NE ÖDÜL, NE CEZA
(*)
Recep Nas
Ceza
İnsanoğlu/kızı
başkalarını yönetmek, denetlemek, yönlendirmek için ilkin cezayı buldu. Ceza
acı verir, tüm canlılar acıdan kaçar çünkü. Ceza acı veren tüm etkinlikleri
içerir. Bedensel cezaların yanı sıra duygusal cezalar da var: sevmeme, saygı duymama,
ilgilenmeme, alay etme, aşağılama, kabul etmeme… (Başaran, 1985: 236) Bedeni
dövmenin yanı sıra beden diliyle dövmek de var, sözle dövmek de…
Bir
üniversite öğrencisi konuşuyor: “Babam bugüne kadar tek tokat atmış değildir
banaFakat bazen öyle anlar olur ki vursa da bağırmasa diye dua ederim” (Solak,
2008: 78-79). Franz Kafka ‘Babaya Mektup’ta şöyle yazıyor: ”Üstelik beni hiçbir
zaman gerçekten dövmedin denilebilir. Ama bağırmaların, yüzünün
kıpkırmızılığı, pantolon askılarını aceleyle çıkarıp iskemlenin arkalığına
bırakmaların, bütün bunlar neredeyse dayaktan da beterdi” (Bumin, 1983: 150).
Özcan
Köknel’in dediği gibi, bir ileti ister ses olsun, ister söz olsun,
karşısındakinde kaygı, korku, kızgınlık yaratıyorsa işte bu şiddettir, duygusal
cezadır. Bu da iletişimi zedeler, bozar. Özcesi iletişimi durduran, kesen her
şey şiddettir.
Cezanın
Sakıncaları
1.
Ceza,
dışdenetim aracıdır. Çocuk istenmeyen davranışı korktuğu için – ama korkusu
geçene kadar –
yapmaz, yaptığının doğru olmadığına inandığı için değil (Navaro, 2003: 53).
Skinner, ceza çocuğa yalnızca ne yapmaması gerektiğini öğretir, ne yapması
gerektiğini öğretmez, dese de tüm cezalar şunu öğretir: Büyüksen, güçlüysen
istediğini yaptırabilirsin (Kohn, 2018: 203). Dövülen dövmeyi öğrenir, bir de
bir dahakine yakalanmamayı… Böylece de çocuk içsel denetimli değil, dışsal
denetimli olur.
2. Çocuk cezaya alışır, giderek ceza
etkisini yitirir. Çocuk etkilenmez, duyarsızlaşır, vurdumduymaz olur çıkar. Örneğin
“vuracağı iki tokat değil mi?” der.
3. Ceza istenmeyen davranışı geçici olarak
durdurur, acısı geçene kadar… İstenmeyen davranışı yapma eğilimi çocuğun
içindedir hâlâ. Üstelik bu eğilim cezayla daha da şiddetlenir. O davranışı
yapmaya iten gereksinmesi giderilmemiştir çünkü (Dodson, 1976: 126).
Küçük bir çocuğa annesi ‘oturma cezası’
veriyor. Çocuk oturuyor, annesine şunu diyor “Anne ben oturuyorum, ama içim
oturmuyor. Bu ceza mı?”
4. Cezalandırılan çocuk -benliğini
korumak için-baş etme yolları kullanır. Cezaya kişilik
özelliklerine
göre tepki gösterir, ya bağımlı, pısırık olur ya da başkaldırır. Bir öğrenci
kendini döven öğretmenin evine her akşam telefon edip, öğretmen telefonu açıp
“alo” deyince de kapatıyormuş, bunu öğretmeni çıldırtıncaya kadar yineliyormuş
(Nas, 2015: 234).
Müjde Ar’ın bir anısı, kendisi anlatsın.
Lisede öğrenciyken, bir öğretmen,
-Kaşlarını neden alıyorsun, diye sordu.
Oysa ben kaşlarımı almıyordum. Ama o öğretmene inat, ertesi gün
kaşlarımı jiletle kazıdım, öyle gittim okula.
Baskının, bunun sonucu oluşabilen korkunun olduğu yerde yalan vardır.
Ceza çocuğu yalancılıktan kurtarmaz, tersine çocuk cezadan kaçmak için yalan
söyler (Berge, 1971: 107). Şöyle düşünür çocuk: Güç öğretmendeyse, kuralları o
koyuyorsa bana düşen, yakalanmadan kurallara uymamak, olur da yakalanırsam o
zaman da yalan söylemektir. Tek bir suç vardır, yakalanmak… (Gordon, 2001: 170)
Kimi öğrenci öğretmenin gücüne karşı koymaz, boyun eğer. Ne ki çocukken
yetkeye (otorite) boyun eğenler büyüyemezler, çocuk kalırlar. Çatışmaktan
kaçınır, sürekli sığınacakları bir yetke ararlar. Ama yetkeye itaat sorumluluk
duygusunu, özdenetimi yok eder (Gordon, 2001: 173-2000: 101).
Kimi öğrenci, gözüne girerek öğretmenin gücünden korunmaya çalışır.
Öğretmenin gözdesi olmanın bir yolu da ona şirin görünmek, ‘yağcılık’
yapmaktır.
Kimi öğrenciyse küser, derse katılmaz. Bilse bile soruları yanıtlamaz, aklına
gelse bile soru sormaz, kimisi de okuldan kaçar.
5. Ceza, çocuğun özeleştiri yapmasına, davranışının sonuçlarını
düşünmesine, Piaget’nin deyişiyle vicdanının özerkleşmesine engel olur (Kohn,
2018: 205) Kendine dönük iç hesaplaması yapacağına cezalayanı suçlar.
Ödül
Başkalarını yönetmek, denetlemek, yönlendirmek için insanoğlu/kızı
cezadan sonra ödülü buldu. Tüm canlılar hazza yaklaşır, ödül de haz verir.
İnsanları kendinize bağımlı kıldıysanız kolayca denetleyip yönlendirirsiniz. Onları belli oranda yokluk içinde tutarsanız, ödül,
istenilen davranışı pekiştirir (Thorne, 1990 Akt. Kohn, 2018: 52-53). Ama denetleyen, yönlendiren uygulamalar çocuğu
iyi bir yetişkin yapmaz (Kohn, 2018: 211).
Bilim duruk değil, diriktir.
Bilim insanlarının kafasında hep bir “acaba” vardır, doğrunun
doğruluğundan kuşkulanırlar. İşte zamanla cezanın sakıncaları anlaşılınca,
cezadan tümüyle vazgeçilmese de, ödül
cezadan daha etkili dendi. Onlarca yıl sürdü bu, 1950’li, 1960’lı yıllarda bize
bu anlayış aşılandı. Hâlâ böyle düşünenlerin az olduğu sanılmasın. Cezadan
kaçınan öğretmenler, öğrencilerin ‘uygun’ davranışlarını sağlamak için ödüllere
bel bağladılar. Oysa cezalayanla
ödüllendirenin amacı aynı, ikisi de istediğini yaptırmaya çalışıyor (Kohn,
2018: 210).
Ödülün sakıncaları da cezanın sakıncalarından az değil. Şimdi onları
görelim:
Ödülün Sakıncaları
1.
Ödül
de ceza gibi dışdenetim aracıdır. Çocuk istenilen davranışı doğru bulduğu için,
içinden gelen bir istekle değil, ödül
için yapar (Navaro, 2003: 51). Ödül, çocuğun davranışını denetleyen bir
düzenektir. Bir işi isteyerek, içgüdülenmeyle yaparken ona ödül verilirse çocuk
o işten soğur. Ödülle bir iş yaptırabilirsiniz, ama içgüdülenmeyi yaratamazsınız.
Ödül, içgüdülenmeyi öldürür (Bolat, 2016: 30, 39, 166).
Ödül vaat etmek, aslında o
şey önemsiz demektir (Neill, 1984 Akt. Kohn: 2018: 98). Okunan her kitap için
bir pizza vaat etmek okumayı sevmeyen şişman çocuklar yaratmaktan başka bir işe
yaramaz, diyor John Nicholls. İşi şakaya vurarak da yedikleri her pizza için bir
kitap vermeyi öneriyor (Kohn, 2018: 99).
2.
Ödül
koşullandırmak için kullanılır.
“[B]ir kaldıraca bastığı zaman yiyecek
verilerek ödüllendirilen bir fareyi, bu davranışından vazgeçirmek için yiyecek vermeyi
keserler. Fare kaldıracı kaldırdığı zaman yiyecek bulamayınca bunu yapmaktan
vazgeçer.” (Dodson, 1976: 126) Çocuk da ödüle karşı koşullanır, ödül
verilmeyince istenilen davranışı yapmaktan vazgeçer.
Birkaç çocuk, okul çıkışı okula komşu olan bir evin bahçesinin demir
parmaklıklarına çubuklarla sürtüp ‘dırrııııtttt’ diye ses çıkartmaktan çok zevk
alıyorlar, bunu her paydosta yapıyorlar. Evde oturan yaşlı bir insan, bu ses
onu çok rahatsız ediyor. Yapmayın, etmeyin dese belki daha da çok yapacaklar.
Zıtlaşsa iş inada binecek. Kovalasa, çare değil, kaçacaklar. Bir gün “Çocuklar”
diyor, “ben bu sesten çok hoşlanıyorum. ‘Dırrııııtttt’ yapmayı sürdürün, her
gün size on lira para.” Çocukların canına minnet, zaten severek yapıyorlar,
üstüne bir de para, tadından yenmez. Yaşlı insan birkaç gün sonra “çocuklar,
benim param azaldı, günde beş lira verebilirim” diyor. Az ama olsun, para
paradır, ‘dırrııııtttt’a devam… Ama bir gün yaşlı insan parasının bittiğini,
artık para veremeyeceğini söylüyor. Çocuklar “Hadi ya, para yoksa
‘dııırrıııııtttt’ da yok” deyip çubukları atıp gidiyorlar (Bolat, 2016: 22).
3.
Büyüdükçe
çocuğun ilgileri, gereksinmeleri değişir, önceki ödüller de çekiciliğini
yitirir (Navaro, 2003: 519).
4. Çocuk ödüle doyduğunda ya da ödülü kendisi elde edebildiğinde
yetişkinin ödülü işe yaramaz (Dökmen, 2004: 146).
5. Ödülün etkisi kısa sürer. Davranış değişikliğinin kalıcı olması için
ödülün sürekli verilmesi gerekir (Kohn, 2018: 53). Bunun sürdürülebilirliği
yok.
6. Aslında ödüle bağımlılık insanın doğasında yok, bu sadece öğrenilmiş
bir eğilimdir (Kohn, 2018: 115). Ama ödüle bağımlı olunca çocuk bunu hep ister.
Ödül araç olmaktan çıkar amaç durumuna gelir, Çocuk ödüle ulaşmak için her yolu
dener, gün gelir ödülsüz hiçbir şey yapmaz hale gelir. Aziz Nesin (1988: 79) otuz yıl önce söylemiş:
“(…) Başarı karşılığında verilen maddi ödülün bir kötülüğü de, ödülün
özendiricilik nitemi yüzünden, çocukların salt ödül kazanmak için yarışa
alıştırılmaları ve başarılarından sonra ödül bekleme gibi bir kötü alışkanlık
edinmeleridir.”
7. Schutlz’un maymun deneyi: Sarı ışık yakılıyor, ardından maymuna elma
veriliyor. Maymun, - birkaç deneme yapılınca - sarı ışıktan sonra elma
geleceğini öğreniyor. Sarı ışık yanar yanmaz ödül gelecek diye maymunun beyni
dopamin salgılıyor. Ne ki birkaç denemeden sonra maymun ödüle alışıyor, sarı
ışık yanınca artık beyni dopamin salgılamıyor. Schutlz deneyi değiştiriyor,
sarı ışığı yakıyor, ama elma vermiyor. Bu kez alışkanlık bozuluyor, dopamin
düzeyi de olağanın altına düşüyor. Beklenen ödül gelmeyince maymun kendini
cezalandırılmış olarak duyumsuyor. İşte çocuk da ödüle alışır, ödüle alışan
çocuğun beyni dopamin salgılamayı bırakır, ödülden zevk almamaya başlar, dahası
ödül verilmediğinde çocuk da kendini cezalandırılmış olarak duyumsar (Bolat,
2016: 27, 64, 65).
8. Ödül, sınıf ortamında alana yararından çok zarar verebilir.
Alamayanlar her zaman daha çoktur çünkü. Ödüller sınıfta kıskançlar yaratır
(Dökmen, 2004: 145). ‘Kırmızı kurdele’ ya da ‘kızarmış elma’ böyle sonuçlara
yol açar. Bir öğretmen adayı (Türkay Trak, 1998) anlatıyor: “(…) Okula
başlamadan önce okuma-yazmayı öğrendiğimden sınıfta öğretmenin gözbebeğiydim.
İlk kurdele aldığım günü hatırlıyorum da, ne mutluluktu! Ancak daha sonraki
haftalarda bu benim için içinden çıkılması zor bir soruna dönüştü. Arkadaşlarım
beni oyunlarının dışında bırakıyorlardı. (…) Uzun teneffüslerin nasıl yalnız ve
sıkıcı geçtiğini sormayın. (…)” (Nas, 2006a: 222)
Ödül
cezadır, Ceza Ödüldür
Ödül içinde cezayı, ceza da içinde ödülü
barındırır (Bolat, 2016: 69) Ödül de cezalandırır. Sınıfı geçersen alırım, dendiğinde,
sınıfı geçemezse alınmayacak demektir, bu da sınıfta kalırsan cezalardan ceza
beğen diye gözdağı vermek gibi denetleyici bir uygulamadır. Ödüllerle güdülenen
bir çocuk - cezalandırılmamak için ‘iyi’ davranan çocuk gibi - başkalarınca
yönetilmektedir. Ödül de ceza da nedenleri göz ardı eder. İkisi de nedenle, ne
olup bittiğiyle ilgilenmez, yalnızca davranışı yönlendirmeye çalışır (Kohn,
2018: 212, 213).
İkisi de aynı kapıya çıkar. Ceza, çocuğa, benden istenileni yapmazsam
başıma ne gelir, diye sordurur. Ödülse, benden istenileni yaparsam bana ne
verilir, diye sordurur (Kohn, 2018: 212, 214)
Ödüllerin, cezaların – sözüm ona- güdüleme aracı olarak kullanıldığı,
göze göz, dişe diş yarışmanın olduğu, dolayısıyla çıtanın olabildiğince yüksek tutulduğu
sınıflarda kimi öğrenciler hep kazanmak isterler, yitirmek istemezler, kimi
öğrencilerse geri çekilir, kaçış yolları arar. Çocuk arkadaşlarına diş biliyor,
kin besliyor, onların yenilgisi karşısında sevinç duyuyorsa rekabet bir
hastalık haline gelmiş demektir. Böyle bir ortamda en çok utangaç, içedönük
çocuklara yazık olur (Gordon, 2001: 174,
Jersild, 1979: 332).
“Anaokullarında çocuklara bir şey başardıklarında yıldız veriliyor.
Çocuklar birbirlerinin yıldızlarını çalıyor. Bir öğretmen anlattı. Bazı
çocuklar, diğerlerinin yıldızını çalıp çöpe atıyormuş. Neden? O çocuğun eve
gittiğinde ailesine gösterecek yıldızı olmasın diye. (…) [O]kullar çocuklar arasında dostluk yaratması gerekirken hem düşmanlık
yaratıyor, hem de onları ahlakdışı
davranışlara yöneltiyor” (Bolat, 2016: 116)
Ceza da ödül de ‘koşullandırma yoluyla öğretme’ araçlarıdır. Hayvanseverler
karşı çıksa da ne yazık ki hayvan terbiyecileri kullanıyor bunları. Onların
elinde iki güç var, kırbaç (sopa) ve havuç (yiyecek)… Kırbacı sadece şaklatırlar,
vurmazlar. Ödül olarak da, örneğin ‘numara’larından sonra yunus balıklarının
ağızlarına hemen en sevdikleri balığı atarlar (Nas, 2006b: 239).
Sonuç
Ne varsa içte var, insanın içinde: içdisiplin,
özdenetim, içgüdülenme, özdeğerlendirme, içödül, özeleştiri, özsaygı, özgüven…
Sokma akıldan akıl olmuyor. Ne güzel demiş atalarımız: Yığmaca çakıl yedi gün, koymaca akıl yedi adım.
Aslolan öğretmenin ve öğrencinin sorunlarını en aza indirerek ‘sorunsuz
alan’ı, sorunsuz ilişkiler ağını oluşturmaktır. “Ceza doğal değildir, tuhaftır,
komiktir” diyor Üstün Dökmen (2004: 138). Doğru olan çocuğun cezalandırılması
değil, davranışının doğal sonucunu yaşamasıdır. Bu arada elbette davranışı
üzerinde düşünmeli, özeleştiri yapmalıdır (Navaro, 2003: 66).
Demek ki ödül de yok, ceza da… Bunların yerine ne konulacak? Ceza yerine, -bir daha belirtelim-davranışının doğal sonucunu yaşaması… Camı
kırdıysa, camın parasını ödemesi, ama
harçlığından ayırarak… Ödül yerine de,
yüreklendirme (teşvik), olumlu ben dili, yargı içermeyen geribildirim…
Yüreklendirici iletiler çocuğun yeterlik duygusunu geliştirir. Birkaç
örnek (Dinkmeyer- McKay, 2006: 53, 54):
·
Bu
işin üstesinden gelmek için gösterdiğin çabayı beğendim.
·
İlerliyorsun,
devam…
·
Yardımın
çok değerli, seninle daha başarılıyız.
Övgü de sözel ödüldür, ondan da kaçınmak
gerekir. Övgü: Sizler çok iyi
öğrencilersiniz.
Olumlu
ben dili:
Derse etkin olarak katıldınız, güzel bir ders oldu. Teşekkür ederim.
Aferin, yerine göre övgü, yerine göre de geribildirim olabilir. Övgü: Aferin çok güzel olmuş. Geribildirim: Aferin, farklı renkler
kullanmışsın (Bolat, 2016: 210).
Ne ki sürekli geribildirim vermek, özdeğerlendirmenin önüne geçebilir.
En iyisi, geribildirim vermeden çocuğun kendisini değerlendirmesine fırsat
vermek… (Bolat, 2016: 208)
Ne ödül, ne ceza, ikisi de değil.
Ceza da ödül de bağımlılık yapar, yan etkiler taşır. İkisine de alışılır,
zamanla ikisi de etkisini yitirir.
Doğalarına ters düştüğü için hayvanlar
için de kullanılmaması gereken ceza ve ödülü çocuklara neden uygun görüyoruz,
yetişkine bağımlı olma koşuluyla etkili olabilecek bu iki aracı neden
kullanıyoruz?
“Çocukların yaşamları ceza ve gözdağı ya da ödül ve ödül sözü vermelerle
denetlenip yönlendirildiği sürece, onlar çocuk kalmaya tutsak edilecek, kendi
davranışlarının sorumluluğunu almayı öğrenemeyecek, kısacası
büyüyemeyeceklerdir” (Gordon, 2001: 10).
Kinci, dinci değil de, Atatürk’ün Tevfik Fikret’ten esinlenerek – iki
sözcüğün yerini değiştirip – söylediği
gibi, “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” kuşaklar yetiştirmek istiyorsak, ne
ödül, ne de ceza…
KAYNAKÇA
Başaran,
İbrahim Ethem (1985) Eğitim Psikolojisi 8.
baskı Ankara: Kendi yayını
Berge,
André (1971) Çocukta Kötü Huylar ve
Düzeltilmesi İstanbul: Remzi Kitabevi
Bolat,
Özgür (2016) Beni Ödülle Cezalandırma 33.
baskı İstanbul: Doğan Kitap
Bumin,
Kürşat (1983) Batı’da Devlet ve Çocuk İstanbul:
Alan Yay.
Dinkmeyer,
Don-McKay, Gary D. (2006) Biz Bir
Aileyiz Çev. Gül Önet 7. baskı İstanbul:
YKY
Dodson,
Fitzhurgh (1976) Çocuk Yaşken Eğilir Çev.
Seçkin Cılızoğlu İstanbul: Sander Yay.
Dökmen,
Üstün (2004) Küçük Şeyler İstanbul:
Sistem Yay.
Gordon,
Thomas (2000) Çocukta Dış Disiplin mi?
İç Disiplin mi? Çev. Emel Aksay Ed.
Birsen Özkan 2. baskı İstanbul: Sistem
Yay.
_____________ (2001) Etkili
Öğretmenlik Eğitimi Çev. Emel Aksay Ed. Birsen
Özkan 10. baskı İstanbul: Sistem Yay.
Jersıld,
Arthur T. (1979) Çocuk Psikolojisi Çev.
Gülseren Günçe Ankara: AÜEF Yay.
Kohn,
Alfie (2018) Ödüllerle Cezalandırılmak Çev.
Yiğit Ataman 2. baskı Ankara:
Görünmez Adam Yay.
Nas,
Recep (2006a) Metinlerle
İlkokuma-Yazma Öğretimi 4. baskı Bursa: Ezgi
Kitabevi
_________
(2006b) İlkem, Çocuklara
Saygı Duymak Bursa: Ezgi Kitabevi
_________
(2015) Sağlıklı Öğretmen-Öğrenci
İlişkileri (Sınıf Yönetimi) Bursa:
Ezgi Kitabevi
Navaro,
Leylâ (2003) Gerçekten Beni Duyuyor
musun? 9. baskı İstanbul: Remzi
Kitabevi
Nesin,
Aziz (1988) Korkudan Korkmak 2.
baskı İstanbul: Adam Yay.
Solak,
Adem (2008) Anne Baba Eğitimi 11.
baskı Ünye Belediyesi Kültür Yay. 8
(*) Bu yazı Öğretmen Dünyası dergisinde (Nisan 2019 Sayı: 472) yayımlanmıştır.
(13-16)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder