RECEP NAS’LA RÖPORTAJ (*)
‘İnsan
Olmak Öğretmen Olmak’ adlı
kitabınızı neden, nasıl yazdınız?
Bu, yedinci kitabım. İlk dört kitabım
öğretmen adayları için ders kitabı. Öbür ikisi de ana-babalar için, çocuk
eğitimine ilişkin.
Bu kitabım hep aklımdaydı, yazmalıydım.
Öncelikle öğretmen olan öğrencilerimin mektuplarını gün yüzüne çıkarmalıydım.
Ama bu mektuplar tek başına ilgi çekmeyebilirdi, bunun önü ardı olmalıydı. Yer
yer anılarımı yazdım, ama bu anı kitabı sayılmaz. Kimileyin bir anımdan yola
çıkarak eğitim sorunlarını irdeledim, kimileyin de eğitim sorunlarına
değinirken yeri geldi anılarımı yazdım. Yalnız kendi anılarımı değil, çeşitli
kitaplardan aldığım öğretmen anılarını da koydum kitabıma, hele ‘unutulmayan
öğretmenler’ e ilişkin anılar çok çarpıcı, ders verici…
Kırk dört yılın yaşanmışlıklarından,
deneyimlerinden, okumalarından damıtılmış bir kitap bu. Ben eğitimin mutfağında
çalıştım, ilkokul öğretmenliğinden geliyorum. Deneyimliyim, ama bu yetmez.
Deneyim tek başına pek anlamlı değil. Okumayan otuz yıllık bir öğretmen otuz
yıl öncesinin öğretmenidir. Ben kendimi okuyarak sürekli geliştirmeye çalıştım,
hele öğretmen yetiştiren öğretmen olunca… Kaynak çeşmeden yukarda olmalı. Derslerimde çok örnek verirdim, acaba doğru
mu yapıyorum diye de öğrencilerime sorardım. Örnekleriniz canlı, çarpıcı,
akılda kalıcı, sakın vazgeçmeyin derlerdi. Konferanslarımdan sonra da sorarlar
bana, bu kadar örneği nerden buluyorsunuz diye, benim işim bu. Kitapta da ‘kıssadan
hisse’ çıkarılacak çok örnek var.
Dedim ya, öğrencilerimin mektuplarını
koydum kitaba. Okulu bitirmek üzere olan öğrencilerime bana yazın dedim, yazdı
onlar da… Öğrencilerim bana yazarak yalnızlıklarını gideriyorlardı, kimsesiydim
ben onların. Kimisini gülümseyerek, kimisini mutlulukla dolarak, kimisini de
gözyaşı akıtarak okurdum. O gözyaşları sevinçten de akardı, üzüntüden de… Elle yazılmış mektuplar bunlar, bu mektupların
son örnekleri. Sevinci de, gözyaşını da bu mektuplar da duyumsarsınız. Doğudaki
köylerin, köy okullarının resmini çiziyor bu mektuplar, birer belge
niteliğinde. Bir dönemin (1985-1999) eğitim tarihi gibi… Öğretmen adayları,
genç öğretmenler bu mektuplardan çok şey öğrenirler, okurlarsa…
Kitabımdan, öğretmenlerin, hele öğretmen
adaylarının, iyi öğretmen nasıl olunur, öğretmenlik nasıl yapılır, bunu
öğreneceklerini umuyorum.
Peki
‘iyi öğretmen’ nasıl olunur?
Kitabımın adından anlaşılacağı
gibi ilkin insan olunmalı, sonra öğretmen. İyi insan, öğretmenlik kişiliği de
taşıyor, kendini sürekli yetiştiriyorsa iyi öğretmen olur.
Öğretmenlik bir meslekten öte bir yaşam
biçimidir. Öğretmenlik dersle başlayıp ders bitince bitmez. Ders de giriş
ziliyle başlamaz. Öğretmenlik yirmi dört saat… Bunu söylerdim öğretmen
adaylarına, onlar adına da kendime itiraz ederdim. “İnsaf be Hocam, uyku da mı
uyumayacağız .” Uyuyacaksınız, hem de nitelikli bir uyku olmalı bu. Ama
düşünüzde yarınki dersi göreceksiniz. Ben böyle çok düş gördüm. İnanır mısınız,
ders vermeyi bırakalı üç buçuk yıl olmuşken, daha geçenlerde böyle bir düş
gördüm. Dersteyim, öğrenciler dönemin bitmesine üç hafta kaldığını söylediler,
benimse kazandıracağım davranışlar var daha, sıkıntı bastı beni, kan ter içinde
uyandım.
Öğretmen olunmaz, öğretmen doğulur, sözü çok
söylenir. Ben katılmam buna, öğretmenlik öğrenilir. Tabii öğretmenliğe yatkın
olunacak, öğretmenlik kişiliği taşınacak. Bir kez duygusal zekâsı yüksek
olacak. Duygularını yönetip denetleyebilecek, kendi kendini güdüleyebilecek,
duyguları okuyabilecek, yani eşduyum (empati) kurabilecek. Hele iletişim, sağlıklı iletişim kurabilecek.
Öğretme- öğrenme ortamı iletişim ortamıdır çünkü.
Elbette çocukları sevecek, çocukları
sevmeyen öğretmenlik yapmasın. Sevgi de yetmez, saygı duyacak öncelikle. Bana öğretmenin
özelliklerinden sadece birini söyleyin deseniz, hepsi birbirinden önemli ama,
ben öğretmen güler yüzlü, tatlı dilli, şakacı olmalı derim. Derste gülmeceyi (mizah)
kullanmak çok önemli. Gülüş cümbüş yapılan bir derste öğrenme kolayca
gerçekleşiyor, kalıcı oluyor. Gülmek, güldürmek dersin ciddiyetini bozmaz, tersine
renk katar, ilgi uyandırır, coşku yaratır. Bana sorarlardı, Hocam sizi hep
güler yüzlü görüyoruz, sizin hiç derdiniz yok mu? Olmaz mı, ama ben derse
girince kendimi bile unuturum. Araç-gereç, fiziksel ortam önemli tabii, ama en
önemlisi öğretmenin sınıfta yaratacağı saygı-sevgi, ilgi, anlayış, güven
temeline dayalı olumlu ruhsal ortamdır. Öğrencinin söz hakkı, dahası itiraz
hakkı olacak. Öğrencilerime hep söylerdim, en iyi öğrencim düşüncelerime
katılmayandır.
Öğretmen kin tutmaz, Yunus Emre öğretti
bunu bize. Öğretmen, ayrıca, önyargılı olmaz, sabıka kaydı tutmaz.
Anmadan
olmaz, Atatürk’ün öğretmene, eğitime bakışı nasıldı?
Atatürk, M. C. Anday’ın deyişiyle, savaşçı
değil, aydınlanma öncüsüydü. Ümmetten millet yaratmak istedi. Genç Türkiye
Cumhuriyeti yeni, çağdaş insana gereksinme duyuyordu, bu da bilimsel, laik
eğitimle gerçekleşecekti. ‘Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür’ bireyler
yetiştirilecekti.
Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın en sıcak
günlerinde (1921) ‘Maarif Kongresi’ni
açmış, bir de önemli bir konuşma yapmıştır. Böylesine önem veriyordu eğitime.
1924’te de eğitim birliği sağlanmıştır. Asıl savaş şimdi başlıyordu, cehaletle
savaş… Öğretmenlere ”irfan ordusu’ diye sesleniyordu. Bursa’da yaptığı
konuşmada (1922) , öğretmenlerden, yapıcı, etkili, verimli insanlar
yetiştirmelerini istedi.
Öğretmenler Atatürk döneminde el üstünde
tutuluyordu. Sınıfta, Cumhurbaşkanı da öğretmenden sonra gelir demiştir.
Kitabınızda köy
enstitülerine de değinmişsiniz…
Değindim, oradan yurtsever, üretken,
emekten yana, aydın ve aydınlatan öğretmenler yetişti. Onlar da soran,
sorgulayan, eleştirel düşünen insanlar yetiştiriyorlardı. Kapattılar köy
enstitülerini, Türkiye’nin şah damarını kestiler, ışığını söndürdüler. Köylüye
efendiliği çok gördüler. Köy enstitüleri kapatılmasaydı eğitilmiş, nitelikli
insanıyla Türkiye aydınlık, uygar, çağdaş, gelişmiş, saygın bir ülke olacaktı.
Teşekkür
ederim.
Ben teşekkür ederim, kitabıma verdiğiniz
değer için…
_______________________________________________________
(*)
Bu röportaj Olay gazetesinde
yayımlanmıştır. Bursa, 08. 10. 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder