26 Nisan 2019 Cuma

NE ÖDÜL, NE CEZA


NE ÖDÜL, NE CEZA (*)



Recep Nas






Ceza



İnsanoğlu/kızı başkalarını yönetmek, denetlemek, yönlendirmek için ilkin cezayı buldu. Ceza acı verir, tüm canlılar acıdan kaçar çünkü. Ceza acı veren tüm etkinlikleri içerir. Bedensel cezaların yanı sıra duygusal cezalar da var: sevmeme, saygı duymama, ilgilenmeme, alay etme, aşağılama, kabul etmeme… (Başaran, 1985: 236) Bedeni dövmenin yanı sıra beden diliyle dövmek de var, sözle dövmek de…

Bir üniversite öğrencisi konuşuyor: “Babam bugüne kadar tek tokat atmış değildir banaFakat bazen öyle anlar olur ki vursa da bağırmasa diye dua ederim” (Solak, 2008: 78-79). Franz Kafka ‘Babaya Mektup’ta şöyle yazıyor: ”Üstelik beni hiçbir zaman gerçekten dövmedin      denilebilir. Ama bağırmaların, yüzünün kıpkırmızılığı, pantolon askılarını aceleyle çıkarıp iskemlenin arkalığına bırakmaların, bütün bunlar neredeyse dayaktan da beterdi” (Bumin, 1983: 150).

Özcan Köknel’in dediği gibi, bir ileti ister ses olsun, ister söz olsun, karşısındakinde kaygı, korku, kızgınlık yaratıyorsa işte bu şiddettir, duygusal cezadır. Bu da iletişimi zedeler, bozar. Özcesi iletişimi durduran, kesen her şey şiddettir.



Cezanın Sakıncaları



1.      Ceza, dışdenetim aracıdır. Çocuk istenmeyen davranışı korktuğu için – ama korkusu

geçene kadar – yapmaz, yaptığının doğru olmadığına inandığı için değil (Navaro, 2003: 53). Skinner, ceza çocuğa yalnızca ne yapmaması gerektiğini öğretir, ne yapması gerektiğini öğretmez, dese de tüm cezalar şunu öğretir: Büyüksen, güçlüysen istediğini yaptırabilirsin (Kohn, 2018: 203). Dövülen dövmeyi öğrenir, bir de bir dahakine yakalanmamayı… Böylece de çocuk içsel denetimli değil, dışsal denetimli olur.

            2. Çocuk cezaya alışır, giderek ceza etkisini yitirir. Çocuk etkilenmez, duyarsızlaşır, vurdumduymaz olur çıkar. Örneğin “vuracağı iki tokat değil mi?” der.

     3. Ceza istenmeyen davranışı geçici olarak durdurur, acısı geçene kadar… İstenmeyen davranışı yapma eğilimi çocuğun içindedir hâlâ. Üstelik bu eğilim cezayla daha da şiddetlenir. O davranışı yapmaya iten gereksinmesi giderilmemiştir çünkü (Dodson, 1976: 126).

     Küçük bir çocuğa annesi ‘oturma cezası’ veriyor. Çocuk oturuyor, annesine şunu diyor “Anne ben oturuyorum, ama içim oturmuyor. Bu ceza mı?”

           4. Cezalandırılan çocuk -benliğini korumak için-baş etme yolları kullanır. Cezaya kişilik

özelliklerine göre tepki gösterir, ya bağımlı, pısırık olur ya da başkaldırır. Bir öğrenci kendini döven öğretmenin evine her akşam telefon edip, öğretmen telefonu açıp “alo” deyince de kapatıyormuş, bunu öğretmeni çıldırtıncaya kadar yineliyormuş (Nas, 2015: 234).

     Müjde Ar’ın bir anısı, kendisi anlatsın.

     Lisede öğrenciyken, bir öğretmen,

     -Kaşlarını neden alıyorsun, diye sordu.

     Oysa ben kaşlarımı almıyordum. Ama o öğretmene inat, ertesi gün kaşlarımı jiletle kazıdım, öyle gittim okula.

     Baskının, bunun sonucu oluşabilen korkunun olduğu yerde yalan vardır. Ceza çocuğu yalancılıktan kurtarmaz, tersine çocuk cezadan kaçmak için yalan söyler (Berge, 1971: 107). Şöyle düşünür çocuk: Güç öğretmendeyse, kuralları o koyuyorsa bana düşen, yakalanmadan kurallara uymamak, olur da yakalanırsam o zaman da yalan söylemektir. Tek bir suç vardır, yakalanmak… (Gordon, 2001: 170)

     Kimi öğrenci öğretmenin gücüne karşı koymaz, boyun eğer. Ne ki çocukken yetkeye (otorite) boyun eğenler büyüyemezler, çocuk kalırlar. Çatışmaktan kaçınır, sürekli sığınacakları bir yetke ararlar. Ama yetkeye itaat sorumluluk duygusunu, özdenetimi yok eder (Gordon, 2001: 173-2000: 101).

     Kimi öğrenci, gözüne girerek öğretmenin gücünden korunmaya çalışır. Öğretmenin gözdesi olmanın bir yolu da ona şirin görünmek, ‘yağcılık’ yapmaktır.

     Kimi öğrenciyse küser, derse katılmaz. Bilse bile soruları yanıtlamaz, aklına gelse bile soru sormaz, kimisi de okuldan kaçar.

     5. Ceza, çocuğun özeleştiri yapmasına, davranışının sonuçlarını düşünmesine, Piaget’nin deyişiyle vicdanının özerkleşmesine engel olur (Kohn, 2018: 205) Kendine dönük iç hesaplaması yapacağına cezalayanı suçlar.

  

     Ödül



     Başkalarını yönetmek, denetlemek, yönlendirmek için insanoğlu/kızı cezadan sonra ödülü buldu. Tüm canlılar hazza yaklaşır, ödül de haz verir. İnsanları kendinize bağımlı kıldıysanız kolayca denetleyip yönlendirirsiniz.  Onları belli oranda yokluk içinde tutarsanız, ödül, istenilen davranışı pekiştirir (Thorne, 1990 Akt. Kohn, 2018: 52-53).  Ama denetleyen, yönlendiren uygulamalar çocuğu iyi bir yetişkin yapmaz (Kohn, 2018: 211).

     Bilim duruk değil, diriktir.  Bilim insanlarının kafasında hep bir “acaba” vardır, doğrunun doğruluğundan kuşkulanırlar. İşte zamanla cezanın sakıncaları anlaşılınca, cezadan tümüyle  vazgeçilmese de, ödül cezadan daha etkili dendi. Onlarca yıl sürdü bu, 1950’li, 1960’lı yıllarda bize bu anlayış aşılandı. Hâlâ böyle düşünenlerin az olduğu sanılmasın. Cezadan kaçınan öğretmenler, öğrencilerin ‘uygun’ davranışlarını sağlamak için ödüllere bel bağladılar. Oysa cezalayanla ödüllendirenin amacı aynı, ikisi de istediğini yaptırmaya çalışıyor (Kohn, 2018: 210).

      Ödülün sakıncaları da cezanın sakıncalarından az değil. Şimdi onları görelim:



     Ödülün Sakıncaları



1.      Ödül de ceza gibi dışdenetim aracıdır. Çocuk istenilen davranışı doğru bulduğu için,

içinden gelen bir istekle değil, ödül için yapar (Navaro, 2003: 51). Ödül, çocuğun davranışını denetleyen bir düzenektir. Bir işi isteyerek, içgüdülenmeyle yaparken ona ödül verilirse çocuk o işten soğur. Ödülle bir iş yaptırabilirsiniz, ama içgüdülenmeyi yaratamazsınız. Ödül, içgüdülenmeyi öldürür (Bolat, 2016: 30, 39, 166).

          Ödül vaat etmek, aslında o şey önemsiz demektir (Neill, 1984 Akt. Kohn: 2018: 98). Okunan her kitap için bir pizza vaat etmek okumayı sevmeyen şişman çocuklar yaratmaktan başka bir işe yaramaz, diyor John Nicholls. İşi şakaya vurarak da yedikleri her pizza için bir kitap vermeyi öneriyor (Kohn, 2018: 99).

2.      Ödül koşullandırmak için kullanılır.

“[B]ir kaldıraca bastığı zaman yiyecek verilerek ödüllendirilen bir fareyi, bu davranışından vazgeçirmek için yiyecek vermeyi keserler. Fare kaldıracı kaldırdığı zaman yiyecek bulamayınca bunu yapmaktan vazgeçer.” (Dodson, 1976: 126) Çocuk da ödüle karşı koşullanır, ödül verilmeyince istenilen davranışı yapmaktan vazgeçer.

     Birkaç çocuk, okul çıkışı okula komşu olan bir evin bahçesinin demir parmaklıklarına çubuklarla sürtüp ‘dırrııııtttt’ diye ses çıkartmaktan çok zevk alıyorlar, bunu her paydosta yapıyorlar. Evde oturan yaşlı bir insan, bu ses onu çok rahatsız ediyor. Yapmayın, etmeyin dese belki daha da çok yapacaklar. Zıtlaşsa iş inada binecek. Kovalasa, çare değil, kaçacaklar. Bir gün “Çocuklar” diyor, “ben bu sesten çok hoşlanıyorum. ‘Dırrııııtttt’ yapmayı sürdürün, her gün size on lira para.” Çocukların canına minnet, zaten severek yapıyorlar, üstüne bir de para, tadından yenmez. Yaşlı insan birkaç gün sonra “çocuklar, benim param azaldı, günde beş lira verebilirim” diyor. Az ama olsun, para paradır, ‘dırrııııtttt’a devam… Ama bir gün yaşlı insan parasının bittiğini, artık para veremeyeceğini söylüyor. Çocuklar “Hadi ya, para yoksa ‘dııırrıııııtttt’ da yok” deyip çubukları atıp gidiyorlar (Bolat, 2016: 22).

3.      Büyüdükçe çocuğun ilgileri, gereksinmeleri değişir, önceki ödüller de çekiciliğini

yitirir (Navaro, 2003: 519).

     4. Çocuk ödüle doyduğunda ya da ödülü kendisi elde edebildiğinde yetişkinin ödülü işe yaramaz (Dökmen, 2004: 146).

     5. Ödülün etkisi kısa sürer. Davranış değişikliğinin kalıcı olması için ödülün sürekli verilmesi gerekir (Kohn, 2018: 53). Bunun sürdürülebilirliği yok.

     6. Aslında ödüle bağımlılık insanın doğasında yok, bu sadece öğrenilmiş bir eğilimdir (Kohn, 2018: 115). Ama ödüle bağımlı olunca çocuk bunu hep ister. Ödül araç olmaktan çıkar amaç durumuna gelir, Çocuk ödüle ulaşmak için her yolu dener, gün gelir ödülsüz hiçbir şey yapmaz hale gelir.  Aziz Nesin (1988: 79) otuz yıl önce söylemiş: “(…) Başarı karşılığında verilen maddi ödülün bir kötülüğü de, ödülün özendiricilik nitemi yüzünden, çocukların salt ödül kazanmak için yarışa alıştırılmaları ve başarılarından sonra ödül bekleme gibi bir kötü alışkanlık edinmeleridir.”

     7. Schutlz’un maymun deneyi: Sarı ışık yakılıyor, ardından maymuna elma veriliyor. Maymun, - birkaç deneme yapılınca - sarı ışıktan sonra elma geleceğini öğreniyor. Sarı ışık yanar yanmaz ödül gelecek diye maymunun beyni dopamin salgılıyor. Ne ki birkaç denemeden sonra maymun ödüle alışıyor, sarı ışık yanınca artık beyni dopamin salgılamıyor. Schutlz deneyi değiştiriyor, sarı ışığı yakıyor, ama elma vermiyor. Bu kez alışkanlık bozuluyor, dopamin düzeyi de olağanın altına düşüyor. Beklenen ödül gelmeyince maymun kendini cezalandırılmış olarak duyumsuyor. İşte çocuk da ödüle alışır, ödüle alışan çocuğun beyni dopamin salgılamayı bırakır, ödülden zevk almamaya başlar, dahası ödül verilmediğinde çocuk da kendini cezalandırılmış olarak duyumsar (Bolat, 2016: 27, 64, 65).

     8. Ödül, sınıf ortamında alana yararından çok zarar verebilir. Alamayanlar her zaman daha çoktur çünkü. Ödüller sınıfta kıskançlar yaratır (Dökmen, 2004: 145). ‘Kırmızı kurdele’ ya da ‘kızarmış elma’ böyle sonuçlara yol açar. Bir öğretmen adayı (Türkay Trak, 1998) anlatıyor: “(…) Okula başlamadan önce okuma-yazmayı öğrendiğimden sınıfta öğretmenin gözbebeğiydim. İlk kurdele aldığım günü hatırlıyorum da, ne mutluluktu! Ancak daha sonraki haftalarda bu benim için içinden çıkılması zor bir soruna dönüştü. Arkadaşlarım beni oyunlarının dışında bırakıyorlardı. (…) Uzun teneffüslerin nasıl yalnız ve sıkıcı geçtiğini sormayın. (…)” (Nas, 2006a: 222)

    

     Ödül cezadır, Ceza Ödüldür



     Ödül içinde cezayı, ceza da içinde ödülü barındırır (Bolat, 2016: 69) Ödül de cezalandırır. Sınıfı geçersen alırım, dendiğinde, sınıfı geçemezse alınmayacak demektir, bu da sınıfta kalırsan cezalardan ceza beğen diye gözdağı vermek gibi denetleyici bir uygulamadır. Ödüllerle güdülenen bir çocuk - cezalandırılmamak için ‘iyi’ davranan çocuk gibi - başkalarınca yönetilmektedir. Ödül de ceza da nedenleri göz ardı eder. İkisi de nedenle, ne olup bittiğiyle ilgilenmez, yalnızca davranışı yönlendirmeye çalışır (Kohn, 2018: 212, 213).

     İkisi de aynı kapıya çıkar. Ceza, çocuğa, benden istenileni yapmazsam başıma ne gelir, diye sordurur. Ödülse, benden istenileni yaparsam bana ne verilir, diye sordurur (Kohn, 2018: 212, 214)

     Ödüllerin, cezaların – sözüm ona- güdüleme aracı olarak kullanıldığı, göze göz, dişe diş yarışmanın olduğu, dolayısıyla çıtanın olabildiğince yüksek tutulduğu sınıflarda kimi öğrenciler hep kazanmak isterler, yitirmek istemezler, kimi öğrencilerse geri çekilir, kaçış yolları arar. Çocuk arkadaşlarına diş biliyor, kin besliyor, onların yenilgisi karşısında sevinç duyuyorsa rekabet bir hastalık haline gelmiş demektir. Böyle bir ortamda en çok utangaç, içedönük çocuklara yazık olur (Gordon, 2001: 174,  Jersild, 1979: 332).

     “Anaokullarında çocuklara bir şey başardıklarında yıldız veriliyor. Çocuklar birbirlerinin yıldızlarını çalıyor. Bir öğretmen anlattı. Bazı çocuklar, diğerlerinin yıldızını çalıp çöpe atıyormuş. Neden? O çocuğun eve gittiğinde ailesine gösterecek yıldızı olmasın diye. (…) [O]kullar çocuklar arasında dostluk yaratması gerekirken hem düşmanlık yaratıyor,  hem de onları ahlakdışı davranışlara yöneltiyor” (Bolat, 2016: 116)

     Ceza da ödül de ‘koşullandırma yoluyla öğretme’ araçlarıdır. Hayvanseverler karşı çıksa da ne yazık ki hayvan terbiyecileri kullanıyor bunları. Onların elinde iki güç var, kırbaç (sopa) ve havuç (yiyecek)… Kırbacı sadece şaklatırlar, vurmazlar. Ödül olarak da, örneğin ‘numara’larından sonra yunus balıklarının ağızlarına hemen en sevdikleri balığı atarlar (Nas, 2006b: 239).

   

     Sonuç



     Ne varsa içte var, insanın içinde: içdisiplin, özdenetim, içgüdülenme, özdeğerlendirme, içödül, özeleştiri, özsaygı, özgüven… Sokma akıldan akıl olmuyor. Ne güzel demiş atalarımız: Yığmaca çakıl yedi gün, koymaca akıl yedi adım.

     Aslolan öğretmenin ve öğrencinin sorunlarını en aza indirerek ‘sorunsuz alan’ı, sorunsuz ilişkiler ağını oluşturmaktır. “Ceza doğal değildir, tuhaftır, komiktir” diyor Üstün Dökmen (2004: 138). Doğru olan çocuğun cezalandırılması değil, davranışının doğal sonucunu yaşamasıdır. Bu arada elbette davranışı üzerinde düşünmeli, özeleştiri yapmalıdır (Navaro, 2003: 66).

      Demek ki ödül de yok, ceza da… Bunların yerine ne konulacak? Ceza yerine, -bir daha belirtelim-davranışının doğal sonucunu yaşaması… Camı kırdıysa, camın parasını  ödemesi, ama harçlığından ayırarak… Ödül yerine de, yüreklendirme (teşvik), olumlu ben dili, yargı içermeyen geribildirim…

     Yüreklendirici iletiler çocuğun yeterlik duygusunu geliştirir. Birkaç örnek (Dinkmeyer-  McKay, 2006: 53, 54):

·         Bu işin üstesinden gelmek için gösterdiğin çabayı beğendim.

·         İlerliyorsun, devam…

·         Yardımın çok değerli, seninle daha başarılıyız.

 Övgü de sözel ödüldür, ondan da kaçınmak gerekir. Övgü: Sizler çok iyi öğrencilersiniz.

Olumlu ben dili: Derse etkin olarak katıldınız, güzel bir ders oldu. Teşekkür ederim.

     Aferin, yerine göre övgü, yerine göre de geribildirim olabilir. Övgü: Aferin çok güzel olmuş. Geribildirim: Aferin, farklı renkler kullanmışsın (Bolat, 2016: 210).

     Ne ki sürekli geribildirim vermek, özdeğerlendirmenin önüne geçebilir. En iyisi, geribildirim vermeden çocuğun kendisini değerlendirmesine fırsat vermek…  (Bolat, 2016: 208) 

     Ne ödül, ne ceza, ikisi de değil. Ceza da ödül de bağımlılık yapar, yan etkiler taşır. İkisine de alışılır, zamanla ikisi de etkisini yitirir.

     Doğalarına ters düştüğü için hayvanlar için de kullanılmaması gereken ceza ve ödülü çocuklara neden uygun görüyoruz, yetişkine bağımlı olma koşuluyla etkili olabilecek bu iki aracı neden kullanıyoruz?

     “Çocukların yaşamları ceza ve gözdağı ya da ödül ve ödül sözü vermelerle denetlenip yönlendirildiği sürece, onlar çocuk kalmaya tutsak edilecek, kendi davranışlarının sorumluluğunu almayı öğrenemeyecek, kısacası büyüyemeyeceklerdir” (Gordon, 2001: 10).

     Kinci, dinci değil de, Atatürk’ün Tevfik Fikret’ten esinlenerek – iki sözcüğün yerini değiştirip – söylediği gibi, “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” kuşaklar yetiştirmek istiyorsak, ne ödül, ne de ceza…



                                  KAYNAKÇA



Başaran, İbrahim Ethem (1985) Eğitim Psikolojisi 8. baskı Ankara: Kendi yayını

Berge, André (1971) Çocukta Kötü Huylar ve Düzeltilmesi İstanbul: Remzi Kitabevi

Bolat, Özgür (2016) Beni Ödülle Cezalandırma 33. baskı İstanbul: Doğan Kitap

Bumin, Kürşat (1983) Batı’da Devlet ve Çocuk İstanbul: Alan Yay.

Dinkmeyer, Don-McKay, Gary D. (2006) Biz Bir Aileyiz Çev. Gül Önet 7. baskı İstanbul:

     YKY

Dodson, Fitzhurgh (1976) Çocuk Yaşken Eğilir Çev. Seçkin Cılızoğlu İstanbul: Sander Yay.

Dökmen, Üstün (2004) Küçük Şeyler İstanbul: Sistem Yay.

Gordon, Thomas (2000) Çocukta Dış Disiplin mi? İç Disiplin mi? Çev. Emel Aksay Ed. 

     Birsen Özkan 2. baskı İstanbul: Sistem Yay.

_____________  (2001) Etkili Öğretmenlik Eğitimi Çev. Emel Aksay Ed. Birsen

     Özkan 10. baskı İstanbul: Sistem Yay.

Jersıld, Arthur T. (1979) Çocuk Psikolojisi Çev. Gülseren Günçe Ankara: AÜEF Yay.

Kohn, Alfie (2018) Ödüllerle Cezalandırılmak Çev. Yiğit Ataman 2. baskı Ankara:

     Görünmez Adam Yay.

Nas, Recep (2006a) Metinlerle İlkokuma-Yazma Öğretimi 4. baskı Bursa: Ezgi

     Kitabevi

_________ (2006b) İlkem, Çocuklara Saygı Duymak Bursa: Ezgi Kitabevi

_________ (2015) Sağlıklı Öğretmen-Öğrenci İlişkileri (Sınıf Yönetimi) Bursa:

     Ezgi Kitabevi

Navaro, Leylâ (2003) Gerçekten Beni Duyuyor musun? 9. baskı İstanbul: Remzi

     Kitabevi

Nesin, Aziz (1988) Korkudan Korkmak 2. baskı İstanbul: Adam Yay.

Solak, Adem (2008) Anne Baba Eğitimi 11. baskı Ünye Belediyesi Kültür Yay. 8     





(*) Bu yazı Öğretmen Dünyası dergisinde (Nisan 2019 Sayı: 472) yayımlanmıştır. (13-16)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder