14 Temmuz 2021 Çarşamba
Atanmayan Öğretmenler
UBUNTU
UBUNTU (*)
“Ben” dedi öğrencim, “öğrencilerimi ruhsal olarak hazırladım.
Kazanamayabilirsiniz, hiç sorun değil, siz gene benim sevgili, başarılı
öğrencilerimsiniz.”
Bilinen oluyor, 5/A kazanıyor. 5/C öğrencileri ağlıyor. Biri daha
ağlıyor, Ayça… Bir soruyu bilememiş. “Ben Ayça’yım, nasıl bilemem.”
Yarışma, ülkemizde, ne yazık ki, çocukları güdüleme aracı olarak
kullanılıyor. Yarışma belki birkaç çocuğu güdüleyebilir, kamçılayabilir. Ama
yarışma birçok çocuğu tedirgin eder, üzer, yıpratır. Öğretirken yapıldığı gibi
güdülerken de bireysel özellikler dikkate alınmalıdır (Razon, 1987: 14).
İşbirliği oyunları akımının öncülerinden biri olan Terry Orlic,
yarışmanın çocukları yalan söylemeye, aldatmaya, zarar vermeye, başkalarının
kazanmasını engellemeye yönelttiğini söylüyor. Öyle ki, çocuk, ya başaramazsam
duygusu içinde kendini işine veremez. Amaç
kazanmak olunca öğrenmek amaç olmaktan çıkar. Onun için çocuğa işbirlikli
çabaya, küme başarısına değer vermeyi öğretelim (Shapiro, 1998: 227). İşbirliği,
çocukların kazanmaları gereken 21. yy. becerilerinden biridir zaten.
Yerel bir televizyonda (Bursa) bir ‘çocuk izlencesi’ vardı. Her hafta
değişik okullardan çocuklar konuk oluyor, onlarla değişik konular
tartışılıyordu. O haftanın konusu: hobilerimiz, fobilerimiz… Çocuklara
hobileri, fobileri soruldu. Birkaç çocuktan sonra biri, hobim kazanmak, fobim
kaybetmek, dedi. Sonraki çocuklar da – belki yeni bir şey bulamadıklarından –
aynı şeyi söylediler. Eyvah! dedim, içim acıdı, üzüldüm, nasıl yetişiyor
çocuklar diye, ille de kazanmak... Sonuncu çocuk, ben arkadaşlarım gibi
düşünmüyorum, kaybetmek benim fobim değil, dedi. Oh be, diyecektim, dememe
kalmadan arkadan ekledi, çünkü ben hiç kaybetmem! (Nas, 2012: 160)
Bir çocuk arkadaşlarını ille de geride bırakmak istiyorsa, herkese
üstünlüğünü kabul ettirene kadar kendinde aşağılık duygusu oluşuyorsa rekabet
sağlık bozucudur. Gene bir çocuk kinciyse, rakip saydıklarına diş biliyor,
onların yenilgisi karşısında sevinç duyuyorsa rekabet artık bir hastalığa
dönüşmüş durumdadır (Jersild, 1979: 322).
Aşağıya öğretmen adaylarının ‘bilgi yarışması’na ilişkin izlenimleri
yazılmıştır.
“(…) Yarışma sonunda birinci olduk. Bu birincilikle kendime güvenim daha
da arttı. Arkadaşlarımın gözünde hep çalışkan, yarışmada birinci olan kızdım.
Bu beni hep yüceltti. İlk günlerde çok mutluydum. Fakat gitgide üzerimdeki
baskı artmaya başladı. İki yıl sonra 8. sınıfa geçmiştim. Gene bilgi yarışması
vardı. Gene aynı sonuç benden bekleniyordu. Fakat ben yarışmaya katılmak
istemiyordum. En sonunda katıldım. Sorulan soruların cevaplarını biliyordum ve
bir türlü aklıma gelmiyordu. Herkes benden cevapları bekliyordu. Kendimi
kafeste hissediyordum. O dakikalarda döktüğüm teri unutamam. Ve yarışma sonunda
sonuncu olduk. Yıkılmış ve yıkmıştım. O günden sonra kimseyi bir yarışma
içerisine sokmamaya karar verdim. Şu anda bir öğretmen adayı olarak
öğrencilerimi kesinlikle yarıştırmayı düşünmüyorum. Benim çocuklarım, benim
yaşadıklarımı yaşamasın” (D. Ç. , Ekim 2006).
“(…) Yarışmada biz 2. olmuştuk.
Tabii bu sonuç arkadaşlarımız arasında alay konusu olmuştu. Onlara göre
öğretmenin gözüne girmeyi başaran bizler mutlaka 1. olmalıydık. (…)[A]nladım ki
öğrenciler arasında seçime, farklılığa yol açacak hiçbir olayın yaşanmaması
gerekiyordu. Çünkü bu durum küçük yaştaki o çocukların dünyasını yıkabilir,
psikolojisini bozabilir. İlkokul çocuğu için arkadaş kavramı çok önemlidir. Bu
kavramı yitirmesi büyük bir sorun olabilir hayatında. (…)” Hülya Köse, Ekim
2006)
“(…) Yarışmaya sadece üç kişi çıkacaktı ama biz tam sekiz kişiydik. O
gün favoriler açıklandı ve ben yoktum. O gün orada yarışmaya katılanları
gerçekten çok kıskandım. O an yarışmaya girdim diye kendimden nefret ettim,
çünkü hem kötü duygular içindeydim hem de kendim için ölene kadar başarısızlık
anlaşması imzalamıştım. Bu kötü duygu hiçbir yarışta beni bırakmadı (…) Şimdiki
aklım olsa bilgi yarışmasına katılmazdım. Kendi çocuklarım olacak
öğrencilerimin de bilgi yarışmasına girmelerini engellemek için elimden geleni
yaparım (Aynur Öztürk, 2003).
Tabii ‘yumuşak yarışma’lar yapılabilir. Örneğin beden eğitimi dersinde
takımlar oluşturulup oyun niyetine yarışmalar yapılabilir, yapılıyor zaten. Ama
kazananın başı göğe ermesin, yitiren de yerin dibine geçmesin. Yas evinde düğün
olmaz, diye bir atasözümüz var ya, ne kazanan düğün yapsın ne de yitiren yas
tutsun.
Ruh sağlığı eğitimin ayrılmaz bir parçasıdır. İyi öğretmen öğrencilerini
ölümüne bir yarışa itmez (Yörükoğlu, 1978: 59).
Liselerarası ‘halk oyunları yarışması’ mı yapılsın, ‘halk oyunları
şenliği’ mi? Hangisinde arkadaşlar edinilir, sımsıcak ilişkiler, belki de yaşam
boyu sürebilecek dostluklar kurulur?
İlköğretim okulları futbol karşılaşmalarında son maç oynanırken, çocuğun
biri son dakikada penaltı kaçırmış. Beden eğitimi öğretmeni bu çocuğun önünde
diz çökmüş,
“Benim hayatımı bitirdin!” demiş. Breh breh breh… Bu öğretmenin ‘ubuntu’dan haberi yok.
Bir antropolog, Afrikalı bir kabilenin çocuklarıyla birlikteyken “Hadi
bir oyun oynayalım” diyor. "Yan yana dizilin. Şimdi şu ağaca koşacaksınız.
Birinci olan ağacın altındaki meyveleri yiyecek. Başla!” Ama o ne, çocuklar el
ele tutuşup birlikte koşuyorlar, ağaca birlikte varıyorlar, meyveleri de gülüş
cümbüş birlikte yemeye başlıyorlar. Antropolog şaşırıyor, neden böyle
yaptıklarını soruyor. ‘Ubuntu’ yaptık diyorlar. Nasıl olur da öbürleri
mutsuzken sadece biri mutlu olabilir (Bütün Dünya dergisi, Ocak 2018).
Ubuntu, Bantu dilindeki (Güney Afrika) bir kavram, ‘insanlık bağı’ anlamına geliyor. Özü şu: “Ben, ben olduğum için sen, sensin” ya da “ben, biz olduğumuz zaman benim.”
Nobel Barış Ödülü sahibi (1984) Güney Afrikalı Teolog Desmont Tutu,
‘ubuntu’yu şöyle açıklıyor: ‘Ubuntu’ya inanan bir insan değerlerine açıktır.
Başkaları iyi ve yetenekli olduğunda kendini tehdit altında duyumsamaz. Daha
büyük bir bütünün parçası olduğunu bilir, bu da onu özgüvenli yapar. Değerleri
çiğnendiğinde kendini de ezilmiş duyumsar (Günsel, 2020).
Amerika’da özellikli (otistik, down sendromlu…) çocukları koşturup
yarıştırmak istemişler. Yüzlere seyirci var. Komut veriliyor, çocuklar
fırlıyorlar, ama bir çocuk ikinci adımında tökezleyip düşüyor, başlıyor
ağlamaya. İlerleyen çocuklar duruyorlar, hepsi birden geri dönüyor, düşen
çocuğu kaldırıp el ele tutuşarak yürüyorlar, birlikte göğüslüyorlar ipi. Ne
sahne ama… Herkes gözyaşları içinde çılgınca alkışlıyor. Ne güzel ders
vermişler büyüklere, yarışmıyoruz işte!
İlle de yarışmaysa çocuk kendisiyle yarışsın.
KAYNAKÇA
Günsel, Elif (2020) “Afrika
Hümanizmi” Cumhuriyet, 15.03.2020
Jersild, Arthur T. (1979) Çocuk Psikoloji (Çev. Gülseren Günçe)
Ankara: AÜEF Yay: 79
Nas, Recep (2012) İnsan Olmak Öğretmen Olmak Bursa: Ezgi
Kitabevi
Razon, Norma (1987) “Öğrenme Olgusu
ve Okul Başarısını Etkileyen Faktörler” Ankara:
TED Eğitim ve Bilim dergisi
Sayı: 63: (13-20)
Shapiro, E. Lawrance (1998) Yüksek EQ’lü Çocuk Yetiştirmek (Çev.
Ümran Karal) İstanbul: Varlık Yay
Yörükoğlu, Atalay (1978) Çocuk Ruh Sağlığı Ankara: T. İş.
Bankası Kültür Yay.
-------------------------------------------------------------------------------------------
(*) Bu
yazı ÇAĞDAŞ EĞİTİM KOOPERATİFİ'nin e - dergisi olan ÇAĞDAŞ BAKIŞ'ta (Haziran
2021 Sayı: 39) yayımlanmıştır. (48-49)