29 Mart 2018 Perşembe

AĞAÇ BAYRAMI


   AĞAÇ BAYRAMI (*)



                                                                              

                                                                             Recep Nas
                                                                          

     Çocuklar için bir şiir yazmıştım, MART başlıklı, şöyle: Arkası kış/Önü bahar//Bir ısıtır/Bir üşütür//Bir kar kokar/Bir çiçek kokar//Yeter uyuduğunuz der/Uyanır/Yeşil giyinir ağaçlar. Martta doğa kış uykusundan uyanır, Ağaç Bayramı da martta kutlanır.

     1960’lı yıllar… Radyo dinliyorum, bir radyo oyunu oynanıyor. Edirne’den İstanbul’a doğru giden yabancı gezginlerin ilgisini iki şey çekiyor, biri yiyeceklerin açıkta satılması, öbürü de yolun sağlı sollu ağaçlık olmaması…

     Yıl 1974, Ankara’dan doğuya doğru ilk kez gidiyorum. Git git, ağaçsız, çorak, çıplak topraklar, terk edilmiş gibi. Toprak örtüsüz kalmış, üşüyor. İçim acıdı.

     Nerden nereye… Timur’un, fillerini Ankara ormanlarında sakladığı söylenir. Evliya Çelebi, - gördüklerini, işittiklerini abartıp süslese de - bir sincap hiç yere basmadan ağaçtan ağaca atlayarak Ankara’dan Erzurum’a gider diye yazmış.

     Ağaç, orman deyince de akla ilkin Atatürk geliyor. Gelip geçerken görünce yanındakilere her zaman gösterip “Bu benim ağacım” dediği, yolun kenarındaki iğdeyi bir gün göremeyince, yolun genişletilmesi için kesildiğini de öğrenince çok üzülüyor, gözleri doluyor.

     Atatürk aldığı geniş bir araziyi ağaçlandırmak istiyor. Ne ki yabancı uzmanlardan tutun da herkes kireçli, çorak, kurak, verimsiz bir toprak bu, burada bir şey yetişmez, vazgeç, diyorlar. Atatürk dinlemiyor, vazgeçmiyor. “Yeşili görmeyen gözler, renk zevkinden yoksundur. Burasını öyle bir ağaçlandıralım ki, görme engelli bir insan bile yeşillikler içinde olduğunu anlasın” diyor ve Atatürk Orman Çiftliği’ni kuruyor.  

     Bize böyle örneklik etmiş, ağacın bir tek dalı bile kesilmesin diye Yalova’daki köşkü raylar üzerinde yürüten Atatürk’ümüz varken, atalarımız bizi yaş kesen baş keser diye tembihlemişken ne oldu bize, ağaca bakınca odun mu görmeye başladık?

     Ağaç Bayramı başlıklı çocuk şarkısı var, “Dağlar, taşlar ağaç olacak” diye başlıyor. Tersi oldu, ağaçlık yerler dağ, taş oldu. Bir de Küçük Oduncular diye bir şarkı var, ilkokuldayken biz de çok söylerdik. Baltalar elimizde/Uzun ip belimizde/Biz gideriz ormana hep ormana Gerçi bu şarkıda ‘yaşlı ağaç’ seçilirdi, ama biz milletçe bunu ‘yaş ağaç’ anladık galiba. Biz ormana gittik, kestik. Her gidişte yolumuz uzadı, biz baltayı vurdukça orman küstü, uzaklaştı. Kaldı ki yaşlı, kuru ağaçlar da yerinde bırakılmalıymış, ormanın besini oluyormuş onlar. Ayrıca yaşlı ağaçlar çeşitli zararlılara karşı nasıl kimyasal savunma yapılacağına ilişkin bilgileri genç ağaçlarla paylaşıyorlarmış. Özcesi yaşlı ağaçlar biyolojik çeşitliliğin güvencesi. (1) 

     ‘2B’ diye bilinen bir yasa çok konuşuldu bir ara. Neymiş, orman özelliğini yitirmiş olan alanlar satılacakmış. Uzmanlara sorarsanız orman kendiliğinden özelliğini yitirmez, yıldırım düşse bile çok geçmeden ilkin otsu bitkiler, çalılar, sonra da çam gibi kimi ağaç çeşitleri yeni bir ormanın oluşmasına öncülük ederler. Doğa kendini yeniliyor. Yeter ki gençleşme koşulları olan yanan alan korunsun, yerleşim yeri yapılmasın, tarıma açılmasın. (5) Kaldı ki orman sadece ağaçlardan oluşmuyor, yüz binlerce yılda oluşan toprağıyla, börtü böceğiyle, hayvanlarıyla (fauna), bitkileriyle (flora), suyuyla ‘ekosistem’ denilen bir evren o. Bileşenler zincirleme birbirine bağımlı, ağaçlar, çalılar, otsu bitkiler, mantarlar, mikroorganizmalar, hayvanlar, toprak… İşte orman bunların etkileşimi sonucu oluşmuş, biyolojik bir dengeyi de oluşturmuştur (msxlabs.org/orman). Örneğin ardıç ağacı üremesini ardıç kuşuna borçlu, meşe ağacı da sincaba. Bireysel bileşenlerin bağlantıları bütündeki bilinci oluşturur. Ormanın da bilinci var. Ağaçların birbirleriyle bağlantısı ormanın bilincini oluşturur. (2) Bitkiler dış dünyaya ilişkin bilgi topluyorlar, kimyasal moleküller aracılığıyla birbirleriyle iletişim kuruyorlar. Fidan dikerek ormandaki bitkilerle öbür canlılar arasındaki karmaşık ilişkileri oluşturmak çok zor.(1) Demek ki kestiğimiz ağaçtan fazlasını diktik deyip böbürlenmekle olmuyor.

     Hayrettin Karaca (Çocuklar ona ‘Toprak Dede’ dediler, 2013’te de Birleşmiş Milletlerce kendisine ‘Orman Kahramanı’ nişanı verildi), bakın ne diyor: “1945’ten bu yana dek iktidar olan hiçbir hükümet doğaya, ormana, toprağa hizmet etmedi, aksine tüketti. Bilim adamlarının uyarılarına herkes kulaklarını tıkadı. Açlık hiçbir şeye benzemez, çok yakında gıda ihraç edecek üç ülke kalacak dünyada. ABD, Avustralya, Arjantin… Bunlar bize yiyecek satmazlarsa birbirimizi yiyeceğiz.” (3)

     Hayrettin Karaca’nın belirttiği yıl çok anlamlı, 1945 çok partili düzene geçildiği yıl. Evrensel demokrasi kültürü olmayınca oy uğruna verilen ödünler demokrasiyi, özgürlüğü getirmedi, talanı, yağmayı getirdi. Yoksul orman köylüsüne, eğitilip gene ormanla ilgili yeni iş alanları açılmayınca, onlar da ormanı yakıp tarla açtılar kendilerine.

     Ormansızlık küresel ısınmayı artırıp iklim değişikliğini hızlandırıyor, biyolojik çeşitliliği azaltıyor. Ormansızlığın sonu toprak aşınmasıdır (erozyon). Kökler toprağı tutuyor, toprak bitkisiz kalınca da akıp gidiyor. (4)  Yıllar oluyor, Şiranlı (Gümüşhane) bir köylü nasıl da çarpıcı biçimde anlatmıştı toprak aşınmasını: Bu tarlaların tapusu bizde, torpağı (toprağı) Karadeniz’de.

    ‘Gezelim Görelim’ izlencesinde (TRT 01.10.2003) Nuray Yılmaz bir köylüye sordu,

     “Bir kayın ağacı saatte 1,5 kg. oksijen üretiyormuş, biliyor muydun bunu?”

     “E, bilirim, bilmem mi… Geçenlerde bir kayın kestim, tam 1,5 ton geldi.”

       Gümüşhane’nin bir köyündeki öğretmen anlatmıştı. Her yaz Trabzon’dan gelip koyunlarını otlattığı geniş bir otlağın tel örgülerle kapatıldığını görüp canı sıkılan bir çoban yolda rastladığı öğretmene sormuş,

     “Uy Telikanlı puraya misun?”

     “Buralı değilim, köyün öğretmeniyim.”

     “Bu araziyi ne demeye kapattinuz?”

     “Köylü kapatmadı, orman idaresi buraya fidan dikti.”

     “Uy! Ha pu fidanların köküne DTT tökün, kirusunlar, kirusunlar …”

     Bu çoban – okuduysa- ilkokulda tahtaya kalkıp ormanın yararlarını sular seller gibi bir güzel sayıp dökmüş, öğretmeninden de aferini almış olabilir.

     Doğa bizsiz yaşar, ama biz doğasız yaşayamayız.

     Amerika’nın Suquamish yerlilerinin (Kızılderili) şefi Seattle’ın sözü üzerine söz olmaz artık: Son balık tutulduğunda, son dere kuruduğunda, son ağaç kesildiğinde ‘beyaz adam’ paranın yenmeyeceğini anlayacak, ama çok geç…
_________________________________________________
(1) Bülent Şık (2017) “Yeryüzündeki Hayat, Evrim ve Semantik Kalpazanlar” Cumhuriyet Akademi dergisi 30.08. 2017 Sayı: 17 (2-3)
(2) Herkese Bilim Teknoloji dergisi 25.08.2017 Sayı: 74 (12)
(3) Cumhuriyet, 29.04.2008
(4) Reyhan Oksay (2017) “Ormansızlaştırma İklim Değişikliğini Hızlandırıyor” Herkese  
      Bilim Teknoloji dergisi 29.12.2017 Sayı: 92                                                                                                                                             
(5) Melih Boydak (2018) “Kızılçamlar Düşünen Ağaçlar mı?” Herkese Bilim Teknoloji dergisi 12.01.2018 Sayı: 94 (14-15)

                                                                                                                                                       

(*) Bu yazı ÇAĞDAŞ EĞİTİM KOOPERATİFİ’nin (ÇEK) ÇAĞDAŞ BAKIŞ dergisinde
(Mart 2018 Sayı: 26) yayımlanmıştır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder