ÖĞRETMEN TEKNİSYEN DEĞİLDİR (*)
Recep Nas
Arada bir arama motorlarına adımı yazar bakarım, ne var ne yok diye. Kitaplarımı satan yayınevlerini çıkıyor en çok, bir de bazı yazılarım... 1000 kitap diye bir site var (*). Orda kitaplarımdan, özellikle İnsan Olmak Öğretmen Olmak adlı kitabımdan hoşlarına giden, ilginç buldukları sözleri alıntılıyor okurlar. Beğendiklerini, yararlandıklarını belirtenler de var. Doğal ki öğretmen bunlar. Bir öğretmen de (Büşra Özdemir) Sağlıklı Öğretmen-Öğrenci İlişkileri adlı kitabıma ilişkin eleştirisini yazmış. Sansürsüz, virgülüne bile dokunmadan aşağıya yazıyorum.
“Kitaba başladığımda farklı bir Sınf Yönetimi kitabı okuyacağım diye heyecanlanmıştım ama öyle olmadı. Kitabın yarısı hocanın kendi öğretmenliğini övmesi (bu kadarı da iyi örneklik değil artık) diğer yarısı da alıntı. Bana bir şey kattığını söyleyemem. Alana ilk kez girenler belli bir şeyler öğrenir. Şu sen dili ben dili hikayesi (Doğrusu, hikâye) de sıktı gerçekten artık. Hiçbir işe yaramıyor.
– Yüksek sesle konuşursunuz dersi iyi anlayamıyorum çocuklar (“anlatamıyorum” olacak sanırım. Oysa ders anlatılmaz, işlenir)
– Bize neee!
Durum budur. Sınıf Yönetimine ilişkin hiçbir şey almadım. İkinci klişe de öğrencileri sevin tüm sorunlar çözülecek klişesi. Zinhar yalan. (abç) Ayrıca profesyonellikten çok uzak. Doktorlar hastalarını seviyor mu ya! (abç) Sevgiyi alıp oraya vicdanı ekleyelim.” (Erişim: 30 Mart 2024)
Demek ki Büşra öğretmen her şeyi öğrenmiş. Altan Erbulak tiyarocular için söylermiş, öğretmenler için de geçerli bu söz: Oldum demek, öldüm demektir. Sondan başlayalım. Tıpta önemli bir ilke vardır: Hastalık yok, hasta vardır. O hasta, ilkin insandır. İlişki, insan insana. Büşra Özdemir beni gene eleştirecek ama doktor-hasta ilişkisi bundan daha iyi anlatılamayacağı için, Sivas-Madımak yangınında yitirdiğimiz Doktor- Şair Behçet Aysan'ın kızı Eren Aysan'dan (Cumhuriyet, 16.03.2024) alıntılıyorum: “[H]ekimlik kof bakışlarla değil insan sıcaklığıyla bütünleşirse değer kazanır. Hastanelerin soğuk, mavi, kirli odalarını içten bir gülümseme toz pembeye çevirebilir. Samimi bir bakış, dokunuş, ağızdan dökülen yumuşacık sözcükler hastanın duyduğu kaygıyı dindirir. Aynı bedendeki acıyı, sancıyı dindirdiği gibi... Bu nedenle hekimlik yalnızca vücudu bilme, tartma, aksaklıkları görme, teşhis koyma, tedavi etme birikimi değil, aynı zamanda çok karmaşık olarak nitelendirebileceğimiz insanı anlama sanatıdır.” Hastalar, kendilerine asık suratlı olanlar değil de güler yüzlü hemşireler baktıklarında daha çabuk iyileştiklerini söylüyorlar (Klein, 1999: 105).
Öğretmenlik de insanı anlama sanatıdır her şeyden önce, sağlıklı, etkili iletişim, etkileşim işidir. Bilgili olmak yetmiyor, nasıl öğreteceğini bilmek de yetmiyor günümüzde. Etkili öğretmen seven sevilen, eşduyum kuran, kabul eden, halden anlayan, cana yakın, sevecen, neşeli, güler yüzlü, şakacı öğretmendir. Sınıftakiler bilgi almaya gelmiş numaralandırılmış müşteri değildir, insan onlar. Dost öğretmen olmaktır önemli olan, dersin öğretmeni değil. Öğretmen teknisyen değildir. Karen Stone McCown'un deyişiyle, öğrenme çocukların duygularından bağımsız olarak gerçekleşemez.
Öğretme-öğrenme sürecinin etkili, verimli olması için öğretmenle öğrenci arasında çok özel bir ilişkinin, sevgi bağının kurulması gerekir. Sevgi alışveriş değil, verişalıştır. Ben derdim öğrencilerime, dersimi sevmeniz gerekir, seveceksiniz ki koşa koşa geleceksiniz. Dersimi sevmeniz için de beni sevmeniz gerekir. Beni sevmeniz için de benim sizi sevmem gerekir. Öğrencilerce sevilmeyen öğretmen dersi iyi düzenlese de pek etkili olamıyor (Willingham, 2011:61)
Ben dili iletişim engelleri kullanmadan duyguları iletme yoludur, öğrencinin -kişiliğine değil - belli bir davranışına yönelik öğretmenin yardım çağrısıdır. Ama öğrenci, büyüklerin hep sen diliyle tepki vermesine alışıksa yardım etmeye istekli olmayabilir. Ben dili her derde deva değil tabii, yine de sen dili kullanıp sen sen sen diye saldırmaktan, buyruk, gözdağı vermekten, suçlayıp yargılamaktan, kısacası iletişim engelleri kullanmaktan iyidir.
“Ne konuşuyorsunuz orda, dinle!
“Biz konuşmuyoruz.”
“Yok, dedem konuşuyor.”
“Hocam...
“Sus, terbiyesiz!”
“Hocam, lütfen...
“Çık dışarı!
Çıkmadı. Al başına belayı, durupdururken... Bir öğretim görevlisinin başına gelmiş. Öğrenci çıkmayınca “Peki ben çıkayım” demiş. Çıktın da o sınıfa bir daha nasıl gireceksin, otoriten yerlerde sürünüyor.
Bir de 'önleyici ben dili' var. Sınıfça konuşa tartışa kurallar belirlenir, bunlara uyulur. Aslolan 'sorunsuz alan' yaratmaktır. Bu da öğrencilerin öğrenme isteğiyle etkin katıldıkları, gülmecenin de eşlik ettiği, öğretmenin coşkuyla ders işlemekten tat aldığını öğrencilere duyumsattığı, güvenli, verimli bir öğretme-öğrenme sürecinin işletilmesiyle olur. Sıcaklık, içtenlik, güldürü veri akışını kolaylaştırır. Olumlu duygular eşliğinde, neşe içinde öğrenilenler kalıcı olur.
Kendimi övmeye gelince, öğrencilerim bu sözü duyunca gülüp geçerler. Kendini övmüş derken, önsözdeki öğrencilerimin yazılarından söz ediyorsa, ben onları, öğrenilenlerin nasıl işe yaradığını, kitabi, kâğıt üstünde kalıp unutulmaya yargılı olmadığını, uygulanabilir olduğunu, insan insana ilişkileri sağlıklı kıldığını göstermek için koydum.
Ben bir sözcük bile alsam, emeğine saygımdan ötürü yazanı belirtirim, kaynakçaya koyarım. Alıntı yapmazsam çalıntı olur. Ben bilgi hırsızı değilim. Kaldı ki varsıl bir kaynakça kitabın değerini düşürmez, artırır.
Büşra öğretmene sevgili hocamız Doğan Cüceloğlu'nun Öğretmenim Bir Bakar mısın? adlı kitabını (Final Kültür Sanat Yay.) salık veririm. Bu kitaptan bir şey öğrenip öğrenmeyeceğini merak ediyorum. Baştan söyleyeyim, Cüceloğlu'nun yararlandığı kitapların dökümü beş sayfa tutuyor, epey alıntı var yani.
KAYNAKÇA
Klein, Allen (1999) Mizahın İyileştirici Gücü İstanbul: Epsilon Yay.
Willingham, Daniel T. (2011) Çocuklar Okulu Neden Sevmez? Çev. İnci Katırcı İstanbul:
İthaki Yay.
(*) https://1000kitap.com/yazar/recep-nas
(*) Bu yazı Çağdaş Eğitim Kooperatifi'nin ÇAĞDAŞ BAKIŞ dergisinde (Mayıs 2024
Sayı: 54 ) (55-57) yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder