22 Kasım 2021 Pazartesi

YAZMAK

                                         YAZMAK (*)

   Recep Nas

   

    Dört Temel Dil Becerisi

 

     Dört temel dil becerisi var, konuşma - dinleme, okuma - yazma. Bebek işite işite anadilinin ses dizgesi, ses kalıpları, vurgu, ton gibi ses özelliklerini edinir, belli bir olgunluğa erişince de anadiliyle konuşmaya başlar. Konuşma- dinleme böyle doğallık içinde öğreniliyor. Ama yetmez, doğru, düzgün, etkili konuşması için eğitim gerekli. Dahası yapıcı konuşmayı, sevgi diliyle konuşmayı öğrenecek, sağlıklı iletişim becerisi geliştirecek. Dinlemek için de işitmek yetmiyor, işitince dinlemiş olmuyoruz. İşitmek başka, dinlemek başka. Kulaklarımızla işitiriz, beynimizle dinleriz. Tam ve doğru anlamak için etkin dinlemenin, sözlerin arkasındaki duyguları anlamak için de eşduyumsal dinlemenin öğrenilmesi gerekir.

     Okuma-yazma da - genellikle - okulda öğrenilir. Ama bu ilkokuma-yazma, temel okur-yazarlık. Kolay bir metni okuyabilir, yalın bir tümceyi yazabilir, imzasını atabilir, o kadar. Çok insan var, okur-yazar sayılıyor ama okumaya okumaya, yazmaya yazmaya bu becerileri köreliyor, gizli okumaz-yazmaz oluyor. Mark Twain'in sözünü çok severim: Okumayan bir insanın okuyamayan bir insan karşısında hiçbir üstünlüğü yoktur. Kaldı ki şimdi yeni okur-yazarlıklar çıktı. Sayısal (dijital) okur-yazarlık, görsel okur-yazarlık, medya okur-yazarlığı, bilgisayar okur-yazarlığı...

 

     Yazmak Zor Zanaat

 

     Günlük yaşamda insanlar az sayıda sözcüklerle de olsa konuşuyorlar, konuşulanları dinliyorlar, ara sıra iletişim kazaları olsa da az buçuk anlaşıyorlar.  Ama insanımız okumaya, yazmaya uzak. Çetin Altan demiş, bir Türk'ü sıkıntıya sokmak istiyorsanız, yarım sayfa yazı yazmasını isteyin. Şu da var, yazmak yalnızlığı gerektirir, bizim insanımızsa yalnızlığı sevmez.

     Füsun Akatlı'nın deyişiyle, ödev yapan, sınav sorularını yanıtlayan öğrenciden tez yazan akademisyene kadar, haber yazan gazeteciden çocuğuna mektup yazan ana-babaya kadar, el duyurusu ya da kapısına not yazan esnafa, uyarı levhası yazan belediye yetkililerine kadar herkesin dil sevgisiyle, dil bilinciyle anadilini her zaman, her yerde doğru kullanması, doğru yazması bir onur sorunudur. Yurtseverlik, dilseverlikle başlar.

     Sadece dört örnek:

     * Eczanemiz cenaze nedeni dolayısıyla kapalıdır.

  * Avokadonun çekirdeğini çıkardıktan sonra eziniz. (Doğrusu: Çekirdeğini çıkardıktan sonra avokadoyu eziniz.)

     * Su kesintisi yapımı gerçekleştirilecektir. (Televizyonda alt yazı)

     * İçeri ve dışarı çıkarken kapıyı kapatınız.

     Bedri Rahmi Eyüboğlu yakınıyor, ta 1974'te: "(...) On öğretmenden biri, on doktordan biri, on mühendisten biri yazacak, bunu askerlik ödevi gibi namus borcu sayacak. Oysa artık mektup bile yazılmıyor, ne yazık..."

      Eskiden mektup yazılırdı, elle yazılmış mektuplar... İçtenlikli, doğal, senli benli, sade. Gözyaşını bu mektuplar taşırdı, acının ya da sevincin gözyaşları bu mektuplara damlardı. Duyguları, düşünccleri, sıcacık selamları bir yürekten öbürüne taşırdı, şimdi yok. Bir 'öğretmen öğrencim' bana eski günleri yaşatmak için bir incelik yapmış, elle yazdığı bir mektup göndermişti, ben de aynı biçimde yanıtlamıştım. ama onun üzerinden de yıllar geçti.

     Gençler şimdi 'selam' yazmaya bile üşeniyorlar, 'slm' yazıveriyorlar. Duygularını, düşüncelerini 'emoji' dedikleri hazır simgelerle belirtiyorlar.

       Yazma heveslisi gençler var elbette, özellikle şiir heveslileri. Ama usta şairlerimizi okuyorlar mı, bilinmiyor, bir şiir kitabı şair sayısı kadar satılmıyor da...

     Yazmak zor bir uğraş. Mahmut Yesari, beyaz kâğıttan korkarım, dermiş. Çok olur, ben de önümde boş sayfa, elimde kalem, durur kalırım öyle. Ferit Edgü içini döküyor: "Kırk yıldır yazıyorum, hemen hemen. On altı yaşında elime kalemi almak yerine malayı, çekici, keseri almış olmayı yeğlerdim. Olmadı, bilmem niçin? Oysa elimde mala, keser olsaydı, şimdi kuşkusuz eşsiz bir ustaydım. Kolay yazdığımda korkarım."

     Mîna Urgan'ın art arda iki kitabı basıldı, çok satıldı. Mîna Urgan bunu öğrenince şaşırmış, sevineceğine kaygılanmış, düzeyi çok düşük mü tuttum acaba diye.

 

     Nasıl Yazıyorlar?

 

     Bilge Karasu nasıl yazıyormuş, bir bakalım: "(...) [Y]azının çatısı yaşayarak (yaşarken, yaşadıkça) çatılacak, yazı etlenip butlanacak, değişik yerlerinden başlanarak yazılıp bozulacak, değişik yollar denenip bırakılacak; sınanıp işlenmeye değer bulunmuş damarlar, yüreğe giden yolu oluştursun diye düzene konup birleştirilecek, ayrılacak; ortaya bitmiş gibi görünen bir yazı çıktığında da en acımasız makaslamalarla kurguya yeniden girişilecek, yazının yüzlerce yerine ufak-büyük birtakım ekleme, çıkarma, düzeltme işlemleri uygulanacak, (...)  sonunda ortaya bir yazı çıkacak."

     İsaac Bashevis Singer ne güzel demiş: Çöp sepeti yazarın en iyi dostudur.

     İnci Aral da  anlatmış nasıl yazdığını:  "Kırk yıldır yazıyorum. Sözcükleri düşüne taşına yan yana getiriyorum. Bir yerden alıp öbür yana koyuyorum. Siliyorum, bozuyorum, atıyorum. Çoğu zaman kendimi onların ustası değil de çırağı imişim gibi hissediyorum. Sayfaları dolduran cümlelere çekingen bir yabancılık duygusuyla bakıyorum. Sanki var olabilsinler diye sözcüklere yol gösteren beceriksiz bir kılavuz, ışıltıları ortaya çıksın diye didinen kaba bir yontucuyum. (...) Bunca zaman içinde şunu fark ettim. Sözcükler büyülü. Özellikle yan yana gelişlerinde çözemediğim ve asla bozmak istemediğim bir büyü var. Beni uğraştıran asıl bu. Ben bunun delisiyim."

 

     Neden Yazıyorlar?

 

     Peki yazmak bu kadar zorken, zahmetliyken yazarlar neden yazıyorlar?

     Sait Faik Abasıyanık'ın Haritada Bir Nokta adlı öyküsünün son tümcesi ünlüdür: " (...) Söz verdim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi? (...) Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. (...) Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım."

     Fazıl Hüsnü Dağlarca da bir yazma tutkunu, şiir delisi: " Her şiirden sonra yüz sopa deseler varım, öyle severim şiir yazmayı, bir türlü doyamam. İki parmak, bir gözüm kalıncaya dek her şeyimi vermeye hazırım, şiir için. İki parmak kalem tutmaya, bir gözüm okumaya, okuyup yazmaya..."

     Liberation gazetesi (1985) sormuş, neden yazıyorsunuz? Yazarların yanıtlarından tadımlık birkaç örnek: (**)

     Milan Kundera: Herkesin söylediğinin tersini söylemek için, bu bana zevk veriyor. Tek başına haykırmanın direnci...

     Ba Jin: Yaşamı, çevremi değiştirmek için...

     José Saramago: Ömrümü uzatmak için...

     Jayanendra Kumar: Kafamı kurcalayan düşüncelerden kurtulmak için...

     Birago Diop: Kendi zevkim için yazıyorum.

     Jorge Amado: Diktatörlüklere karşı koymak, halkı etkilemek için...

     Anthony Burgess: Yazıyorum, çünkü geçimimi yazıyla sağlıyorum.

     Georges Simenon: Yazmazsam tedirgin oluyorum.

     Fukasawa Shichiro: Yazmayı sevdiğim için...

     Necib Mahfuz: İçimdeki gizli güçleri dile getirmek, okunmak için yazıyorum. Yaşamakla yazmak aynı şey benim için.

     Salman Rushdie: Yazıyorum, çünkü yazmadan nasıl yaşayabileceğimi bilmiyorum.Yazarken dünyayla hesaplaşıyorum.

     Michel Tournier: Okunmak için yazıyorum.

     Yazdıklarının okunmasını istemeyen yazarlar da var. Biri Franz Kafka. Arkadaşından,  yazdıklarını, ölümünden sonra yakmasını istemiş. Ama arkadaşı Max Brod onu dinlememiş, yazılarını yayımlamış, iyi de yapmış. Vergilius da ölüm döşeğindeyken Aeneas adlı yapıtının  yakılmasını istemiş. Bu yapıtı da Augustus kurtarmış.

     Okumaz - yazar olmaz. İyi yazmak ustaları okumakla olur. Okumaz, beyninizi beslemezseniz yazdıklarınız yavan olur. Sadece para için yazanlar varsa, Feridun Andaç'ın dediği gibi, onlar başkaları için yazar. Söyleyecekleriniz, itirazınız varsa, dünyanan gidişine öfke duyuyorsanız yazarsınız, ama bilimsel bir yazı bile olsa çakul çukul tümcelerle değil, yazınsal bir tat katarak... Denir ki gökkubbe altında söylenmedik söz kalmadı. Aşk üzerine ne şiirler, ne öyküler,  ne romanlar yazıldı, gene yazılacak, gene okunacak, yeter ki özgün olsun, yürekten yüreğe yazılsın.

     Peki ben bu yazıyı neden yazdım? Sevgili Fehmi Enginalp'in beni onurlandıran isteği üzerine, beni yüreklendirmesiyle yazdım. Bizim dergiye de yaz, deyince 'Yazmak' başlıklı bir yazı geldi aklıma. Bilmem kaçıncı karalamadan sonra ekleyip çıkarıp, yazıyla boğuşa boğuşa, didişe didişe, kaçan sözcükleri yakalayarak, kaçak giren sözcükleri kovalayarak yazdım, bu yazı çıktı ortaya.

     Elbette -  okurumu bilmeden - okunsun diye yazdım. Yayımlanırsa ben okuyacağım, yayımlanan yazımı  okumak bana doyum olmaz bir tat verir de... 

     

     ----------------------------------------------------------------------

(*) Bu yazı ÇİNİKİTAP dergisinde (Kasım- Aralık 2021 Sayı: 69 )  yayımlanmıştır. (26-27)

(**) Topuz, Hıfzı , "Yazmasalar Olmaz mıydı?" Cumhuriyet, 27 Mayıs 2020

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder