15 Ocak 2024 Pazartesi

UBUNTU: Afrika'nın Yaşam Felsefesi

                    UBUNTU: Afrika'nın Yaşam Felsefesi (*)

                                                                                                                      Recep Nas
                                                                                    

     İlköğretim okullarının ayaktopu karşılaşmalarında son maç oynanırken, çocuğun biri son dakikada penaltıyı kaçırmış. Beden eğitimi öğretmeni bu çocuğun önünde diz çöküp “Benim hayatımı bitirdin” diyor. Breh! Breh! Breh!
     Muzaffer İzgü'yü dinleyelim (1): “Yazdığım 'Anneannespor' adlı romanımda antrenör anneannenin gözetiminde antrenman yapmaya başlayan çocuklarda ilk gelişen duygu, hoşgörü duygusudur. Çocuk romanın sonuna dek hem başarma duygusunu tadar hem de yenilme duygusunu, yani başaramama... Başaramamazlık bile gülme olgusu içinde verilince çocuğu fanatiklikten kurtarmış oluruz. Çocuğun fanatik olmaması, şu maçların bolluğunda ve sürükleyiciliğinde o denli önemli ki... Salt kazanınca gülecek... Ya kazanamayınca? İnsanın kendi kendisiyle alay etmesi denli bir büyük hoşgörünün olacağına inanmıyorum.”
     Çok oldu, Bursa'da yerel bir televizyonda çocuk izlencesi vardı. Her hafta değişik okullardan çocuklar konuk ediliyor, onlarla değişik konular tartışılıyordu. İzlerdim, günün çocukları ne düşünüyor, ne duyumsuyor, öğrenirdim. O haftanın konusu: hobilerimiz, fobilerimiz... Çocuklara hobileri, fobileri soruldu. Birkaç çocuktan sonra biri hobim kazanmak, fobim kaybetmek, dedi. Sonraki çocuklar da – belki söyleyecek yeni bir şey bulamadıklarından- onun sözünü yinelediler. Eyvah! dedim, içim acıdı, üzüldüm, nasıl yetişiyor çocuklar diye. İlle de kazanmak... Sonuncu çocuk, ben arkadaşlarım gibi düşünmüyorum, kaybetmek benim fobim değil, dedi. Oh be, diyecektim, dememe kalmadı, arkadan ekledi, çünkü ben hiç kaybetmem! Bu kez eyvah ki eyvah, dedim, bu daha da beter.
        Bir de ilkel denilen, aslında 'ilksel' olan topluluklara bakalım: Yalan nedir bilmeyen kabileler varmış, insanbilimciler (antropolog) anlatmaya çalışsalar da anlayamazlarmış. Dillerinde yok, kültürlerinde yok. Yeni Gine'deki yerli topluluklar ayaktopunu (futbol) bir takımın öbürünü yenene kadar değil, gol sayısı eşit  olana kadar oynarlarmış. Yenen yok, yenilen yok. Amaç oynamak, oynamaktan tat almak, hoşça vakit geçirmek...
    Ubuntu nedir, bilmezdim. Çok değil, altı yıl önce öğrendim ve çok sevdim. Bütün Dünya dergisinde (Ocak 2018) bir öykücük okudum ve çarpıldım. Öykücük şöyle: Bir insanbilimcisi Afrika'da bir kabilenin çocuklarıyla birlikteyken , hadi bir oyun oynayalım, diyor. Yan yana dizilin. Şimdi şu ağaca koşacaksınız, birinci olan ağacın altındaki meyveleri yiyecek. Başla! Ama o ne, çocuklar el ele tutuşup birlikte koşuyorlar, ağaca birlikte varıyorlar, meyveleri de gülüş cümbüş birlikte yemeye başlıyorlar. İnsanbilimci şaşırıyor, neden böyle yaptıklarını soruyor. ”Ubuntu yaptık” diyorlar. “Nasıl olur, öbürleri mutsuzken sadece biri mutlu olabilir.”
     Ubuntu, Afrika/Bantu dilindeki bir kavram. Bantu, insan demek. Ubuntu da aynı kökten geliyor, 'insanlık bağı' demek. Yakın bağlar kurup birlikte yaşamak... Özü şu: “Ben, ben olduğum için sen, sensin” ya da “Ben, biz olduğumuz zaman benim”.
     Üç yıl oluyor, sahaflarda (İstanbul) gezinirken Ubuntu adlı bir kitap gördüm. Özlediğim bir dostla karşılaşmışım gibi yüreğimde çiçekler açtı. Durur muyum, sanki başka bir el uzanmış da benden önce kapacakmış ürküntüsüyle çabucak aldım.Yazarı Mungi Ngomane, Nobel barış ödülü sahibi (1984) Desmond Tutu'nun torunu, insan hakları eylemcisi.  Ders ders anlatmış, 14 ders var. Tadımlık birkaç ders başlığı yazayım:
      *Küçük Şeyler Büyük Fark Yaratır.
      *Herkesin İçindeki İyiyi Gör.
      *Kendini Başkalarında Gör.
      *Affetmenin Gücünü Keşfet.
      *Farklılığımızı Kucakla.
      *Dinlemeyi Öğren ki Duyabilesin
     Ders diyorsa da sıkıcı, kuru, yavan değil. Okura tepeden bakmıyor, parmak sallamıyor. Tümceler çakıl çukul değil. Akıcı, konuşur, söyleşir gibi yazmış. Sürükleyici, okumaya başlayınca bırakamıyor insan.  Görüşlerini deneylerle, araştırmalarla destekliyor. Bunda Türkçeleştiren Misbah Şengül Erbaş'ın da payı büyük. Sözcük sözcük çevirmemiş, Türkçeleştirmiş. Dilimizin tadı, güzelliği duru bir su gibi şırıl şırıl akıyor tümceden tümceye.
     Allan Boesak'ın deyişiyle, Ubuntu kutsal bir kavram değil, eski bir Afrika kavramı. İnsanlar birliktelik için yaratılmıştır. Bizi bölense açgözlülük, güç tutkusu, bizden değil diye insanları dışlama anlayışıdır (s. 168)
     Ben seninle varım. İnsan, başkaları olmadan bir hiçtir. İnsan, insanla insandır. Ubuntu herkesi kapsar. Irk, inanç, renk ayırımı yapmadan, herkesi... Farklılığımız, varsıllığımızdır (s. 14) “İnsanın insanla insan olduğuna inanıyoruz” diyor (s.75) Desmond Tutu. Şunu da ekliyor: “Birini överken 'ubuntu sahibi' deriz. O insan gönlü varsıl, konuksever, dost, duyarlı, sevecen, merhametlidir.” (s.12) Ubuntunun özünde saygı var, hem kendine hem de başkalarına. İnsandan insana, insan olduğu için.
       Ayırımcılık (apartheid) karşıtı eylemci, 27 yıl (1963-1990) Robben Adası'nda hapis yatan, Nobel barış ödülü sahibi (1993), Güney Afrika Cumhuriyeti'nin ilk siyahi devlet başkanı (1994) olan Nelson Mandela'nın hapisteki şu tutumu ubuntuyu pek de güzel açıklıyor: Gardiyan Christo Brand 18 yaşında ve ırkçı. Mandela ona içtenlikle, dürüstçe, saygıyla davranıp insan olarak değer verince, önceleri öteki yargılılara (mahkûm) nasıl davranıyorsa ona da öyle davranan gardiyan giderek tutumunu değiştirir ve dost olurlar. Neden? Mandela onun içindeki insanı gördü, sessizce, beden diliyle su yüzüne çıkardı, içindeki insanı kendisinin de görmesini sağladı. Gardiyan ırkçı değildi artık (s. 101). Mandela yaşam felsefesi sorulduğunda, tek sözcükle yanıtlıyor: “ubuntu”
     İşitince dinlemiş olmuyorsun. Dinlemeyi öğrenirsen duyabilirsin, işitmek başka, dinlemek başka çünkü. “Can kulağıyla, yüreğimizi açarak, göz teması kurarak dinlersek, bundan çıkan enerji çatışmaları, savaşları bile önler.” Barış eylemcisi Thich Nhat Hanh'ın sözü bu (s. 218). Bizim de Yunus Emre'miz var: Söz ola kese savaşı /söz ola kestire başı / söz ola ağulu aşı/ balıla yağ ede bir söz
     Dinlediğimizde yakınlaşırız, bağ kurarız. Onun baktığı açıdan bakmak, kendini onun yerine koymak, onun gördüğü gibi görmek, kısacası empati kurmak gerekir.
      Bir katı anlayış var, bir  de gelişen anlayış var. Gelişen anlayışta olan çabalayarak, deneyerek kişilik özelliklerini değiştirebilir. Öğrenme sevgisi olan, esnek olabilen – hangi yaşta olursa olsun – anlayışını, becerilerini geliştirebilir (s. 69).    Önyargı ise körleştirir, sevecenlik, merhamet yetisini öldürür. Bir senaryo yazarız kafamızda, dayanağı, temeli yok. Anlamadan, dinlemeden yargılarız.
    Gülmece bir tutumdur, yaşamı daha hoş, daha zevkli, daha çekici hale getirir. Sıkıntılara, zorluklara inat, gülebilme becerisi her insanda var olan gizil bir güçtür (s. 226). Gülünce kendimizi daha iyi duyumsarız. Kalp sağlığına da iyi gelir. Güldürdüğünüzde savunma düzeneği ortadan kalkar. Gülümseme, seninle dostça bağ kurmak istiyorum, iletisini verir (s.105). Gülümsemek karşındaki insanın içindeki iyiyi aramaktır. İnsanın içindeki iyiyi görünce kendi içindeki iyiyi de bulursun (s. 80, 95) Gülümseme bulaşıcıdır. Desmond Tutu bunu çok iyi biliyor, uyguluyor.  Şakalar, espriler yapıyor. Konuşmalarında, taşı gediğine koyup fıkralar da anlatıyor. Ubuntu bunu gerektiriyor zaten. Bu fıkrayı da sık sık anlatırmış, böylece insanlığın yüz karası ırkçılığı gülmeceyle yerle bir ediyormuş: Tanrı insanları topraktan yaratmış. İlk yaptıklarını fırına atıp başka bir işe başlayınca fırındakileri unutmuş. Aklına gelip fırını telaşla açıyor, ama olan olmuş, fırındakiler kapkara olmuşlar. Sonrakileri fırına attıktan sonra sık sık kapağını açıp bakıyormuş. Öncekiler gibi yanmasınlar diye çok geçmeden fırından çıkarmış. Ama bunlar da az pişmiş. İşte beyaz insan da böyle yaratılmış (s. 187).
    Tabii dinleyenler kahkahayı basıyorlar, ırkçılığı da canevinden vuruyorlar
    Siyahi Şair Dumi Senda, Saraybosna Barış Konferansı'na çağırılıyor. Bir ara kasabada  dolaşmak, gezinmek istiyor. Uyarıyorlar, aman dikkatli ol, buranın insanları siyahi birine alışık değildir, bir olumsuzluk yaşanmasın. Dedikleri oluyor, bütün gözler üzerinde. Özçekim (selfi) çektirenler mi istersin, onu rapçi Jay Z sananlar mı... Dumi Senda ne yapsın, ağız dolusu gülüyormuş. Çevresini saranlar soru sormaya başlamışlar:
     “ Afrikalıların ağaçlarda yaşadığı doğru mu?”
     Senda kızmamış, öfkelenmemiş, savunmaya geçmemiş, gülmecenin gücünü kullanmış.
     “Evet”, diyor gülerek. “Afrikalılar bazen ağaçlarda yaşıyor, tıpkı bazı Avrupalıların ağaç evlerde yaşadığı  gibi”
      “Afrikalılar gerçekten çıplak mı dolaşıyor?”
      “Doğru, Afrikalılar çıplak dolaşıyor, ama banyoda. Tıpkı Avrupalılar gibi.” (s. 190)  

       (1) İzgü, Muzaffer (2007) “Çocuk Yapıtlarımdaki Gülmecenin Kaynağı” II. Ulusal Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumu Yay. Haz. Sedat Sever  AÜ EBF Yayını (879-882)


     (*) Ubuntu: Afrika'nın Yaşam Felsefesi / 2021 / Mungi Ngomane / 239 s. / Türkçeleştiren: Misbah Şengül Erbaş / Kuraldışı Yayıncılık

       NOT: Kitaptan alıntılamak için yayınevinden yazılı izin alınmıştır.

   ** Bu yazı ÇİNİ KİTAP dergisinde (Ocak-Şubat 2024 Sayı: 82) yayımlanmıştır (31-32)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder