17 Mayıs 2016 Salı

EĞİTİMDEN PARA ESİRGENMEZ


                                       EĞİTİMDEN PARA ESİRGENMEZ *




     Okullar açılıyor, yine bin bir sorunla, bin bir dertle… Devlet elini eteğini, desteğini çekiyor okullarından yavaş yavaş, geri adımlar ata ata. Önce “Kendi okulunu kendin yap” diye başladı bu iş. Şimdi ucundan ucundan, alıştıra alıştıra ‘katkı payı’ adı altında para alıyorlar veliden, bağış istiyorlar. Çok sürmez, sıra “Kendi çocuğunu kendin okut” demeye de gelir. ‘Devletin küçülmesi’nden anladıkları bu demek ki…

     Hızlı nüfus artışının önüne geçilemiyor, göstermelik çalışmaların, ‘suyuna tirit’ söylevlerin dışında somut, akılcı, kalıcı önlemler alınmıyor. Yalnızca İstanbul’da bu yıl yetmiş-seksen bin çocuğun ilkokula kaydının yapılacağını, üç bin yeni dersliğe gereksinme duyulduğunu milli eğitim yetkilileri belirtiyorlar. (1) Gereksinme duyulan derslik yapılmayınca - sanıyorum bizim icadımız olan-çift öğretim uygulaması da yetmiyor, üçlü öğretime geçiliyor kimi okullarda. Bu da çözüm olmayınca bir dersliğe yetmiş-seksen öğrenci ‘itiş kakış’ oturtuluyor. “Şu kadar metre kare olan bir derslikte havanın temiz kalabilmesi için kaç öğrencinin ders yapması gerekir” sorusuna yanıt aranması gerektiğinden vazgeçtim, üçerli oturtuldukları sıralarda çocuklar yazılarını bile rahat yazamıyorlar. ‘Okul ergonomisi’nden söz etmek bile istemiyorum. Bunca kalabalık sınıflarda öğretmen-öğrenci, öğrenci-öğrenci iletişimi nasıl sağlanacak, öğretim nasıl bireyselleştirilecek, düzanlatım dışında zengin ve somut öğrenme yaşantıları oluşturmaya elverişli yöntemler nasıl uygulanacak?

     Eğitim, her şeyden önce bir iletişim işidir. Sağlıklı bir öğretme-öğrenme ortamında öğretmen, öğrencileri değil, eğitim sürecini yönetir. Bunun içinse sınıfta öğrenci sayısının 25’i geçmemesi gerekir.

     Yedi yıl kadar önceydi, bir birinci sınıfa öğretmenle birlikte girmiştim, yüzden fazla öğrenci vardı sınıfta. Her kafadan bir ses çıktığından öğretmen bir süre derse başlayamadı, sonra zar zor, bağıra çağıra sözümona başladı da yürüdü mü ders, verimli oldu mu sanki… Kalabalık sınıf, verimi düşüren çok önemli bir etkendir.

     Öğretmenin sınıfta oluşturacağı etkileşim ortamı (ya da atmosferi), yöntem kadar, program kadar önemlidir. Öğretmenin bu ‘psikolojik hava’yı yaratabilmesi için sınıfta öğrenci sayısının sınırlı olması gerekir. Etkileşim olmadan yaşantı, yaşantı oluşmadan öğrenme oluşmaz.

     ‘Mezarda emeklilik’ yasası kapıda beklerken, hazır aylık ve emekli ikramiyelerinde de – memurlar, devletin az vermesine alıştırıldığından-beklenilenin üzerinde olan artışlar sağlanmışken, öğretmenler yoğun olarak emekliye ayrıldılar. MEB şimdi onları geri döndürmeye çalışıyor. Geçen öğretim yılında emekli olanların kimisi özveriyle derslerini vermeyi sürdürdüler. Yine de var olan öğretmen açığı kapanamadı.

     Öğretmen açığını kapatmak için iki çözüm yolu uygulandı şimdiye kadar. Biri, vekil öğretmen ataması… Milli Eğitim Temel Yasası’nda “Öğretmenlik özel uzmanlığı gerektiren bir meslektir” diye yazadursun, kimin umuru! Sözgelimi bir sağlık ocağında doktor yok diye bir lise mezunu vekil doktor olarak atanabilir mi, olacak şey mi bu? Doktorun vekili olmaz, mühendisin vekili olmaz, ama öğretmenin olur. Olur elbet, öğretmenlik dediğin ne ki, bir eline tebeşiri alırsın, öbür eline de ‘sopa’ yı, öğrencilerin karşısına geçip öğrencilik yıllarından anımsadığın bilgileri aktarırsın, olur biter…

     İkinci çözüm yolu da, biyoloji, Almanca, Fransızca öğretmenlerini ilköğretimin birinci kademesinde (ilkokulda) görevlendirmek… Bunların ‘pedagojik formasyon’ aldıklarını düşünerek bu uygulamaya itiraz etmeyenler olabilir. İyi de, çocuk psikolojisi okumamış, vereceği derslerin özel öğretim yöntemlerini bilmeyen birisi nasıl ilkokul öğretmeni olur? Unutmamalı ki, öğrenim kademeleri içinde ilkokulun apayrı, özel bir yeri ve önemi vardır. Bloom’a göre 18 yaşına kadar gösterilen başarının yüzde 42’si ilkokuldaki başarıyla açıklanmaktadır. (2)

     Hep doğu yörelerimizdeki öğretmen açığından söz edilir, batıda böyle bir sorun yok sayılır. Her sınıfın öğrenci sayısını düşürün 25’e, bakalım batıda öğretmen açığı var mı yok mu? Üç öğretmenin görevi bir öğretmene gördürülünce, üç sınıflık öğrenciyi bir derslikte toplayınca sorunun çözüldüğü sanılıyor.

     Eğitimden para esirgenmez. Yetişmiş insan gücü en önemli zenginlik kaynağıdır. Aşırı tutumluluk israfa dönüşür. Ülkemiz, eğitimi ucuza getirecek konumda değil. “Her şey devletten beklenilmesin” deniyor. Peki, devlet, anayasal görevlerini yapmayacaksa neden vergi alıyor?

     Birileri halk çocuklarının iyi eğitim görmesini istemiyor mu ne?



(1)   29.08.1996 günlü Cumhuriyet gazetesi

(2)   Nurettin Fidan (1982) Öğrenme ve Öğretme Ankara: Kendi yayını,



*Bu yazı Cumhuriyet gazetesinde (16 Eylül 1996) yayımlanmıştır.



             

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder