DİLBİLGİSİ NEYE YARAR? (*)
Recep Nas
1960’lı yıllarda yasa gereği devlette çalışanların en az ilkokul çıkışlı
olmaları zorunlu kılındı. O güne kadar ilkokul öğrenimi olmayan çok çalışan
vardı, özellikle hademeler, şimdiki adıyla hizmetliler… Onlar için belli
okullarda sınavlar yapıldı. Sorulara verilen birçok yanıt fıkra gibiydi, bunlar
dilden dile dolaşırdı. O yıllarda öğretmen olan halk müziği sanatçısı
Hüsamettin Subaşı anlatmıştı. Hademeye, sıfat nedir, diye sormuşlar. Zoru
beklerken kendince kolayca yanıtlayacağı bir soru bu, sevinmiş. İki eliyle
yüzünü sıvazlayarak,
“ Allah iyiliğini versin hocam, ahaaa sıfat” demiş.
Bu olmadı, diyorlar. Sana bir soru daha: Ali camı kırdı, tümcesini
öğelerine ayır. Ne bilsin, öylece duruyor. Hadi, diyorlar.
“Ali camı kırmış. Hocam diplomayı ver, ben o camı taktırırım.”
İlerlemiş yaşta sınava çekilen bu kişi içinden, ”Hocam, bunları bilince
okulu daha iyi mi temizleyeceğim sanki” demiş midir, bilemeyiz.
Türkçeyi, anadilimiz diye bildiğimizi, öğrendiğimizi sanmak yanlıştır,
dilimize de saygısızlıktır. Anadili edinme süreci doğumla başlar, yaşam boyu
sürer.
Rıfat Ilgaz’ın Türkçemiz başlıklı şiirinden:
Annenden öğrendiğinle
yetinme/Çocuğum, Türkçeni geliştir. /Dilimiz öylesine güzel ki/Durgun
göllerimizce duru, /Akarsularımızca coşkulu… / Ne var ki çocuğum, /Güzellik de
bakım ister!
Goethe arkadaşlarına soruyor, okuma-yazmayı ne kadar zamanda öğrendiniz?
Arkadaşları birbiriyle yarışırcasına yanıtlıyor soruyu. Biri altı ayda diyor,
biri beş, biri de üç ayda diyor. Goethe sakince, ben hâlâ öğrenmeye çalışıyorum,
diyor. Okumayı öğrenmek sanatların en güç olanıdır, diyen de o zaten.
Anadili eğitimi başta dört temel beceriyi (okuma, yazma, konuşma,
dinleme), dilbilgisini, sözcük çalışmasını, yazım kurallarını, el yazısını
kapsar (Göğüş, 1990: 871) Türkçe dersi bir bütündür. Bu etkinlikler birbirinden
kopuk, ayrı değil. Aralarında güçlü bir bağ vardır, birbirini tamamlar, besler, destekler.
Konuşulan yazılır, yazarken yazım alışkanlıkları edinilir. Okudukça sözcük
dağarcığı zenginleşir, sözcük dağarcığı zenginleşen kişi daha doğru, daha
düzgün, daha etkili konuşmaya, yazmaya başlar.
‘Ekşi Sözlük’te bir kullanıcı
dilbilgisi için, “Dilde kural dayatan, var olan dil yerine var olması
gerektiğine inandıkları dili anlatan dilbilimcilerin izlediği dilbilim dalı”
dese de, dilbilgisi, dilin işleyişini, sunduğu düzeni tüm yönleriyle inceleyen
bir bilim dalı. Bu bağlamda dildeki ses, biçim, sözdizimi, anlam ilişkilerini
işler (Özdemir, 2014: 12). Başka bir deyişle, dilbilgisi, dilin yapısını, bu
yapının öğelerini, bu öğelerin tümce, metin oluşturmak için düzenlenişlerini
inceleyen bir çalışma alanı (Kocaman, 1990: 862).
Uzun
süre gençlerin anlama-anlatma yetersizlikleri, dil yanlışları dilbilgisi
eksiğine bağlanmış, daha çok dilbilgisi öğrenmeleri istenmiştir. Ne ki dilbilgisiyle yazma yeteneği arasındaki
bağıntı zayıf. Yetenekli bir yazar bir tümceyi yeterince çözümlemeyebilir.
Dil kurallarını çok iyi bilen birinin de anlatımı yeterli olmayabilir. Dil kurallarla öğrenilmiyor. Tersine, kural,
dil öğrenilirken kazanılıyor. İnsan, tıpkı dilin ses dizgesi gibi, biçim
özellikleri, yapısı ve sözdizimi kuruluşunu da anadilini öğrenirken kapar. Anadili öğretiminde dilbilgisi tek başına yeterli
olamaz, doğrudan dilin iyi bir biçimde kullanılmasını sağlayamaz (Bozkurt,
2004: 339-340 – Aksan, 1975). Dil beceriler toplamıdır. Bu beceri yalnızca
bilgi vererek, kural öğretilerek kazandırılamaz.
Sakın ha, böyledir diye dilbilgisi yararsız sayılamaz. Dilbilgisi
kavramları saptar, terimleri koyar. Öğrenciye, yanlışları dilbilgisinin
belirlediği kurallar ölçü alınarak gösterilir (Bozkurt, 2004: 340).
Ne
ki dilbilgisi, Türkçeyi öğrenmek, etkili kullanmak için işe koşulan yardımcı
bir etkinliktir. Dilbilgisi araçtır, amaç değil. Bu etkinlik, çocukların tam ve
doğru anlamalarına (okuma-dinleme) duygularını, düşüncelerini doğru, düzgün,
etkili olarak anlatmalarına (konuşma-yazma), yardımcı olursa işe yarar,
işlevsel olur.
Ama öyle olmuyor işte… Akatlı’nın (2002a: 23) saptaması acı
verici: ”Liseden mezun olup da üniversiteye gelen öğrencilerin büyük bir
çoğunluğu, bırakınız herhangi bir edebiyat eserini inceleyip yorumlayacak kadar
anlayabilmeli, herhangi bir konuda eli yüzü düzgün bir sözlü sunum yapamayacak,
kendi sorunları ile ilgili birkaç paragraflık bir yazıyı kaleme alamayacak
ölçüde dilsizleşmiş durumdadır bugün”
Yineleyelim, kuru kuruya
ezberlenen tanımların, kuralların eğitsel değeri yok. Önemli olan, çocuğun
Türkçeyi doğru, bilinçli, etkili, duyarlılıkla, güvenle kullanmasıdır. Soyut
bir dilbilgisi etkinliği çocuğu dilden, yazmaktan soğutabilir. Fuat Baymur
(1948: 13) yıllar önce söylemiş: Çocuğun yazarken yazım yanlışı yapmaması için
önlem alınmalı, ama yazım çalışması çocuğu yazmadan soğutmamalıdır. İşte bir öğrencinin söylediği:” Türkçeyi pek
sevmem. Çünkü çok karışık bir şey. Neden? Çünkü araya virgül koy, onu koy, bunu
koy derken insan sıkılıyor” (Gülüm-Gönen, 2001: 148) Türkçede Yazım Sorunları
başlıklı toplantıda (*) bildiri sunan
öğrenci (M. Yeşim Yazıcıoğlu) şu saptamayı yapıyor: “Yazım alanındaki sorunlar
karşısında bunalan öğrencilerde Türkçeden kaçış eğilimi artıyor” (Alpay, 2002) Bu
kaçış eğilimini artıran nedenlerden biri de, Türkçenin kurallarına ilişkin
görüş birliğinin olmaması, birbirinden farklı anlayışlarda, çok sayıda
dilbilgisi kitabıyla yazım kılavuzunun bulunması… (Alpay, 2000:5) İşte en
çarpıcı örnek: Bugünkü Türk Dil Kurumu dilbilgisinin ayrı yazılmasını öneriyor.
Montaigne’in başka bir açıdan itirazı var: “Okullarda bize erdemi
aramayı, bilgeliği kucaklamayı değil de sadece bu sözcüklerin türemiş
hallerini, köklerini öğrettiler.”
Dilbilgisi her şey değil, ama hiçbir şey de
değil. Bir dilbilgisi uzmanı gemiyle dünya gezisine çıkıyor. Tatlı dilli, hoşsohbet
bir adam. Kaptanla söyleşirken bir ara soruyor,
-Kaptan, dilbilgisi bilir misin?
-Bilmem.
-Yapma kaptan, olmadı şimdi… Hayatının yarısı gitti!
Kaptan bozulmuş, ama ses çıkarmamış. Birkaç gün sonra deniz patlıyor, fırtına, boran… Gemi uçsuz bucaksız denizde fındık kabuğu gibi savruluyor. Görevliler oraya buraya telaş içinde koşturup önlem almaya çalışıyorlar, yolcular korku dolu bakışlarla onları izliyorlar. O karmaşada kaptan, beti benzi atmış dilbilgisi uzmanıyla burun buruna geliyor. Bu kez kaptan soruyor,
“Yüzme bilir misin?”
“Bilmem…”
Kaptan taşı gediğine koyuyor,
“Öyleyse hayatının tümü gitti.”
İstanbul’da 26 Eylül 2019 günü deprem olmuştu, herkes kaygılanıp
yakınlarından haber almaya çalışınca telefonlar kitlenmişti. Demet Akalın o gün
bir tweet yazmış: “Bu wtsup kim çıkardıysa Allah razı olsun! Telefonlar kaput!
Oha be kardeşim, b.k gibi fatura göndermeyi biliısun ama” İletisindeki yazım
yanlışlarına tepki gelince de – kaptan gibi düşünüyor olmalı ki – şöyle yazmış:
“Sanki ölünce dilbilgisi lazım olcak hayy allahım ya.”
Yazıma ilişkin yanlışlıklar – daha çok – okuma alışkanlığı olmayan,
dolayısıyla sözcüğün doğru yazılışını görmeyen, kulaktan dolma öğrenen
kişilerin konuşmalarında, yazılarında görülüyor. Başka bir deyişle, yazım
yanlışlıkları, okuma yoluyla değil, kulak yoluyla öğrenilen sözcüklerde
görülüyor (Başkan, 1988: 416-435).
Acı ama, ‘bıkkınlık’ yerine ‘bıtkınlık’, ‘eğitim’ yerine ‘eyitim’ yazan
öğretmen adayına rastladım ben. ’Mütevazı’ diyeceklerine ‘mütevazi’ diyenler
hiç de az değil. Dil bilinci, dile saygısı olsa, söylediğinden, yazdığından
kuşkulansa da sözlüğe baksa doğru olanı öğrenecek. Dilimizde ‘mütevazı’nın ne güzel bir
eşanlamlısı var: alçakgönüllü. Bunu ne yanlış söyler ne de yanlış yazar. Mahzur
yerine sakınca deyiverse, ‘mahsur’ deme yanlışından kurtulacak.
Tabii ilkin düşünmeyi öğretmek gerekir, hele de eleştirel düşünmeyi.
Dil-düşünce ilişkisi, bir kâğıdın iki yüzü gibidir (Akatlı, 2002b:
75). Dille düşünce birbirine çok sıkı bağlarla bağlı.
Doğru yazmak için ilkin doğru konuşmak gerekir. Buyurun, günlük dilden
alınan birkaç örnek:
*Bu, doğanın tabiat kanunu…
*Kanunda böyle bir yasa maddesi yok.
*İçeri ve dışarı çıkarken kapıyı kapatınız.
*Hayattaki yaşam mücadelesi…
*Bu soruların cevapları yanıtsız kaldı.
*Esnaf siftah bile yapamadan gününü gün ediyor.
*Kapalı spor salonuna dışardan ithal edilen…
*Özetlere kadarki süreçte… (Ayaktopu yorumcusu)
*Yararlı olduğu kadar faydalı da…
*Türk futbolu bir yerlere geldi, bunu da itiraf etmek gerekir.
Yerine göre salınım mı-salım mı,
adına mı-için mi, çözme mi-çözümleme mi, gerçekleştirildi mi-yapıldı mı, süre mi-süreç
mi, anadil mi- anadili mi, nasılsa mı- nasıl olsa mı, yaşam mı-yaşantı mı,
hangisi? Biraz özen, dikkat,
duyarlılık yetebilir… Yıllar oldu, müfettişken, bir köy okulunda izin defterini
inceliyordum, izin nedeni olarak hep ‘mücbir’ yazılmıştı. Bu sözcüğün anlamını
bilmiyordum, sordum, bilen çıkmadı. Yıllar önce biri bu sözcüğü yazmış, hepsi
de yinelemiş, ama hiçbiri anlamını merak edip de sözlüğe bakmamış.
Derler ki, değme yazar bir çırpıda bir bölümceyi (paragraf) bile
yanlışsız yazamaz. Doğrudur, aklına geliveren, kaleminin ucuna akan
düşünceleri, unutmadan çarçabuk yazarken yazıma, sözdizimine yeterince dikkat
edilmeyebilir. Can alıcı soru şu: Yazma mı, yazım mı, hangisi öncelikli? Önemli
olan geri dönüp bir daha, bir daha okuyup noktalama imlerinden, sözdizimine,
yazıma kadar gözden geçirmek, bunu da alışkanlığa dönüştürmektir. Oscar
Wilde’ın sözü bu: “Öğlene kadar bir şiirimin üzerinde çalıştım, bir virgülü
attım. Öğlenden sonra o virgülü yerine koydum.” Yakup Kadri Karaosmanoğlu da
şöyle diyor: “Bazen bir sayfayı üç günde, dört günde yazdığım olur. Çok
zahmetli yazı yazıyorum. Çünkü son derece titizimdir. Mesela bir sayfada aynı
kelimenin iki defa tekrarlanmasına razı olamam. Gece uykudan uyanır, onu
silerim, yerine başkasını yazarım.”
Bir ilköğretim okulu müdürünün yazdığı bir tümce bu: “Okuma alışkanlığı
kazındırmak için aile evde, okulda öğretmenler tarafından yapılırsa; okumaya ve
araştırmaya davranışlarla yönlendirme yapılırsa, okuma alışkanlığı
pekişecektir.” Yazısını bitirdikten sonra okumadı mı, okudu da yanlışlarını
göremedi mi, hangisi? (Hepçilingirler, 2004)
En çok bağlaç olan ‘de’nin, soru eki olan ‘mi’nin ayrı yazılmasında
sorun yaşanıyor. Feyza Hepçilingirler (2004) yazmıştı, bir taşıtta yazılı olan
söz: “Birsen birde Hülya”. Sanki üç ad gibi. Talat Sait Halman, gençler madem
zorlanıyorlar, kaldıralım şu kuralı, demişti. Şu örnek yardımcı olabilir mi?
“Bu odada soba var, bakın, bu odada da soba var.”
Dil becerisini edinme çabası
yaşam boyu sürer. Konuşa konuşa, yaza yaza, dinleye dinleye, ille de okuya
okuya… Ama ilkin çocuklara, gençlere dil sevgisi, dil bilinci kazandırabilsek,
bir de okuma alışkanlığı…
Yitirilenler nelermiş, yitirince geriye ne kalırmış, görelim.
YİTİRİLENLER
Alex Kanevsky
İnsan bir gün
Virgülü yitirdi
Söyledikleri birbirine karıştı
Noktayı yitirdi
Düşünceleri uzayıp gitti
Ayıramadı onları
Ünlem işaretini yitirdi bir gün de
Sevincini, öfkesini, bütün duygularını
yitirdi
Soru işaretini yitirdi başka bir gün
Soru sormayı unuttu
Her şeyi olduğu gibi kabul eder oldu
Başka bir gün
İki noktayı yitirdi
Hiçbir açıklama yapamadı
Yaşamının sonuna doğru
Elinde yalnızca tırnak imi kalmıştı
İçinde de başkalarının düşünceleri vardı
yalnızca
----------------------------------------------------------------------
(*) Lefke Avrupa Üniversitesi Türk Dili ve
Edebiyatı ile Lefke Belediyesi’nin birlikte düzenlediği toplantı.
KAYNAKÇA
Akatlı, Füsun (2002a) “Nasıl
Bir Edebiyat Eğitimi?” Varlık dergisi Nisan
2002 Sayı: 1135
(22-24)
__________ (2002b) “Edebiyat
Eğitimini Tartışırken…” Nasıl Bir
Edebiyat Eğitimi? İstanbul: ÇYDD Yay. (75-78)
Alpay, Necmiye (2000) Türkçe Sorunları Kılavuzu İstanbul:
Metis Yay.
_____________ (2002) “Lefke Avrupa
Üniversitesi’nde Yazım Sorunları Buluşması II
Radikal Kitap, 07.06.2002
Aksan, Doğan (1975) “Anadili” Ankara: Türk Dili dergisi Sayı: 285 (223-234)
Başkan, Özcan (1988) Bildirişim İstanbul: Altın Kitaplar
Yay.
Baymur, Fuat (1948) Türkçe Öğretimi- I (4. baskı) İstanbul: İnkılâp Kitabevi
Bozkurt, Fuat (2004) Türkiye Türkçesi: Türkçe Öğretiminde Yeni
Bir Yöntem
3. baskı İstanbul: Kapı Yay.
Göğüş, Beşir (1990) “Anadili Eğitiminde
Yetersizliklerimiz” Çağdaş Türk Dili
dergisi Sayı: 30-31 (870-873)
Gülüm, Ahmet – Gönen, Kemal
(Derleyenler- 2001) Dikkat Yazılı Var-3
İstanbul: L Yay.
Hepçilingirler, Feyza (2004) “Türkçe Günlük” Cumhuriyet Kitap 10.06.2004
Sayı: 747
Kocaman, Ahmet (1990) “Anadili Öğretimi,
Yabancı Dille Öğretim ve Ötesi” Ankara:
Çağdaş Türk Dili dergisi Sayı:30-31
(861-865)
Özdemir, Emin (2014) Edebiyat Sözlüğü Ankara: Bilgi Yay.
(*) Bu yazı Çağdaş Türk Dili dergisinde (Haziran 2021 Sayı: 400 )
yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder