YAZMAK
(*)
Recep
Nas
Dört Temel Dil Becerisi
Dört temel dil becerisi var, konuşma - dinleme, okuma
- yazma. Bebek işite işite anadilinin ses dizgesi, ses kalıpları, vurgu, ton
gibi ses özelliklerini edinir, belli bir olgunluğa erişince de
anadiliyle konuşmaya başlar. Konuşma- dinleme böyle
doğallık içinde öğreniliyor. Ama
yetmez, doğru, düzgün, etkili konuşması için
eğitim gerekli. Dahası yapıcı konuşmayı, sevgi diliyle konuşmayı öğrenecek, sağlıklı iletişim becerisi geliştirecek.
Dinlemek için de işitmek yetmiyor, işitince dinlemiş olmuyoruz.
İşitmek başka, dinlemek başka. Kulaklarımızla işitiriz, beynimizle dinleriz.
Tam ve doğru anlamak için etkin
dinlemenin, sözlerin arkasındaki duyguları anlamak için de eşduyumsal dinlemenin öğrenilmesi
gerekir.
Okuma-yazma da - genellikle - okulda öğrenilir.
Ama bu ilkokuma-yazma, temel okur-yazarlık. Kolay bir metni okuyabilir, yalın
bir tümceyi yazabilir, imzasını atabilir, o kadar. Çok insan var, okur-yazar sayılıyor ama okumaya
okumaya, yazmaya yazmaya bu becerileri köreliyor,
gizli okumaz-yazmaz oluyor. Mark Twain'in sözünü çok severim: Okumayan bir insanın okuyamayan bir insan
karşısında hiçbir üstünlüğü yoktur. Kaldı ki şimdi yeni okur-yazarlıklar çıktı. Sayısal (dijital) okur-yazarlık, görsel okur-yazarlık, medya okur-yazarlığı, bilgisayar
okur-yazarlığı...
Yazmak Zor Zanaat
Günlük yaşamda
insanlar az sayıda sözcüklerle de olsa konuşuyorlar, konuşulanları
dinliyorlar, ara sıra iletişim kazaları olsa da az buçuk
anlaşıyorlar. Ama insanımız okumaya,
yazmaya uzak. Çetin Altan demiş, bir Türk'ü sıkıntıya
sokmak istiyorsanız, yarım sayfa yazı yazmasını isteyin. Şu da var, yazmak yalnızlığı
gerektirir, bizim insanımızsa yalnızlığı sevmez.
Füsun
Akatlı'nın
deyişiyle, ödev yapan, sınav sorularını yanıtlayan öğrenciden tez yazan akademisyene kadar, haber yazan
gazeteciden çocuğuna mektup yazan ana-babaya kadar, el duyurusu
ya da kapısına not yazan esnafa, uyarı levhası yazan belediye yetkililerine
kadar herkesin dil sevgisiyle, dil bilinciyle anadilini her zaman, her yerde doğru
kullanması, doğru yazması bir onur sorunudur. Yurtseverlik, dilseverlikle
başlar.
Sadece dört örnek:
* Eczanemiz cenaze nedeni dolayısıyla kapalıdır.
* Avokadonun çekirdeğini çıkardıktan sonra eziniz. (Doğrusu: Çekirdeğini çıkardıktan sonra
avokadoyu eziniz.)
* Su kesintisi yapımı gerçekleştirilecektir.
(Televizyonda alt yazı)
* İçeri ve dışarı çıkarken
kapıyı kapatınız.
Bedri Rahmi Eyüboğlu yakınıyor, ta
1974'te: "(...) On öğretmenden biri,
on doktordan biri, on mühendisten biri
yazacak, bunu askerlik ödevi gibi namus
borcu sayacak. Oysa artık mektup bile yazılmıyor, ne yazık..."
Eskiden mektup yazılırdı, elle yazılmış mektuplar... İçtenlikli, doğal, senli benli, sade.
Gözyaşını bu mektuplar taşırdı, acının ya da sevincin gözyaşları bu mektuplara damlardı. Duyguları, düşünccleri, sıcacık selamları bir
yürekten öbürüne taşırdı, şimdi yok. Bir 'öğretmen öğrencim' bana eski günleri
yaşatmak için bir incelik yapmış, elle yazdığı bir mektup göndermişti, ben de
aynı biçimde yanıtlamıştım. ama onun üzerinden de yıllar geçti.
Gençler şimdi 'selam' yazmaya bile üşeniyorlar, 'slm'
yazıveriyorlar. Duygularını, düşüncelerini 'emoji' dedikleri hazır simgelerle
belirtiyorlar.
Yazma heveslisi gençler var elbette, özellikle
şiir heveslileri. Ama usta şairlerimizi okuyorlar mı, bilinmiyor, bir şiir
kitabı şair sayısı kadar satılmıyor da...
Yazmak zor bir uğraş. Mahmut Yesari, beyaz kâğıttan korkarım, dermiş. Çok
olur, ben de önümde boş sayfa,
elimde kalem, durur kalırım öyle. Ferit
Edgü içini
döküyor: "Kırk
yıldır yazıyorum, hemen hemen. On altı yaşında elime kalemi almak yerine malayı,
çekici, keseri almış olmayı yeğlerdim. Olmadı, bilmem
niçin? Oysa elimde mala, keser olsaydı, şimdi kuşkusuz
eşsiz bir ustaydım. Kolay yazdığımda korkarım."
Mîna Urgan'ın art arda iki
kitabı basıldı, çok satıldı. Mîna Urgan bunu öğrenince şaşırmış, sevineceğine kaygılanmış, düzeyi çok düşük mü tuttum acaba diye.
Nasıl Yazıyorlar?
Bilge Karasu nasıl yazıyormuş, bir bakalım: "(...) [Y]azının
çatısı yaşayarak (yaşarken, yaşadıkça) çatılacak, yazı
etlenip butlanacak, değişik yerlerinden başlanarak yazılıp bozulacak, değişik
yollar denenip bırakılacak; sınanıp işlenmeye değer bulunmuş damarlar, yüreğe giden yolu oluştursun diye düzene konup birleştirilecek, ayrılacak; ortaya bitmiş
gibi görünen bir yazı çıktığında da en acımasız makaslamalarla kurguya
yeniden girişilecek, yazının yüzlerce yerine
ufak-büyük birtakım
ekleme, çıkarma, düzeltme işlemleri
uygulanacak, (...) sonunda ortaya bir
yazı çıkacak."
İsaac Bashevis Singer ne güzel demiş: Çöp sepeti yazarın
en iyi dostudur.
İnci Aral da anlatmış nasıl yazdığını: "Kırk yıldır yazıyorum. Sözcükleri düşüne taşına yan
yana getiriyorum. Bir yerden alıp öbür yana koyuyorum. Siliyorum, bozuyorum, atıyorum. Çoğu zaman kendimi onların ustası değil de çırağı imişim gibi hissediyorum. Sayfaları dolduran cümlelere çekingen bir
yabancılık duygusuyla bakıyorum. Sanki var olabilsinler diye sözcüklere yol gösteren beceriksiz bir kılavuz, ışıltıları ortaya çıksın diye didinen kaba bir yontucuyum. (...) Bunca
zaman içinde şunu fark ettim. Sözcükler büyülü. Özellikle yan yana gelişlerinde çözemediğim ve asla bozmak istemediğim bir büyü var. Beni uğraştıran
asıl bu. Ben bunun delisiyim."
Neden Yazıyorlar?
Peki yazmak bu kadar zorken, zahmetliyken yazarlar neden yazıyorlar?
Sait Faik Abasıyanık'ın Haritada Bir Nokta adlı öyküsünün son tümcesi ünlüdür: " (...)
Söz verdim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı
yazmak da bir hırstan başka ne idi? (...) Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. (...)
Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım."
Fazıl Hüsnü
Dağlarca
da bir yazma tutkunu, şiir delisi: " Her şiirden sonra yüz sopa deseler varım, öyle
severim şiir yazmayı, bir türlü doyamam. İki parmak, bir gözüm kalıncaya dek her şeyimi vermeye hazırım, şiir için. İki parmak kalem tutmaya, bir gözüm okumaya,
okuyup yazmaya..."
Liberation gazetesi (1985) sormuş, neden yazıyorsunuz? Yazarların yanıtlarından
tadımlık birkaç örnek:
(**)
Milan Kundera: Herkesin söylediğinin tersini söylemek
için, bu bana zevk veriyor. Tek başına haykırmanın
direnci...
Ba Jin: Yaşamı, çevremi değiştirmek için...
José Saramago: Ömrümü uzatmak için...
Jayanendra Kumar: Kafamı kurcalayan düşüncelerden kurtulmak için...
Birago Diop: Kendi zevkim için
yazıyorum.
Jorge Amado: Diktatörlüklere karşı koymak, halkı etkilemek için...
Anthony Burgess: Yazıyorum, çünkü geçimimi yazıyla sağlıyorum.
Georges Simenon:
Yazmazsam tedirgin oluyorum.
Fukasawa Shichiro: Yazmayı sevdiğim için...
Necib Mahfuz: İçimdeki gizli güçleri
dile getirmek, okunmak için yazıyorum.
Yaşamakla yazmak aynı şey benim için.
Salman Rushdie: Yazıyorum,
çünkü yazmadan nasıl
yaşayabileceğimi bilmiyorum.Yazarken dünyayla hesaplaşıyorum.
Michel Tournier: Okunmak için
yazıyorum.
Yazdıklarının okunmasını istemeyen yazarlar da var. Biri Franz Kafka.
Arkadaşından, yazdıklarını, ölümünden sonra yakmasını istemiş. Ama arkadaşı Max
Brod onu dinlememiş, yazılarını yayımlamış, iyi de yapmış. Vergilius
da ölüm döşeğindeyken Aeneas adlı yapıtının yakılmasını istemiş. Bu yapıtı da Augustus
kurtarmış.
Okumaz - yazar olmaz. İyi yazmak ustaları okumakla olur. Okumaz,
beyninizi beslemezseniz yazdıklarınız yavan olur. Sadece para için yazanlar varsa, Feridun Andaç'ın dediği gibi, onlar başkaları için yazar. Söyleyecekleriniz,
itirazınız varsa, dünyanan gidişine öfke duyuyorsanız yazarsınız, ama bilimsel bir yazı
bile olsa çakul çukul tümcelerle değil, yazınsal bir tat katarak... Denir ki
gökkubbe altında söylenmedik
söz kalmadı. Aşk üzerine
ne şiirler, ne öyküler, ne
romanlar yazıldı, gene yazılacak, gene okunacak, yeter ki özgün olsun, yürekten yüreğe yazılsın.
Peki ben bu yazıyı neden yazdım? Sevgili Fehmi Enginalp'in beni
onurlandıran isteği üzerine, beni yüreklendirmesiyle yazdım. Bizim dergiye de yaz,
deyince 'Yazmak' başlıklı bir yazı geldi aklıma. Bilmem kaçıncı karalamadan sonra ekleyip çıkarıp, yazıyla boğuşa boğuşa, didişe didişe, kaçan sözcükleri yakalayarak, kaçak
giren sözcükleri
kovalayarak yazdım, bu yazı çıktı ortaya.
Elbette - okurumu bilmeden -
okunsun diye yazdım. Yayımlanırsa ben okuyacağım, yayımlanan yazımı okumak bana doyum olmaz bir tat verir
de...
----------------------------------------------------------------------
(*)
Bu
yazı ÇİNİKİTAP
dergisinde
(Kasım- Aralık 2021 Sayı: 69 ) yayımlanmıştır.
(26-27)
(**)
Topuz, Hıfzı , "Yazmasalar Olmaz mıydı?" Cumhuriyet, 27 Mayıs
2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder