RECEP NAS’LA ÇOCUK EDEBİYATI ÜZERİNE SÖYLEŞİ
(*)
Örneklerle Çocuk Edebiyatı adlı kitabınız var, sizi bu kitabı yazmaya iten
neden neydi?
Ben öğretmenim. İlkokul
öğretmenliği, ilköğretim müfettişliği yaptım.27 yıl da öğretmen yetiştiren
kurumlarda çalıştım.Odakta hep çocuk vardı. Çocukla ilgili, çocuğu ilgilendiren
her şeyle ilgiliyim ben, öyle olmalıyım. Dilci,edebiyatçı değilim.Çocuk
eğitimcisiyim de diyemem kendime,sınırı aşmak olur bu,yapamam.Ama çocuğun
eğitimiyle ilgiliyim.
Çocuk olduğuna çocukluk dönemi diye bir
dönem olduğuna göre,bu çocuğun edebiyatı da olmalıydı.Çocukla ilgili her şeyi
bilmek istediğime göre çocuk edebiyatını da bilmeliydim.Onun için çocuk
edebiyatıyla 1970’lerin başlarında ilgilenmeye başladım.Atatürk Eğitim Enstitüsü’nde
okurken de Enver Naci Gökşen’den bunun dersini aldım.Yanılmıyorsam
o yıllarda çocuk edebiyatına ilişkin
derli toplu bir tek bu öğretmenimizin kitabı vardı.O günden bu yana
çocuk edebiyatının tam içinde olamadım belki,ama dışında ,uzağında kalmamaya
çalıştım.
Oğlum 1,5-2 yaşına gelince onu kitaplarla
tanıştırdım,kitap sevgisi kazansın diye.Giderek ona masallar,öyküler okumaya
başladım.Hemen belirteyim,istek ondan geldi hep,o istedi okumamı.Çocuğa “Gel
sana kitap okuyayım” denmez,yanlış bu,böyle bir yaklaşım çocuğu kitaptan
soğutabilir.Okuma-yazma öğrenene kadar evde olduğum sürece-o istediği için-
uykudan önce kitap okudum ona.Oğluma
tabii ki kitap almaya başladım.Hangi kitapları almalıydım,o yaş
çocuğunun okuma eğilimleri neydi?Çocuk kitabı nasıl olmalı,nitelikli bir
kitabın özellikleri nelerdir?Bunlar üzerine kafa yormaya,okumaya
başladım,notlar aldım.
Dahası ilköğretim müfettişi olarak
öğretmenlere kılavuzluk yapmalıydım.Sınıf kitaplıklarında hangi,nasıl kitaplar
bulunmalıydı?Öğretmenleri toplantılarda bilgilendirmek için daha çok okuyup
derinleşmeye çalıştım bu konuda.
Oğlumla birlikte epey kitap okudum,oğlum
okumayı öğrendikten sonra onun aldığı kitapları okumayı sürdürdüm.Bu alışkanlığa
dönüştü giderek,şimdi de çocuk edebiyatı ürünlerini okurum ben.Cumhuriyet
Kitap’ın çocuk edebiyatı sayfasını hiç kaçırmam,okurum.Yeni çıkan çocuk
kitaplarını izlerim,tanıtım yazılarını okurum.
Çok geç kalınmıştı ama,sonunda
–yanılmıyorsam 1993’te- sınıf öğretmeni adayları için izlenceye çocuk edebiyatı
dersi kondu.Bu dersi de bir yıl okuttum ben,bunun için çok hazırlık
yaptım,okudum,notlarımı geliştirdim.Yeniden bulabildiğim tüm kaynakları
inceleyip okuyarak kitabımı yazdım,yayımladım.
Kitabınıza örnekler
koymuşsunuz,buna neden gerek duydunuz?
Çocuk nasıl gerektiği kadar
önemsenmiyorsa,ona yeterince değer verilmiyorsa,çocuk edebiyatı da küçümsendi,önemsenmedi, göz ardı edildi.
Bunlar birbirine bağlı şeyler tabii,birine önem vermezsen,ona bağlı olarak
ötekine de önem vermezsin.Çocuklar için”çocuktur,ne yazsan,nasıl yazsan,olur”
anlayışı vardı,dolayısıyla ‘çocuksu’ şeyler yazıldı.Değerli,usta yazarlar da
çocuk edebiyatına uzak durdular.işte bir Gülten Dayıoğlu,o da zaten öğretmenken
öğrencilerine okutacak doğru dürüst bir kitap bulamayınca kendisi yazmaya
başlamış.Burda elbette Eflatun Cem Güney’i,Naki Tezel’i,Oğuz Tansel’i anmak
gerekir,ama bunlar masal üzerinde çalışmışlardır.Bir ad daha analım,Kemalettin
Tuğcu ..Kemalettin Tuğcu birkaç kuşağa okuma tadı tattırmış bir yazar,301 kitap
yazmış,elbette saygı duyulur,ama bu yazarın kitaplarının içeriği
tartışmalı.1970’li yıllarda ‘sol’un yükselmesiyle(1979 yılının Dünya Çocuk Yılı
olmasının da etkisi var kuşkusuz)usta yazarlarımız çocuklar için yazmaya
başladılar.Ama –genel olarak- çocuğa ‘sınıf bilinci’ vermek istenirken çocuk
gerçekliğine de,edebiyat gerçekliğine de uzak düşüldü.
Emin Özdemir’in deyişiyle,bizde ‘çocuğa
görelik’ ilkesiyle ‘çocuksuluk’ karıştırılıyor,çocuksuluk öne
çıkarılıyor.Sanılıyor ki anlatım bozulursa,tümceler çakul çukul olursa çocuğun
düzeyine iniliyor,sözüm ona çocuğa göre yazılıyor.Muzaffer İzgü’nün bir sözü
vardır,çok severim:”Çocuk kitabı yazarının özür dileme hakkı yoktur.”
Tümceler kısa ,düzgün olacak.Tamam,ama
tümceler kısa,düzgün olsa da duygudan,düşünceden yoksunsa etkileyici olamaz ki,
kuru olur,yavan olur anlatım.Yalın ama etkileyici olmalı.Özenli ama özentisiz
olmalı.Yalın olmalı ama yalınkat olmamalı.Yalınlık çocuk kitaplarında önemli
bir özellik,doğru.Ama yalınlık yüzeysellik değil.Yalın olur,kötü olur.Yalın
olur, iyi olur.Yalınlık edebiyat gerçekliği üretmiyorsa kuruluğa,yavanlığa
dönüşür. Yalınlık yapıtın derinlik kazanmasına engel değil.Aslında yalın yazmak
ustalık ister.Maksim Gorki, “sade ve açık anlatım yazınsal ölçülerin düzeyini
düşürmekle değil,ustalıkla olur” diyor.Jan Yolen’in bir sözü vardır,”Çocuklar
için yazmakla büyükler için yazmak aynı şey,çocuklar için yazarken biraz daha
iyi yazacaksın,hepsi bu”
Genel edebiyat için ne geçerliyse çocuk
edebiyatı için de o geçerlidir.Onun için zordur çocuk edebiyatı.Öyle ki hem
edebiyat gerçekliği dikkate alınacak ,hem de çocuğun dünyası…Evet,zordur çocuk
edebiyatı,zor olduğu için de çocuğa göre,nitelikli çocuk edebiyatı ürünü
azdır.Fatih Erdoğan,”okumayan bir toplum olmamızda,çocukken okuduğumuz
zevksiz,edebiyatsız çocuk kitaplarının da etkisi büyüktür diyor”
Sorunuzun yanıtı kısaca şu:Nitelikli çocuk
kitaplarının özelliklerini kuramsal olarak vermekle yetinmeyip okuyucuya her türün doğru örneklerini sunmak istedim.En
çok halk masallarının örneklerini seçerken zorlandım,çünkü bu masallar çocuklar
için yazılmamış,kimisi çok uzun,kimisinde de kaba sözcükler ya da anlatımlar
var.
‘Çocuksuluk’tan
ve ‘çocuğa görelik’ten söz ettiniz,bunları biraz daha açar mısınız?
Tabii…Çocuksu olan metinlerde anlatım
kurudur,sığdır,yavan ve
tekdüzedir.Özensiz yazılmıştır.Çocuk da önemsenmez,metin de…Savruk bir anlatım
söz konusu.Öğreticidir,didaktik yani.İleti doğrudan,edebiyatın gücü kullanılmadan
verilir.Bazı kitaplarda öyle ileri gidiliyor ki çocuğa ders,öğüt
veriliyor,hatta korkutuluyor çocuk.Dinsel öğeleri içeren kitaplar hep
böyle.Sorun da,soru da şu:Yoz,düzeysiz,yavan,kof ürünlerle çocuk nasıl
yazınsever olacak,yetişkin olduğunda reklamlara
kanmadan nitelikli ürünlere nasıl ulaşacak,okuma alışkanlığını nasıl kazanacak
ve nasıl estetik duygusu gelişmiş biri olacak?
Çocuğa göre metin de ise dil
yetkindir.Türkçenin zenginliği,anlatım olanakları kullanılır.anlatım
canlıdır,akıcıdır.Sanatsal değer,şiirsel duyarlık taşır.
Çocuğa,çocuğa göre metinlerin
sunulması,bunun içinse ana-babaların da,öğretmenlerin de çocuksu olanla çocuğa
göre olanı ayırması gerekir.Bu ayrımı yapabilmeleri içinse çocuk edebiyatı
üzerine yazılmış bilimsel yazılar,kitaplar okunmalı.Dahası kitap tanıtma
yazılarının okunması gerekir. Ben kitabıma –içerikleri birbirine yakın
olan-kimisi çocuksu ,kimisi çocuğa göre olan örnekler de koydum.
Kitap alırken seçici
davranılması,çocukların nitelikli kitaplarla buluşturulması yakıcı bir sorun
günümüzde.Nasılsa çocuk için yazılmış,öyleyse çocuğa göredir denip işin
kolayına kaçılamaz.Kitapta fiziksel yönden,içerik ve dil-anlatım yönünden
belirli özellikler aranmalıdır.Ne yazık ki pek çok ana-baba,çocuğuna ayakkabı alırken
kılı kırk yarar da kitap alacağı zaman bu özeni göstermez.Pek de suçlayamıyorum ana-babaları,bilmiyorlar
ki…Öğretmenin kılavuzluk etmesi gerekir,çocuğa da,ana-babaya da…Ama ilkin
öğretmenin bu alanda da kendini yetiştirmiş olması gerekir.Sedat Sever çok
güzel söylemiş,yanlış kitap,yanlış ilaç gibidir,olumsuz sonuçlar doğurur
Gerçekte
çocuk edebiyatı olur mu? Çocuk edebiyatı,yetişkin edebiyatı diye ayırmak doğru mu?
Bu çok eskilere dayanan bir
tartışma,günümüzde aşıldı sanırım.Ama açalım biraz…Çocuğa özgü bir
edebiyatın gerekliliği,ilkin çocuk
psikolojisinin gelişmesine koşut olarak eğitimci yazarlarca ileri
sürülmüştü.Buna ilk tepki kiliseden geldi,bu tepkiye kimi eğitimciler de
katıldı. Bunlar ders dışı okuma etkinliklerine karşı çıkıyorlardı.Bunun
yansımasını bizde ne yazık ki hâlâ görmek olanaklı.Bırak o kitabı,dersine
çalış,diyen ana-baba hiç de az değil.
İlginç değil mi,çocuk edebiyatına bir
tepki de kimi edebiyatçılardan geldi.Onlara göre çocuğun anlayış,kavrayış
sınırlarına çekilmiş bir edebiyat yapıtı olamaz.Bu,sınırlı sayıda,belli
sözcüklerle yazılacağından,ola olsa edebiyat altı bir anlatım olur.
Çocuk edebiyatı olur mu ,olmaz
mı,tartışmasının kaynağında asıl şu var:Jules Verne’in kitapları,Küçük
Prens,Robinson Crouse gibi kitaplar çocuklar için yazılmadı.Ama bunlar
çocuklarca çok sevildi,çocuk edebiyatı klasikleri oldular.Bu durum çocuk
edebiyatı-yetişkin edebiyatı ayrımının gereksizliği için gerekçe olarak
gösterildi.
Bizde de çocuk edebiyatı olmaz diyenler
var.Cemal Süreya örneğin,edebiyattan
ayrı bir çocuk edebiyatı olmaz,diyor.Yaşar Kemal de bu ayrıma karşı
çıkanlardan,ama o da Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca adlı bir
çocuk romanı yazdı.Bu romanı tasarlarken bambaşka bir yöntem uyguladığını,çocukların
deneyimlerinin az olduğunu göz ardı etmediğini söyledi.
Çocukluk
diye bir olgu,bir dönem var.Çocuğun kendine özgü bir dünyası
var,algılamaları,düşünme biçimi farklı.Çocuk yetişkinin küçük bir örneği
değildir.Yaşamının bu döneminde çocuk edebiyattan yoksun bırakılamayacağına
göre onun için edebiyat yapılacaktır,bu
da çocuk edebiyatıdır.
İnsanlık ‘çocukluk’ kavramına kolay
ulaşmadı.Çocukluk 16.yy.da keşfedildi,Rönesans’ın ürünüdür.Daha önce çocuk
var,ama çocukluk yoktu.Hoş,gün günden ‘çocukluk’un yeniden yok olacağı dile
getiriliyor,kitabı bile yazıldı:Çocukluğun Yokoluşu,Yazarı,Neil Postman.Yani
matbaa çocukluğu ortaya çıkardı,elektronik çağ ise çocukluğu yok edeceğe
benzer.
Çocuk edebiyatı ne? Çocuklar için
yazılanlar mı,yoksa çocukların okudukları mı?Böyle bakıldığında genel
edebiyatla çocuk edebiyatı arasında kalın bir çizgi çizmek doğru değil.Bence
doğrusunu Renate Welsh söylüyor:”Çocuk edebiyatı çocuklarca okunan
edebiyattır.” Çetin Öner,’Gülibik’adlı kitabını yazarken “büyükler-küçükler
kavramını bir kenara itip özgürce çalıştım” diyor.Yine de çocuk edebiyatı ürünü
oluşturulurken çocuğun özellikleri de,edebiyatın özellikleri de göz ardı
edilemez.Edebiyatın ilkeleri,çocuk edebiyatının da ilkeleridir çünkü.
Ölçü şu:Çocuklar gibi yetişkinler de tat
alarak okuyorlarsa bu iyi bir çocuk kitabıdır.
Çocuk
kitapsız kalmamalı,okumalı.İyi de,çocuğa okuma alışkanlığı nasıl kazandırılacak?
Okuma değil, ne yazık ki okumama var kültürümüzde.
Şu söze bakın: ”Belanın en büyüğü sayfaları hoca edinmektir.” Yani kendi başına
okumak günah,sakıncalı,belalı bir iş.Okumayacaksın,hocaya soracaksın,öyle de
yapılıyor zaten.
Çocuğun yakın çevresinde ilk fark edeceği
şeyler biri de kitap olmalıdır.Çok küçükken kitapla tanışmalı,8-9
aylıkken.İngiltere örneğini vereyim.Çocuk nesneleri tutmaya başladığında eline kitap veriliyor.Sağlık
ocaklarında kitap armağan ediliyor,bir tane değil,bir paket dolusu.Sağlık
ocağında toplumsal görevli var,bu kişi anneleri okuma,drama,oyun kümelerine
yönlendiriyor.Düşünebiliyor musunuz,damak kaşıma kitapları var, çocuk bunu
kemiriyor.Banyo kitapları var,yumuşak plastikten,çocuk bu kitapla birlikte
yıkanıyor.Bebekleri kütüphaneye üye yapıyorlar,aldığı kitap
yiterse,yıpranırsa kimse sorumlu
tutulmuyor.
Görüyorsunuz,bu devlet işi her şeyden
önce,devletin önayak olması,bu işe gönül verenleri de desteklemesi gerekiyor.Bizde öyle mi,gün geldi kitap suç
aracı olarak gösterildi,silahların yanında sergilendi.12 martta yapıldı bu,12
eylülde yapıldı.Kitabı 12’den vurdular.İnsanlar korktu,mayısta, eylülde bacalar
tüttü, kitaplar yakıldı çünkü. Şöyle diyen bir Başbakanımız var bugün:”Benim
zamanımda nice arkadaşım vardı,çok okurlardı,şimdi sefilleri
oynuyorlar.Başarı,kitapların dışındaki dünyadadır.” Oysa yazınsal yapıtları okumanın okura kazandırdığı yararlar saymakla bitmez.Bir kez
yazınsal ürünler insanı insana
tanıtır.Dini,ırkı,kültürü ne olursa olsun o insanlara yakınlık duyulmasını sağlar.Duygu eğitimine
katkıda bulunur,insanlara duyarlık kazandırır.İnsanın bencillikten,sığlıktan
kurtulmasına yardımcı olur,ona yaşama gücü kazandırır.İnsanın iç dünyasını
zenginleştirir.Eşduyum (empati) yetisi,eleştirel düşünme gücü kazanmasına katkı sağlar.Bu yararlar,dedim ya,saymakla
bitmez.
“2010’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan
Mario Vargas Llosa ne güzel demiş”Roman ve öykü olmasaydı, özgürlüğün hayatı
yaşanılır kılmadaki öneminin; özgürlüğün bir zorba, bir ideoloji ya da dinin
ayakları altında çiğnenmesinin hayatı nasıl bir cehenneme çevirdiğinin farkına
varamazdık.”
Onun için baskıcı düzenler,onu
yaratıp sürdürenler edebiyattan korkarlar.Yurttaşların okuma alışkanlığı
kazanmalarına yönelik etkinliklere,düzenlemelere uzak dururlar.Hepsinden
vazgeçtim,kitaptan KDV alınmasa Türkiye
batar mı?Pırlantadan alınmıyor da kitaptan alınıyor. Unutulmasın,Muzaffer
İzgü’nün deyişiyle,çocuk okuru olmayan bir toplumun yetişkin okuru da olmaz.
Peki,çocuklarının
okuma alışkanlığı kazanması için ana-baba neler yapabilir?
Aile-kütüphane-okul… Bu üçlünün çocuğun
okuma alışkanlığı kazanmasında çok önemli.Okuma alışkanlığının temelleri okulöncesinde atılmalı.Kitap sevgisi,okuma
isteği kazandırılmalı çocuğa.Önce okuma eğitimi,sonra okuma-yazma
öğretimi.Kitabı seven çocuk okumak ister.Kendilerine kitap okunan,kitap sevgisi
,okuma isteği kazanan çocuklar
çoğunlukla okuldan önce kendiliğinden okumaya başlıyorlar. Bülent Yılmaz’ın yaptığı bir
araştırmaya göre çok kitap okuyanlar,ana-babası kitap okuyanlar.Tabii
ayrıksılar vardır.
Kitap içinde büyüyecek çocuk.Evde kitaplık
olacak ,ama süs için değil,işlevsel olacak.”Kitapsız evleri soğuk,fakir,ruhsuz
bulurum” diyor Haldun Taner.Masada,sehpada,hatta televizyon üzerinde kitap
görecek çocuk.Öyle ki kitap da giysi gibi,oyuncak gibi çocuğun dünyasının bir
parçası olmalı.
Çocuğa kitap okunacak,ama gene belirteyim,o
istediği için. Çocuğa,sevgi,sevecenlik dolu,sımsıcak bir yakınlık içinde kitap okunmalı,onunla resimlere bakılmalı,işte
bu insan insana ilişki içinde çocuk kitabı sevecektir.Kitaptaki anlayamadığı
yazılar da çocuk için yetişkinin ağzından eğlenceli masallara,öykülere
dönüşecektir.Okulöncesinde kendilerine kitap okunduğunda bu çocuklar-önceden de
söylediğim gibi- okuma-yazma becerilerini geliştirmeye hazır olurlar,dahası
anadillerini de kolayca öğrenirler,sözcük dağarcıkları zenginleşmeye başlar.
Oğlumdan örnek vereyim,dört
yaşındaydı,Ağrı’daydık.Ona evde olduğumda her akşam kitap okurdum,tabii o
istediği için.Yatağına yatar,bana “oku” derdi.Teftişten yorgun argın geldiğim
için bazı akşamlar okurken uykum gelir dalardım.O uyuyacağına ben uyurdum.Dürtüp
uyandırır,”oku”derdi.Öyle ki beni görünce aklına okumak gelirdi.Annesinin
değil,benim okumamı isterdi,ben vurgulamaları,tonlamaları iyi
yapmaya,canlandırmaya çalıştığım için. Bir gece oldukça kalabalık olan konuklarımızı uğurlarken,susamış,su
istedi.Çocuk bu,isteğini ertelemeyi henüz bilmiyor,ısrarla “su”,”su” diye
yineledi.Biz,konuklarla konuştuğumuz için ona ilgisiz kalınca bu kez “su”
diyeceğine-ağzı öyle alışmış ki- “oku” dedi.Herkes güldü,kendisi de…
Şunu da ekleyeyim,çarşıya çocukla birlikte
çıkılınca kitapçılar da gezilmeli.Bir şey daha:Bir araştırmaya göre
Türkiye’deki ailelerin gereksinme listesinde kitap 116.sırada.Oysa aile bütçesi
yapılırken kitaba,gazeteye de para ayrılmalı.
Biraz değindiniz ama,belirli
bir yaşa kadar çocuğa kitabı ana-baba ya
da yetişkin alacağına göre,kitap alırken nelere dikkat edilmeli?
Kitap alırken çocuğun yaşı,okuma
eğilimleri dikkate alınmalı.Bunun için de ana-baba donanımlı olmak,buna ilişkin bilgisini
artırmak,tazelemek zorunda. Yayınevi,yazar,kitabın niteliğiyle ilgili önemli
ipuçlarıdır.Ama dedim ya,ana-babanın yayınları izlemesi,yazarları
tanıması,hangi yayınevinin nasıl kitaplar yayımladığını bilmesi gerekir. Sadece
adına bakıp kitap alınmaz.Bir kitap geçti elime,adı”Hayvanlardaki Harikalar”,adı
ne güzel,çocukların nasıl da ilgisini çeker.Ama içine kurnazca islamı
siyasallaştıran öğeler serpiştirilmiş,insanların kutsal duygularını kendi
siyasal anlayışı için kullanmaya kalkışmış.
Üç sac ayağından söz
ettiniz:Ev,kütüphane,okul… Peki çocuğun okuma alışkanlığı kazanması ya da
sürdürmesi için öğretmene düşen görevler nelerdir?
Aynı şeyi söyleyeceğim,ilkin örnek
olmak.En iyi öğretme yolu iyi örnek olmaktır.Bir müdür,”ben okumam,okuttururum”
dermiş,böyle olmaz.Okuyacak,örneklik edecek öğretmen.Bir köşe yazarının
unutmadığı öğretmen,teneffüslerde bile kitap okuyan öğretmen.Atatürk’ün Milli
Eğitim Bakanı Mustafa Necati,”okuttuğundan çok okumayan öğretmen eskir”
demiş,ne de güzel demiş.
Öğretmen çocukların gelişim dönemlerine göre
okuma eğilimlerini bilmeli,çocuk yayınlarını izlemeli,gazetelerin kitap
eklerindeki kitap tanıtma yazılarını okumalı,velilerle işbirliği yapmalı,bu
konuda da onları bilgilendirmeli.
Sınıf öğretmeniyse,sınıf kitaplığı
oluşturmalı,bu kitaplık da göstermelik değil,işlevsel olmalı.Kitapla ilgili gün
ve haftalar kutlanmalı.
Sınıfça –hiç değilse-bir çocuk dergisine
sürdürümcü,yani abone olunmalı.
Olanaklar ölçüsünde çocuklar kitap fuarlarına,imza
günlerine götürülmeli.
Kitabınızda
okumada üç aşamadan söz ediyorsunuz…
1.sınıfta çocuklar okuma-yazma öğreniyorlar,bu
temel okur-yazarlıktır.Ama bu yetmez.Hoş,biz bunu bile başaramadık.Ülkemizde 4
kız çocuğundan ,10 erkek çocuğundan 1’i
okula gitmiyor. Okumayı öğrendi
çocuk,ya sonra…Okumayacaksa okumayı unutur,gizli okumaz-yazmaz olur.Mark
Twain’in çok güzel bir sözü vardır:Okumayan biriyle,okuyamayan biri arasında
hiç fark yoktur.Sonuçta ikisi de okumuyor.Demek ki okumanın işlevsel
olması,okuma alışkanlığının kazandırılması gerekir.Bu da yetmez,üçüncü aşama
eleştirel okumadır.Eleştirel okuyan,eleştirel düşünme gücü kazanmış insan,
kendisine sunulan bilgiyi hemen kabullenmez.Tartar,irdeler.Düşünce üretir.Tabusu,dogmaları
yoktur.Metni değişik boyutlarda çözümler,yeniden üretir onu.Enis Batur,”öyle
okurlar tanıdım ki ben,yuttukları kitapların şeklini aldılar.İyi okumak,temelde
bir muhalefet biçimidir” diyor.
İzninizle son bir soru
sorayım.Çocuklar gerçek bir şiirin tadına nasıl varabilirler,çocuklara şiir
nasıl sevdirilir?
Her şiir nazımdır,ama her nazım şiir
değildir.Çocuklar ders kitaplarında şiirle karşılaşıyorlar mı,kuşkuluyum ben.Ders
kitaplarındakiler-birkaçı dışında-şiir değil,manzume.Şiir,sanat değeri taşıyan
manzum bir yapıttır.Ders kitaplarında çocuklara şiir diye sunulanların çoğu
didaktik,söz yığını…
Şiir,ninnilerle,bilmecelerle,tekerlemelerle çocuğun dünyasına girer.Giderek çocuk şiir
dinlemekten,okumaktan hoşlanmaya başlar,yeter ki onu manzumelerle değil,şiirle
tanıştıralım.Fazıl Hüsnü Dağlarca şöyle diyor:”Çocuk şiiri olabilir
mi,olabilir.Çocuk şiiri şudur:Çocuk şiirinde yapıyı,nesnelliği,konuları onun
açısına göre daha ince seçmek,ilk duyarlıklar,ilk özgürlükler,ilk ölçüler
içinde yazmak gereklidir.”
Şunu da belirteyim,çocuğun şiiri
ezberlemesi gerekmez,bu,çocuğa bir yüktür.Zuhal Olcay,küçükken ezberlediği bir
şiiri topluluk karşısında okuyacakken unutuveriyor,”Annem” deyip kalıyor. Öyle
üzülüyor ki aşırı üzüntüye dayalı sarılık tanısı konuyor.Yazık değil mi,değer
mi?Çocuk okuya okuya bakmadan okumaya başlayabilir,o başka.
Bir de şiir nasıl okunur,ona
değineyim.Çocuklar sanıyorlar ki,sesimi ne kadar yükseltirsem o kadar güzel
okurum,öyle öğrenmiş.Oysa şiir baston yutmuş gibi durarak da,yapmacık,sert
baş-kol devinimleriyle bağıra bağıra da
okunmaz.Shakespeare,”benim dizelerimi bağıra bağıra okuyacaksanız,bunları
tellal okusun daha iyi” dermiş.
Şiir,Memet Fuat’ın deyişiyle,tıpkı konuşur
gibi okunur,hiç acele etmeden,bağırmadan,tane
tane,özentisiz,yapmacıksız,düpedüz konuşur gibi…
Teşekkür
ederim.
Bana bu olanağı verdiğiniz için ben de
teşekkür ederim.
(*)Bu
söyleşi OLİMPOS dergisinde (Bursa, Mart-Nisan 2011, Sayı: 2 )
yayımlanmıştır.(17-20) Söyleşiyi yapan: Taştan
Çıralar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder