EĞİTİMCİ AZİZ NESİN (*)
Boyunu aşan kitaplarından kaçını okudum, bilemem, ama epey kitabını
okuduğumu söylersem yalan olmaz. Kolayca yazılmış gibi, yalın, sade… Süsten
arınmış, sade bir dil. Yalınlık yüzeysellik değil, yalınkatlık hiç değil. Zaten
yalın yazmak deneyim, birikim, ustalık ister. Kendisi söylüyor, çok yazdığım
için çabucak yazdığımı sanıyorlar. Çok yazıyorum, çünkü kalemimle geçiniyorum.
Aziz Nesin, doğal ki, düş gücü yüksek biri. Daha çocukluğunda bir devlet
kurmayı düşlüyor, hesap kitap yapıyor, bakıyor bu olmayacak, bu kez kent kurmak
istiyor, o da olmayınca köy kurayım bari diyor. Köyde kuramayınca kitaplarından,
yazılarından- kendi ölçülerine göre- fazlaca para kazanmaya başlayınca, pis bir
iş dediği miras meselesini halledip geri kalan parasıyla kimsesiz ya da yoksul
halk çocukları için ‘Nesin Vakfı’nı kuruyor. Kendisi hep yatılı okumuş,
önceleri ona bu olanağı devletin sağladığını düşünüyor, sonra anlıyor ki onu
asıl barındıran, yedirip içirip giyindiren devlet değil, halk… Devlet, halktan
aldığı vergilerle okutuyor onu. ‘Toplumsal borç’ dediği halka olan borcunu vakıf
kurup sayıca az da olsa halk çocuklarını barındırarak ödemeye çalışıyor. Buna
ilişkin bir şiiri de var.
ÖDENEMEYEN
Ey
benim halkım/Ey benim eli açık, gözü kapalım/Yüreği açık, dili bağlım/Ey benim en
güzelim/Ey benim en çirkinim// (…) Utanırım aldıklarım demeye/Gücüm yetmez
borcum ödemeye/Bende hakkın çoktur halkım/ (…) Utanırım hakkını helal et
demeye/Dünya durdukça durasın halkım (…)
Öyküleri, romanları, tiyatro oyunları bir yana, benim en sevdiğim
kitabı, Korkudan Korkmak… Bu kitapta Aziz Nesin’in eğitim vasiyetleri var, tam
on beş tane. Öyle şeyler söylüyor ki, değme eğitimciyi kıskandırır, cebinden
çıkarır. ‘Eğitim vasiyetleri’nden birkaç başlık yazayım:
Vakıf çocuklarının üretmen olmalarını, eleştirel düşünmelerini, cezasız,
ödülsüz yetişmelerini, yasaksız bir ortamda yetişmelerini, şımarma haklarının
olmasını, kendilerini severek, değerli bularak yetişmelerini, meraklı
olmalarını, büyük düşler kurmalarını istiyorum.
Bunlardan birkaçını
açalım biraz:
“Vakıf
çocuklarımla haftanın bir, kimileyin de iki günü toplanır konuşuruz. Toplantılarımızda
onlara sık sık yineleyerek söylediğim şudur:
‘Benim söylediklerimi, büyük diye tanıdığınız başkalarının sözlerini de
ille benimsemek zorunda değilsiniz. Sözlerimin yanlış bulduğunuz, herhangi bir
nedenle benimseyemediğiniz yerleri varsa ya da tümüne karşıysanız açıkça
söyleyin, tartışalım. (…) Salt insanları değil, gelenekleri, tabuları,
yasaları, görenekleri, verilmiş yargıları, her şeyi eleştirmelisiniz.
Eleştirmek, her zaman haklı olduğunuz anlamına gelmez. Ama bir şeyi eleştirdikten
sonra benimserseniz, neyi niçin kabul etmiş olduğunuzu bilirsiniz. Eleştirinin
amacı eleştiri değil, doğruyu bulmaktır. Eleştiri olsun diye eleştirmek, (…)
ille de eleştirmek alışkanlığı bilgiçlik taslama biçimine gelebilir. Bunu
önlemek için de, özeleştiri ve özdenetim gereklidir” (1988: 77).
Özeleştiri onun için bir yaşam biçimi, ‘Nesin’ soyadını da bundan ötürü
alıyor. Memleketin Birinde Hoptirinam
adlı kitabında anlatıyor: “(…) Her türlü yağmada hep sona kaldığım için güzel
soyadı yağmasında da sona kaldım. Ben de kendi kendime sordum:
-- Sen nesin? Ve kendime ‘NESİN’ soyadını aldım. Herkes ‘Nesin’ diye
çağırdıkça ne olduğumu düşünüp kendime geleyim istedim.”
Nesin’e göre, çocuk, hiçbir zaman suçlu olamayacağı için
cezalandırılmaz. Ödül de özendiricidir, çocuk salt ödül kazanmak için yarışa
alıştırılırsa her başarıdan sonra ödül bekleme gibi kötü bir alışkanlık edinir.
Dahası ödül, çocuklar arasında kıskançlık, sevgisizlik, haset yaratır ( 1988:
79).
Nesin Vakfı’na her yıl Alman eğitimciler gelirmiş. O yıl gelen eğitimcinin
ayrılacağı gün bir toplantı yapılıyor. Nesin, ona bizi eleştir, yanlışlarımızı
söyle diyor. Eleştirilerden biri, kimi çocukların eşyalarının değerini
bilmemeleri… Önerisi de, ayakkabılarını kötü kullanıp çabuk eskiten çocuğa yeni
ayakkabı alınmaması… Bunu biz yapamayız, diyor Nesin. Yaparsak, çocuğu dolaylı
olarak cezalandırmış, aşağılamış oluruz. Geçenlerde bahçede bulduğum, ökçesine
basılmış bir çift ayakkabının sahibini –arkadaşlarının yanında utandırmamak
için- araştırmadım bile. Bizim eğitim yöntemimize göre doğru olan, ayakkabısını erkenden eskiten çocuğa yeni
ayakkabı almamak değil, ayakkabısını nasıl kullanması gerektiğini öğretmektir. Ayrıca,
aylık harcamalarımızı, gelir-giderlerimizi, çektiğimiz sıkıntıları anlatmamız
gerekiyor (1988: 80).
Nesin Vakfı’nda yasak yok. Yasaklama, bir eğitim yöntemi olamaz. Yasak,
yasaklayanın var olduğu, gücünün
sürdüğü sürece geçerlidir. Yasağı koyan gücün bulunmadığı zaman yasak kalmaz.
Önemli olan, çocuğu, neyi, ne zaman, nasıl yapacağına ya da yapmayacağına
kendiliğinden karar verecek biçimde eğitmektir. Bu da özdenetim kazandırmakla,
içdisiplin geliştirmekle olur. Aşçı, mutfağı dağıttıkları için çocukların gece
mutfağa girmelerini yasaklamamızı istedi, ben kabul etmedim. Ama ocağı açık
bırakıyorlardı, üstünde çaydanlığı da unutarak… Yönetim de mutfağı gece
kilitlemeye başlamış. Bunu öğrenince yasağı kaldırdım. Bu bir önlem, tamam, olası
yangını önler. Ama yasaklamakla, işi bittikten sonra ocağı söndürmeyi öğretmiş
olmuyorduk (1988: 81-82).
Nesin’e göre, şımarma, çocuğun ruhsal bir gereksinmesi. Çocukluğunun
belli bir döneminde şımarmamış çocuklar, bu eksikliklerini yaşamları boyunca
–aşağılık duygusu olarak-doyumsuzluk belirtileri içinde sürdürüyorlar. Çocuğa
şımarma hakkı tanımak, onu şımarık yapmak değildir. Şımarma dönemindeyken
gereksindiği kadar, gerektiği kertede şımartmak gerekir. Şımarık çocuklar,
sanıldığının tersine, ya hiç şımartılmamış ya gereğinden çok şımartılmış ya da
şımartılmakta geç kalınmış çocuklardır. Yeterince, gereğince şımartılmamış
çocuklar büyüdükçe saldırgan, kırıcı, yıkıcı, sevgisiz, kıyıcı oluyorlar (1988:
84-85).
Aziz Nesin cimri diye tanınır. Cimri değil o, yetingen, tutumlu bir
insan. Vakıf çocuklarının tabaklarında bir tek pirinç tanesi bile
bıraktırmıyormuş. Hesap da yaptırıyormuş, dünyada her çocuk tabağında bir pirinç
tanesi bıraksa kaç kilogram/ton pirinç ziyan olur, çöpe gider diye. Yazılarını
bir defter boyutunda kestiği, atılmış film afişlerinin arkalarına yazarmış.
Oğlu Ali Nesin anlatıyor, Ankara’nın soğuk, karlı bir gecesinde taksiye binmek
istemiyor. Ona vereceğim parayı ‘çocuklarım’ için harcarım, diyor. Ali Nesin’e
göre, Vakfa gömülmek istiyordu, ama Vakıf arazisinden – bir mezarlık da olsa - toprak
eksilsin istemiyordu. Altında yattığı toprağın üstünden de yararlanılmalıydı,
çocuklar oynayabilmeliydi örneğin. (*)
Yabancı bir yazar, Aziz Nesin’i, çok yazıyorsun, diye eleştiriyormuş.
Gün gelmiş, bu yazar Aziz Nesin’in konuğu olmuş. İstanbul’u gezip
‘memleketimden insan manzaraları’nı gördükten sonra, “az, az bile yazmışsın”
diyor.
Gene başka bir yabancı yazar da Türkiye’de bir süre kaldıktan sonra
giderken, Aziz Nesin’e “seni düş gücü zengin biri sanıyordum. Yok, sen sadece
gördüklerini yazmışsın” diyor.
Aziz Nesin’i televizyonda da dinledim. Herkesi güldürüyorsunuz, peki siz
neye gülüyorsunuz, diye soruldu. Düşündü
bir çala, birini anlatayım, dedi. Taksim’de ilk duraktan eşimle belediye
otobüsüne bindik. Kalkış saati gelince şoför kontak anahtarını çevirdi, gır gır
gır, çalışmadı. Bir daha denedi, gene çalışmadı. Üçüncüde de olmayınca, şoför
otobüsten hızla indi, çekti gitti. Bir süre bekledik, gelmeyince eşim, “nereye
gitti bu adam?” diye sordu. Ben de “otobüsü Atatürk’e şikâyete gitti” dedim.
Der demez de gülmeye başladık, eve gelene kadar da güldük.
Aziz Nesin, siyasal baskının en yoğun olduğu zamanlarda, zor günlerde
aydın olmanın sorumluluklarını üstlenmiştir, hep de en önde olmuştur. Ama kendisi
gibi sadece bir avuç insanın çabasının yetmeyeceğini belirtmek için bir fıkra
anlatırdı. İşte o fıkra… Komutan askere soruyor, düşman önden gelirse ne yaparsın?
Tüfengimi doğrulturum. Arkadan gelirse? Tüfengimi arkaya çeviririm. Sağdan
gelirse, soldan gelirse, tüfeğini sağa, sola çevireceğini söylüyor. Ya yukardan
gelirse? Asker iyice bunalmış, bu kez o soruyor. Komutanım, Mustafa Kemal’in
benden başka askeri yok mu?
Madımak ateşinin yakıcılığına, insanlık için çarpan kalbi iki yıl
dayanabildi. 6 Temmuz
1995’te yitirdik onu. Ama o yaşıyor,
romanlarıyla, öyküleriyle, yazılarıyla, tiyatro oyunlarıyla, şiirleriyle… Bir
de bir deyim armağan etti bize, hem acıklı hem de gülünç (trajikomik) olan bir olay için söylenen, ‘Tam Aziz
Nesinlik’…
KAYNAKLAR
Nesin, Aziz (1988) Korkudan
Korkmak 2. baskı İstanbul: Adam Yay.
(*)http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/kultur-sanat/167363/_Aziz_Nesin_halka_borc_oduyordu_.html
(*) Bu yazı Çağdaş Eğitim Kooperatifi’nin
e-dergisi olan ÇAĞDAŞ BAKIŞ’ta (Haziran 2019 Sayı: 31) yayımlanmıştır.
Merhaba amcam. Yine akıcı bir dille, şahane anlatmışsın. Hemen Aziz Nesin in bir kitabını okumalıyım.... virüs bizi eve kapattığı için evde bulunanlardan birine başlayacağım:))) Teşekkürler.
YanıtlaSil