DİL
DEVRİMİNİN 75. YILI (*)
Recep Nas
Bir yaz günü, 12 temmuz 1932. Bugün,
adı sonradan Türk Dil Kurumu olan Türk Dili Tetkik Cemiyeti kuruldu. Bundan iki buçuk ay sonra da (26 Eylül
1932) 1. Dil Kurultayı toplandı. Onun için ‘Dil Bayramı’ 26 Eylülde kutlanıyor.
Fazıl Hüsnü Dağlarca’ nın ‘ses bayrağım’
dediği, Yahya Kemal Beyatlı’ nın ‘ağzımdaki anamın ak sütü’ diye adlandırdığı, Ruşen
Eşref Ünaydın’ ın ‘ Yerine göre kılıçtan keskin, çelikten sert, kayadan sarp, boradan
hızlı, bürümcekten ince, kelebekten uçucu, çiçekten renkli, kokudan tatlı, altından
parlak, sudan duru…’ Türkçe diye tanımladığı diller güzeli Türkçemizin
gelişmesine engel olundu, hem de yüzyıllarca yıl. Bu, aydın sanılan kişilerce
yapıldı üstelik. Ama “Türk iti şehre gelicek Farisice ürür” diyen halkımız
anadilinden, Türkçesinden caymadı, yaşattı onu.
Bakın Âşık Paşa (14.yy.) nasıl
yakınıyor, içini döküyor içtenlikle.
Türk
diline kimesne bakmaz idi
Türklere hergiz (asla) gönül akmaz idi
Türk dahi bilmez idi bu dilleri
İnce yolu, o ulu menzilleri
İşte böylesine kendi haline bırakılan
halkımıza, halkımızın diline Atatürk sahip çıktı, “Ülkesini, yüksek
bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu dilini de yabancı dillerin
boyunduruğundan kurtaracaktır” dedi, bunda da ilk adımı o attı.
TDK’ nin kurulmasıyla sözcük edinme
yolları kullanılarak dilimizi özleştirme, varsıllaştırma çabaları hız kazandı.
Bu yollar şunlar:
1. Derleme
Halkın
ağzından, konuşma dilinden sözcükler alındı. (Kuşku, ödül, yitirmek, doruk vb.)
2.Tarama
Eski
metinler tarandı. (Konuk, evren, görkem, giysi, yanıt vb.)
3.Türetme
Türkçe ek ve köklerden
yararlanılarak yeni sözcükler türetildi. (Uçak, uydu, göçmen, deney vb.)
4.Bileştirme
İki sözcüğün bileştirilmesiyle yeni sözcükler
oluşturuldu. (Gökdelen, yerçekimi, yurtsever vb.)
Türkçe
Varsıl Bir Dildir
Türkçemiz için “yoksul bir dil”
diyenler var, dün de dendi, bugün de. Söyledikleri de Türkçenin sözcük
sayısının az oluşu. Oysa eşanlamlı sözcük bolluğu zenginlik göstergesi değil.
Füsun Akatlı’yı (1998: 179) dinleyelim: “Bu
niceliksel ölçüte aklınız yatıyor mu? Bir dilin zenginliği, anlatım gücü ve olanakları
o dildeki sözcük sayısıyla mı ölçülür? Yapı ne oluyor, ya tümce kuruluş biçim
ve çeşitlemeleri, ya çok anlamlılıklar, ya kültür çevresinin belirlediği
kullanım sözcükleri? Üç topla oynandığı için bilardo, tek topla oynanan
pinpondan daha ‘zengin’, daha ‘ileri’, daha ‘olanaklı’ bir oyun mu sayılmalı?”
Türkçeye yoksul diyenlerin
aslında kendi dilleri yoksul. Ataol Behramoğlu’nun deyişiyle, “Wittgenstein’ ın,
Saussure’ ın yapıtlarının, James Joyce’
un Ulysses’ının çevrildiği bir dil yoksul bir dil olamaz” (Cumhuriyet
28.08.2004). Alman Dilbilimci Max Müller’ in (1823-1900) “Bu göçebe ulusun
böylesine sağlam kuralları olan bir dili nasıl kurduğuna şaşıyorum” dediği
Türkçe hem yazın(edebiyat) dilidir, hem bilim dilidir, bundan kimsenin kuşkusu
olmasın.
“Türkçe Giderse Türkiye Gider”
Dilimiz şimdi de İngilizcenin saldırısı
altında, İngilizce sevdası sardı çok kişiyi. Bu da dilimizin kirlenmesine, bozulmasına,
yozlaşmasına yol açıyor. Bunda teknolojinin etkisi de çok büyük. Bir araba
girince bir araba dolusu da sözcük giriyor dilimize. Gazete, dergi, TV, radyo
adlarına bakın, ya tabelalar… İnsan yabancı ülkede sanıyor kendisini. Cem
Eroğul “Sağlıklı bir dil, yabancı sözcükleri içine sokmaz, sağlıklı bir bedenin
mikropları içine sokmadığı gibi” diyor. Dilimizi hasta ettiler, dilimiz can
çekişiyor, ama ‘yaşayan Türkçe’ den söz
edebiliyor kimileri. Bunlara, Türkçeye saygı duymayanlara şu şiiriyle
sesleniyor Fazıl Hüsnü Dağlarca
DEVRİMİ BÖYLE ANLAMAK
Türk Dil Kurumu’nu kurarken Kimilerinin
Mustafa Kemal’ in Şimdi
Tek mutsuzluğu vardı Tek mutluluğu
var
Türkçeyi sevdiğini Türkçeyi
sevdiklerini
Daha Türkçe söyleyememek Daha Osmanlıca söylemek
Mosibudi Mangena’ya (Güney Afrika Eğitim Bakan
Yrd.) kulak verelim: ”İngilizcenin
egemenliği politika, demokrasi ve eğitim alanlarına zarar vermekle kalmıyor. Kültürlerimiz,
ayrılmaz biçimde dillerimize bağımlı. Değerlerimiz, kurallarımız, geleneklerimiz,
ayinlerimiz hep dilimizle, müziğimizle; giysi ve danslarımızla iç içe. Bir
halkın dilini boğduğunuzda bunları ve elbette bunlarla birlikte yaratıcılığını,
düşlerini ve kimliğini de boğmuş olursunuz. Çünkü halkın belleği dilinin
bünyesine işlemiş durumda” (Necmiye Alpay, Radikal, 23.05.2003).
Ortaçağın ünlü dilbilimcilerinden
Antonio de Nebrija, Avrupa dillerinin ilk dilbilgisi kitabını derleyip İspanya
kraliçesine sunmuştu. Kraliçe İsabella, Nebrija’ya bunun ne işe yarayacağını
sordu. Dilbilimcinin yanıtı şu: “Majesteleri,güçlü bir imparatorluk için en
güçlü silah dildir”.Yaşar
Kemal daha 1965’ te uyarmış:
“Sömürücülük düzeni ortadan kalkmadan kültür bağımsızlığına erişemezsiniz. Bunun
mümkünü çaresi yok. Yazarlarımız yakında Amerikan İngilizcesi sentaksıyla
(sözdizimi) tümceler kurarlarsa hiç şaşmayın. Türkçeyi Amerikan aksanıyla konuşurlarsa,
ki çokları konuşuyor, hiç şaşmayın”(Feyza Hepçilingirler Cumhuriyet Kitap
16.09.2004). Bilelim ki, Oktay Sinanoğlu’nun deyişiyle “Türkçe giderse Türkiye
gider”.
Dil iletişim aracı, bunun yanı
sıra düşüncenin gereci. Düşüncenin yapıtaşı ve harcı. Dille düşünce etkileşim
içinde. Dil düşünceyi, düşünce dili geliştirir, besler. Demek ki eleştirel
düşünce gücü için dil varsıllığı gerekiyor. İnsan en iyi anadilinde düşünür. Öyleyse
çocuklarımıza, gençlerimize dil bilinci vermek; onların dile saygı, sevgi
duymalarını sağlamak boynumuzun borcudur. Unutulmasın, yurtseverlik, dilseverlikle
başlar. Yurtseverim diyen öncelikle dilsever olmalıdır. Dahası bağımsız bir
ülkede, dilini seven insanların ülkesinde yabancı dille öğretim yapılmaz, yapılmamalıdır.
Yabancı dil öğrenmeye kimsenin bir şey dediği yok. Ama neden yabancı dil
öğrenilmeli, herkes mi öğrenmeli, bu soruların yanıtları aranmalıdır. Çocuklarımız,
ilköğretimde ve ortaöğretimde ikinci bir dil mi öğreniyorlar, yoksa yarım dilli
mi oluyorlar?
Çalışma alanı genel olarak
dilbilim, özel olarak yabancı dil öğretimi, uzmanlık dalıysa sesbilim ve İngilizce
olan bir bilim insanı Özcan Başkan (1988: 472) bakın ne diyor: “Her şeyi aslından okumak gerekli mi acaba? Bugün
bir İngiliz, bir Fransız, bir Alman vatandaş kendi dillerindeki yayınlarla
pekâlâ kültür sahibi olabiliyorlar. Niye bizde de böyle olmasın?(…) Bunun
ötesinde şunu eklemek gerek: Acaba Türkiye’deki bir insan, Türkçe yayımlanmış
olan bütün kaynakları kurutuyor mu ki, bilgi susuzluğunu gidermek için yabancı
dildeki kaynaklara başvursun…”
Atatürk’ün Türk Dil Kurumu
özerkti, siyasal etkilerden arınıktı. Atatürk kalıtının bir bölümünü bu kuruma
bıraktı. Gelgelelim ‘12 Eylül Yönetimi’ –Atatürk’ ün kalıtına, vasiyetine
aykırı olarak- TDK’ ye el koydu, onu devlet dairesine dönüştürdü, yıl 1983.
Kurumda özveriyle çalışmış bilim insanları, yazarlar, şairler de
uzaklaştırıldı. Ama dilseverler, Türkçe sevdalıları geri adım atmadılar, yılmadılar. Bu
kez,1987’de, eski TDK’nin işlevini üstlenecek olan ‘Dil Derneği’ni kurdular.
‘ Dil Bayramı’nın 75.yılı, Sevgi
Özel’ in başkanlığını yaptığı Dil Derneği’nin 20. yılı kutlu olsun…
KAYNAKÇA
Akatlı,
Füsun (1998) Acıyla, Sevgiyle,
Kahramanca (Denemeler) İstanbul: Boyut Yay.
Başkan,
Özcan (1988) Bildirişim İstanbul:
Altın Kitaplar
---------------------------------------------------------------------------
(*)
Bu yazı Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Bursa Şubesince çıkarılan GÜNCE
dergisinde (01.11.2007) yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder