22 Temmuz 2019 Pazartesi

EĞİTİMCİ AZİZ NESİN


                                                       EĞİTİMCİ AZİZ NESİN (*)

    
                                                            recepnas@uludag.edu.tr

                                             
     Aziz Nesin’le hiç yüz yüze gelmedim, bire bir dinlemedim onu. Ama iki toplantıda dinleme talihine eriştim, bir Bursa’da (1989), bir de Ankara’da (1991).Ne kadar konuşsa doyum olmazdı. Tatlı diliyle, ışıl ışıl bilinciyle, aydınlık yüzüyle anlatır da anlatırdı. Ne kadar çok konuşsa insana azıcık gelirdi.

     Boyunu aşan kitaplarından kaçını okudum, bilemem, ama epey kitabını okuduğumu söylersem yalan olmaz. Kolayca yazılmış gibi, yalın, sade… Süsten arınmış, sade bir dil. Yalınlık yüzeysellik değil, yalınkatlık hiç değil. Zaten yalın yazmak deneyim, birikim, ustalık ister. Kendisi söylüyor, çok yazdığım için çabucak yazdığımı sanıyorlar. Çok yazıyorum, çünkü kalemimle geçiniyorum.

     Aziz Nesin, doğal ki, düş gücü yüksek biri. Daha çocukluğunda bir devlet kurmayı düşlüyor, hesap kitap yapıyor, bakıyor bu olmayacak, bu kez kent kurmak istiyor, o da olmayınca köy kurayım bari diyor. Köyde kuramayınca kitaplarından, yazılarından- kendi ölçülerine göre- fazlaca para kazanmaya başlayınca, pis bir iş dediği miras meselesini halledip geri kalan parasıyla kimsesiz ya da yoksul halk çocukları için ‘Nesin Vakfı’nı kuruyor. Kendisi hep yatılı okumuş, önceleri ona bu olanağı devletin sağladığını düşünüyor, sonra anlıyor ki onu asıl barındıran, yedirip içirip giyindiren devlet değil, halk… Devlet, halktan aldığı vergilerle okutuyor onu. ‘Toplumsal borç’ dediği halka olan borcunu vakıf kurup sayıca az da olsa halk çocuklarını barındırarak ödemeye çalışıyor. Buna ilişkin bir şiiri de var.



                                                         ÖDENEMEYEN

Ey benim halkım/Ey benim eli açık, gözü kapalım/Yüreği açık, dili bağlım/Ey benim en güzelim/Ey benim en çirkinim// (…) Utanırım aldıklarım demeye/Gücüm yetmez borcum ödemeye/Bende hakkın çoktur halkım/ (…) Utanırım hakkını helal et demeye/Dünya durdukça durasın halkım (…)

     Öyküleri, romanları, tiyatro oyunları bir yana, benim en sevdiğim kitabı, Korkudan Korkmak… Bu kitapta Aziz Nesin’in eğitim vasiyetleri var, tam on beş tane. Öyle şeyler söylüyor ki, değme eğitimciyi kıskandırır, cebinden çıkarır. ‘Eğitim vasiyetleri’nden birkaç başlık yazayım:

     Vakıf çocuklarının üretmen olmalarını, eleştirel düşünmelerini, cezasız, ödülsüz yetişmelerini, yasaksız bir ortamda yetişmelerini, şımarma haklarının olmasını, kendilerini severek, değerli bularak yetişmelerini, meraklı olmalarını, büyük düşler kurmalarını istiyorum.

Bunlardan birkaçını açalım biraz:

“Vakıf çocuklarımla haftanın bir, kimileyin de iki günü toplanır konuşuruz. Toplantılarımızda onlara sık sık yineleyerek söylediğim şudur:

     ‘Benim söylediklerimi, büyük diye tanıdığınız başkalarının sözlerini de ille benimsemek zorunda değilsiniz. Sözlerimin yanlış bulduğunuz, herhangi bir nedenle benimseyemediğiniz yerleri varsa ya da tümüne karşıysanız açıkça söyleyin, tartışalım. (…) Salt insanları değil, gelenekleri, tabuları, yasaları, görenekleri, verilmiş yargıları, her şeyi eleştirmelisiniz. Eleştirmek, her zaman haklı olduğunuz anlamına gelmez. Ama bir şeyi eleştirdikten sonra benimserseniz, neyi niçin kabul etmiş olduğunuzu bilirsiniz. Eleştirinin amacı eleştiri değil, doğruyu bulmaktır. Eleştiri olsun diye eleştirmek, (…) ille de eleştirmek alışkanlığı bilgiçlik taslama biçimine gelebilir. Bunu önlemek için de, özeleştiri ve özdenetim gereklidir” (1988: 77).

     Özeleştiri onun için bir yaşam biçimi, ‘Nesin’ soyadını da bundan ötürü alıyor.  Memleketin Birinde Hoptirinam adlı kitabında anlatıyor: “(…) Her türlü yağmada hep sona kaldığım için güzel soyadı yağmasında da sona kaldım. Ben de kendi kendime sordum:

      -- Sen nesin? Ve kendime ‘NESİN’ soyadını aldım. Herkes ‘Nesin’ diye çağırdıkça ne olduğumu düşünüp kendime geleyim istedim.”

     Nesin’e göre, çocuk, hiçbir zaman suçlu olamayacağı için cezalandırılmaz. Ödül de özendiricidir, çocuk salt ödül kazanmak için yarışa alıştırılırsa her başarıdan sonra ödül bekleme gibi kötü bir alışkanlık edinir. Dahası ödül, çocuklar arasında kıskançlık, sevgisizlik, haset yaratır ( 1988: 79).

     Nesin Vakfı’na her yıl Alman eğitimciler gelirmiş. O yıl gelen eğitimcinin ayrılacağı gün bir toplantı yapılıyor. Nesin, ona bizi eleştir, yanlışlarımızı söyle diyor. Eleştirilerden biri, kimi çocukların eşyalarının değerini bilmemeleri… Önerisi de, ayakkabılarını kötü kullanıp çabuk eskiten çocuğa yeni ayakkabı alınmaması… Bunu biz yapamayız, diyor Nesin. Yaparsak, çocuğu dolaylı olarak cezalandırmış, aşağılamış oluruz. Geçenlerde bahçede bulduğum, ökçesine basılmış bir çift ayakkabının sahibini –arkadaşlarının yanında utandırmamak için- araştırmadım bile. Bizim eğitim yöntemimize göre doğru olan,  ayakkabısını erkenden eskiten çocuğa yeni ayakkabı almamak değil, ayakkabısını nasıl kullanması gerektiğini öğretmektir. Ayrıca, aylık harcamalarımızı, gelir-giderlerimizi, çektiğimiz sıkıntıları anlatmamız gerekiyor (1988: 80).

      Nesin Vakfı’nda yasak yok. Yasaklama, bir eğitim yöntemi olamaz. Yasak, yasaklayanın         var olduğu, gücünün sürdüğü sürece geçerlidir. Yasağı koyan gücün bulunmadığı zaman yasak kalmaz. Önemli olan, çocuğu, neyi, ne zaman, nasıl yapacağına ya da yapmayacağına kendiliğinden karar verecek biçimde eğitmektir. Bu da özdenetim kazandırmakla, içdisiplin geliştirmekle olur. Aşçı, mutfağı dağıttıkları için çocukların gece mutfağa girmelerini yasaklamamızı istedi, ben kabul etmedim. Ama ocağı açık bırakıyorlardı, üstünde çaydanlığı da unutarak… Yönetim de mutfağı gece kilitlemeye başlamış. Bunu öğrenince yasağı kaldırdım. Bu bir önlem, tamam, olası yangını önler. Ama yasaklamakla, işi bittikten sonra ocağı söndürmeyi öğretmiş olmuyorduk (1988: 81-82).

     Nesin’e göre, şımarma, çocuğun ruhsal bir gereksinmesi. Çocukluğunun belli bir döneminde şımarmamış çocuklar, bu eksikliklerini yaşamları boyunca –aşağılık duygusu olarak-doyumsuzluk belirtileri içinde sürdürüyorlar. Çocuğa şımarma hakkı tanımak, onu şımarık yapmak değildir. Şımarma dönemindeyken gereksindiği kadar, gerektiği kertede şımartmak gerekir. Şımarık çocuklar, sanıldığının tersine, ya hiç şımartılmamış ya    gereğinden çok şımartılmış ya da şımartılmakta geç kalınmış çocuklardır. Yeterince, gereğince şımartılmamış çocuklar büyüdükçe saldırgan, kırıcı, yıkıcı, sevgisiz, kıyıcı oluyorlar (1988: 84-85).

     Aziz Nesin cimri diye tanınır. Cimri değil o, yetingen, tutumlu bir insan. Vakıf çocuklarının tabaklarında bir tek pirinç tanesi bile bıraktırmıyormuş. Hesap da yaptırıyormuş, dünyada her çocuk tabağında bir pirinç tanesi bıraksa kaç kilogram/ton pirinç ziyan olur, çöpe gider diye. Yazılarını bir defter boyutunda kestiği, atılmış film afişlerinin arkalarına yazarmış. Oğlu Ali Nesin anlatıyor, Ankara’nın soğuk, karlı bir gecesinde taksiye binmek istemiyor. Ona vereceğim parayı ‘çocuklarım’ için harcarım, diyor. Ali Nesin’e göre, Vakfa gömülmek istiyordu, ama Vakıf arazisinden – bir mezarlık da olsa - toprak eksilsin istemiyordu. Altında yattığı toprağın üstünden de yararlanılmalıydı, çocuklar oynayabilmeliydi örneğin. (*)    

     Yabancı bir yazar, Aziz Nesin’i, çok yazıyorsun, diye eleştiriyormuş. Gün gelmiş, bu yazar Aziz Nesin’in konuğu olmuş. İstanbul’u gezip ‘memleketimden insan manzaraları’nı gördükten sonra, “az, az bile yazmışsın” diyor.

     Gene başka bir yabancı yazar da Türkiye’de bir süre kaldıktan sonra giderken, Aziz Nesin’e “seni düş gücü zengin biri sanıyordum. Yok, sen sadece gördüklerini yazmışsın” diyor.  

     Aziz Nesin’i televizyonda da dinledim. Herkesi güldürüyorsunuz, peki siz neye gülüyorsunuz, diye soruldu.  Düşündü bir çala, birini anlatayım, dedi. Taksim’de ilk duraktan eşimle belediye otobüsüne bindik. Kalkış saati gelince şoför kontak anahtarını çevirdi, gır gır gır, çalışmadı. Bir daha denedi, gene çalışmadı. Üçüncüde de olmayınca, şoför otobüsten hızla indi, çekti gitti. Bir süre bekledik, gelmeyince eşim, “nereye gitti bu adam?” diye sordu. Ben de “otobüsü Atatürk’e şikâyete gitti” dedim. Der demez de gülmeye başladık, eve gelene kadar da güldük.

     Aziz Nesin, siyasal baskının en yoğun olduğu zamanlarda, zor günlerde aydın olmanın sorumluluklarını üstlenmiştir, hep de en önde olmuştur. Ama kendisi gibi sadece bir avuç insanın çabasının yetmeyeceğini belirtmek için bir fıkra anlatırdı. İşte o fıkra… Komutan askere soruyor, düşman önden gelirse ne yaparsın? Tüfengimi doğrulturum. Arkadan gelirse? Tüfengimi arkaya çeviririm. Sağdan gelirse, soldan gelirse, tüfeğini sağa, sola çevireceğini söylüyor. Ya yukardan gelirse? Asker iyice bunalmış, bu kez o soruyor. Komutanım, Mustafa Kemal’in benden başka askeri yok mu?         

    Madımak ateşinin yakıcılığına, insanlık için çarpan kalbi iki yıl dayanabildi. 6 Temmuz

1995’te yitirdik onu. Ama o yaşıyor, romanlarıyla, öyküleriyle, yazılarıyla, tiyatro oyunlarıyla, şiirleriyle… Bir de bir deyim armağan etti bize, hem acıklı hem de gülünç (trajikomik)  olan bir olay için söylenen, ‘Tam Aziz Nesinlik’…



                            KAYNAKLAR



Nesin, Aziz (1988) Korkudan Korkmak  2. baskı İstanbul: Adam Yay.
(*)http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/kultur-sanat/167363/_Aziz_Nesin_halka_borc_oduyordu_.html

(*) Bu yazı Çağdaş Eğitim Kooperatifi’nin e-dergisi olan ÇAĞDAŞ BAKIŞ’ta (Haziran 2019 Sayı: 31) yayımlanmıştır.

          


1 yorum:

  1. Merhaba amcam. Yine akıcı bir dille, şahane anlatmışsın. Hemen Aziz Nesin in bir kitabını okumalıyım.... virüs bizi eve kapattığı için evde bulunanlardan birine başlayacağım:))) Teşekkürler.

    YanıtlaSil