ZEKÂ NEDİR, NE DEĞİLDİR? (*)
Recep Nas
Bir şeyin tanımı çoksa, o şey anlaşılmamış, ne olduğuna ilişkin görüş
birliğine varılmamış demektir. Zekâ da böyle bir kavram. Zekânın kırkın
üzerinde tanımı var. Binet tanımlamış, Thorndike, Terman tanımlamış ve birçoğu…
Zekâ testleri üzerine yüksek lisans yapmış, kitap da yazmış olan Gündüz
Vassaf bakın ne diyor: ”Çok kesin bildiğimiz bir şey varsa, o da zekânın ne
olduğunu pek bilmediğimiz…”
Zekâ sözcüğünü bilir bilmez, uluorta, olur olmaz kullanıyoruz. Günlük
dilimize yerleşti iyice. Biri, öbürünün dediklerini anlamamışsa, istediği gibi
davranmamışsa, ne bileyim, kendine göre ‘aptalca’ bir iş yapmışsa çok kolay
“Geri zekâlı, n’olacak! diyebiliyor. Günlük yaşamda, yetişkinler arasında,
diyelim, gelgeç sözler bunlar, dile dolandırılmış, kimse de pek alınmıyor
galiba.
Ama bir öğretmen ciddi ciddi, bir çocuk için ”Bu geri zekâlı” diyorsa
durup ciddi olarak düşünmek gerekir. İlköğretim müfettişliğim süresince birçok
kez söylendi bana böylesi sözler öğretmenlerce, hem de öğrenciyi göstererek,
onun bu sözleri işiteceği kaygısı taşımadan. Trakya’da bir köyün
ilkokulundaydım, “Hocam” dedi öğretmen, “Biliyor musunuz, bu köyün bütün
çocukları geri zekâlı.” Nasıl bakmışsam, arkadan ekledi: “İnanın hocam,
bunların ana-babaları da geri zekâlı.” Bu kez ben, canım sıkıldıysa da, işi
saflığa vurarak “Neden acaba?” dedim. “Bilmem, hocam” dedi, “Köyün havasından
mıdır, suyundan mıdır?” Bu kez tuzak bir soru sordum: “Siz kaç yıldır bu köyde
çalışıyorsunuz?” Üç yıldır çalışıyormuş, he, kendisi de köyün havasını solumuş,
suyunu içmiş epeydir. Sevgili, eli öpülesi öğretmenler alınmasınlar, bu olayı
abartısız anlattım.
“Çocuğa söylenen her söz onun kişiliğine konan bir tuğladır” diyor
psikolog Hosoa Ballow. “geri zekâlı, ”manyak”, “aptal”, “salak” gibi sözler
çocuğu örseleyen, yaralayan çürük tuğlalardır.
Böylesi sözlerin söylendiği bir çocuğun kişilik yapılanması da sağlam,
sağlıklı olmayacaktır. Halkımız ne güzel söylemiş: ”Bir kişiye kırk kez deli
dersen deli olur .”
Nedir zekâ? Bir kez zekâ toplumdan topluma, zamandan zamana değişik
anlamlara bürünüyor. Bir balıkçı köyünde en zeki insan, en çok balık tutandır.
Eskiden öğretmen olmak ‘kafalı’ insan işi sayılırdı. “Kafası çalışıyor bu
çocuğun, okuyacak, muallim olacak” denirdi. Şimdiyse “Hiçbir şey olmazsa
öğretmen olur.” denebiliyor.
Köyüne, göç ettikten yıllarca sonra konuk olarak gelmiş biri eski
öğretmenlerden birini sormuştu.
“Duymadın mı?” dediler. “O öğretmenliği bıraktı, ticarete başladı,
köşeyi elli kez döndü, köşe oldu.”
Soranın tepkisi şöyle olmuştu,
“Deme be! Vallahi helal olsun, kafalı adammış!”
Yani şimdi zeki, kafalı adam, para kazanan... Ne yolla mı, canım ne
yolla olursa olsun, hele ‘rantiye’yse daha da zeki demektir. Öğrencilerini
yetiştirmek için çırpınan, gecesini gündüzüne katan, çabalayan öğretmense
‘kutsal enayi’.
Kitaplık yaptırdığım marangozla söyleşirken hemşeri olduğumuz, öğretmen
olan ortak tanıdıklarımız ortaya çıktı.
“Ben” dedi, iç geçirerek “gidemedim
öğretmen okuluna, onlar gitti, benim kafa çalışmıyordu.”
Oysa aylardır bir çözüm bulamadığım langır langır oynayan giysi dolabım
elini sürmesiyle sağlamlaşıverdi. Metrekare hesaplarını bir çırpıda
yapıveriyordu. Ama kendini okuyamadığı için ‘kafasız’ olarak nitelendiriyordu.
Ne de olsa o eski insandı, ‘yükselen değerler’den habersizdi.
Gene Gündüz Vassaf’a kulak verelim, diyor ki: “Ne kadar insan varsa o
kadar zekâ ve yetenek var. Biri bir alanda daha yeteneklidir, öbürü de öbür
alanda. (…) Örneğin psikologlar kişinin belirli bir zaman içinde hızla bir
nesnede ayrıntıları görmesini zekânın bir belirtisi sayıyorlar. Özellikle
çağımızda teknik insanın yetişmesi için önemli bir yetenek kabul ediliyor bu.
Bunu bir madde ile ölçecekler, genellikle geometrik şekiller kullanılıyor.
Bunlardan ikisi tıpatıp aynı, burada sınava giren kişi üç beş saniye içinde
birbirinin aynı olan bu şekli bulacak. Bunu en çabuk ve hatasız bulan en
yetenekli olur. Ne var ki o geometrik şekilleri herkes aynı sıklıkla göremeye
alışık değil, mesela bol oyuncakları olan, bulmaca yapan (…) bir çocuk bunu
daha kolaylıkla yapar. Kırsal kesimleri ele alalım: Bu çocuğun ayırt etme
yeteneği kentte yetişmiş çocuktan daha değişiktir. (…) Ot mesela, bir köylü
çocuğu otuz tane otu birbirinden ayırt edebilir, ama bir kentli edemez.”
(Cumhuriyet gazetesi, 27.06.1983)
Birçok zekâ alanından söz ediliyor bugün. Toplumsal zekâ var,
matematiksel zekâ var, müziksel zekâ var… Öyleyse “bu çocuk ne kadar zeki?”
sorusu yanlıştır. Doğru soru şudur: “Bu çocuk hangi alanda zeki?”
(*) Bu yazı Öğretmen Dünyası dergisinde (1997 Sayı:215) yayımlanmıştır.
Merhaba amcam. Ne kadar güzel bir anlatım. Teşekkürler.
YanıtlaSil