23 Ocak 2017 Pazartesi

İLKOKULLARDA ÖDEV


                                         İLKOKULLARDA ÖDEV (*)

                                                                                     
                                                                                                                           Recep Nas

                                                                                







     Öncelikle, kısaca da olsa, öğrenme olgusuna değinmeli. Öğrenme kişiseldir, öğrencinin işidir. Çağdaş okulda öğretmenin görevi öğrenme ortamı hazırlamaktır, kılavuzluk etmektir. “Öğretmen, çocuklara ders vermekten çok, onları kendi kendilerine çalışmaya ve öğrenmeye alıştırdığı derecede başarı sağlamış olur” (İlkokul Programı, 1968: 323) Öğrenme yollarını öğrenmelidir çocuk. Bir başka deyişle, gerek duyduğunda hangi bilgiyi nerde, nasıl sağlayabileceğinin yöntemlerini öğrenmeli. Çocuklar, gereksinmelerinden kaynaklanan amaçlar doğrultusunda gözleyerek, inceleyerek, araştırarak, eleştirel okuma yoluyla, kısacası, etkinlik içinde öğrenmelidirler. Etkinlik öğrenmenin baş koşuludur. Etkinliğin olmadığı yerde öğrenme de yoktur.

     Çocukların ne öğrendiklerinden çok nasıl öğrendikleri önemlidir. Bilgi çocuğun malı olmalı, bilgiyi özümsemeli çocuk. Neden, nasıl öyle olduğunu anlayarak öğrenmelidir. Ezberlemek öğrenmek değildir. Çocuk ezberleyip söyleyebilir ama anlamaz. Doldurulmuş kafalara değil, iyi oluşmuş kafalara gereksinmemiz var. “Çocuğun belleğine birtakım faydasız bilgiler yığmak yerine ilgisine ve ihtiyacına cevap veren bilgilerle davranış değişikliğini sağlamak gerekir.” (İlkokul Programı, 1968: 13) Bilgi amaç değil, araçtır. Amaç, bireyde olumlu yönde davranış değişikliği yaratmaktır. Bu amaca götürmeyen bilgi yüktür. Yeteneği de zekâyı da geliştiren bilginin kendisi değil, o bilginin nasıl, hangi yöntemle elde edilmiş olmasıdır (Enç,1981: 206)

     İşte ödev bu bağlamda önem, değer kazanmaktadır. Bireysel olarak ya da küme çalışmaları yoluyla gereksinmeleri, ilgileri yönünde öğrenme yöntemlerini uygulayarak öğrenmelidir çocuklar. Öğrencidir, etkin olması gereken. Öğretmen bilgi aktarıcı değil, çocuğa kılavuzluk eden kişi olmalıdır. “Öğretmenin vazifesinin münhasıran talebeye malûmat kazandırmak değil, belki onların kendi kendilerine malûmat kazanmalarına yardım etmek olduğunu gayet

iyi idrak etmesi lâzımdır.” (Antel, 1952: 205)

     Alıcıgüzel’e (1979:282) göre “Ödev, işlenmekte olan konunun geliştirilmesi amacıyla öğretmenin kılavuzluğu altında öğrencilerce yapılan çalışmalardır.” Eğitim Terimleri Sözlüğü’nde (Oğuzkan, 1974: 130) şöyle tanımlanıyor ödev: “Tek bir öğrenciye ya da bütün bir sınıfa üzerinde düşünmeleri ve çalışmaları için verilen konu, sorun, iş.” Kocaçınar’a (1969:201) göre ise, “Bireyin bilgi, beceri ve alışkanlıklarını pekiştirmek veya ilgisi ölçüsünde yeni yeni şeyler elde etmek amacıyla yöneldiği veyahut yöneltildiği faaliyetlere ödev denir.” Anlaşılıyor ki ödev çocuğun öğrenme yollarını kullanmasını, kendi başına çalışıp öğrenmesini sağlamanın bir aracıdır. Öğrenme yalnız okula özgü bir olgu değildir, yaşam boyu sürecektir, sürmelidir. Çocukları birbirinden kopuk, ilişkisiz bilgilerle tıka basa doyurmayalım, acıktıralım. Öğrenmek için de iştah gereklidir. Meraklarını kamçılayalım, isteklendirelim onları. Zekâ, kimi eğitimcilerce ‘merak + isteklendirme olarak tanımlanıyor. Bugünse öğrenme isteği köreltiliyor çocukların, tersine. Öyle yükleniliyor ki çocuklara, öğrenme istekleri kırılıyor. Giderek not almayı, diplomayı amaçlıyorlar, kendilerini yetiştirmeyi amaçlayacaklarına. Diplomaya ya da istedikleri nota kavuşunca da tükeniyorlar. Amaçlarına ulaşmış oluyorlar, kitabı, öğrenmeyi bırakıyorlar. Yörükoğlu’nun (1978: 59) deyişiyle, “Biçime, nota, ezbere önem veren öğretmenler kısa sürede başarılı görünebilirler. Ancak öğrettikleri iğreti ve uçucudur. Öğrenmeyi, gittikçe gelişen bir ilgi olarak ayakta tutamazlar. Araştırıcı ve yaratıcılığa doğru gelişen bir öğrenme sevgisi veremezler.” Yaşam boyu sürmeli öğrenme isteği, çabası. İşte, ödev, yaşam boyu sürecek kendi başına çalışma alışkanlığı kazanmayı sağlayacak bir etkinlik çeşididir.

     Ödev, ilkelerine, tekniğine, amacına uygun olarak verilirse, çocuğun yeteneklerinin gelişmesine, yeni yeni yaşantılar kazanmasına yardımcı olur. Değilse, amacı belirli olmayan ya da çocuğun amacını anlamadığı, bıktırıp usandırıcı ödevler yarar yerine zarar getirir. Çocuğu işten, çalışmaktan, dahası okuldan soğutur. Önünde daha uzun süre okul yaşamı varken olumsuz bir okul kavramı geliştirmesine yol açabilir. Çocuk, not için, cezalanmamak için ya da ödül almak için değil, öğrenme isteğiyle dopdolu olarak çalışmalıdır. Okula sinemaya gider gibi, oyuna gider gibi koşa koşa, sevinçle gitmeli. Ama gereksinmelerine, ilgisine dayanmayan, yalnızca öğretmen istedi diye yaptığı ödevi beğenilecek mi, yeterli bulunacak mı kuşkusuyla, kaygısıyla, ayakları geri geri giderek okula varırsa, çocuk, kişiliği yönünden yara alacağı gibi öğrenmeye karşı da olumsuz bir tutum takınabilir.

     Vermiş olmak için, çocuğu meşgul edeyim anlayışıyla ödev verilmez. Ne yazık ki böyle veriliyor çoğunlukla. Son dersin bitimine yakın ya da zil çaldıktan sonra ayaküstü, bir oldubitti içinde veriliyor. Ne amacı belli, ne sınırı… Kimi çocuk anlıyor, kimisi anlamıyor. Öğretmenin neyi, ne kadar istediği belli bile olmuyor. Ana-baba çocuğu ne ölçüde yardımcı, destek olacağını bilemiyor. Ya hiç yardımcı olmuyor, ilgilenmiyor ya da çocuğun yerine yapıveriyor ödevi. Her iki durumda da tedirgin oluyor çocuk. Birincisinde, ödevi gücünün üzerindeyse başarısızlık, yetersizlik duygusuna kapılabiliyor, Sorulduğunda “Ben yaptım” diyerek yalan söylemek zorunda kalıyor, ikincisinde de. Böylece bir ‘yan öğrenme’ çıkıyor ortaya, yalan söylemeyi öğreniyor. Kaş yapmak istenirken göz çıkarılıyor.

     Ödevi veli istiyor anlayışı var kimi öğretmenlerde. Doğru, veliler gerçekten istiyorlar. Ama bildiğinden, anladığından değil, öylesine. Nasıl ki hasta istiyor diye doktor gereksiz bir ilacı vermiyorsa, veli istiyor diye amaçsız, gelişigüzel ödev verilmez. Ödev konusunda da velileri aydınlatmak gerekir. Bu, İlkokul Programı’nın (s.37-21) öğretmenlere yüklediği bir görevdir.

     Belli bir amacı olmalı ödevin. Öğrencilerin gereksinmeleriyle, ilgileriyle çakışmalı bu amaç. Çocuk amacı anlamalı, benimsemeli. Amaç, öğrencinin olmalı. Zaten hiç kimse bir başkasının amacı için öğrenmez. Öğretmen ödev için de bir ön hazırlık yapmalı, vereceği ödevi planlarında belirtmeli.

     Ödevler çocukların bireysel özelliklerine, ilgilerine, yeteneklerine göre çeşitlendirilmeli. Bireysel özellikler kesinlikle göz önünde bulundurulmalı. Her çocuğa aynı düzeyde, aynı yapıda, toptan ödev verilmez. Zorluk dereceleri değişik, çeşitli ilgilere seslenen ödevlerden seçme özgürlüğü tanınmalı çocuklara. Çocuğun ilgisini çekmeyen ödevler baştan savma iş yapma alışkanlığı kazanmasına yol açabilir. Gönüllü olarak ödev yapmaları için de isteklendirilmeli çocuklar (Baymur, 1967: 130). Öğretimin bireyselleştirilmesi gibi ödevler de bireyselleştirilmelidir.

     Çocukların gelişim düzeylerine uygun olmalı ödevler. “Öğrencilerin yetenekleri üstünde olan ve çok zaman alan mekanik ödevler onların ruh sağlığını bozar” (İlkokul Programı, 1968: 379) Başarı, başarının üzerine kurulur. Her çocuk yeteneği, gücü oranında başarılı olmanın tadını tatmalıdır.  “Yavaş öğrenen çocuklar da kendilerine uygun işlerde çalışıp bir şeyler becererek başarı kıvancını duysunlar ve zevkle çalışma alışkanlığını alsınlar” (İlkokul Programı, 1968:379) Aynı süre içerisinde tüm öğrencilerin aynı davranışları öğrenmelerini beklememeli,  öğrencileri başarılı-başarısız diye ayırmamalı (Ertürk, 1975: 89)

     Çocuk evini de birlikte getirir okula. Çocuğu tanımak için ailesini tanımak zorundadır öğretmen. Çocuğa, evinin koşullarını bilerek vermelidir ödevi.

     Ödev, çocuğun oynamasına engel olmamalı. Oyun, çocuk için oyalanma değil, çalışmadır zaten. Bir öğretmen, “Oyun oynayacaklarına ödevlerini yapsınlar” demiştir. Derslerin bile oyunlaştırılması gerekirken çocukların oyun gereksinmelerinin yadsınması çok acı bir olgudur. Oynamalı çocuk, hem de bol bol. Oyun, çocuğun işidir, mesleğidir. Oyun içinde çocuk pek çok şey öğrenir, yetişkinliğe hazırlanır.

     Ödevler gereksinmeden kaynaklanmalı, işlenen konunun doğal bir devamı olmalı. Yapay, konudan kopuk olmamalı. Sonradan, geciktirilerek yapılan bir çalışma pek yarar sağlamaz.

    Konular yaşamdan alınıp derslerin sonuçları yaşama bağlanacağına göre (İlkokul Programı, 1968: 14/13), ödevler de öğrenilenleri yaşamda kullanmaya, uygulamaya elverişli nitelikte olmalı. Böylece çocuklar hem bilgilerini pekiştirirler hem de öğrendiklerini uygulama becerisi kazanırlar. Çocuklar somut düşünürler, yaparlarsa, yaşarlarsa öğrenirler. Bu nedenle gözleme, incelemeye, denemeye, araştırmaya yönelik ödevler verilmelidir (İlkokul Programı, 1968: 38/26)

     Alıştırma niteliğinde ödevler de verilebilir kuşkusuz, öğrenilenleri pekiştirmek için. Ne ki bunların mekanik olmaktansa yeni durumlara uygulamaya elverişli biçimde düzenlenmesi gerekir. “Kitap ve dergilerdeki bir yazıyı aynen kopya etmek veya sınıftaki çalışmaları tekrar tekrar yazmak gibi sıkıcı ve faydasız ödevler verilmemelidir” (İlkokul Programı, 1968: 38/26) Çocukları yaratıcılığa götürmüyorsa, onları otomatikleştiriyorsa böyle bir çalışmanın ödev değeri yoktur. Örneğin özet çıkarmak ödev konusu olabilir, ama bu öğrenildikten sonra ödev değeri taşımaz artık.

     “Kalıcı izin meydana gelmesi için ne miktar tekrara ihtiyaç olduğunu öğrencinin öğrenme hızı tayin eder. Öğrenme hızı ise öğrencinin zekâsı, mevcut öğrenileri ve güdülenmişliği ile ilgilidir. Fazladan tekrar öğrencide ilgi kaybolmasına ve tatminsizliğe yol açabileceği gibi noksan tekrar da gerginliğe meydan verebilir” (Ertürk, 1975: 98) Demek ki öğrenmenin gerçekleşmesi için belli sayıda tekrar gereklidir, ama ne az, ne de çok. Bunun niceliği çocuktan çocuğa değişir. Burada da ödevlerin bireyselleştirilmesinin, çeşitlendirilmesinin gereği ortaya çıkıyor bir kez daha. “Belirli bir yineleme düzeyi aşıldıktan sonra yinelemenin etkisi önemli ölçüde azalmaktadır. Başka bir deyişle, ne kadar çok yineleme yapılırsa o kadar iyi öğrenilmemektedir. Yineleme ancak belirli düzeyde yararlı olmaktadır. Hatta bu düzeyin aşılması, yinelemenin, yorgunluk ve bıkkınlık yönünden olumsuz etkiler yapmasına da neden olmaktadır” (Enç, 1981: 196)

     Çocuklar, kitap sevgisi, okuma alışkanlığı kazanmalı, okumaktan tat almalıdırlar. Yalnızca ders kitaplarıyla sağlanamaz bu. Okuma etkinliği ders kitaplarının dışına taşmalı. Nitelikli, doğru etkiler veren, eleştirel düşünme yeteneğinin gelişmesine katkıda bulunan, öz ve biçim yönünden düzeylerine uygun masal, öykü kitapları okumalı çocuklar. Bu bakımdan “zevkli, dinlendirici okuma ödevleri vermelidir” (İlkokul Programı, 1968: 38).

     Çocuk ödevini önce kendisi okusun, gözden geçirsin, denetlesin. Bu alışkanlığı kazanmalı, kendi ödevini değerlendirilmeyi öğrenmeli her çocuk (İlkokul Programı, 1968: 5) Ayrıca ödevler kesinlikle öğretmence denetlenmeli, varsa eksiklerin tamamlanması sağlanmalı. Ortak yanlışlar üzerinde durulmalı. Ödevler kimi zaman denetlenip kimi zaman denetlenmezse, bu, çocuğun baştan savma iş yapmasına neden olabilir.

     Şunu da belirtmeli; Amacına, özelliğine göre ödevler sınıfta da yapılabilir, evde de. Sınıfta yapılabilecek çalışmaların eve taşınması gerekmez. Yeni konuların alıştırmaları daha çok öğretmenin kılavuzluğu altında sınıf ödevleriyle yapılabilir.

     Sonuç olarak, ama sınıf ödevleri, ama ev ödevleri yoluyla, çocuk, yöntemli çalışma alışkanlığı kazansın. Araştırıcı, yapıcı, yaratıcı olsun, öğrenmeyi öğrensin. Unutmayalım, ilkokul, öğrenciye bilimsel yöntemlere göre çalışma yollarını öğretecek temel eğitim kurumudur (İlkokul Programı, 1968: 13) Şu da var, eğitimin nihai amacı bireyi mutlu etmektir.





(*) Bu yazı ÇAĞDAŞ EĞİTİM dergisinde (Mayıs 1983 Sayı: 78) yayımlanmıştır.

 

                                     KAYNAKÇA



Alıcıgüzel, İzzettin (1979) İlk ve Ortadereceli Okullarda Öğretim İstanbul: İnkılâp ve Aka  

    Kitabevleri

Antel, Sadrettin Celal (1952) Umumi Didaktik İstanbul: Doğan Kardeş Yay.

Baymur, Fuat (1967) Aritmetik Öğretimi İstanbul: İnkılâp ve Aka Kitabevleri

Enç, Mitat (1981) Eğitim Ruhbilimi İstanbul: İnkılâp ve Aka Kitabevleri

Ertürk, Selâhattin (1975) Eğitimde ‘Program’ Geliştirme 2. Baskı Ankara: Yelkentepe Yay.

Kocaçınar, Muhip (1969) Genel Öğretim Metodu İstanbul: İzmir Eğitim Enstitüsü Ders

    Kitapları Yay.

MEB İLKOKUL PROGRAMI (1968) MEB Yay.

Oğuzkan, A. Ferhan (1974) Eğitim Terimleri Sözlüğü Ankara: TDK Yay.

Yörükoğlu, Atalay (1978) Çocuk Ruh Sağlığı Ankara: Türkiye İş Bankası Yay. 

1 yorum:

  1. Saygıdeğer Öğretmenim,
    Çok uzun bir süre oldu...
    Bugün Setbaşı Dörtçelik İlkokulu'ndaydık, dördüncü sınıf öğretmen adaylarımızla. Müdür Bey daha telefonda ilk sizi tanıyıp tanımadığımı sordu. Müdür Yardımcısı İbrahim Öğretmen ise "Recep Hocayı tanıdınız mı?" dedi kendisiyle görüşmemizin ilk dakikalarında ve o anda gruptaki altı öğrencimin hepsi bir anda bana baktı ve sanki "Tanımamamız mümkün mü?" dediler gözleriyle.
    Bir kez daha dedim ki "Ne iyi ki sizin öğrenciniz olmuşum Öğretmenim"...
    Sevgi ve özlemle,

    Öğrenciniz
    Hülya Kartal

    YanıtlaSil