DİNLEMEK (*)
Recep Nas
recepnas@uludag.edu.tr
Etkili bir iletişim için insanın - mesleği ne olursa olsun - etkin dinleme yeteneği, alışkanlığı kazanması gerekir. Dinleme, iletişim sürecinde önemli bir yer tutar (Özçelik, 1983: 8) Okumak gibi dinleme de bilgi, beceri, alışkanlık gerektirir. Epiktetos iki bin yıl önce söylemiş: Bir söz söyleme sanatı varsa, bir de dinleme sanatı vardır.
İletişim içinde olanların birbirini anlaması gerekir. Ama yanlış değil, eksik de değil, tam ve doğru... Bir deyim var ya, ben derim bayram haftası, o anlar mangal tahtası.. Bir 'duvar yazısı' vardır, ne zaman aklıma gelse gülümserim, ama acımsı bir gülümseme bu.
"Hayatta bir tek sen beni anladın, ama sen de yanlış anladın."
Düşünsenize, aramış aramış, kendini anlayan birini bulmuşken, oh be! diyememiş. Anlamış, ama yanlış anlamış.
Herman Amato'nun şiirini okuyalım:
En uzak mesafe
Ne Afrika'dır
Ne Çin
Ne Hindistan
Ne seyyareler
Ne de yıldızlar geceleri ışıldayan
En uzak mesafe
İki kafa arasındaki mesafedir
Birbirini anlamayan
(Çev. Can Yücel)
Demek ki en uzak mesafe birbirini anlamayan iki insan arasındaymış,
Çağımıza 'iletişim çağı' da deniyor. Doğru, kitle iletişim araçları gelişti, yaygınlaştı. Ne ki cep telefonları, bilgisunar (internet) yaygınlaştıkça insanlar birbirinden uzaklaşıyor. insan insana, insan sıcaklığıyla, insan sesiyle yoğrulan göz göze iletişim zayıflıyor. Jean Lue Godard'ın deyişiyle, artık sadece iletişim araçları var, iletişimin kendisi yok.
Dinleme, ilk anadili etkinliği. Bebek anadilini de dinleme yoluyla öğreniyor. Dinleme, dört temel dil becerisinden biri. Ama ailede, okulda en çok savsaklanan etkinlik bu. Dinleme doğal bir süreçtir, kendiliğinden öğrenilir sanılıyor, ama yanlış. Dinlemenin gündelik yaşamımızda önemli bir yeri var. Öyle ki uyku dışındaki sürenin yüzde 75'i iletişimle, bunun da yüzde 45'i dinlemeyle geçiyor (Osmay, 2004: 161). Kimi kaynaklardan - radyo, TV, konferans gibi - dinleyerek öğreniriz. Şimdi bir de 'sesli kitap'lar çıktı, okumak yerine dinliyorsun.
Demek ki dinleme iletişim sürecinde önemli bir yer tutuyor. Peki dinlemeyi biliyor muyuz, işitince dinlemiş oluyor muyuz? İletişimdeki pek çok sorun dinlemeyi bilmemekten kaynaklanıyor. Söyleşiyorlar gibi görünse de, birbirlerini dinliyorlar mı, konuşma sırası gelince ne söyleyeceğini mi düşünüyorlar? Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa, demiş atalarımız. Ama konuşmayla da olmuyor. Doğan Cüceloğlu'nun dediği gibi, iki taraf da konuşuyor, dinleyen yok. Dinlişe dinleşe, daha doğrusu konuşa dinleşe olsa sağlıklı, etkili iletişim kurmak kolaylaşacak. Televizyonda izliyoruz, hep söyleniyor,
"Ben seni dinledim, sen de beni dinle. Önce dinlemeyi öğren."
Amerika yerlilerinin reisi Tatanga Mani Beyazlara sesleniyor: "Ağaçların konuştuğunu bilir misiniz? Evet, konuşurlar. Ama siz Beyazlar birbirinizi bile dinlemiyorsunuz, ağaçların konuştuğunu nerden duyacaksınız..." (Sunay Akın, Cumhuriyet, 21.05.2006).
Eski Türk filmlerinden iki örnek verelim:
Sultan Gelin adlı filmde kaynana, gerdek gecesi kalbi durduğu için ölen oğlunun katili gibi gördüğü gelininin (Türkan Şoray) üzerine yürüyor, onu suçluyor. Sultan Gelin çırpınıyor,
"Ana bir yol da beni dinle!"
"Senin neyini dinleyeceğim kız..."
Balatlı Arif adlı filmden:
"Çiğdem sana bir şey söylemem gerekiyor."
"Ne diyeceğini biliyorum, söyleme!"
Karacaoğlan'ı dinleyelim:
Mecliste arif ol kelamı dinle
El iki söylerse sen birin söyle
Elinden geldikçe sen eylik eyle
Hatıra dokunup yıkıcı olma
Ludwig Wittgenstein'ın sözü bu: Felsefe, insanların birbirlerini dinlemeyip anlamamasının sonucu doğmuştur.
İlk bakışta, dinleme, en kolay öğrenme yolu gibi görünüyor. Ama dinlemenin zor yanı da var. Beynin düşünme hızı, olağan bir konuşma hızının üç dört katı. Böyle olunca konuşma hızı, beynin düşünme hızına yetişemiyor. O zamanda beyin oluşan boşluğu çağrışım yoluyla gelenlerle dolduruyor. Dinleyen de konuşmadan kopup başka şeyler düşünmeye başlıyor. Etkin, bütün dikkatiyle akışa geçerek dinlemeyen kişi dalar gider, konuşmadan kopar. Sekman'ın (1998: 163) deyişiyle, beyni siz bir şeylerle ilgilendirmezseniz, o ilgilenecek bir şeyler bulur, 'iç konuşma' başlar. 'İç konuşma' sırasında kişi başkasını dinleyemez.
Albert Einstein, Princeton Üniversitesi'nde ders vermeye kısa pantolonla, çorapsız giydiği lastik ayakkabılarla gidiyor. Kötü dinleyiciler Einstein'ın bu haline bakıp ders boyunca kıkır kıkır gülüyorlar, böylece iletileri kaçırıyorlar. Etkin dinleyicilerse Einstein'ın ne giydiğiyle ilgilenmiyorlar, anlattıklarına odaklanıp ayaklarına gelmiş bu bilim insanından yararlanıyorlar (Robertson, 2002: 34).
İşitmek başka, dinlemek başkadır. İşitmeyle birbiriyle ilişkili kuşkusuz, dinlemek için ilkin işitmek gerekir. Ama işitmeyle dinleme ayrı süreçler. İşitme biyolojik/fizyolojik bir süreçtir, doğaldır. İnsanın işitmeye ilişkin denetimi çok sınırlı. Kulaklarınızı tıkamazsanız seslerin beyne ulaşmasını engelleyemezsiniz Dinlemeyse doğal değil, bilişsel/ruhsal bir süreç (Zıllıoğlu, 1996: 175, 271).
Kulağımızla işitiriz, beynimizle dinleriz. Duyarız, dinlemeyebiliriz, ama dinlediklerimizi duyarız. Bir hayvan bilimcisi bir arkadaşıyla trafik gürültüsünün bol olduğu caddede yürüyor. Hayvan bilimci birden durur, arkadaşına, cırcırböceğini dinle, der. Arkadaşı, şaşkın, bu gürültünün ortasında nasıl duydun, diye sorar. Hayvan bilimci cebinden çıkardığı bozuk parayı havaya fırlatır, para kaldırıma düşünce çevredeki insanlar dönüp bakarlar. Hayvan bilimci, gördün işte, dinlediklerimizi duyarız, der. (Robertson, 2002: 58). 'Söylediklerini duyuyorum'la 'Seni dinliyorum' aynı şey değil. İşitici değil, dinleyici olmak gerekir (Adair, 2006: 85).
Öbür dilsel etkinlikler gibi dinlemede de sözcük dağarcı önemli bir etken. Sözcük dağarcığını genişletmenin de en etkili yolu - okumanın yanı sıra - dinlemedir. Demek ki dinledikçe sözcük dağarcığı varsıllaşır, sözcük dağarcığı varsıllaştıkça da dinlediğini tam ve doğru anlar insan (Özdemir, 1987: 172).
Dinlerken, konuşanla göz teması kurmak da önemli. Martin Buxbaumu'nun deyişiyle, yalnız kulaklarınızla değil, gözlerinizle de, dahası tüm bedeninizle dinlemelisiniz. Göz teması sırasında 'ilişki hormonu' olan oksitosin düzeyi yükselir, dolayısıyla toplumsal ödüllendirme ve önemseme duyguları açığa çıkar. Tiyatro seyircisi olmak da eğitim işi, öğrenilmeli. Cumhuriyetin ilk .yıllarında yaşlanmış iki tiyatro oyuncusu konuşurken, biri,
"Mirim, mektepli oyuncular geliyormuş, bize iş kalmaz" diyor. Öbürü,
"Onu boş ver! Asıl mektepli seyirci gelirse işimiz bitiktir."
Gülriz Sururi anlattı ( CNN TÜRK- ORADAYDIM): Oyun öncesi birtakım aksilikler olmuş. Gülriz Sururi kendini tutamamış ağlamış. Ya sesimi kullanamazsam diye de kaygılanmış. Oyundan sonra bir dostu soruyor,
"Nasıl bu kadar güzel oynadın?"
Gözleri buğulu, gülümseyerek,
"Seyirciden, seyirciden..."diyor.
Derste, tiyatroda, konferansta, konserde doğru tepki vererek ( göz teması, gülümseme, baş sallama...) etkinliğin niteliğini - önemli ölçüde- artırmak dinleyicinin, seyircinin elinde. Konuşmacının diline belagat (düzgün, güzel, etkili konuşma) dinleyicinin dikkatinden gelir, dermiş eskiler. İyi dinleyiciler, orkestra üyelerinin de daha iyi, coşkulu çalmasını sağlar (Adair, 2006: 86).
İnsan bilgi edinmek için, uygun yanıt vermek, eleştirip değerlendirmek için can kulağıyla ve saygılıca etkin dinlemelidir.
İyi bir dinleme, dinleyenin, konuşmaya düşünsel olarak katıldığı dinlemedir. Aslında dinlemek kulak yoluyla okumaktır (Özdemir, 1987: 177). Konuşanla birlikte düşün, kafa yor. Sorular biriktir, bu sorulara yanıt bulacak biçimde dinle. Tümcelerini konuşanla birlikte kur, onun daha sonra söyleyebileceklerini kestirmeye çalış. Böylece düşünme - konuşma hızlarının farklı oluşlarından kaynaklanan boşluğu kapatabilirsin. Bu, ileri bakmaktır. İleri bakan uyanık olur, dikkatini diri tutar. Kendini güdüler, 'akış'a geçer. Akış, kişinin sevdiği işi yaparken kendini aşma duygusudur. Kişinin kendini bile unuttuğu ruhsal bir durumdur. Zaman ve uzam kavramı yiter. Akış durumuna geçmek duygusal zekânın en üst noktasıdır. Akış, kişiye kendini çok iyi duyumsattığından içsel bir ödüldür de (Goleman, 1998:119, 124) Acar Baltaş'ın deyişiyle, mutluluk eylemin içindedir.
Etkin dinleyen kişi konuşmacı gibi bilişsel bir etkinlik içinde olur. Dinleme edilgin değil, etkin bir eylemdir. Dinlerken önceki bilgilerinle yenileri tartacaksın, bu arada sorular, yaşamdan örnekler gelecek aklına (Özdemir, 1987: 167). Bu eleştirel dinlemedir. Eleştirel dinleyen, konuşmacının düşünce zincirini izler, görüşlerini olgularla destekleyip desteklemediğine dikkat eder, düşüncelerine katılmasa da saygılıca dinler (Şahinel, 2002: 110). Öyle ki "Kişi kendi düşüncelerini, görüşlerini bir yana bırakıp dinlemelidir. İletişim ancak o zaman mümkündür" (Krishnamurti, 2006: 30).
Nasrettin Hocaya sormuşlar,
"Hocam, adam olmanın yolu nedir?"
"Söylediği sözü önce kendisi dinlemeli, konuşanı da can kulağıyla dinlemelidir." (Pertev Naili Boratav 1996 Akt. Orhan Velidedeoğlu Bütün Dünya dergisi Aralık 2011)
KAYNAKÇA
Adair, John (2006) Etkili İletişim 3. baskı Çev. Ömer Çolakoğlu İstanbul: Babıâli Kültür Yay.
Goleman, Daniel (1998) Duygusal Zekâ Çev. Banu Seçkin Yüksel İstanbul: Varlık Yay.
Krishnamurti, Jiddu (2006) Kendini Bilmek, İlişki Üzerine, Hazzı Öğrenmek
İstanbul: Sistem Yay.
Osmay, Nüvit (2004) İnsan Mühendisliği 11. baskı İstanbul: Alfa Yay.
Özçelik, İsmail (1983) "Dinleme Eğitimi" Ankara: Çağdaş Eğitim dergisi Sayı: 81 (8-9)
Özdemir, Emin (1987) İlkokul Öğretmenleri İçin Türkçe Öğretimi Kılavuzu 3. baskı İstanbul: İnkılâp Kitabevi
Robertson, K. Anthur (2002) Etkili Dinleme Çev. E. Sabri Yarmalı İst. Hayat Yay.
Sekman, Mümin (1998) Kesintisiz Öğrenme İstanbul: Alfa Yay.
Şahinel, Semih (2002) Eleştirel Düşünme Ankara: PegemA Yay.
Zıllıoğlu, Merih (1996) İletişim Nedir? 2. baskı İstanbul: Cem Yay.
Bu yazı ÇİNİKİTAP (Mayıs-Haziran 2023 Sayı: 78) dergisinde yayımlanmıştır.(42-43)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder