Recep Nas
Sözel iletişimin iki boyutu var: anlatma ve anlama… Anlatırız, bunu
konuşarak, yazarak yaparız. Konuşulanları dinleyerek, yazılanları da okuyarak anlarız.
Sağlıklı, etkili bir iletişim için bu
dört becerinin de kazanılması gerekir, değilse anlaşmazlıklar, yanlış
anlamalar, kırgınlıklar, kısacası iletişim kazaları ortaya çıkar. Herkes için
geçerli bu, mesleği, çalıştığı alan ne olursa olsun… Yeri gelir anlatan olur,
yeri gelir anlayan olur.
Biz konuşma üzerinde odaklanalım. İnsanın, can kulağıyla dinlenilmesi,
bu da yetmez, tam ve doğru anlaşılması için doğru, düzgün konuşması gerekir, hele
bir de etkili konuşursa tadından yenmez. Konuşma yalnızca anlatım aracı değil çünkü,
dinlemeyle bütünleşince anlaşma aracıdır da… (Taşer, 1982) Konuşma yetkinliği,
H.A. Overstreet’in dediği gibi, kişiliği de, düşünsel gelişimi de belirleyen
ana etmendir (Özdemir, 1986: 15) Doğru, düzgün konuşmak için birincil koşul,
çok okumak… Okudukça insanın sözcük dağarcığı zenginleşir, düşünme gücü
gelişir, derinleşir. Bilgili olmalı, bu da ikinci koşul… Söyleyeceği sözü,
konuşacağı ‘bir şeyleri’ olmalı. İnsan konuşacağı konuda fazlaca bilmeli ki,
bazılarını unutsa bile aklında kalanlarla akıcı, dinleyenin tat alacağı biçimde
konuşabilsin. Dahası, iyi konuşma örneklerini dinlemeli, tabii ki- beceri
yapıla yapıla kazanılacağına göre- konuşmalı…
Ne ki bir yapıcı konuşma var, bir de yıkıcı… Yapıcı konuşma insanı
yaklaştırır, çeker. Yıkıcı konuşmaysa insanı uzaklaştırır, kaçırtır. Yıkıcı
konuşan en son bile söylenmeyecek olanı en başta söyler, öyle söyler ki, ineğe
buzağısını attırır.
Nasıl yeri geldiyse, bir derste, en son bile söylenmeyecek olanı başta
söylemek çok daha kötü, çok daha yanlış, dedim. Bu sözüm üzerine
bir kız öğrencim sessizce, için için ağlamaya başladı, gözyaşları sicim gibi
yanaklarından süzülüyordu. Dersten çıkınca göz göze geldik. Yanıma geldi, hocam
konuşabilir miyiz, dedi. Yorgunum, hemen yemeğe gidip gelecek kadar vaktim var.
Ateşim de var, üstelik yeniden yükseldi. Ama nasıl hayır derim. Zaman ayırdım,
dinledim.
Sonda söylenmeyecek olanı bile ilkin söyleyen öz annesiymiş. Özlemiş
ailesini, hafta sonu gitmiş. Ama annesi açmış ağzını yummuş gözünü, söylenmiş
durmuş, suçlamış hep.
Şu sözleri annemden çok duyardım:
*Üç yutkun bir söyle
*Söylediğini ilkin kulağın duysun
*Küçük seninle konuş (Sakin konuş, bağırma)
Leylâ
Navaro (2003: 117), bir mimarı anlatıyor. Bilinir, mimarın işlerinin bir ucu
belediyede. Bu mimar belediyedeki işleri çabucak olsun diye kızıp bağırdıkça,
işiniz bu, göreviniz, yapacaksınız diye ikide bir çalışanlara çıkıştıkça,
inadına işi yürümüyor, bir yerde takılıp kalıyor. Bugün git, yarın gel deniyor,
git gel işi bitmiyor. Bu arada mimar ‘insan ilişkileri’ seminerine katılıyor.
Seminerdeki eğitim ilerledikçe ayırdına varıyor ki, belediyede çalışanlar da
saygı duyulması gereken insanlar… Sonrasında yaklaşımını değiştiriyor, güler
yüz gösteriyor, hal hatır soruyor, teşekkür ediyor. Hayret, günlerdir aksayan,
tıkanan işleri çabucak sonuçlandırılıyor. Yaa, atalarımız boşuna dememiş, tatlı
dil yılanı deliğinden çıkarır diye.
Dale Carnegie, postanede sıra
beklerken görevlinin mektup tartmaktan, pul vermekten, para alıp üstünü
vermekten yorulduğunu gözlemliyor. Bu insana güzel bir şey söylemeliyim diyor,
ama sözüm inandırıcı olmalı. Dikkatlice baktığında saçlarının çok güzel
olduğunu ayrımsıyor, bunu söylüyor. Söyler söylemez görevli canlanıyor, yorgunluğunu
üzerinden atıveriyor, gülümseyerek “Eskiden daha da güzeldi” diyor (Akt. Işık,
2004: 78).
Televizyonda bir belgesel (Zihin
Oyunları) izledim. Kafeteryanın kasiyeri olan kadın –deney gereği- tüm
müşterilerine para üstünü fazla veriyor. Ama kimine güler yüz gösterip güzel
sözler söylüyor, kimine soğuk, kaba davranıyor. Güler yüz gösterdikleri fazla
parayı dönüp geri veriyorlar, öbürleriyse –fark etseler bile – parayı ceplerine
atıp gidiyorlar.
Dilbilimci, çevirmen Mîna Urgan (1915-2000), yaşamının son yıllarında
yazdığı çok satılan ‘Bir Dinozorun Anıları’ adlı kitabında anlatmıştı.
Arnavutköy Amerikan Kız Kolej’inde okurken bir öğretmenin yüzüne sertçe “sizden
nefret ediyorum” diyor. Öğretmen sıcacık, yumuşacık bir sesle, “ama neden?”
diye soruyor. Mîna Urgan’ın bu sakin, sevecen duruş karşısında söyleyeceği bir
sözü yok, ağlayarak oradan kaçıyor.
Denir ya, hayvanlar koklaşa
koklaşa, insanlar konuşa konuşa… Konuşa konuşa, ama ne söyleneceğinden daha
önemli olan, nasıl söyleneceği…
Bir kral geleceğini merak etmiş,
“Bana bir bilici (kahin) bulun” diyor. Arayıp, sorup soruşturup bir bilici
buluyorlar. Bilicilerin önünde bir küre olur ya, ona bakıyor. Durum kötü,
kralın ömrü azalmış, yakında ölecek. Bilici gördüğünü- sözünü sakınmadan-
söylemiş.
“Kralım yakında öleceksiniz!”
Kral bozuluyor, böyle bir sözü kimse duymak istemez, kral da… “Uçurun
kellesini” diyor, “bana doğru dürüst bir bilici bulun.” Başka bir bilici bulup
getiriyorlar, o da bakıyor küresine, sonuç aynı, kral yakında ölecek. Ama o
şöyle diyor,
“Kralım, müjdemi isterim. Siz Tanrının
sevgili kulusunuz. Tanrı size evlat acısı göstermeyecek.”
Bu sözler kralın çok hoşuna gidiyor, kese kese altın veriyor ona.
Bir öykücük daha… Bir kralın düşünde (rüya) otuz iki dişi birden
dökülüyor. Hayırlı olsun deyip getirtilen ‘düş yorumcusu’na düşünü anlatıyor.
Yorum şöyle,
“Kralım yakınlarınızın hepsi ölecek, siz yalnız kalacaksınız” Bunun da
kellesi gidiyor. Başka bir yorumcuysa,
“Kralım, siz yakınlarınızın hepsinden çok yaşayacaksınız” deyip
altınları kapıyor.
Yusuf Has Hacib’den iki dize:
İnsan dilince değişir kader
Ya yurda baş olur ya başı gider
Atasözlerimiz de var:
*Dilin kemiği yok
*Dilin cirmi (oylum) küçük,
cürmü (kabahat)büyük
*Dil söyler saklanır, baş belaya katlanır
*İstediğini söyleyen, istemediğini işitir
Mevlânâ’nın da bir dörtlüğü var:
İnsanda güzel olan yüzdür
Yüzde güzel olan gözdür
Ama insanı insan yapan
Ağzından çıkan sözdür
Ama en güzelini Bizim Yunus, Yunus Emre
söylemiş (Eyuboğlu, 1981: 58):
Sözünü bilen kişinin Kişi
bile söz demini
Yüzünü ağ [ak]ede bir söz Demeye sözün kemini
Sözü pişirip diyenin
Bu cihan cehennemini
İşini sağ ede bir söz
Sekiz uçmağ [cennet] ede bir söz
Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı
Balıla yağ ede bir söz
Beslenme uzmanları tatlıdan uzak durun, diyorlar ya, tatlı dilden değil
tabii. Tatlı dil kendine çeker zaten. Tatlı yemesek de tatlı konuşalım, hadi
buyurun…
KAYNAKÇA
Eyuboğlu, Sabahattin (1981) Yunus Emre İstanbul: Cem Yayınevi
Işık, Metin (2004) Sizinle İletişebilir miyiz? Konya: Eğitim Kitabevi
Navaro, Leylâ (2003) Gerçekten Beni Duyuyor musun? 9. Baskı İstanbul: Remzi Kitabevi
Özdemir, Emin (1986) Güzel ve etkili Konuşma Sanatı İstanbul: Remzi Kitabevi
Taşer, Suat (1982) “Konuşma Eğitimi” Cumhuriyet gazetesi 26.06.1982
(*) Bu yazı ÇAĞDAŞ EĞİTİM KOOPERATİFİ’nin
e-dergisi olan ÇAĞDAŞ BAKIŞ’ta
(Eylül 2019 Sayı: 32) yayımlanmıştır. (49-50)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder