ÇAĞDIŞI BİR
DİSİPLİN ARACI: DAYAK *
Recep
NAS
Giriş
Okullarımızda
dayağın varlığı yadsınamaz bir gerçektir. Öğrencisinin kafasına yumruk atan,
dayak için özel ‘sopa’ yaptıran öğretmenlere rastlanmaktadır (Yavuzer, 1986:
51). Evde dayak olunca, bu, okula da yansımaktadır. Öğrencisini döven öğretmen
de bu toplumun ürünüdür, dayak atan aileden gelmektedir (Yörükoğlu, 1983:113).
UÜ Eğitim Yüksekokulu çıkışlı bir öğretmenin mektubundan bir örnek verelim:
“(…) Göreve başladığım gün alışmak için arkadaşımın sınıfına girdim. Bir
köşeye çekildim, dinledim. Ders epey ilerledikten sonra birkaç öğrenci kapıyı
çalıp içeri girdi. Öğretmen, ‘Neden geç kaldınız, neredeydiniz?’ diye sordu.
Çocuklar cevap vermediler. Hava da öylesine soğuktu ki, cevap verecek halleri
kalmamıştı. Öğretmen sopayı aldı, hepsinin ellerine vurdu. Minicik ellere
vuruldukça acısını yüreğimde duydum. İlerleyen günlerde gördüm ki, çocuklar dayağa alışmışlar. Ben hiç
dövmedim. Dövmememe kendi arkadaşlarım bile karşı çıktılar. ‘Dövmezsen başa çıkamazsın, tepene çıkarlar’
dediler. Yıllar yılı dayakla yoğrulmuşlar ki benim dövmememi yadırgadılar.
(…) Bir gün bir veli geldi: ‘Hoca’nım.,
siz benim oğlanı hiç dövmüyorsunuz, dövün ki sizin emeğiniz de boşa gitmesin,
benimki de…’ dedi. (…)” (A.H.İ. 11 Mayıs 1987)
İlkokul
Yönetmeliğinin 26. Maddesinde şöyle denilmektedir:
“Esas olarak ilkokul öğrencilerine maddi veya manevi ceza verilemez.
Öğrencilerin davranış bozuklukları, bunlara sebep olan bedeni, ruhi ve sosyal
etkenler, araştırma ve giderici tedbirler alınmak suretiyle düzeltilir. Böyle
durumlarda öğrenciye ilk ve etkili yardımı yapmak sınıf öğretmeninin
görevidir.(…)”
Kâğıt üzerinde kulağa hoş gelen bu sözler
acaba işlerlik kazanıyor mu? Önemli olan bu, “Yasak” demiş olmak yetmiyor.
Dayak olgusu okullardan kapı dışarı edilemediğine göre, yetmediği belli.
Peki, neden dövüyor öğretmen? Çocukları mı sevmiyor? Çağdaş disiplin
anlayışından mı yoksun? Çocuk psikolojisini, çocukların özelliklerini mi
bilmiyor? Sınıfında yeterli iletişim ve etkileşim ortamı mı sağlayamıyor?
Otorite sahibi olmanın yollarını mı bilmiyor? Nedenler belki bunların birkaçı,
belki hepsi… Değilse, neden çocukları dövme gereği duysun öğretmen? Öyle ya,
öğrencilerini seven ve sayan, sınıfında olumlu öğrenme ortamı yaratan,
öğrencileriyle sıcak ve içten ilişki içinde olan öğretmen dayak gibi yapay
disiplin sağlama yoluna başvurma gereği duymaz. Ama saygı bekleyici olduğu
sürece disiplin sorunlarıyla karşılaşır. Oysa güçlü kişiliğiyle, sevecen
yaklaşımıyla kendiliğinden saygı sağlayıcı olmalıdır. Öğretmen saygı gösterirse
saygı görür, severse sevilir.
Disiplin
Yol göstermek ve yardım etmek anlamına
gelen disiplin, çocuğun sağlıklı gelişimi için gereklidir (Tuncer, 1980: 20).
Disiplinin özünde otorite de vardır, özgürlük de… Otoriteyle özgürlüğün
disiplinin içinde dengelenmesi gerekir. Demek ki, öğretmen ne otoriter olmalı,
ne de otorite boşluğu yaratmalıdır, otorite sahibi olmalıdır. Otorite sahibi
öğretmense ‘çocuk merkezli’ disiplin anlayışını benimser. Kendine güvenir,
çocuğu tanır. Saygılıdır, anlayışlıdır, hakça davranır. Öğrencisiyle işbirliği
yapar, diyalog kurar. Kararları öğrencileriyle birlikte alır, onlara danışır.
Öğrencilerinin yanındadır, karşılarında değil (Onur, 1979: 30-32).
Çocuğun duygularına sınır konulmamalıdır. Çünkü bastırılan duygular
olumsuz duygular olarak dışa yansır. Çocuğa söz hakkı tanınmalıdır. Öğretmen öğrencisiyle
diyalog kurabilmeli, ikisinin konuşmaları iki ayrı monoloğa dönüşmemelidir.
Çocukla konuşurken onu dinlemek ve anlaşıldığını hissettirmek çok önemlidir.
Davranışlara sınır konurken de neyin, neden, nasıl yapılması gerektiği
belirtilmelidir, neyin yapılmayacağı değil. Bir başka deyişle, emirler olumlu
ve hedef gösterici olmalıdır. Neden öyle yapması ve davranması gerektiğini,
kuralların gerekçelerini anlamalıdır çocuk. Yasak ilgi çeker, olumsuz emir
tepki yaratır, yapılmaması gerekeni yinelemeye iter çocuğu. Kurallar akla uygun
ve kolayca uyulabilir olmalıdır.
Özdenetim, en etkili disiplin aracıdır (Yörükoğlu, 1978: 162). Çocuk
kendini denetleyip yönetebilmelidir. Ama özdenetim yeteneği baskı altında
gelişmez. Çocuk doğru olanı, öğretmenden korktuğu ya da ödül beklediği için
değil, içten gelen bir istekle yapmalıdır; yanında öğretmen olmadan da uygun
biçimde davranmalıdır. Öğretmenden korkmamalıdır çocuk, korkunun olduğu yerde
öğrenme gerçekleşmez. Dayağa ilişkin yapılan araştırmalara göre “Öğretmen
dayağı ve aşağılayıcı davranışlar arttıkça öğrenci başarısı düşmektedir.”
(Yörükoğlu, 1983: 113)
Çevre, çocuğa göre düzenlenmelidir. Çevrenin denetim alınması, disiplin
sorunlarını en aza indirir. Çocuk hareket varlığıdır, unutulmamalıdır bu. Sessizlik
ve hareketsizlik içinde hiçbir yetenek gelişmez. Okulda yeterince oyun alanı ve
aracı olmalıdır. Çocuklar hareket gereksinmelerini uygun yollarla
gidermelidirler. Değilse, daracık koridorlarda itişip kakışırlar.
Dayak
Önce şunu belirtelim ki, önemli olan ceza vermeyi gerektirmeyecek bir
ortamın yaratılmasıdır. Çünkü, ceza, olumsuz davranışı geçici olarak önler.
Cezanın baskıcı etkisi kalkınca olumsuz davranışı büyük bir olasılıkla yineler
çocuk. Olumsuz davranışından ötürü çocuğu şiddetle cezalandırmak sorunu daha da
çözümsüz kılar. Her olumsuz davranışın altında bir ya da birçok neden vardır.
İlgi çekmek isteyebilir, kendine yönelik baskıyı ‘protesto’ edebilir.
Öğretmenin görevi – İlkokul Yönetmeliği’nde de belirtildiği gibi – bu nedenleri
araştırıp ortaya çıkarmak, sorunun çözümü için çocuğa ve ailesine yardımcı
olmaktır. Ama öncelikle bedensel, zihinsel, toplumsal, duygusal yönleriyle
çocuğu tanımak gerekir. Ailesini de tanımak gerekir, çünkü çocuk ailesinin
ürünüdür, aile içi sorunları okula taşır. Anasızlığını, babasızlığını, üvey ana
ya da baba elinde oluşunu, ana-baba geçimsizliğini, ana-babanın disipline ilişkin
tutumlarını… Tüm bunlardan bilinmeden, dolayısıyla çocuğu tanımadan onun
olumsuz davranışını cezalandırmak ateşi külle örtmeye benzer.
Çocuk, okuldaki başarısızlığı nedeniyle de dövülebilmektedir. Oysa
öğrenciler arasında yetenek, güdülenme, anlama gücü bakımından bireysel
farklılıklar vardır. Her çocuğun öğrenme biçimi, süresi, hızı farklıdır. Onun
için her çocuğa öğrenme fırsatı tanımak, öğretimin niteliğini artırmak gerekir.
Çocukları aynı düzeyde var sayıp hepsinin aynı uyarıcılarla aynı sürede
öğrenmelerini istemek, sonra da başarılı-başarısız diye ayırmak çağdaş eğitim
anlayışıyla bağdaşmaz (Ertürk,1984: 89).
Okuldaki başarısızlığı nedeniyle çocuğun
‘tembel’ diye suçlanması yanlıştır. ‘Tembellik’ bir ‘hata’ değil, bir sonuçtur
(Yavuzer, 1986: 87). ‘Tembellik’ birçok nedenden kaynaklanabilir. Kaldı ki,
öğretmen, başarısızlık karşısında öncelikle kendi uygulamalarını,
kullandığı yöntemleri, çocuklarla
ilişkilerini gözden geçirmelidir, özeleştiri yapmalıdır.
Okul başarısızlığının birçok nedeni olabilir: Görme ve işitme
yetersizliğinden, yeterince güdülenmemiş olmaya kadar… Çocuğun, dövmekle
çalışması, başarılı olması sağlanamaz. Guy Jacquin’in (1964: 38) dediği gibi,
hiçbir hekim hastasını döverek iyileştirmez.
Dayak onur kırıcı bir olgudur. Döveni de küçültür, dövüleni de… Çocuğun
özdenetim yeteneği kazanmasına yardımcı olmaz. Dövülmekle doğru yola yönelmez
çocuk. Dayak bir anda yararlı gibi görünür. Oysa olumsuz davranışı yapma
eğilimi çocuğun içindedir yine. Dayak sorunu çözmez, çocuğu kısa bir süre
sindirir ancak. Öfkesini içine atıp çocuğun kin tutmasına yol açar. Dayak yiyen
çocuk itaatsiz olur (Yavuzer, 1986: 50).
Dayak olumsuz davranışın ne olduğuna, yerine
hangi davranışın konulabileceğine ilişkin çocuğa hiçbir ipucu vermez. Dayağın
etkisi acısı geçene kadardır. Dövülen çocuk özeleştiri yapma gereği duymaz. İçe
dönük olması gereken hesaplaşması, dövülünce dışa, dövene yönelir. Olumsuz
davranışının sonuçlarını görüp kendini eleştireceğine döveni suçlar. Başka bir
deyişle, dövmekle çocuğa, yaptığı davranışının olumsuz sonuçlarını düşünmesine
olanak tanınmamış olur. Dövülerek davranışının karşılığını ödediğine inanan
çocuk, o davranışı çekinmeden yineleyebilir, ‘dayağa kaşınır’. Kendini denetleyip
yönetemediğinden dayağın etkisi geçince yine bildiğini okur. Dayağın yoğun
olduğu okullarda öğrenciler araç-gereç ve eşyalara zarar vermektedirler
(Yörükoğlu, 1983: 113).
Yinelendikçe dayağın etkisi azalır. Çocuk dayağa alışır, gittikçe ‘dayak
arsızı’ olur çıkar. Bile bile kötü davranır. “Nasıl olsa vuracakları iki tokat”
der, umursamaz. Öğretmen de dövmeye alışır, ikide bir eli kalkar iner.
Hans Zulliger (1934: 31), çocuklara dövüldüklerinde neler
hissettiklerini sorar. Çocuklardan birinin yanıtı şöyle:
“Mektepte dayak yediğim zaman
umurumda değildi, pek çabuk unutuyordum. Haykırıyor, tepiniyordum, hareketlerim
arkadaşlarımı güldürüyordu. Acı duymaya
alışmıştım, kendimi alıştırmak için sık sık saçımı çekiyordum. Yahut da
bana vururlarken kendimi hiç korumuyordum.”
Dayak tasarlanmaz, öfkeli bir anda atılır. Onun için sınırı
belirlenemez. Nitekim öğretmenin döverek öğrencisinin dalağını parçaladığına ya
da ölümüne neden olduğuna ilişkin haberlere gazetelerde rastlanabilmektedir.
Yalnız şu var: Öğretmen de zaman zaman öfkelenebilir. Öğrencileriyle arasında
sevgi bağı kurmuşsa bunu anlayışla karşılar öğrenciler. Ama öğretmenin
tepkileri ölçülü olmalı, aşağılayıcı olmamalıdır. Öfke çocuğun kişiliğine
yönelmeyecek biçimde boşaltılmalıdır. Öğretmen, öfkenin zararsız biçimde nasıl
boşaltılacağına ilişkin örnek olmalıdır. En güçlü öğretme yolu iyi örnek
olmaktır. Çocuklar, büyüklerin sözlerini değil, davranışlarını benimserler. Çocukların
davranışlarını, tutumlarını büyük ölçüde yetişkinlerin davranışları, tutumları
belirler. Dayak doğru yolu gösterme aracı olamaz.
Dövmenin belki de en kötü yanı şu: Dövülen çocuk dövmeyi öğrenir. Şiddet
şiddeti besler. Çocuk da gücü yeteni döver, sorunları saldırganlıkla çözmeye çalışır.
Yukarda değinilen Hans Zulliger’in sorusunun benzerini biz de ilkokul 4. ve 5.
Sınıf öğrencilerine sorduk. Yanıtlardan biri şu:
“Geçen senelerde bir gün öğretmenimiz bir
soru sordu, ben bu sorunun cevabını veremedim. Bunun için öğretmen beni dövdü.
Ben arkadaşlarımın yanında çok utandım. Ama öğretmenim haklıydı. Ben evde
öğretmenin verdiği ödevi okumadım. Öğretmen beni bir ayağımın üzerinde tuttu.
Dövülürken içimden okula gelmek ne zor
diye düşündüm. Öğretmenimizin ne fena olduğunu düşündüm. Okulumuza başka
öğretmen gelmesini düşündüm. Öğretmenim
benim bir küçüğüm olsa bende onu döverim diye düşündüm. Eğer bir küçüğüm
olsa ben de onu dövmek istedim. Ona içimden sövdüm.”
Dövmek güçlülük değil, güçsüzlük belirtisidir. Dayağa başvuran kişi güçsüzdür,
güçlü görünmeye çalışmaktadır. Oysa öğretmen güçlü kişiliğiyle, saygı ve sevgi
dolu yaklaşımıyla saygınlık kazanmalıdır ki, öğrencileri onu benimsesinler,
onunla etkileşim sürecine girsinler. Bu sözler iki kız öğrencimin (H. Y. , S.
G.) birlikte yazdıkları mektuptan (1987) : “Bizden önceki öğretmenler çocukları
çok dövüyorlarmış. Biz iki arkadaş çocukları hiç dövmedik. Köyde ‘dövmeyenler
öğretmenler gelmiş’ diye duyulunca öğrenci sayımız her gün arttı.”
Sınıfın birinde Atatürk Devrimleri işlenirken çocuklardan biri “Öğretmenim”, diyor, eskiden öğretmenler dövüyorlarmış
falakayla, şimdi dövüyorlar sopayla” İşte bir öğrencinin okula ve öğretmenlere
bakışı…
Bir de ‘sözle dövmek var. İlkokul Programı’nda da belirtildiği gibi
çocuklara ‘aptal’, ‘beceriksiz’ vb. aşağılayıcı sözler söylenmemelidir. Bu gibi
sözler çocuğun kendine olan güvenini sarsar. Dahası, çocuk bu sözleri kendine
mal eder.
Kısacası, çocuğun sağlıklı bir kişilik ve
sorumluluk bilinci kazanması; yapıcı, yaratıcı, kendini denetleyip yöneten,
kendine güvenen bir birey olması için çalışılan bir eğitim ortamında dayağın
yeri yoktur.
KAYNAKÇA
Ertürk, Selâhattin (1984) Eğitimde ‘Program’ Geliştirme Ankara:
Yelkentepe Yay.
Jacquin, Guy (1964) Çocuk Psikolojisinin Ana Çizgileri (Çev. Mehmet Toprak) İstanbul:
Remzi Kitabevi
MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI (1979) İlkokul Programı
Onur, Bekir (1979) “Disiplin Kavramı”
Ankara: Eğitim ve Bilim dergisi
Cilt: 3 Sayı: 17
TED Yay. (25-33)
Tuncer, oya (1980) “Çocuk, Aile ve
Çevresi” Çocuk ve Eğitim Ankara: TED
Yay.
Yavuzer, Haluk (1986) Ana-Baba ve Çocuk İstanbul: Remzi Kitabevi
Yörükoğlu, Atalay (1978) Çocuk Ruh Sağlığı Ankara: Türkiye İş
Bankası Kültür Yay.
______________ (1983) Değişen
Toplumda Aile ve Çocuk Ankara: Aydın Kitabevi
Zulliger, Hans
(1934) Mektepte Psychanalyse (Çev.
H.Hüsnü) İstanbul: Resimli ay Matbaası
(*) Bu yazı Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakülteleri Dergisi’nde (1988, Cilt: 3
Sayı: 1) yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder