31 Mayıs 2024 Cuma

DEMOKRASİNİN ÖNKOŞULLARI VARDIR

                              DEMOKRASİNİN ÖNKOŞULLARI VARDIR (*)

            
                                                                                                   RECEP NAS
                                                                                         recepnas@uludag.edu.tr
                                                                                
     

     Demokrasi halkın gücüdür, egemenliğidir. Ne ki temel insan haklarının önemsendiği günümüzde bunu aşan bir anlamı var demokrasinin. Halkın çoğunluğu ne istiyorsa o olur, bu değil. Halk neylerse güzel eyler, bu da değil.
       J. J. Rousseau, halkı aydınlatmak, yönetmekten zordur, demiş. Aydınlanmış halkı yönetmek daha da zordur. Onun için çok partili döneme geçilince kolay olanı seçtiler. Halka 'ışık-eğitim' götüreceklerine, sırtını sıvazlayıp adam yerine koyuyormuş gibi görünüp sandık götürdüler. Köy Enstitülerinin mimarı İ. Hakkı Tonguç  1953'te söylemiş: “Demokrasinin iki çeşidi vardır. Biri zor ve gerçek olanı, öbürü de kolay, oyun  olanı. Birincisi, topraksızı topraklandırmadan, işçinin durumunu sağlama bağlamadan, halkı esaslı bir eğitimden geçirmeden olmaz, köklü değişiklikler ister. Bu zordur, ama gerçek demokrasidir. İkincisi kâğıt ve sandık demokrasisidir. Okuma-yazma bilsin bilmesin, işi olsun olmasın, demagojiyle serseme çevrilen halk bir sandığa elindeki kâğıdı atar. Böylece kendi kendini yönetmiş sayılır. Bu oyundur, kolaydır.”
     Demek ki demokrasinin olmazsa olmaz önkoşulları var. İlkin dengeli ve hakça gelir dağılımını içeren güçlü bir ekonomi. Dahası hukukun üstünlüğü, erkler (yasama, yürütme, yargı) ayrılığı. Laiklik demokrasinin yadsınmaz önkoşuludur zaten, inançları farklı olan insanların barış içinde birlikte yaşamalarını sağlar, toplumsal barışın güvencesidir, hukuksal birliğin de kaynağıdır. Laiklik inançlara – inançsızlığa da-  tabii ki saygılı, ama dinin siyasete, eğitime, devlet ve dünya işlerine, hukuka karışmasına karşıdır. Eğitim de laik, bilimsel, akla dayalı olacaktır.  
     Ahmet Taner Kışlalı'nın deyişiyle, laik olmayan bir düzende toplum halk adına yönetilemez, Tanrı adına yönetilir. Laikliği koruyabilirseniz, demokrasiyi yitirseniz bile ona bir gün yeniden kavuşabilme umudunu koruyabilirsiniz.  Laikliği yitirirseniz gitti gider. Gene Kışlalı'nin belirttiği gibi, laiklik – devletçilik dışında- öbür ilkelerin de (devrimcilik, milliyetçilik, cumhuriyetçilik, halkçılık)  önkoşuludur.  
     Tek parti yönetimi diye karalamaya çalışılan dönemde Atatürk demokrasiye giden yolun önkşullarını hazırlıyor, altyapısını oluşturuyordu. Devrimler bunun için yapılıyordu. Ümmetten ulusa, tebaadan yurttaşa geçilmeliydi. Demokrasi bilincinin oluşması, demokrasi kültürü edinilip bunun içselleştirilmesi gerekirdi. Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli kültür olacaktı.  Demokrasi  mürit , biat eden değil, 'birey' olan yurttaşlar ister. Atatürk boşuna dememiş, “Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz.” Cemaatleşmiş bir toplum bütünleşemez. Atatürkçülük, Tarık Zafer Tunaya'nın deyişiyle, uygar bir düzeyde 20. yüzyılın koşulları içinde kurulacak demokratik bir düzene ulaşmayı amaçlamış bir akımdır.
     Zekeriya Sertel, Atatürk'ün sonsuzluğa uğurlanışını Yeni Cami'nin minaresinden izlerken özeleşiri yapıyor. Özü şöyle: Bütün millet ağlıyordu. Atatürk'ün son 15 yılını düşündüm, vicdanımla hesaplaştım. Bu insanı demokrasi ve özgürlük getirmedi diye suçlu sayıyorduk, yaptıklarını diktatörce buluyorduk. Neden? O yıllarda ormanın içindeydik. Ağaçları görüyorduk, ormanın bütününü göremiyorduk. Padişahlığı yıkmış, hilafeti kaldırmış, Cumhuriyeti kurmuştu. İttihatçılar onu öldürmek istemişti. Gerici basın ona karşı yaylım ateşi açmıştı. Bu koşullarda demokrasi ve özgürlük gelişebilir miydi? Devrim düşmanlarına karşı az çok sert davranmak gerekirdi. Gene de Hitler ve Mussolini gibi diktatörlüğe gitmedi. Meclise, halk egemenliğine önem verdi. Yumuşak, sevimli, akıllı bir otorite kurdu. Bu otorite sevgi temelliydi. Oysa bütün koşullar onun doğulu bir diktatör olması için elverişliydi. İşte biz demokrasiye, özgürlüğe ancak onun açtığı yoldan ulaşabiliriz.
     Kalpaksız Kuvvacı Uğur Mumcu vurgulamıştı: Türkiye bugün ayakta duruyorsa, Atatürk döneminde atılan temellerin sağlamlığı nedeniyle duruyor. Demek ki Atatürk'ü yaptıklarıyla, söyledikleriyle, yapıtlarıyla - döneminin koşulları içinde - anlamadan, Atatürkçülüğü içselleştirmeden ne emperyalizme karşı olunur ne emekten yana ne de demokrat olunur.
    Laik ve bilimsel eğitim almış, soran, sorgulayan, eleştirel düşünen, aklı ve bilimi kılavuz seçen, “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür' yurttaş özgürce, kendi istenciyle seçim yapar. Seçim elbette demokrasinin olmazsa olmazı, ama tek göstergesi değil.
      

(*) Bu yazı ÇAĞDAŞ EĞİTİM KOOPERATİFİ'nin e-dergisi olan ÇAĞDAŞ BAKIŞ dergisinde
        (Nisan 2024 Sayı: 53) yayımlanmıştır. (39-40)   


21 Mayıs 2024 Salı

ASLOLAN LAİK AHLAKTIR

                                               ASLOLAN LAİK AHLAKTIR (*)

 

                                                                                        RECEP NAS

                                                                               recepnas@uludag.edu.tr

                                                                                  

         Üç bakkal düşünelim.Üçü de  hile hurda yapmıyor, eksik tartmıyor, görünüşte dürüst. Ama birincisi günaha girip cehennemlik olmamak için, Allah korkusuyla  yapıyor bu doğru davranışı. İkincisi bu doğru davranışı müşteri kaçırmamak için yapıyor. Üçüncünün doğru davranışıysa dış kaynaklı değil, içsel.

      Birincisi – gün gelir - hile yapsam da dua edip tövbe ederim, Allah bağışlayıcıdır nasıl olsa diye düşünebilr. Nihat Hatipoğlu'nun (ATV, 23.01.2013) şu sözlerinden de destek alabilir: “Allahutaâlâ meleklere diyor ki, kullarımın sevaplarını yazın, günahlarını yazmayın. Kullarım tövbe ederlerse günahlarını silerim.”  İkincisi nasıl olsa müşterinin güvenini kazandım, arada bir hile yapsam da ayırt edilmez diye düşünebilir.

     Birinci ve ikinci bakkalın davranışları, tutumu dış denetimli, o nedenle güvenilir değil. Atatürk'ün bu konuda da sözü var (25.08.1924):”Korkutmaya dayanan ahlak erdem olmadığı gibi güvenilir de değildir.”  Zaten genç Türkiye Cumhuriyeti'nde, Milli Eğitim Bakanı İsmail Safa'nın yayımladığı genelgede de (8 Mart 1923) belirtildiği gibi, “Toplum yaşamında, dünya ve ahiret cezaları korkusundan doğan ahlak yerine, özgürlük ve düzenin uzlaşmasına dayanan gerçek ahlak ve erdemi egemen kılmak” amaçlanıyor.

     Üçüncü bakkalsa özdenetimli, cezalandıran ya da ödüllendiren hiçbir dış güce, kaynağa bağlı olmadan sadece içsel yargı düzeneği olan vicdanına karşı sorumlu. Vicdansa bağışlamaz. Laik ahlaklı insan doğru olanı yapmak için ne korkutulmayı bekler ne de ödül bekler. Bu bakkalın Yunus Emre gibi “Uçmaktan (cennet) umusu yok / Tamudan (cehennem) korkusu yok”  Kazancı, akşam başını yastığa koyduğunda erinç içinde, mutlulukla gülümseyerek derin bir uykuya dalması...

      İlle de ödülse bu içödüldür. Aristophones 2500 yıl önce söylemiş, en iyi ödül insanın içinin rahat olmasıdır. Ne varsa içte var, insanın içinde: içdisiplin, özdenetim, içgüdülenme, özdeğerlendirme, özeleştiri, özsaygı, özgüven... Ne güzel demiş atalarımız: Yığmaca çakıl yedi gün, koymaca akıl yedi adım.

     İmmanuel Kant'ın örneği çarpıcı: Biri yakalanırsam korkusuyla hırsızlık yapmıyorsa, bu davranışı yasalara uygundur ama ahlaksal değildir. Bir sürücü de cezalanmamak için trafik kurallarına uyuyorsa, bu tutumu da ahlaksal değildir. Trafik polisinin olmadığı yerde, zamanda kurallara uymayacak demek ki. Hani anlatılır ya, kırmızı ışıkta geçerken trafik polisi uyarıyor: “Görmüyor musun, kırmızı ışık yanıyor.” “Kırmızı ışığı görmesine gördüm de memur bey, sizi görmedim.”

     “İnsanlar sadece cezalandırılmaktan korktukları ya da ödül umdukları için iyi kalplilerse, vah vah, acınacak durumdayız” diyor Einstein. Bu da yetmez, dahası var. Lawrence Kohlberg'in deyişiyle, en üst düzeyde ahlaksal davranış, cezalandırılmamak için kurallara  uymak dağil, cezalandırılma pahasına vicdanının sesini dinleyerek kendi ilkelerine uymaktır. Yolsuzlukları, hukuksuzlukları, yüz kızartıcı olayları, cezalandırılmayı göze almaktan öte, yılmayıp aldıkları cezaları da göğüsleyerek ortaya çıkaran, kamuoyuna duyuran saygın gazetecilerin yaptığı bu işte.

     Bebek ahlaklı olarak doğmaz. Ona, vicdanını oluşturmak için çevresindeki yetişkinlerin  davranışlarıyla, tutumlarıyla örnek olması gerekir. Çocuk söze değil davranışa bakar. Lafla, öğütle ahlaklı olunmaz. Ahlak öğretilemez, ahlakın dersi olmaz.  Ahlak, ahlaklı bir çevrede yaşanıla yaşanıla, soluna soluna öğrenilir. Çevresindeki insanlar dürüstse, ahlaklıysa çocuk da onlar gibi olur.

     Demokrasi geleneği güçlü, demokrasinin içselleştirildiği ülkelerde ahlaksal değerler de güçlüdür. Ne kadar demokratsan o kadar ahlaklısın. Demokrasinin önkoşulu da laikliktir. Ahlak akla, bilime dayanmalıdır, bu da laik ahlaktır. Laik ahlak bilişseldir, bireyin aklıyla, istenciyle oluşturduğu içsel yargılar dizgesidir.

 

 

     (*) Bu yazı ÇAĞDAŞ EĞİTİM KOOPERATİFİ'nin e- dergisi olan ÇAĞDAŞ BAKIŞ dergisinde (Mart 2024 Sayı: 52) yayımlanmıştır. (31-32)