SOR (*)
İnsan ilkin ne zaman, ne sordu, bilinmez. Belki gece olunca Güneş nereye gidiyor diye sordu, belki şimşek neden çakıyor diye sordu, deprem neden oluyor diye sordu belki de. Ama sordu, sorularına kendince yanıtlar buldu. Dünya düz dendi, evrenin merkezi sayıldı. Deprem Tanrının gazabı sanıldı. Bunlar değişmez doğrular diye bellendi, belletilmeye çalışıldı. Ama insan düşünmekten, sormaktan vazgeçmedi, aykırı sorular sormayı sürdürdü. Bu yalan yanlış bilgiler üzerinden egemenlik kuranlar aykırı sorulara, görüşlere izin vermediler. Abraham Flexner (2018: 67) demiş ya, “İnsanlığın asıl düşmanları, kanat açan insan zihnini, kanatlanmasına cüret edemeyeceği bir kalıba sokmaya çalışanlardır.”
Düşünen sorar, soran düşünür. Soru soranlarsa en çok korkulan kişiler
oldu. Bir soru bin yanıttan daha güçlü olabilir çünkü (Gaarder, 1994: 80). Yeni,
alışılmadık soru soranlar, düşüncelerinin doğruluğunu savunup direnenler
sapkınlıkla, dinsizlikle suçlandılar. Bunlardan biri Giordano Bruno
(1548-1600), Kopernik’ten (Nicolaus Copernicus/1473-1543) de esinlenerek
Dünyanın Güneşin çevresinde döndüğünü, üstelik Güneşin bir tane değil, sonsuz
sayıda olduğunu söylediği için hapse atıldı, bu da yetmedi, diri diri yakıldı. Ama
şimdi yakıldığı yerdeki heykeli bütün görkemiyle kendisini yakanlara meydan
okuyor. Bir de Galileo Galilei (1564-1642) var tabii, o da Dünya yuvarlak ve dönüyor
dediği için suçlandı, canını zor kurtardı. Ama yüzyıllarca acı çekmiş olsalar
da sonunda soranlar, düşünenler, sorgulayanlar, dolayısıyla bilim kazandı, aklı
yok sayanlar, aydınlanmadan korkanlar yenildi, geri çekildi. Papalık, Galileo
Galilei’den- yüzyıllarca sonra da olsa - özür dilemek zorunda kaldı.
Çocuk doğuştan meraklıdır, sorar. Ege’de çocuğa ‘kadı yoran’ derlermiş,
çok soru sorduğu için… Neden, nasıl, ne, nerede? Israrla sorar. Neden, aklı
yatmadıysa gene sorar, ama neden? Döner gene sorar, neden ama? Yanıtları
ilgiyle dinler (Oktay, 1999: 119). Hoş, dinlese de yanıtın daha çok kendi
düşüncesine uyup uymadığına dikkat eder (Sandström, 1971).
İşte birkaç örnek:
*Gözlerim kahverengi, neden her şeyi kahverengi görmüyorum?
*İki gözüm var, neden tek görüyorum?
*Allah şeytanı neden öldürmüyor?
*Gölge nasıl oluşuyor?
Albert Einstein’ın çocukken sorduğu sorusu da kendine yakışır türden,
“Işığa binseydim Dünya acaba nasıl görünürdü?” Ne de olsa “Benim özel
yeteneklerim yok, ben sadece tutkulu bir bilme meraklısıyım” diyen biri o
(Öztürk, 2012: 23).
Ünlü evrenbilimci Stephan Hawking de (1942-2018) “Hiç büyümemiş bir
çocuğum ben” diyor. “Hâlâ ‘nasıl’ diye, ‘neden’ diye soruyorum. Ve bazen bir
yanıt bulabiliyorum.” (1)
Felsefeci Nermi Uygur çocukluğunu anlatıyor: “İlkokul günlerimi
anımsıyorum da ‘soru yumağı’ gibi bir şeyim ben. (…) Derslikte, toplantıda, evde,
sokakta, hangi aşamada, nerde olursam olayım, örtük-açık bana takılan bir ad
var, hani çoğumuzun vardır ya, benim de bir ek-adım var: sorucu. Soru dediğimiz şey (…) bir kültür eylemi, bir yorum, bir
yaratıdır” (Fuat, 2000: 114)
Bettina Stiekel (2011), çocukların sorularını Nobel ödüllü bilim
insanlarının yanıtlamalarını istiyor. Sonra da bu sorularla yanıtlarını içeren
bir kitap oluşturuyor. Çocukların sorularından birkaç örnek:
*Neden okula gitmek zorundayız?
*Neden fakir ve zengin vardır?
*Neden sadece kızarmış patatesle beslenemem?
*Gökyüzü neden mavi?
*Savaşlar neden var?
*Neden bazı şeyleri unutuyorum da bazılarını unutmuyorum?
Soru sormak, bildiğinden daha üst düzeyde bilgi aramak, öğrenmeye
istekli, hazır olmak demektir. Soru sormanın bittiği yerde eğitim durur
(Yörükoğlu, 1983: 102-103).
Konya Karatay Medresesi’nin (1251) kapısında şöyle yazıyormuş: Essual’u
nısf-ul ilm (Sormasını bilmek bilimin yarısıdır.) (2)
Benjamin Disraeli’nin deyişiyle, cehalet soru üretmez. Cahil soru
sormaz, o her şeyi, her sorunun yanıtını bilir zaten. Bilimse soruyla
gelişmiştir. Bilim insanları çevrelerini, doğayı, evreni gözlemlerken sorular
sormuşlar, bu sorularına yanıt ararken de bilimsel buluşlar yapmışlardır.
Yerçekimi Yasası da bir soruya yanıt ararken bulunmuştur. Isaac Newton
(1643-1727) sormuş, elma düşüyor da Ay neden düşmüyor? (Yörükoğlu, 1983: 102).
Nazi zulmünden kaçıp, en gerçek yol gösterici olarak bilimi seçen ‘Atatürk
Türkiyesi’ne sığınan Alman bilim insanlarından biri derslerinde şöyle dermiş,
“Sorun, ben aptalca yanıtlayabilirim, ama aptalca soru olmaz.”
Öyle ya, Necip Mahfuz’un deyişiyle, bir insanın zeki olduğu
yanıtlarından, bilge olduğu sorularından anlaşılır.
Ama şu diyalog bize hiç yabancı değil.
-Hocam, bir soru sorabilir miyim?
-Soramazsın, dersi kaynatacaksın değil mi, otur!
Şöyle de olabiliyor:
-Hocam, bir soru sorabilir miyim?
-Sordun işte, otur!
Öğrenci soru sormayı başarmışsa bu kez de şöyle denebilir,
“Saçma! Ne kadar aptalca bir soru…”
Başımıza icat çıkarma da denebilir. Eski bir bakan biz yaratıcı, buluşçu
olamayız, ancak ‘ara eleman’ oluruz demişti. Gençlere seslenirken de, kalem
efendisi olmayın demişti. Bu İbn Sina (980-1037), Farabi (870-950), Einstein
(1879-1955), İbn Haldun (1332-1406) olmayın demek değil mi? Tabii ki doğru soru
sorulmalı. Jones Salker’in dediği gibi, doğru soruları sor, yanıtlarını
bulursun. Ama belki en doğru soru aptalca sanılandır.
Soru meraktan doğar. Merak eden,
bilme dürtüsü olan soru sorar. Merak körelirse, özgür ve özerk düşünme yetisi
de körelir. Öğrense bile, sormadan, düşünmeden öğrenir, anlamadan inanır ve
beller. O zaman da ezberci, kopyacı, aktarmacı, aşırmacı olur (Öztürk, 2012: 23).
Alman Aydınlanmacı G. Ephraim Lessing (1729-1781, “Tanrı karşıma çıksa,
bu elimde gerçekler, bu elimde de bu gerçeklere götüren araçlar var, seç birini
dese, ben ikinciyi seçerim” diyor. Sormadan, sorgulamadan, eleştirel süzgeçten
geçirmeden, hiçbir kuşku taşımadan inanmayı öğrenmiş bir toplum gerçeği aramaz.
Osmanlı Mısır’da yaklaşık 350 yıl (1517-1882) kalmış, piramitleri merak eden
çıkmamış. (2)
Nobel Fizik Ödülünü alan İsidor İsaac Rabi’ye (1898-1988) öğrencileri
sormuş,
-Hocam bu başarınızı neye borçlusunuz?
-Soru sormaya, soru sormayı da anneme borçluyum. Annem, başka annelerin
sorduğu gibi, bugün öğretmenin sorularını yanıtladın mı, diye sormaz, tersine,
bugün öğretmenine güzel bir soru sordun mu, diye sorardı bana.
İsmet İnönü’nün kızı Özden İnönü Toker anlatıyor:
“Atatürk bizimle konuştuğu zaman hep, çocuklar kendinize güvenin, soru
sorun, derdi. Bilmemek ayıp değil, öğrenmek için soru sormanız lazım, derdi.
Size söylenenleri hemen kabul etmeyin, biraz düşünün. Acaba doğru mu
söylüyorlar, yoksa bizi kandırmak mı istiyorlar… Hep aklınızda o şüphecilikle
söylenenleri dinleyin. Merak edin, derdi” (Cumhuriyet, 01.02.2013).
Nitelikli soru sormayı öğrenmek de eğitimin bir parçası. Ama toplum, ne
yazık ki, küçücükken doğallığıyla, ayıplanır mıyım diye düşünmeden
çocuksuluğuyla soru soran çocuğu öğütüyor, bu yetisini de köreltiyor.
Unutulmasın, “Merak, çağdaş düşüncenin ayırt edici niteliğidir” (Flexner, 2018:
51).
Çocuklar için bir şiir yazmıştım:
ÇOCUK
İNSANDIR
Yürüdüm
otur
dediler
Konuştum
sus
dediler
Sordum
çok bilme
dediler
Böyle
olmasın, bırakalım çocuk konuşsun, soru da sorsun.
KAYNAKÇA
Flexner, Abraham (2018) Faydasız Bilginin Faydası Çev. Mehmet
Albayrak İzmir:
Delidolu Yay.
Fuat, Memet (2000) Din ile Felsefe İstanbul: Adam Yay.
Gaarder, Jostein (1994) Sofi’nin Dünyası İstanbul: Pan Yay.
Oktay, Ayla (1999) Yaşamın Sihirli Yılları: Okulöncesi Dönem İstanbul: Epsilon Yay.
Öztürk, M. Orhan (2012) “Çocukta Bilme
Dürtüsünün Gelişimi” 3. Ulusal Çocuk ve
Gençlik
Edebiyatı Sempozyumu Yay. Haz. Sedat
Sever vd. AÜ ÇOGEM Yay. (23-28)
Sandström, C. I. (1971) Çocuk ve Gençlik Psikolojisi (Çev.
Refia Şemin) İstanbul: İÜEF
Yay. 1614
Stiekel, Bettina (2011) Çocuklar soruyor, Nobel’liler Cevaplıyor
7. Baskı Çev. Elif Günçe
İstanbul: T. İş Bankası Kültür Yay.
Yörükoğlu, Atalay (1983) Değişen Toplumda Aile ve Çocuk Ankara:
Aydın Kitabevi
( 1) HBT (Herkese Bilim
Teknoloji 23.03. 2018 Sayı: 104) Der: Sevda Deniz Karali
(2)
Doğan Kuban, Cumhuriyet Bilim Teknoloji, 27.05.2011 Sayı: 1262
(*) Bu yazı Çağdaş Eğitim Kooperatifi’nin e- dergisi (Eylül 2020 Sayı: 36) olan ÇAĞDAŞ BAKIŞ’ta yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder