İLKOKULLARDA
ÖDEV (*)
Recep Nas
Öncelikle, kısaca da olsa, öğrenme olgusuna değinmeli. Öğrenme
kişiseldir, öğrencinin işidir. Çağdaş okulda öğretmenin görevi öğrenme ortamı
hazırlamaktır, kılavuzluk etmektir. “Öğretmen, çocuklara ders vermekten çok,
onları kendi kendilerine çalışmaya ve öğrenmeye alıştırdığı derecede başarı
sağlamış olur” (İlkokul Programı, 1968: 323) Öğrenme yollarını öğrenmelidir
çocuk. Bir başka deyişle, gerek duyduğunda hangi bilgiyi nerde, nasıl
sağlayabileceğinin yöntemlerini öğrenmeli. Çocuklar, gereksinmelerinden
kaynaklanan amaçlar doğrultusunda gözleyerek, inceleyerek, araştırarak,
eleştirel okuma yoluyla, kısacası, etkinlik içinde öğrenmelidirler. Etkinlik
öğrenmenin baş koşuludur. Etkinliğin olmadığı yerde öğrenme de yoktur.
Çocukların ne öğrendiklerinden çok nasıl öğrendikleri önemlidir. Bilgi
çocuğun malı olmalı, bilgiyi özümsemeli çocuk. Neden, nasıl öyle olduğunu anlayarak
öğrenmelidir. Ezberlemek öğrenmek değildir. Çocuk ezberleyip söyleyebilir ama
anlamaz. Doldurulmuş kafalara değil, iyi oluşmuş kafalara gereksinmemiz var.
“Çocuğun belleğine birtakım faydasız bilgiler yığmak yerine ilgisine ve
ihtiyacına cevap veren bilgilerle davranış değişikliğini sağlamak gerekir.”
(İlkokul Programı, 1968: 13) Bilgi amaç değil, araçtır. Amaç, bireyde olumlu yönde
davranış değişikliği yaratmaktır. Bu amaca götürmeyen bilgi yüktür. Yeteneği de
zekâyı da geliştiren bilginin kendisi değil, o bilginin nasıl, hangi yöntemle
elde edilmiş olmasıdır (Enç,1981: 206)
İşte ödev bu bağlamda önem, değer kazanmaktadır. Bireysel olarak ya da
küme çalışmaları yoluyla gereksinmeleri, ilgileri yönünde öğrenme yöntemlerini
uygulayarak öğrenmelidir çocuklar. Öğrencidir, etkin olması gereken. Öğretmen
bilgi aktarıcı değil, çocuğa kılavuzluk eden kişi olmalıdır. “Öğretmenin
vazifesinin münhasıran talebeye malûmat kazandırmak değil, belki onların kendi
kendilerine malûmat kazanmalarına yardım etmek olduğunu gayet
iyi idrak etmesi lâzımdır.” (Antel, 1952:
205)
Alıcıgüzel’e (1979:282) göre “Ödev, işlenmekte olan konunun
geliştirilmesi amacıyla öğretmenin kılavuzluğu altında öğrencilerce yapılan
çalışmalardır.” Eğitim Terimleri Sözlüğü’nde (Oğuzkan, 1974: 130) şöyle
tanımlanıyor ödev: “Tek bir öğrenciye ya da bütün bir sınıfa üzerinde
düşünmeleri ve çalışmaları için verilen konu, sorun, iş.” Kocaçınar’a
(1969:201) göre ise, “Bireyin bilgi, beceri ve alışkanlıklarını pekiştirmek
veya ilgisi ölçüsünde yeni yeni şeyler elde etmek amacıyla yöneldiği veyahut
yöneltildiği faaliyetlere ödev denir.” Anlaşılıyor ki ödev çocuğun öğrenme
yollarını kullanmasını, kendi başına çalışıp öğrenmesini sağlamanın bir
aracıdır. Öğrenme yalnız okula özgü bir olgu değildir, yaşam boyu sürecektir,
sürmelidir. Çocukları birbirinden kopuk, ilişkisiz bilgilerle tıka basa
doyurmayalım, acıktıralım. Öğrenmek için de iştah gereklidir. Meraklarını
kamçılayalım, isteklendirelim onları. Zekâ, kimi eğitimcilerce ‘merak +
isteklendirme olarak tanımlanıyor. Bugünse öğrenme isteği köreltiliyor
çocukların, tersine. Öyle yükleniliyor ki çocuklara, öğrenme istekleri
kırılıyor. Giderek not almayı, diplomayı amaçlıyorlar, kendilerini yetiştirmeyi
amaçlayacaklarına. Diplomaya ya da istedikleri nota kavuşunca da tükeniyorlar.
Amaçlarına ulaşmış oluyorlar, kitabı, öğrenmeyi bırakıyorlar. Yörükoğlu’nun
(1978: 59) deyişiyle, “Biçime, nota, ezbere önem veren öğretmenler kısa sürede
başarılı görünebilirler. Ancak öğrettikleri iğreti ve uçucudur. Öğrenmeyi,
gittikçe gelişen bir ilgi olarak ayakta tutamazlar. Araştırıcı ve yaratıcılığa
doğru gelişen bir öğrenme sevgisi veremezler.” Yaşam boyu sürmeli öğrenme
isteği, çabası. İşte, ödev, yaşam boyu sürecek kendi başına çalışma alışkanlığı
kazanmayı sağlayacak bir etkinlik çeşididir.
Ödev, ilkelerine, tekniğine, amacına uygun olarak verilirse, çocuğun
yeteneklerinin gelişmesine, yeni yeni yaşantılar kazanmasına yardımcı olur.
Değilse, amacı belirli olmayan ya da çocuğun amacını anlamadığı, bıktırıp
usandırıcı ödevler yarar yerine zarar getirir. Çocuğu işten, çalışmaktan,
dahası okuldan soğutur. Önünde daha uzun süre okul yaşamı varken olumsuz bir
okul kavramı geliştirmesine yol açabilir. Çocuk, not için, cezalanmamak için ya
da ödül almak için değil, öğrenme isteğiyle dopdolu olarak çalışmalıdır. Okula
sinemaya gider gibi, oyuna gider gibi koşa koşa, sevinçle gitmeli. Ama
gereksinmelerine, ilgisine dayanmayan, yalnızca öğretmen istedi diye yaptığı
ödevi beğenilecek mi, yeterli bulunacak mı kuşkusuyla, kaygısıyla, ayakları
geri geri giderek okula varırsa, çocuk, kişiliği yönünden yara alacağı gibi
öğrenmeye karşı da olumsuz bir tutum takınabilir.
Vermiş olmak için, çocuğu meşgul edeyim anlayışıyla ödev verilmez. Ne
yazık ki böyle veriliyor çoğunlukla. Son dersin bitimine yakın ya da zil
çaldıktan sonra ayaküstü, bir oldubitti içinde veriliyor. Ne amacı belli, ne
sınırı… Kimi çocuk anlıyor, kimisi anlamıyor. Öğretmenin neyi, ne kadar
istediği belli bile olmuyor. Ana-baba çocuğu ne ölçüde yardımcı, destek
olacağını bilemiyor. Ya hiç yardımcı olmuyor, ilgilenmiyor ya da çocuğun yerine
yapıveriyor ödevi. Her iki durumda da tedirgin oluyor çocuk. Birincisinde,
ödevi gücünün üzerindeyse başarısızlık, yetersizlik duygusuna kapılabiliyor,
Sorulduğunda “Ben yaptım” diyerek yalan söylemek zorunda kalıyor, ikincisinde
de. Böylece bir ‘yan öğrenme’ çıkıyor ortaya, yalan söylemeyi öğreniyor. Kaş
yapmak istenirken göz çıkarılıyor.
Ödevi veli istiyor anlayışı var kimi öğretmenlerde. Doğru, veliler
gerçekten istiyorlar. Ama bildiğinden, anladığından değil, öylesine. Nasıl ki
hasta istiyor diye doktor gereksiz bir ilacı vermiyorsa, veli istiyor diye
amaçsız, gelişigüzel ödev verilmez. Ödev konusunda da velileri aydınlatmak
gerekir. Bu, İlkokul Programı’nın (s.37-21) öğretmenlere yüklediği bir
görevdir.
Belli bir amacı olmalı ödevin. Öğrencilerin gereksinmeleriyle,
ilgileriyle çakışmalı bu amaç. Çocuk amacı anlamalı, benimsemeli. Amaç,
öğrencinin olmalı. Zaten hiç kimse bir başkasının amacı için öğrenmez. Öğretmen
ödev için de bir ön hazırlık yapmalı, vereceği ödevi planlarında belirtmeli.
Ödevler çocukların bireysel özelliklerine, ilgilerine, yeteneklerine
göre çeşitlendirilmeli. Bireysel özellikler kesinlikle göz önünde
bulundurulmalı. Her çocuğa aynı düzeyde, aynı yapıda, toptan ödev verilmez.
Zorluk dereceleri değişik, çeşitli ilgilere seslenen ödevlerden seçme özgürlüğü
tanınmalı çocuklara. Çocuğun ilgisini çekmeyen ödevler baştan savma iş yapma
alışkanlığı kazanmasına yol açabilir. Gönüllü olarak ödev yapmaları için de
isteklendirilmeli çocuklar (Baymur, 1967: 130). Öğretimin bireyselleştirilmesi
gibi ödevler de bireyselleştirilmelidir.
Çocukların gelişim düzeylerine uygun olmalı ödevler. “Öğrencilerin
yetenekleri üstünde olan ve çok zaman alan mekanik ödevler onların ruh
sağlığını bozar” (İlkokul Programı, 1968: 379) Başarı, başarının üzerine
kurulur. Her çocuk yeteneği, gücü oranında başarılı olmanın tadını tatmalıdır. “Yavaş öğrenen çocuklar da kendilerine uygun
işlerde çalışıp bir şeyler becererek başarı kıvancını duysunlar ve zevkle
çalışma alışkanlığını alsınlar” (İlkokul Programı, 1968:379) Aynı süre
içerisinde tüm öğrencilerin aynı davranışları öğrenmelerini beklememeli, öğrencileri başarılı-başarısız diye
ayırmamalı (Ertürk, 1975: 89)
Çocuk evini de birlikte getirir okula. Çocuğu tanımak için ailesini
tanımak zorundadır öğretmen. Çocuğa, evinin koşullarını bilerek vermelidir
ödevi.
Ödev, çocuğun oynamasına engel olmamalı. Oyun, çocuk için oyalanma
değil, çalışmadır zaten. Bir öğretmen, “Oyun oynayacaklarına ödevlerini
yapsınlar” demiştir. Derslerin bile oyunlaştırılması gerekirken çocukların oyun
gereksinmelerinin yadsınması çok acı bir olgudur. Oynamalı çocuk, hem de bol
bol. Oyun, çocuğun işidir, mesleğidir. Oyun içinde çocuk pek çok şey öğrenir,
yetişkinliğe hazırlanır.
Ödevler gereksinmeden kaynaklanmalı, işlenen konunun doğal bir devamı
olmalı. Yapay, konudan kopuk olmamalı. Sonradan, geciktirilerek yapılan bir
çalışma pek yarar sağlamaz.
Konular yaşamdan alınıp derslerin sonuçları yaşama bağlanacağına göre
(İlkokul Programı, 1968: 14/13), ödevler de öğrenilenleri yaşamda kullanmaya,
uygulamaya elverişli nitelikte olmalı. Böylece çocuklar hem bilgilerini
pekiştirirler hem de öğrendiklerini uygulama becerisi kazanırlar. Çocuklar
somut düşünürler, yaparlarsa, yaşarlarsa öğrenirler. Bu nedenle gözleme,
incelemeye, denemeye, araştırmaya yönelik ödevler verilmelidir (İlkokul
Programı, 1968: 38/26)
Alıştırma niteliğinde ödevler de verilebilir kuşkusuz, öğrenilenleri
pekiştirmek için. Ne ki bunların mekanik olmaktansa yeni durumlara uygulamaya
elverişli biçimde düzenlenmesi gerekir. “Kitap ve dergilerdeki bir yazıyı aynen
kopya etmek veya sınıftaki çalışmaları tekrar tekrar yazmak gibi sıkıcı ve
faydasız ödevler verilmemelidir” (İlkokul Programı, 1968: 38/26) Çocukları
yaratıcılığa götürmüyorsa, onları otomatikleştiriyorsa böyle bir çalışmanın
ödev değeri yoktur. Örneğin özet çıkarmak ödev konusu olabilir, ama bu
öğrenildikten sonra ödev değeri taşımaz artık.
“Kalıcı izin meydana gelmesi için ne miktar tekrara ihtiyaç olduğunu
öğrencinin öğrenme hızı tayin eder. Öğrenme hızı ise öğrencinin zekâsı, mevcut
öğrenileri ve güdülenmişliği ile ilgilidir. Fazladan tekrar öğrencide ilgi
kaybolmasına ve tatminsizliğe yol açabileceği gibi noksan tekrar da gerginliğe
meydan verebilir” (Ertürk, 1975: 98) Demek ki öğrenmenin gerçekleşmesi için
belli sayıda tekrar gereklidir, ama ne az, ne de çok. Bunun niceliği çocuktan
çocuğa değişir. Burada da ödevlerin bireyselleştirilmesinin,
çeşitlendirilmesinin gereği ortaya çıkıyor bir kez daha. “Belirli bir yineleme
düzeyi aşıldıktan sonra yinelemenin etkisi önemli ölçüde azalmaktadır. Başka
bir deyişle, ne kadar çok yineleme yapılırsa o kadar iyi öğrenilmemektedir.
Yineleme ancak belirli düzeyde yararlı olmaktadır. Hatta bu düzeyin aşılması,
yinelemenin, yorgunluk ve bıkkınlık yönünden olumsuz etkiler yapmasına da neden
olmaktadır” (Enç, 1981: 196)
Çocuklar, kitap sevgisi, okuma alışkanlığı kazanmalı, okumaktan tat
almalıdırlar. Yalnızca ders kitaplarıyla sağlanamaz bu. Okuma etkinliği ders
kitaplarının dışına taşmalı. Nitelikli, doğru etkiler veren, eleştirel düşünme
yeteneğinin gelişmesine katkıda bulunan, öz ve biçim yönünden düzeylerine uygun
masal, öykü kitapları okumalı çocuklar. Bu bakımdan “zevkli, dinlendirici okuma
ödevleri vermelidir” (İlkokul Programı, 1968: 38).
Çocuk ödevini önce kendisi okusun, gözden geçirsin, denetlesin. Bu
alışkanlığı kazanmalı, kendi ödevini değerlendirilmeyi öğrenmeli her çocuk
(İlkokul Programı, 1968: 5) Ayrıca ödevler kesinlikle öğretmence denetlenmeli,
varsa eksiklerin tamamlanması sağlanmalı. Ortak yanlışlar üzerinde durulmalı.
Ödevler kimi zaman denetlenip kimi zaman denetlenmezse, bu, çocuğun baştan
savma iş yapmasına neden olabilir.
Şunu da belirtmeli; Amacına, özelliğine göre ödevler sınıfta da
yapılabilir, evde de. Sınıfta yapılabilecek çalışmaların eve taşınması
gerekmez. Yeni konuların alıştırmaları daha çok öğretmenin kılavuzluğu altında
sınıf ödevleriyle yapılabilir.
Sonuç olarak, ama sınıf ödevleri, ama ev ödevleri yoluyla, çocuk,
yöntemli çalışma alışkanlığı kazansın. Araştırıcı, yapıcı, yaratıcı olsun,
öğrenmeyi öğrensin. Unutmayalım, ilkokul, öğrenciye bilimsel yöntemlere göre
çalışma yollarını öğretecek temel eğitim kurumudur (İlkokul Programı, 1968: 13)
Şu da var, eğitimin nihai amacı bireyi mutlu etmektir.
(*) Bu yazı ÇAĞDAŞ EĞİTİM dergisinde (Mayıs 1983 Sayı: 78) yayımlanmıştır.
KAYNAKÇA
Alıcıgüzel, İzzettin (1979) İlk ve Ortadereceli Okullarda Öğretim
İstanbul: İnkılâp ve Aka
Kitabevleri
Antel, Sadrettin Celal (1952) Umumi Didaktik İstanbul: Doğan Kardeş
Yay.
Baymur, Fuat (1967) Aritmetik Öğretimi İstanbul: İnkılâp ve Aka Kitabevleri
Enç, Mitat (1981) Eğitim Ruhbilimi İstanbul: İnkılâp ve Aka Kitabevleri
Ertürk, Selâhattin (1975) Eğitimde ‘Program’ Geliştirme 2. Baskı
Ankara: Yelkentepe Yay.
Kocaçınar, Muhip (1969) Genel Öğretim Metodu İstanbul: İzmir
Eğitim Enstitüsü Ders
Kitapları Yay.
MEB
İLKOKUL PROGRAMI
(1968) MEB Yay.
Oğuzkan, A. Ferhan (1974) Eğitim Terimleri Sözlüğü Ankara: TDK
Yay.
Yörükoğlu, Atalay (1978) Çocuk Ruh Sağlığı Ankara: Türkiye İş
Bankası Yay.
Saygıdeğer Öğretmenim,
YanıtlaSilÇok uzun bir süre oldu...
Bugün Setbaşı Dörtçelik İlkokulu'ndaydık, dördüncü sınıf öğretmen adaylarımızla. Müdür Bey daha telefonda ilk sizi tanıyıp tanımadığımı sordu. Müdür Yardımcısı İbrahim Öğretmen ise "Recep Hocayı tanıdınız mı?" dedi kendisiyle görüşmemizin ilk dakikalarında ve o anda gruptaki altı öğrencimin hepsi bir anda bana baktı ve sanki "Tanımamamız mümkün mü?" dediler gözleriyle.
Bir kez daha dedim ki "Ne iyi ki sizin öğrenciniz olmuşum Öğretmenim"...
Sevgi ve özlemle,
Öğrenciniz
Hülya Kartal