28 Ekim 2024 Pazartesi

ÇOCUK TEMBEL OLUR MU?

ÇOCUK TEMBEL OLUR MU?

 

 

Recep Nas

 

 

     Çocuk tembel olur mu? Ana özelliği devinim, ana uğraşı oyun olan çocuk tembel olur mu? Gerçekten tembel çocuk var mıdır? Koşan, oynayan, devingen, kıpır kıpır, meraklı çocuk tembel midir?

     Dersine çalışmak istemiyorsa, öğretmenin belirlediği öğrenme hızına ulaşamıyorsa ya da bu hız ona az geldiği için sıkılıp başka şeylerle ilgileniyorsa, bu çocuğa tembel deniveriyor kolayca.

     Kolayca ‘tanı’ konuyor, çocuğun davranışlarının altında neden ya da nedenler varmış, kimin umuru!

     İlköğretim müfettişiyken kimi öğretmenlerden epeyce duydum bu sözcüğü, üstelik çocuğa duyura duyura söyleniyordu: Bu çocuk tembel… Çocuğun incineceğini, minicik yüreğinin yaralanacağını düşünmeden, birazcık olsun duyarlık göstermeden…

     Bir öğrencisi için ‘tembel’ diyen öğretmene sordum,

     “Teneffüste nasıl?”

     “Ohoo” dedi, “Zil çalınca önce o fırlar.”

      Aşağıdaki gibi bir nedensellik ilişkisi olamaz.

     “Bu çocuk neden başarısız?”

     “Çalışmıyor.”

     “Neden çalışmıyor?”

     “Tembel de ondan.”

      ‘Tembel Çocuk’ diye bir çocuk şarkısı var, tabii ille de okulla ilişkilendirilecek: Tembel çocuk kalksana/Artık sabah oldu/Gün doğdu/Okul vakti yaklaştı/Haydi kalk

     Tembellik üzerine fıkralar vardır, tembelliğin tanımı onların içeriğinde gizli.

     Birisi, elinde elli dolarla, miskin miskin yatan insanlara sesleniyor,

     “Hanginiz en tembelse bu parayı ona vereceğim.”

     Biri dışında öbürleri fırlıyorlar, ben ben ben diyerek, parayı kapmaya çalışıyorlar.

    “Hayır” diyor. “ En tembel olan şu yerinden kıpırdamayan, parmağını bile oynatmayan…”

    Parayı ona veriyor.

    Tekkede iki miskin karşı duvarlara yaslanıp oturuyorlar. Biri,

     “Hadi yer değiştirelim” diyor.

     Öbürü bir yıl sonra,

     “Olur” diyor.

     Bir yıl daha geçtikten sonra yer değiştiriyorlar, sonra da,

     “İnsan kuş misali, çat orada, çat burada…” diyorlar.

     Bu çocuk tembel mi, bir bakalım. Henüz okula gitmeyen bir kız çocuğu, ilkokul 5. sınıfta okuyan ağabeyine özeniyor, kitaba, deftere, kaleme meraklı. Ona da ayrıca defter, kalem, boyama kitapları alınıyor.

     Günü gelip okula başlayınca da sevinç içinde, uçuyor, eve gelir gelmez de dersini yapıyor, öylesine meraklı, çalışkan… Ama aradan bir hafta geçmeden, “Ben okulu sevmedim, gitmeyeceğim” diye tutturuyor. Ana-baba öğretmenle görüşüyor, Öğretmen yakınıyor, dersle ilgilenmiyormuş, kendisini dinlemiyormuş, İki satır çizip bırakıyormuş. İstediklerini değil, başka şeyler çiziyormuş. İnatçıymış, uyumsuzmuş, mış, mış, mış...

     Çocuğa, neden böyle yapıyorsun, diye sorulduğunda ağlamaya başlıyor, kalemi, defteri atıp kaçıyor.

     Sınıfta adı ‘tembel kız’a çıkmış. 

     Bir gün öğretmenine “hastayım” diyor. Eve telefon ediliyor, çocuğunuz hasta, gelin alın. Çocuk doktoruna götürülüyor. Bu çocukta okul korkusu var, psikoloğa götürün, diyor doktor. Psikoloğa göre çocuk gerçekten hasta, psikolojik kökenli fizyolojik belirtiler (psiko-somatik) var. Çocuk konuşmuyor. Ana-babanın anlattıklarına göre ağır bir okul korkusu var. Psikolog, çocukla oyun yoluyla diyalog kuruyor. Sözel olmayan testlerde de başarılı, zeki bir çocuk.

     Anlaşıldı ki öğretmenin yapmasını istedikleri ona kolay, basit geliyordu, zaten yapabildiğini neden bir daha, bir daha yapsın… Eli kalem tutmaya alışkındı. Öğretmenin istediği çizimleri – üstelik beş sayfa – yazmak ona sıkıcı geliyordu, daha karmaşık çizgiler çiziyordu. Öğretmen de kendisinin istediklerini çizmediği için kızıyordu, bu gereksiz istek de çocuğu çileden çıkarıyordu, inatlaşıyordu.

     Sonuçta çocuğun okulu değiştiriliyor, çocukları seven, sayan, mesleki bilgisi ve empati yetisi üst düzeyde olan bir öğretmenin sınıfına veriliyor. Çocuk da bu öğretmeni seviyor, başarılı oluyor. (Saygılı –Çankırılı, 2006: 136-138) Bu çocuk tembel miymiş? Çocuk aslında enerjisini koruyor, öğretmenin yapmasını istediği şeyleri kendince anlamsız buluyor. (*)

    Bir çocuk zekâ düzeyi düşük diye Rehberlik ve Araştırma Merkezine gönderiliyor. Sonuç: Çocukta yalnızca görme bozukluğu var.

     Ne yazık ki örnek çok, birini daha yazalım: Ticaretle uğraşan ana-baba, eve de taşıdıkları işlerine (hesaplar, faturalar, senetler, sayılar, sayılar...) daldıklarından kendine dönük olması gereken ilgiyi, sevgiyi sayıların çaldığına inanan çocuk matematik dersinden nefret ediyor, bu derse çalışmıyor (Berge, 1971: 72).

     Çocuğu 1. sınıfta okuyan öğretim görevlisi bir anne şunları söyledi bana: Anaokulundayken kızımın elinden defter, kitap düşmezdi. Ben bazen uyarmak zorunda kalırdım, “Kızım bırak bunları, oyuncaklarını al eline, oyna” derdim. Bu durumu arkadaşlarıma söylediğimde derlerdi, “Merak etme, okula başlayınca ödevlerden bıkar.” Ben “hayır” derdim, “benim kızım hiç bıkmaz.” Yanılmışım, yakınıyor şimdi, bıktı. Şimdi elinde oyuncaklarla dolaşıyor (Nas, 2005: 17).

     Altı yaşına kadar çocuk sorarken, okula başlayınca ana-baba çocuğa sorup yanıtlamasını bekler. Çocuğu, öğretmenin gözüyle görmeye başlar. Böylece çocuğun öğrenme isteği, zevki, şevki körelir. Okulöncesi dönemdeyken hep pohpohlanmış, her yaptığı övülmüşken, şimdi hep çalışmak, öğrenmek zorundadır. Öğrenip öğrenmediği sınanır. Yeterince öğrenmediği düşünülürse azarlanır üstelik. Daha çok çalışmaya zorlanırsa, artık sevilmediğini düşünüp tepki olarak boş verebilir (Elele dergisi Kasım 1979: 29) Çocuk şu iletiyi alabilir: Başarırsan değerlisin, başarılıysan sevilirsin. Böylece çocuk başarıdan, başarılı olmaktan korkar. Çünkü başarırsa sorumluluğu artacak, yetişkinlerin beklentisi de yükselecek.

     Acar Baltaş da bunu anlatıyor: “Başarıyla zehirlediğimiz gençler hata yaptıklarında sebebi dışarıda arıyorlar, çok kolay yalan söylüyorlar, fırsat varsa hile yapıyorlar, yakalanırlarsa da utanmıyorlar. Kendi sınırlarını zorlayacak işlere girmiyorlar, daha güvenli olan tarafı seçiyorlar. Bu da potansiyellerini keşfetmelerine ve bunu kullanmalarına engel oluyor. Bu çok önemli bir nokta. Başarı gurur verir, başarısızlık geliştirir. Bunu anne babaların ve eğitimcilerin bilinçlerinin altına yerleştirmeleri lazım.” (Cumhuriyet Cumartesi Söyleşi: Ebru D. Dedeoğlu 19.12.2020).

     Çocuğun annesi öğretmen, babası doktor.  Lisedeyken üniversiteye hazırlanıyor, özel ders alıyor. Öyle ki, dersini bitirip önceden masaya konan yüz liralardan birini alan bir öğretmen çıkıyor, başka bir öğretmen giriyor çocuğun çalışma odasına. Ders veren öğretmenlerden biri – çocuğun ruh sağlığından kaygılandığı için -, babaya,

     “Bu çocuğun psikolojisine dikkat edin” diyor. Baba,

     “Ediyoruz, ediyoruz, psikoloji dersi de aldırıyoruz.”

     Kimi kez çalışmamak özbenliği korumak içindir. Belki başarısız olmamak için çalışmıyordur, beceriksiz, yeteneksiz değilim, çalışmadığım için başaramadım, demek için. Yargılamak, ille de başarmalısın diye baskı kurmak yanlış. Çocuğa, başarılı olmasan da bizim için değerlisin, iletisi verilmelidir. (**) Çalış, başarırsın, bu değil. Çocuk başarırsa, başarı tadı tadarsa çalışır.

     Dersine çalışmak, ödevini yapmak çocuğun sorumluluğudur. Çocuğu, sorumluluğunu özgürce yüklenmek zevkinden yoksun bırakmayın. Aşırı koruyucu, kollayıcı olmayın. Yaptıklarının sonuçlarını yaşasın, yanlış da öğreticidir. Değilse, çalışmamak, ana-babaya doğal bir tepki olarak ortaya çıkabilir. Birçok yetenekli çocuk, ana-babasının hırsına karşı duyduğu bilinçaltı bir başkaldırıyla derslerinde geri kalır, başarısız olur (Ginott, 1980: 61).

     Tembel çocuk yoktur, tembel olan bunun nedenlerini araştırmayan yetişkinlerdir (Gilbert-Robin Akt. Binbaşıoğlu, 2000:133- Razon, 1981: 37). Londra’da Summerhill adlı okulu kuran (1921) A. S. Neill (1978:313) de tembellik yoktur diyor. “’Tembel çocuk’ ya bedenen hastadır ya da büyüklerin yapması gerektiğini düşündükleri şeylere ilgi duymamaktadır. On iki yaşından önce Summerhill’e gelip de ‘tembel’ olan bir çocuk görmedim. Çoğu kez ’tembel’ bir çocuk bize sert bir okuldan gönderilmiştir. Böyle bir çocuk bir süre ‘tembel’ kalır, gördüğü eğitimden kurtulana kadar sürer bu durumu. Onu zevksiz gelen bir çalışmaya yöneltmem; çünkü henüz böyle bir şeye hazır değildir. (…)[H]içbir eski Summerhill öğrencisi tembellikle suçlanmamıştır."

     Tembel değil, belki ilgisiz, güdülenmemiş. Tembel değil, belki çalışma alışkanlığı edinememiş. Belki verimli ders çalışma tekniklerini bilmiyor. Tembel değil,  çalışmanın, öğrenmenin zevkini tatmamıştır belki. Kendisi değil, belki gözü tembeldir (Nas, 2006: 218).

     Halis Özgü’nün 1948’de yazdığı bir kitabı var. Diline dokunmadım, 75 yıl önce bakalım ne demiş. “Tembellik, bir noksanlığın, eksikliğin vücut veya ruh yapısında mevcut veya sonraları baş gösteren bozukluğun, düzensizliğin, hastalığın, nihayet bunlardan hiçbiri yoksa fena eğitim sisteminin hazin bir eseridir. (…) Çalışmıyan çocuk her şeyden önce çalışamıyan, kendisinde çalışmak için gereken kudreti bulamıyan çocuktur.[T]embellik, (…)tabii bir hal değildir, bir sonuçtur (…).”

     Bir de Guy Jacquin’e (1964: 38-39) kulak verelim:

     “Tembellik, aşırı derecede usluluk, tecessüs [öğrenme merakı] eksikliği, aynı tarzda tedavi edilmesi gereken ve birbirine çok yakın olan üç hastalıktır. Burada hastalık kelimesini kasten kullanıyorum. Bu hastalığı tokatla ve yazı cezası ile tedavi eden namuslu bir doktor tanımıyorum. (…) Bu üç çocuk hastalığının birbirinden farklı ve birbirine karışmış binlerce sebebi olabilir: Beden yetersizliği (sinir yetersizliği, salgı bezlerinin yetersizliği, hatta barsak hastalığı gibi…), miyopluk veya kısmi sağırlık, eğitimcilerin çocuğu yeterince teşvik etmemesi, çocuklar arasındaki kıskançlık, evrim yorgunluğu, yaralayıcı bir çevrenin çocukta yaptığı duygusal sarsıntılar gibi. Beyefendi, bu hastalıklar çocuğun parmaklarına cetvelle vurmakla tedavi edilemez.”

     Özcesi, ‘tembellik’ neden değil, sonuçtur, onun birçok nedenleri vardır. Yetişkinlere düşen de bu nedenleri bulup ortaya çıkarmaktır, yargılamadan, eleştirmeden, saygıyla, sevgiyle, empati kurup dinleyerek…

 

                                                      KAYNAKÇA

Berge, André (1971) Çocuktaki Kötü Huylar ve Düzeltilmesi İstanbul: Remzi Kitabevi

Binbaşıoğlu, Cavit (2000) Ailede ve Okulda Eğitim Sorunları İstanbul: MEB Yay

Ginott, Haim (1980) Siz ve Çocuğunuz (Çev. N. İskit – N. Günay) İstanbul: Redhouse Yay.

Jacquin, Guy (1964) Çocuk Psikolojisinin Ana Çizgileri (Çev. Mehmet Toprak)

     İstanbul: Remzi Kitabevi

Nas, Recep (2005) “Hızlandırılmış İlkokuma-Yazma Öğretimi Ankara: Öğretmen Dünyası

     dergisi Sayı: 304 (13-17)

_________ (2006) Çocuk İnsandır (Çocuk Eğitimi) Bursa: Ezgi Kitabevi

Özgü, Halis (1948) Tembelliğin Gerçek Sebepleri ve Giderilmesi Çareleri

     İstanbul: Kendi Yayını

Razon, Norma (1981) “Tembel Çocuk” Ankara: Eğitim ve Bilim dergisi Sayı: 32 (37-44)

Saygılı, Sefa – Çankırılı, Ali (2006) Babacığım Neredesin? İstanbul: Elit Kültür Yay.

 

(*) https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ozgur-bolat/oyun-cocuklari-nasil-etkiler-40936594

(**)https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ozgur-bolat/cocuklar-neden-tembellik-yapar-40615334

 

(*) Bu yazı ÇEK'in e dergisi olan ÇAĞDAŞ BAKIŞ'ta (Eylül 2024 Sayı: 58) yayımlanmıştır.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder