AHLAKIN ÖZÜ: ÖZDENETİM (*)
Recep Nas
Otoriteye dayalı hiçbir ahlak dizgesi oluşturulamaz
otorite tanrısal olsa bile…(1)
A.
J.
Ayer
Dışdenetim Değil, İçdenetim
MEB’e bağlı örgün, yaygın eğitim
kurumlarında ‘Değerler Eğitimi’ne ilişkin seminerler verilmesi için MEB’le
(Hayat Boyu Eğitim Genel Müdürlüğü) Hizmet Vakfı arasında bir protokol
imzalanıyor. Bir de yedi görevlinin imzası bulunan bir kitapçık (39 sayfa)
yazılıyor.
Bu kitapçığın 6. sayfasında çapraşık, anlaşılması zor birkaç tümce var.
Özü şu: İnsanın, az hazdan vazgeçmesi için ‘gelecekteki’ daha büyük bir hazzın,
az acıya katlanması için de gene ‘gelecekteki’ daha büyük acının önüne
konulması gerekirmiş. Bu dünya geçici (s. 24, 27), ‘imtihan yeri’ olduğuna (s.
16, 17, 22, 31) ve her canlı ölümü tadacağına (s.29) göre belli ki ‘gelecek’
dedikleri öbür dünya… Daha büyük bir haz cennet, daha büyük acıysa cehennem…
İyilik de kötülük de karşılıksız kalmazmış (s. 14, 20, 26, 30, 31). “Ölüm, (…)
ödül ve cezanın alınacağı hayatın başlangıcı” imiş (s. 30).
Demek ki bu dünyada iyilik yaptıysan bunun ödülünü, kötülük yaptıysan
bunun cezasını ‘öbür dünya’da alacaksın. Ödüllendirilmek için iyilik
yapacaksın, cezalandırılmamak için de kötülük yapmayacaksın.
Tanilli (1996), Immanuel Kant’ın
(1724-1804) ahlak çözümlemesini anlatıyor: Kant,
kendisinden
önceki tüm ahlak anlayışlarını çıkara, yarara dayalı olduğu için eksik buluyor.
Ona göre ahlaksal değer, iyiliği bir eğilim sonucu değil, ‘ödev olarak’ yapmakta
aranmalıdır. Öyle ya, iyilik dediğin karşılık beklenmeden yapılandır. En
doğrusunu Bertolt Brecht söylemiş: “İyi insan olacağına öyle bir dünya bırak ki
kimse kimseden iyilik beklemesin.”
Anılan kitapçıkta vurgulanan dışdenetimdir, Çocuk dışardan denetlenecek,
yönetilecek, yönlendirilecek, hani özdenetim, içgüdülenme, yok. Katı din
kuralları içinde yetişen çocuk kendisinin dışındaki bazı kurallara göre
yargılanacağına ya da ödüllendirileceğine inanır, dıştan denetimli biri olur
çıkar (Cüceloğlu, 1993:5). Dışdenetimli çocuk edilgin, ürkek, güvensiz, genel
kaygı düzeyi yüksek ve bağımlı olur (Yeşilyaprak, 1990:6). Çocuğun cinle,
şeytanla, cehennemle korkutulması, onda benlik özerkliğine dayanan ve bireye
özgü içsel yargılama dizgesi olan bir vicdan yapısı (üstbenlik=süperego) yerine
dışardan gelecek cezaya, korkuya dayanan bağımlı bir vicdanın oluşmasına neden
olabiliyor (Öztürk, 2012). Atatürk’ün sözü bu: “Korkuya dayanan ahlak bir erdem
olmadığı gibi güvenilir de değildir.” (Samsun, 25.08.1924)
İçdisiplinse ruhsal temelli, yapıcı bir disiplindir. Çocuğun kişiliği,
gereksinmeleri, ilgileri, özgürlüğü baskılanmaz. Ne ceza ne ödül, ikisi de
kullanılmaz. İçsel denetimli çocuk daha fazla kişisel sorumluluk üstlenip daha
girişken, etkin, işbirliğine yatkın, duygusal yönden daha sağlıklı, dengeli,
daha özgür ve bağımsız olur (Yeşilyaprak, 1990:6).
İlle de ödül ve ceza, ödül için iyi olacak, cezalanmamak için de kötü
olmayacak, öyle mi? Üstelik sözü edilen kitapçığa göre ödül de ceza da ‘öbür
dünya’ya erteleniyor, orada verilecek.
Haluk Şahin’in (2003) izlenimleri
ilginç: “Tokyo’da dolaşırken her tarafa
bırakılmış bisikletlerin kilitsiz olması dikkatimi çekmişti. New York’ta 10
dakikada çalınacak olan 10 vitesli bisikletler günlerce yol kenarında kalıyor,
kimse dokunmuyordu Oysa Amerikalıların tersine Japonların günah işlemek ve bu
yüzden cehennemde yanmak ya da cennete girememek gibi bir kaygıları yoktu.
Şu soru orda aklıma takıldı. Sakın bizzat
dinsel ‘günah’ kavramı bazı insanları ahlaki açıdan daha sorumsuz hale
getiriyor olmasın? Sakın işlenen günahın yaptırımının başka bir dünyaya
ertelenmesi, bazı kişileri ahlaki konularda daha pervasız hale getirmesin? (…)
İnsanın kendi içindeki yargıcın gözünden hiçbir şey kaçmıyor. Ama pek çok kişi,
dinsel ahlakın yaptırımlarından kurtulabileceğinin hesabını yapıyor ya da bu
yaptırım ona o kadar uzak bir gelecekteymiş gibi görünüyor ki etkisini
yeterince hissetmiyor.”
Ne
Ödül, Ne Ceza
Peki ödül ve ceza ‘bu dünya’da etkili mi, işe yarıyor mu, bir bakalım.
Ödülün etkili olması için şu üç koşulun yerine getirilmesi gerekir, bu kolay
mı? (Gordon, 2000: 24)
1.Çocuk ödüle gereksinme duyacak. (Ödüle gereksinme duymuyorsa bu koşul
işe yaramaz.)
2.Çocuğun ödüle gereksinmesi çok güçlü olacak. (İstiyorum ama, aman
olmasa da olur derse bu koşul da işlevini yitirir.)
3.Çocuk ödülü kendisi elde edemeyecek, yani yetişkine bağımlı olacak.
(Ama çocuk büyüdükçe yetişkine bağımlılığı azalır, ödüllerini kendisi elde etmeye
başlar.)
Cezanın etkili olması için de üç koşul gerekir. (Gordon, 2000: 26
Özdoğan, 1997: 206):
1.Acı verecek. (Çocuk, vuracağı iki tokat değil mi, ne olacak, diyorsa
bu koşul işe yaramaz.)
2.Caydırıcı olacak. (Daha çok acı verecek. Ama yapılacak davranıştan
ötürü elde edilecek ödül, verilecek cezayı çekmeye değerse ceza işe yaramaz.)
3.Cezadan kaçamayacak. (Cezalanan, cezalandırana bağımlı olacak.)
Demek ki ödülün de cezanın da etkili olması, işe yaraması için çocuğun
yetişkine bağımlı olması gerekiyor. Peki çocuğu bağımlı, korkak, sinik, ürkek,
itaatkâr mı yetiştireceğiz, yoksa sağlam
kişilikli, bağımsız, özerk, özgüvenli, özdenetimli, içdisiplinli bir ‘birey’ olması, sorgulayıp eleştirel
düşünmesi için ona yardımcı, destek mi olacağız, hangisi?
İyilik, insanın doğasında olan bir değer, çocuk iyiliği içten gelen bir
dürtüyle yapar. Oysa ödül içselleştirme sürecini olumsuz etkiler, içgüdülenmeyi
dışgüdülenmeye dönüştürür. Ödül (yıldız ya da ödül kartı verme, kurdele takma
vb.), çocukları ahlak dışı davranışlara (yalan söyleme, hile yapma vb.)yöneltir
(Bolat, 2016:102, 103, 116). Öyleyse ne ödül ne ceza, ikisi de değil. İkisinin
de sakıncaları çok. Ödül de ceza da bağımlılık yapar, yan etkiler taşır.
İkisine de alışılır, ikisi de zamanla etkisini yitirir, ucuzlar (Nas, 2015(a):135)
Aslolan İçödül
Demek ki ahlaklı olmak için gerekli olan, içdisiplin, özdenetim,
içgüdülenme, özeleştiridir. İlle de ödülse, bu içödüldür. Aristophones
(M.Ö:450-380), yaklaşık 2500 yıl önce söylemiş, en iyi ödül insanın içinin
rahat etmesidir. Lawrence Kohlberg’in
deyişiyle, en üst düzeyde ahlaklı davranış, cezalandırılmamak için kurallara
uymak değil, cezalandırılma pahasına vicdanının sesini dinleyerek kendi
ilkelerine uymaktır (Baltaş, 2007: 55). İşte bir kadın (İclal Nergiz) çıktı
(Ocak 2018), Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne (İstanbul)
gebe kaldıkları için başvuran 18 yaşından küçük 115 çocuğun durumunun –yasal
bir zorunluluk olmasına karşın- ilgili kurumlara bildirilmeyip örtbas edilmeye
çalışıldığını ortaya çıkardı, kamuoyuna duyurdu.
İclal Nergiz, bırakın cezalandırılmayı göze almayı, aldığı cezaları da göğüsleyerek
duyuruyor hukuka aykırı işlemleri. Bu kadın bir ‘whistleblower’dır.
Whistleblower, ahlaksal değerlere, hukuka, yasalara aykırı davrananları
yetkililere, kamuoyuna duyurandır. Bu sözcük ıslık ya da düdük çalma anlamına
geliyor. Gece bekçisinin hırsızı durdurmak, hırsızlığı çevredekilere duyurmak
için düdük çalmasından esinlenilmiş (Sayğan ve Bedük, 2013). Whistleblower,
işinden, aşından, koltuğundan tutun da her şeyini yitirme pahasına
haksızlıklarla, hukuksuzluklarla, yolsuzluklarla savaşan, ‘alarm zili’ni çalan
kişidir (Cerrahoğlu, 2014). Bu sözcüğün dilimizde bir sözcüklük karşılığı yok.
Belki ‘Doğrucu Davut’ denebilir. Ama doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar, bu
da bizim atasözümüz. Dahası da var (Aksoy, 1971:208):
*Doğru söyleyenin bir ayağı üzengide gerek. (Ata atlayıp kaçmaya hazır
olmalı.)
*Doğru söyleyenin tepesi delik olur. (Vura vura kafasını delerler.)
Laik ahlak
“Ahlak kültürü, din kültürüyle
özdeş değildir. Ahlakın ancak din inancıyla olabileceğine ilişkin öğreti sadece
dinsel ahlakın ezberletilmesiyle sınırlıdır. Oysa ahlak, din öğretisiyle
sınırlı olmayan laik ve bilişsel bir kavramdır” (Atabek, 2009: 53-54).
“Ahlak, hulk’un cem’idir. Hulk tabiyyat ve seciye demektir. Buna huy denir.
Seciye ve huy denilen şey insanda yerleşmiş bir melektir. O melek sebebiyle
nefisten ef’al kolayca çıkar” (Hasan Pulur’dan akt. Cüceloğlu, 1991: 67) diye
ahlakın dinsel tanımını ezberden söylemekle ahlaklı olunmuyor. “Yüzlerce din
vardır, hepsi belli kurallar ve yasaklar koyar. Bunlar ahlaki kurallar değil,
dini kurallardır. Zaten dinler bu kural ve yasakları koymasaydı, bunlar
kimsenin aklına gelmezdi” ( Labbé-Beurier, (?):23).
18. ve 19. yy.da Hıristiyan misyonerler, kâşifler göksel (semavi)
dinleri olmayan kabilelerde yüksek ahlak örnekleriyle karşılaştıklarında çok
şaşırmışlar. Kristof Kolomb (1451-1506) Amerika Anakarasının yakınlarındaki bir
adaya ayak bastığında yerlilerle karşılaşıyor. Günlüğüne (1492) şunları
yazıyor: “(…) Bu insanlar son derece sade, dürüst, eli açık insanlar.
Kendilerine ait herhangi bir şeyi isteyince hemen veriyorlar. Kötülüğün ne olduğunu hiç bilmiyorlar,
çalmıyorlar, öldürmüyorlar.” İspanya Kraliçesine yazdıkları da şöyle:
“Yeryüzünde bunlardan daha iyi insanların bulunmadığını majestelerinin önünde
ant içebilirim. Komşularını kendileri kadar seviyorlar, konuşmaları son derece
tatlı ve kibar, konuşurken hep gülümsüyorlar” (Zafer Diper, BirGün, 14.01.2018)
Memet Fuat (2000:107) ailesini anlatıyor: “Benim aile çevremde, dedemin
ya da annemin evinde İslamın koşullarını yerine getiren tek kişi yoktu.
İzleyerek, kendime örnek alarak büyüdüğüm kimseler dindar değillerdi. Oruç bile
tutmazlardı. Ama hepsi iyi, hatta çok iyi, kötülük bilmeyen insanlardı.
Düşünüyorum da, İslamın inananlarından beklediği bütün olumlu özellikler
onlarda vardı. Ben de iyi bir insanım, ama dindar değilim. (…) Öğütler filanla değil, bir olay, bir söz,
bir bakış, bir eda üst üste toplanırken oluşuyor insan.” Yunus Emre’nin ahlak anlayışını incelemiş
olan Müjgan Cunbur’a göre “(…) Yunus’un ahlak değerlendirmeleri tabii olarak
güzele, iyiye ve doğruya yöneliktir. (…) İnsanın tutacağı yol doğruluk yolu
olmalı, bu yola girmek için eğrilik bir yana bırakılmalı, kibir ve kin gönülden çıkarılmalıdır” (Eyuboğlu, 1981:331).
İşte Yunus Emre’den birkaç dize (Eyuboğlu, 1981:161, 251:
Bir kez gönül yıktınısa Yunus Emre der
Hoca
Bu kıldığın namaz değil Gerekirse bin var hacca
Yetmiş iki millet dahi Hepisinden
iyice
Elin yüzün yumaz değil Bir gönüle
girmektir
Değişik ülkelerden, dinlerden olan çocukların empati ve ahlaki
gelişimlerini incelemek için tasarlanan, üç yıl süren geniş çaplı bir
araştırmanın bulgularına göre, dinin ahlakla bağıntılı olduğu savı çürümüştür.
Dindarlık paylaşımcılığı artırmıyor, din çocukları daha fazla paylaşımcı, daha
iyi ahlaklı yapmıyor (Bilge Selçuk, BirGün Pazar, 15.11.2015 Sayı: 453). “Dine
dayalı ahlak ve vicdan, kişinin kendisine ait değildir, kulun ödül ve ceza
almasına bağlı bir sistemdir. (…) Oysa laik ahlak ve vicdan kişinin kendisini
bağladığı ‘doğru-yanlış’ sistemidir. Laik ahlak içindeki insan kendi iradesiyle
doğruyu bilip yaşayan insandır. O insanı ürküterek, korkutarak yanlışa
sürükleyemezsiniz. Onun için de laik insan ahlakı çok sağlamdır ve etkilerin
dışında kalır”(Atabek, 2017).
Ne kadar Demokrasi, O Kadar ahlak
Evrimsel Biyolog Bernard Crespi’ye (2) göre, iyilikle
kötülüğün temelinde doğal seçilimin yansız eli yatıyor. Hem kötü hem de ahlaki davranış,
kişinin kendisini ve çevresini kapsayan uyumluluk çıkar hesaplarına bağlı
olarak değişir. Annemden çok duyardım, işsize
şeytan iş bulur, derdi. Silifke yöresinden bir atasözü: Tok aslan kedi gibi, aç kedi aslan gibi…
Başka atasözlerimiz de var (Aksoy, 1971).
*Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar.
*Zengin arabasını dağdan aşırır, züğürt düz ovada şaşırır.
*Acındırırsan arsız olur, acıktırırsan hırsız olur.
*Açın imanı olmaz
*Aç elini kora sokar.
*İnsanın kötüsü olmaz, meğer ki züğürt ola.
*Ekmekle oynayanın ekmeğiyle oynarlar.
*Kimine hay hay, kimine vay vay.
İki de özdeyiş:
*Önce ekmek, sonra ahlak. (Bertolt Brecht) (1)
*Zaruret (yoksulluk, zorunluluk) dürüst insanı düzenbaz yapar. (Daniel
Defoe) (1)
Yine Crespi’ye göre (2), insanları şiddete yönelten evrimsel
baskı, aynı zamanda bizi son derece barışçıl da yapabilir. İnsanlık bunun
ayırdına varıp bir şeyleri değiştirme yönünde adım atarsa ahlaki sağduyu
toplumdaki kötülüğü de en düşük düzeye indirebilir. Nasıl? İnsanca, hakça bir
düzen kurulursa, emek en yüce değer olursa, evrensel hukuka işlerlik
kazandırılıp hukukun üstünlüğü sağlanırsa, demokrasi tüm kural ve kurumlarıyla
işletilirse, bilim ve sanata önem verilip gerçek yol gösterici olarak bilim
seçilirse, laik ve bilimsel eğitim verilirse… Melih Cevdet Anday (Cumhuriyet,
28.04.1995) da bunu söylüyor: “(…) İnsan
korktuğu için iyi oluyorsa gerçekten iyi değildir. (…) İyiyi kendi başımıza
gerçekleştirmeliyiz, buyrukla değil. Yeni ahlakı, gerçek ahlakı bize bilimin getireceğine inanıyorum. Kimsenin
görmediği yerde doğru ve iyi olabiliyorsak çağımızın ahlakını yaratmış oluruz.”
Demokrasi geleneği güçlü, demokrasiyi içselleştirmiş ülkelerde ahlaki
değerler de güçlüdür. Demokrasi ahlakla ilintili çünkü. Özcesi, ne kadar demokratsan
o kadar ahlaklısın. Demokrasinin önkoşulu da laikliktir. Bu ahlak da laik
ahlaktır (Nas, 2012: 41- 2015(a):212).
Üç bin yıl önceki Fethiye yöresindeki bir tapınakta (XSENTİUS) şu öğüt
veriliyor: “Ahlakın temeli özveri ve dürüstlüktür. Özveri başkaları için
çalışmak, dürüstlükse aldatmamaktır. Yitirmeyi, ahlaksız bir kazanç edinmeye
yeğle. İlkinin acısı bir an, ikincinin vicdan ezinci ömür boyu sürer”
(Cumhuriyet, 03.10.2008). Ahlak, vicdan adıyla içimizdedir.
Ahlak öğretilemez, ahlakın dersi olmaz. Ahlak, ahlaklı bir çevrede
yaşanıla yaşanıla, soluna soluna öğrenilir. İnam’ın (2008) dediği gibi, nasıl ahlaklı olunacağına ilişkin hiç
konuşulmamalı. Ahlakı anlatmanın en iyi yolu örnek olmaktır. “Bebek,
ahlaklı küçük bir varlık olarak doğmaz. Öncelikle,
ona vicdanını oluşturmakta yardım edecek, yaptığı her şeyi birine yaptığını gösterecek yetişkinlerin içinde büyümeye ihtiyacı
vardır” (Labbé-Beurier ,[?]:31)
Bitirirken bir öykücük: Su, ateş ve ahlak arkadaş olmuşlar.
Su demiş,
“Bir gün beni yitirirseniz, bir şarıltı duyunca oraya gelin.”
Ateş demiş,
“Beni yitirirseniz, bir duman görünce oraya gelin.”
Ahlak demiş,
“Sakın beni yitirmeyin, yitirince bir daha bulamazsınız.” (Nas, 2015b)
KAYNAKÇA
Aksoy, Ömer Asım(1971)Atasözleri Sözlüğü Ankara: TDK Yay.
Atabek, Erdal(2009)Dürüstlük, Sevgili Çocuğum 4. Baskı İstanbul: Cumhuriyet Kitapları
------------------(2017)”Meslek Ahlakı ve
İnsan Vicdanı” Cumhuriyet, 18.09.2017
Baltaş, Acar(2007)Hayalini Yorganına Göre Uzat 2. baskı İstanbul: Remzi Kitabevi
Bolat, Özgür(2016)Beni Ödülle Cezalandırma 33. baskı İstanbul: Doğan Kitap
Cerrahoğlu, Nilgün(2014)”Ertuğrul Günay’ın Pişmanlığı” Cumhuriyet,
04.01.2014
Cüceloğlu, Doğan(1991)Yeniden İnsan İnsana İstanbul: Remzi
Kitabevi
______________ (1993)”Dıştan Denetimli
Kişi” Yaşadıkça Eğitim dergisi Sayı:
30 (4-5)
Eyuboğlu, Sabahattin(1981)Yunus Emre 6. baskı İstanbul: Cem Yay.
Fuat, Memet (2000) Din ile Felsefe İstanbul: Adam Yay.
Gordon, Thomas(2000)Çocukta Dış Disiplin mi? İç Disiplin mi? (Çev. Emel Aksay-Ed.
Birsen Özkan) 2. Baskı İstanbul: Sistem Yay.
İnam, Ahmet(2008)”Ahlak” Cumhuriyet Bilim Teknik 02.05.2008
Sayı: 1102
Labbé, Brigitte – Beurier, P. F.
Dupont(?) Ahlaki Olan ve Olmayan (Çev.
Azade Aslan)
İstanbul: Günışığı Kitaplığı
Nas, Recep(2012)İnsan olmak Öğretmen Olmak Bursa: Ezgi Kitabevi
_________(2015(a))Sağlıklı Öğretmen-Öğrenci İlişkileri
Bursa: Ezgi Kitabevi
_________(2015(b))”Değerler
Eğitimi, Ama Nasıl?” Çağdaş Bakış dergisi
Mart 2015
Sayı: 14 Bursa: ÇEK yayını
Özdoğan, Berka(1997)Çocuk ve Oyun 2. Baskı Ankara:
Anı Yay.
Öztürk, M. Orhan(2012)”Çocukta Bilme
Dürtüsünün Gelişimi” 3. Ulusal Çocuk ve
Gençlik
Edebiyatı Sempozyumu Yay. Haz. Sedat
Sever vd. AÜ ÇOGEM Yay. (23-28)
Sayğan, Sahra- Bedük, Aykut(2013)
“Ahlaki Olmayan Davranışların Duyurulması (Whistle-
blowing) ve Etik İklimi Üzerine Bir Uygulama” DEÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakülte-
si dergisi Cilt:28 Sayı:1 2013(1-23)
iibf.deu.edu.tr 325-1006-1-PB.pdf
Şahin, Haluk(2003)”Dinsel ahlak, Laik
ahlak” Radikal gazetesi, 08.08.2003
Tanilli, Server(1996)”Ahlakı Düşünmek” Cumhuriyet, 13.12.1996)
Yeşilyaprak, Binnur(1990)
“Davranışlarımızın Belirleyicileri” Cumhuriyet
Bilim Teknik
Sayı: 149
(1)
Üster, Celâl (2010/Derleyen ve çeviren) Sözün Özü 2. Baskı İstanbul: Can Yay.
(2)
New Scientist’ten derleyen Özlem Yüzak Herkese Bilim Teknoloji 09.12.2016
Sayı: 37
(*) Bu yazı Öğretmen Dünyası dergisinde (Mayıs 2018
Sayı:461) yayımlanmıştır. (19-22)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder