öğretmenin sorularını yanıtladın mı?’ diye sormaz, tersine ‘bugün öğretmenine güzel sorular sordun mu?’ diye sorardı bana.”
        Öğretmen her şeyi bilmez, bilmesi de gerekmez. Elbette alan bilgisine sahip olacak, yine de öğretmenin yanıtını bilmediği sorular olabilir, hele bunlar ansiklopedik bilgiyi içeriyorsa… Sonra akıl baştadır, yaşta değil. Kaldı ki öğretmen sorunun yanıtını bilse bile söylememeli, ödev vermemeli ama, çocuğu hazıra da alıştırmamalı. İpucu vere vere yanıtı çocuğa buldurabilir. Sokrates’in yaptığı da bu değil mi zaten,’ düşünce doğurtmak’… Bir profesör demişti, ”Öğrencilerimin hiçbir sorusunu yanıtlamam. Sorun çok güzel, teşekkür ederim der, sonra sorunun yanıtı şu şu kitapların şu bölümlerinde var derim”

         8.İyi öğretmenler birbirine destek olur, kendi duyguları, değer yargıları ve inançlarından etkilenmeden öğrencilere karşı ‘birleşik cephe’ oluştururlar.
      
         Tabii bu anlayış da yanlış, Gordon haklı. Öğrencilerim zaman zaman kimi öğretmenlerden yakınırlar, dinlerim onları, en azından onları anlayan, empatik dinleyen biri olduğunu bilsinler, duygularını dışa vurup rahatlasınlar. Dinlerim de, ilkin bir koşul ileri sürerim ama, ad vermeyin derim. Bunu yapmayıp da yanlışı yapan öğretmeni savunmaya kalksam yanlışı da savunmuş olmaz mıyım?

           Sonuç

           Tabii öğretmen ermiş değil, derviş değil, olması da gerekmez. İnsan o, insana özgü zayıflıkları var tabii. Ama öğretmen sokaktaki biri, sıradan bir insan değildir. Değilse, öğretmen adaylarına dört yıl boyunca neden mürekkep yalatıyoruz, dirsek çürüttürüyoruz, boşuna mı? Öğretmenlik meslektir, ”ben öğretmenim” diyen de mesleğinin gereklerini yerine getirmelidir.

           KAYNAKÇA

Dökmen, Üstün (1994)”’Müdür Bey’ Niçin Bağırıp Çağırıyor?”Cumhuriyet Bilim Teknik 05.03.1994 Sayı:363

Gordon, Thomas (1997) Etkili Anababa Eğitimi( Çev. Emel Aksay) 3.baskı İstanbul: Sistem       Yayıncılık
______________(2000)Çocukta Dış Disiplin mi? İç disiplin mi? (Çev. Emel Aksay) 2.baskı İstanbul: Sistem Yayıncılık
_____________ (2001) Etkili Öğretmenlik Eğitimi (Çev. Emel Aksay) 10.baskı İstanbul: Sistem Yayıncılık
Navaro, Leylâ (2003) Gerçekten Beni Duyuyor musun? 9.baskı İstanbul: Remzi Kitabevi
Sarıhan, Zeki(Haz.) (2000) Unutulmayan Öğretmenler Ankara: Kültür Bak.
Şemin, Refia (1975) Okulda Başarısızlık İstanbul: İÜ Edebiyat Fakültesi Yayınları:2035
Vester, Frederic (1994) Düşünmek, Öğrenmek, Unutmak(Çev. Aydın Arıtan) İstanbul: Arıtan   Yayınevi

         *   Bu yazı ÖĞRETMEN DÜNYASI dergisi’nin 371.sayısında(Kasım 2010) yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder