1 Temmuz 2025 Salı

ELLERİNDE PANKARTLAR

                                   ELLERİNDE PANKARTLAR (*)

 

                                                                           Recep Nas

                                                                                                                      

       Eski dergileri karıştırırken – daha önce gözümden kaçmış -bir fotoğrafla karşılaştım, baktım kaldım. Eski bir fotoğraf, 1937'de çekilmiş. Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nda ellerinde pankartlarla yürüyor çocuklar. Kara önlüklü, ak yakalı. Kızlı-erkekli. Atatürk sağ. 'Atatürk Türkiyesi'nin fotoğraftan yansıyan ışıklı esintisi, devrimlere yapılan saldırılardan ötürü üzüntülü olan yüreğimi serinletti. Geçmişe özlem duydum, dünsedim. Ama biliyorum ki, Ahmet Taner Kışlalı'nın deyişiyle, Atatürkçülük geçmişin bekçiliği değildir, geleceği kurmaktır.

     Yüreğim kıpır kıpır, fotoğrafa bakıyorum.Çocukların giysileri kara ama yüzleri aydınlık. Yoksul varsıl aynı giysi içinde. Öyleydi, varsıl çocuğu da yoksul çocuğu da aynı okula gidiyordu, sıra arkadaşı da oluyorlardı, oyun arkadaşı da... Özel okul – azınlık okulları dışında - yok denecek kadar azdı. Hoş, varsıl çocukların önlükleri pahalı, parlak, nitelikli kumaştandı, yoksullarınki 'sirkeli' denilen ucuz kumaştandı. Ama kaynaşmış çocuklar bunu umursamıyorlardı.Varsılla yoksul arasında şimdiki gibi uçurum yoktu zaten. Varsıl, varsıllığını açığa vurmaktan kaçınırdı, parasını bile  arkasına dönüp sayardı. Para her şey değildi. 

   Ana-baba olmanın belki de en zor yanı, çocukla birlikte seçim yaparken bir adım geride durabilmektir (Karatosun, 2016: 125). İşte bu olamıyor çok kez. Carl Gustav Jung'un deyişiyle,”Ailenin en büyük trajedisi, ana-babanın yaşanmamış hayatlarıdır.”  Ben olamadım, o olsun. Doktor olmak istemiştim, olmadı, bari çocuğum olsun. Piyano çalmayı çok istemiştim, çocuğum çalsın bari. Tanık olmuştum. Yazdı, birçok aileyle birlikte deniz kıyısındaki bir okuldaydık. Üniversite sınav sonucunu öğrenen bir kız gözyaşları içinde, sıralamaya karışmış  babasına, “Seni hiçbir zaman affetmeyeceğim” diye bağırdı. 

     Ama asıl soru, çocuklar ne istiyor? 350 ilkokul öğrencisine uygulanan sormacanın (Şükran Soner vd.,1967) birkaç bulgusu şöyle:

     1.Çocukların yüzde 44,8'i kendileriyle yakından ilgilenen, yüzde 39,1'i sorunlarına arkadaşça eğilen bir anne istiyor.

     2.Çocukların yüzde 22,2'si annelerinin çok sinirli oluşundan yakınıyor.

     3.İyi kalpli, güler yüzlü, anlayışlı, sevimli bir anne isteyen, asık suratlı annelerinden yakınan çocukların oranı yüzde 61,4.

     İstanbul Çocukları Vakfı'nca ilköğretim öğrencilerine 'en büyük düşleri' soruluyor. Çocukların en büyük düşü: Ailede, okulda sevgi görmek (Cumhuriyet,12.08.2002)

      'İyi yetiştirilmiş çocuk ne demek?' diye de soruluyor çocuklara (elele dergisi, Mayıs 1983). İşte birkaç yanıt:

     1.İyi yetiştirilmiş bir çocuk tıpkı kurulu bebek gibidir. Kurulduğunda konuşur, karnına basınca ağlar (Kenan, 11 yaşında),

    2.İyi yetiştirilmiş bir çocuk değerli bir taş gibidir. Usludur, yardımseverdir, sorulmadan konuşmaz. (...) Sınavlarda başarılı olur, erkenden yatar, hemen uyur. (...) [B]öyle bir çocuk olmak istemem. Buna yaşamak denmez (Cüneyt, 13 yaşında).

        3.İyi yetiştirilmiş bir çocuk ne istediğini bilen biri olamaz. ana-babasına itaat eder. Bazen hoşuna gidecek bir şey yapmak isterse, herkes ne der, diye düşünüp vazgeçer (Merih, 10 yaşında).

     4.Ben kendimin iyi yetiştirilmiş olduğumu sanıyorum. Çünkü söz dinliyorum. Azarlanmaktan korkuyorum. Sürekli baskı altında hissediyorum kendimi. Ana-babalar işi biraz oluruna bıraksalar, çocuklar daha rahat ve özgür yetişseler her şey daha iyi olurdu bence (Serkan, 11 yaşında).

   Bu yazının esin kaynağı yukardaki fotoğraf (Gümüş, 2013). Gün, 23 Nisan 1937. Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Çocuklar ellerinde pankartlar, yürüyorlar.  Neler yazmışlar, neler istiyorlar? “Bize mahsus bahçeler”, “Hürmet”, “Öpülmemek”, ”Sağlam ana-baba”, “Azarlanmamak”, “Yalnız Yatmak”... Daha da var da, okunabilenler bunlar... Yürümekle yetinmemişler, Valiliğe, Kolordu Komutanlığı'na, Fatih Belediyesi'ne, Halkevi'ne de pankartlarıyla gitmişler, güzelce ağırlanmışlar.

     Çocuklar hürmet (saygı) istiyorlar. İlginç değil mi, sevgi değil de saygı... Sevgiden vazgeçmiş olamazlar. Yakın zamana kadar her sabah içtikleri 'ant'ta 'büyükleri saymak, küçükleri korumak'

diyorlardı ya, sevgi, koruma tamam da yetmez, bize de saygı duyun, diyorlar. Ayı yavrusunu severken öldürürmüş, sepici sevdiği deriyi yerden yere vururmuş. Demek ki saygı içermeyen sevgi yeterli değil. Saygının, güvenin yarattığı sevgi kalıcıdır.

     Öpülmek istemiyorlar. Erdal Atabek'in deyişiyle, bir bebeği sevdiğimiz için kucaklıyoruz, canını yemek istiyoruz, öpücüklere boğuyoruz. Ama bu arada bebeğe saygısızlık ediyoruz. Hâlâ var mıdır, bilmem. Eskiden bebeklerin önlüklerinde “Beni öpme” yazıyordu. Uyarıyor, beni, sevgini göstermek için de öpeceksin. Dur! Sevmek yetmez, bana saygı duy, beni öpme! 

     Yalnız yatmak istiyorlar. Başka bir deyişle, özel odaları olsun istiyorlar. Bu, onlara güven verecek, birey olduğunu duyumsatacak. Özel alanı olacak, bağımsızlaşacak. Bir öğretmenin  14 yaşındaki kızı odasının kapısının dış yüzüne  şöyle yazmış: Bu odaya izinsiz giren ölür! Gelgelelim Türkiye istatistik Kurumu'nun (TÜİK) 'Türkiye Çocuk Araştırması 2022' verilerine göre, üç çocuktan sadece birinin (yüzde 34) özel odası var.

     Çocuk bahçesi istiyorlar. Çocuk bahçesi, ana özelliği devinim, ana uğraşı oyun olan çocuğun çocukluğunu doyasıya yaşadığı yerdir. Çocuk için tasarımlanmıştır. Oyun alanı, çeşitli oyun araçları var orda. Çocuk özgürce, dilediğince oynar. Dünya Sağlık Örgütüne göre 1-5 yaş arasındaki çocukların günde en az üç, 5-17yaş arasındaki çocukların günde en az bir saat bedensel etkinlik içinde olmaları gerekir.

     Azarlanmak istemiyorlar. Azarlanmak sözle, beden diliyle dövmektir, duygusal cezadır. Çocuk – o da yetişkine göre – kabul edilemez bir davranış göstermişse 'ben dili' kullanılmalı, 'sen' dili değil. Sen dili çocuğıu yargılar, suçlar. Yaralayıcı sözler içerir, sözlü saldırıdır.

      Utanma, üzülme, incinme, korkma, düş kırıklığı, meraklanıp kaygılanma... Bunlar birincil duygulardır, kızgınlıksa ikincil bir duygu. İşte ben diliyle birincil duygular dile getirilir, yetişkin kendi duygusunu dile getirir. Ben dilinde çocuğa ne yapacağı söylenmez, buyruk verilmez. Sorumluluk, karar çocuğa bırakılır. Çocuk eve  geç geldiyse, ana-babanın, çocuğun başına bir şey geldiyse diye ilk duygusu meraklanmaktır. Ama çocuk eve gelince bu gerçek duyguyu ona sakince, ben diliyle ileteceklerine, sen dili kullanıp bağırırlar, kızarlar, suçlarlar, azarlarlar. Çocuklar işte bunu istemiyorlar.

     Bugünkü istatistiklere bakınca çocukların yukardaki istekleri ne kadar masum, keyfe keder  kalıyor. TEPAV'ın (Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı) raporuna göre yurdumuzda yoksul çocuk sayısı 9 milyon 590 bin. Çocuk yoksulluğunda OECD ülkeleri içinde ikinci sıradayız  (Cumhuriyet, 23 Nisan 2025) 2 milyon çocuk örgün eğitim dışında. Ana neden, tabii ki yoksulluk, okul harcamalarını karşılayamama. (*) TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) verilerine göre (Nisan 2022) yılda ortalama 10 bin çocuk yitiyor. 11-17 yaş arasındaki 178 bin 834 çocuk, yaralama, hırsızlık, uyuşturucu satmak, tehdit gibi suçlardan işlem görmüş. Ama biliriz ki, suçlu çocuk yoktur, onu suça iten toplum suçludur. Ya çocuk işçiler, çocuk gelinler... İnsan merak ediyor, Türkiye'nin o altın yıllarında 'yaşıt zorbalığı' var mıydı? Şimdi çocukların – bir kez bile olsa - ilkokullarda yüzde 69'u, ortaokullarda yüzde 72'si, liselerde yüzde 68'i zorbalığa uğruyor da... (**)

     Semih Gümüş (2013) bu fotoğrafın altına şunları yazmış: “Bu fotoğrafa nereden nereye gelmişiz diye bakmak da olası. Böyle bakmak bir devlet ruhudur. Tanırız. Bugünlere hep şiddet kültürü taşıdı. Çocuklara bir ömür vermek ile yaşanacak bir hayat vermek arasındaki ayrımı anlamayanlara özgü. O çocuklar istediklerini göremedi. (...) [G]eçmişin bir gününde bile adil, eşit  ve özgürce yaşadığımızı hissetmedik. Bu ülkenin çocuklarına bugün gitgide yükselen bir tüketim dünyası sundu büyükler ama insanca yaşanan bir günü çok gördüler. (...) Şimdi çocuklara “Öpülmemek istiyoruz” demeyi bile yasaklıyorlar”

 

 

                                                  KAYNAKÇA

 

Gümüş, Semih (2013)  “Öpülmemek İstiyoruz” NOTOSÖykü  Haziran-Temmuz 2013 Sayı: 40

Karatosun, Nilay (2016) “Çocuklarımıza Karar Vermeyi ve SeçimYapmayı Öğretmek”

    BÜTÜN DÜNYA dergisi Sayı: 2016/4

.(*)https://www.gazeteduvar.com.tr/veli-der-raporu-okul-terk-etme-oranları-yukseldi-haber-1719440  (Erişim:26 04.2025)

(**) https://www.milliyet.com.tr/gundem/turkiyede-urkuten-tablo-cocukların-yüzde-70i-akran-zorbaligi-magduru-7239048 (Erişim: 28.05.2025)

 

 

(*) Bu yazı ÇAĞDAŞ EĞİTİM KOOPERATİFİ'nin e-dergisi olan ÇAĞDAŞ BAKIŞ dergisinde

         (Mayıs 2025 Sayı: 66) yayımlanmıştır.

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder