EĞİTİM TEKNOLOJİSİ HER DERDE DEVA MI? (*)
Araçlar, bilgilerin duyular yoluyla özümsenmesine, kolay, doğru, kalıcı
öğrenilmesine yardım eder, etkin öğretimi olanaklı kılar. Böylece çalışmalar
ezberci, hazırcı, can sıkıcı olmaz. Konular çekici, heyecanlı bir biçimde
işlenir, derinleştirilir. (Dengiz, 1965:3) Olabildiğince fazla duyu organına
seslenilmesi ilgi çekici olur, anlayarak öğrenmeyi sağlar.
Özcesi, araç, öğretimi destekler, anlamayı kolaylaştırır. Öğretmenin
öğretme gücünü artırır, ama öğretmenin yerini tutamaz. (Okan, 1983: 57)
Teknoloji eni sonu araçtır, amaç durumuna getirilemez. Ama bakın bir MEB
yetkilisi ne diyor: “Biz eğitim için belirlenen hedeflere en iyi uyan teknoloji
nedir diye bakmıyoruz, Eğitimi verilen teknolojiye uydurmaya çalışıyoruz.”
(Bursalı, 2014: 2) Böylece teknoloji amaç yapılıyor, FATİH (Fırsatları Artırma
ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi) tasarısı da bu anlayışın ürünü işte.
Bilgisayar da her eğitim aracı gibi önemli, ama her derde deva değil.
Bilgisayar, öğretme-öğrenme ortamını zenginleştirecek araçlardan birisi
yalnızca, o da uygun yazılımların hazırlanması, etkili kullanılması koşuluyla…
(Akkoyunlu, 1992: 321)
Petek Aşkar’ın dediği gibi, Teknoloji kendiliğinden daha iyi eğitim
yapmamızı sağlamıyor, daha iyi bir eğitim için bize olanak yaratıyor. Onu nasıl
kullanacağımız, nasıl bir eğitim düşündüğümüzle ilgili.
Giray Berberoğlu’na göre de, teknolojinin kullanılması kendi başına
öğrenmeyi geliştirici bir etki yaratmıyor. Önemli olan içerik açısından
öğrencilerin doğru, etkin çalışmalar yapması… Kaldı ki içeriği doğru olan
çalışmalar her türlü ortamda yapılabilir, bilgisayar
kullanmak da şart değil. (1)
Yeni bir teknolojik yenilik ortaya çıktığında, bunun öğretme-öğrenme
ortamında etkilice kullanılabileceği düşünülmüştür hep. ‘Okul Radyosu’ndan çok
şey umuldu, sonra ‘Okul Televizyonu’ndan… Öyle ya, işitsel-görsel bir araçtı,
uzaklık ve zaman kavramından bağımsız olarak her eve girebilecekti. Daha sonra
da VCR’ye (video kayıt) umut bağlandı. Dersler videoya kaydedilir, herkes
istediğinde kullanabilir. Ama olmadı, bunlar eğitimde devrimsel bir dönüşüm
yaratmadı ( Şimşek, 2014). Video, kitabın eğitimdeki saltanatını yıkmaya
kalkışmıştır, ama kitabın egemenliği altında hizmet vermekle yetinmiştir
(Baykal, 1988).
Bir ara BDÖ (Bilgisayar Destekli Öğretim) baş tacı edildi. BDÖ’den verim
alınabilmesi için ilkin öğretmenlerin eğitilmesi gerekirdi, bu yapılmadı.
Önemli olan belli araçların sınıfta bulunması değil, bunların nasıl kullanılacağı…
(Açıkgöz, 1996: 27) Bizdeyse- meraktan,
biraz da gösteriş için-, okullar bilgisayarlarla donatıldı, ama tozlanmasın
diye üstleri örtüldü.
Amerikalı Astrofizikçi Clifford Stoll (2000: 15)anlatıyor: “Yeni bir
buluş keşfeden herkes eğitimde devrim yaratacağına inanıyor. Thomas Alva Edison
1922 yılında sesli filmin beş yıl içinde ders kitaplarının yerini alabileceğini
öne sürmüştü. Bazı insanlar okullara radyoyu getirmeye çalıştılar, ama olmadı.
Tabii daha sonra da okul televizyonunu… Ama bununla hiçbir şey öğrenilmiyor.
Karşısında oturanlar, ‘Aaa, bak ne kadar ilginç!’ demekten başka bir şey
yapmıyorlar. Aynı şey internet için de geçerli.”
Gelişmiş ülkeler teknolojiyi yaratıp geliştirir, azgelişmiş ülkelerse bu
teknolojiyi alır kullanır. İkisinin arasındaki fark yalnızca bu değil ama.
Gelişmiş ülkeler yarattıkları teknolojinin insana etkilerini araştırıyor,
kullanımı için düzenleyici kurallar üzerinde çalışıyor. Azgelişmiş ülkelerse
yeni teknolojiyi denetimsizce kullanmayı gelişmişlik ölçüsü, saygınlık öğesi
olarak algılıyor (Nakajima, 2014: 14).
Silikon Vadisi (San Jose), bilişim teknolojisi devlerinin merkezi,
Google’dan tutun da Apple’a kadar… Buradaki şirket yöneticilerinin çocukları
bilgisayardan, tabletlerden, akıllı telefonlardan oluşan bir ‘teknoloji
cenneti’nde yaşamıyorlar ama. Bu çocuklar için yeğlenen, yoğun fiziksel ve
kültürel etkinlik yaptıran, yaşamın içinden örneklerle deneysel eğitim veren,
teknoloji girmeyen bir okul… Yaratıcı yazma, müzik, dans, spor, tiyatro, öne
çıkan çalışmalar. Böylesi etkinlikler, duygu ve düşünce eğitimi için yaşamsal
önem taşıyor. Bilgisayarın bu becerilerin, yetilerin gelişmesine katkısı
olmadığına, çocuğun devinişsel (psikomotor) gelişmesini duraklattığına
inanılıyor (Nakajima, 2014: 14). Bu okulda bilgisayar, akıllı telefon yerine
karatahta, tebeşir, kâğıt, kalem var, bir de çamur… Örgü örülüyor, dikiş
dikiliyor. Bolca da oyun odaklı öğrenme, öykü anlatma var. (2)
Zaten ‘Waldorf Okulu’nda da, çocukların yaratıcılıklarına ket vurmasın,
onları cama kilitleyip masa başında oturtmasın diye teknolojik araçların
kullanılması öğretilmiyor. (3)
Stoll’a (2000: 14), “Öğrencilerin çoğu Shakespeare’ i sadece kitaptan
okumak zorunda kalıyor” dendiğinde, “ Evet, böylesi daha iyi” diyor. “Bu
onların düş güçlerini artırmakta. Hazır bilgiyi yutmak yerine düşünüyorlar,
düşlem (fantezi) üretiyorlar. Bilgisayarda bir resme bakıp ‘Ha, demek Julia
böyle biriymiş’ demekle yetiniyorlar, ama oyunu okuyan onu kendi düşlüyor. Multimedya
düş gücünü köreltiyor. (…) Ses ve
görüntü belki bilgileri çoğaltıyor, ama verilmek
istenen asıl ileti yitip gidiyor.”
Doğan Hızlan da aynı görüşte: “Görsellik edebiyat için tehlikeli mi?
Evet. Çünkü görsellik insanın çabasını en aza indirgiyor, edilgin bir duruma
getiriyor. (…) Görsellik, kitap üstüne kafa patlatmak yerine uçuculuğu
aşılıyor.” (Radikal Kitap,07.06.2002 Sayı: 64)
Bir okur, Aysel Köksal “Okuduğum bazı masalların filmlerini izlemek hiç
de keyifli gelmedi bana” diyor, “Çünkü okurken kostümleri, oyuncuların fiziki
görünümlerini, mekânları ben belirliyorum.” (abece dergisi, Kasım 2002 Sayı:
195)
New York Times’da yayımlanan bir araştırmada, lise öğrencilerinin
yazdıkları metinlerin giderek sığlaştığı, derinliğini yitirdiği belirtiliyor.
Öğretmenler de bilgisayar, akıllı telefon, tablet, video gibi araçların
camlarında sürekli devinen görsellerin, çocukların ve gençlerin dikkat süresini
çok kısalttığını, bilgisunardan olduğu gibi alınan bilgilerle yapılan ödevlerin
de araştırmayı, anlayarak öğrenmeyi engellediğini söylüyorlar. (Nakajima, 2014:
14)
Gene “Eylül 2011’de New York Times gazetesinin yayımlamaya başladığı,
ABD’deki okullarda uygulamaları inceleyen bir yazı dizisinde (www.nytimes.com/2011/09/04/technology-inschools-faces-questions-on-value.html?ref=technology), yoğun
teknoloji kullanılan okullarda öğrencilerin öğrenme düzeylerinin iyileşmediği,
hatta kötüleşebildiği açıkça gösteriliyor. (Coşkunoğlu, 2012)
Bizde de giderek yaygınlaşan, derslerde, konferanslarda kullanılan
‘PowerPoint’ (görsel sunum) de eleştirilerden nasibini alıyor. Smith (2015) eleştirenlerden
biri: “[D]inlediğim dersler Microsoft’un müthiş başarılı ‘sunum’ programının
derin düşüncenin sadece düşmanı değil, aynı zamanda onu yok edici bir şey
olduğuna ve en hevesli dinleyiciyi bile uyutmak için bilimsel olarak
tasarlanmış olabileceğine dair içimde şüpheye yer bırakmamıştı.” Öyle ya,
görsel sunum yapan kişi bir yandan da anlatıyor ya da yazıları okuyor. İnsan
onu mu dinlesin, yazıları mı okusun, görsellere mi odaklansın, arada kalıyor.
Oysa, öğrenmek için, dikkatin tek bir şeye odaklanması gerekir. Adair soruyor
(2006: 70), insanlar iletiyi alıyorlar mı, yoksa albenili görsel desteklere,
resimli örneklere dalıp gidiyorlar mı?
Bir deneyden söz edelim. Deneklere kırk anımsanabilir tümce söyleniyor.
Örneğin, devekuşunun gözü beyninden büyüktür. Denekler bu tümceleri bilgisayara
kopyalıyorlar. Sonra deneklerin yarısına, bilgiler bilgisayara kaydedildi, öbür
yarısına da kaydedilmedi deniyor. Bilgilerin bilgisayara kaydedildiğini
düşünenler tümceleri anımsamakta çok daha kötü başarım gösteriyorlar. Demek ki
bilgisayar belleğimizin bir parçası olarak görülüyor, bu da zihnimizi daha az
kullanmaya yol açıyor. (4)
Stoll’a (2000: 15) göre, esin, özveri, sorumluluk gibi özelikler hiçbir
multimedya aracıyla edinilemez. Bunları ancak, çocuklara, insan insana iletişim
kuran insanlar sağlayabilir. Gene Stoll, “Bana öyle bir multimedya aracı
söyleyin ki, bir öğretmenin heyecanlı anlatımını yansıtan gerçek bir
Shakespeare sunabilsin” diyor.
Vurgulayalım, zaten öğrenmeyi
etkileyen etkenler içinde teknoloji gerilerde kalıyor. (Şimşek, 2014: 13)
“Bir insanı ahlaklı yetiştirmeden yalnızca bilişsel eğitim vermek
topluma bir bela yetiştirmektir” diyor Franklin D. Roosevelt. Öyledir, yalnızca
bilgili olanın kafasındaki bilgi, hırsızın elindeki fener gibidir, bilgisini
kötüye kullanabilir. (Kaptan, 1981: 7) Öyle ki, teknolojik bilgiyle, beceriyle
donanımlı üstün zekâlı biri AIDS’i önleyici bir ilacı bulabileceği gibi, bir
salgına yol açacak virüsü de açığa çıkarabilir (Cumhuriyet,15.10.1995). ‘I. Körfez
Savaşı’nda (1991) Amerikalı bir asker attığı topun üzerine ‘With love’
yazmıştı.
Nazi toplama kampından nasılsa kurtulmuş bir okul müdürü, Haim
Ginott’nun eline bir pusula tutuşturuyor, şunları yazmış: “Bir toplama kampından
sağ kurtulmuş bir insanım. Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri
gördü. Bilgili mühendisler tarafından yapılan gaz odaları, iyi öğrenim görmüş
doktorlar tarafından zehirlenen çocuklar, eğitilmiş hemşireler tarafından
öldürülen bebekler… (…) Öğrencilerinize insan olmayı öğretin. Çabalarınız
bilgili canavarlar, yetenekli ruh hastaları ya da eğitilmiş Eichmann’lar
yaratmamalı. (…)” (Buscaglia, 1994: 126).
Demek ki duygu ve kişilik eğitimini öncelemek gerekir. Öncelikle ruhsal
yönden de sağlıklı, sağlam kişilikli, özgüvenli, sağlıklı ve etkili iletişim
kurabilen, empatik davranabilen insansever insanı yetiştirelim.
Çocuğun aklından önce kalbini eğitelim, duygusal zekâsını geliştirelim.
Duygusal zekânın bir öğesi de empatidir, yani duyguları okuma… Ahlakın kökleri
empatide yatar. Bireyin empati düzeyi ahlaksal yargılarını biçimlendirir. Bu da
bireyin başkalarıyla ilgilenmesine, yardımseverliğine, sevecenliğine yol açar
(Goleman, 1998: 128,137, 138).
‘Waldorf Okulu’nda duygu ve istenç eğitimi önemseniyor, önceleniyor.
Çocuk bedensel, zihinsel, duygusal, toplumsal yönleriyle bir bütün olarak tanınıyor,
bir bütün olarak da eğitiliyor.(3)
Öğrenmenin birincil koşulu, öğrenme isteği
duymaktır. Ama Henry Van Dyke’ın dediği gibi, bilgi aşkı kişisel temasla geçer.
İkinci koşul, nitelikli, öğrencilerin gereksinmelerini, ilgilerini karşılayan
bir program… Çocuğa göre bir okul, çevre düzenlemesi, öğrenmeye uygun fiziksel
ortam, bu da üçüncü koşul. Bozkurt Güvenç’in deyişiyle, iyi bir mekân ilkin
insanın davranışını değiştirir. Ama ille de ruhsal ortam, bu da dördüncü koşul.
Çünkü çocuk kendini iyi duyumsadığı bir ortamda iyi, özgürce davranır, iyi
düşünür, kendini geliştirir (Faber ve Mazlish, 1992: 17) Ne ki öğretmen-öğrenci
ilişkileri kötüyse, öğretmen asık suratlıysa, öğrencilerini sevmiyor da
azarlıyor, tersliyor, aşağılıyor, alaya alıyorsa, böyle olumsuz bir ruhsal
ortam ilk üç koşulu olumsuzluğa çevirebilir. Öğrencinin öğrenme isteği söner,
program sağlıklı işlemez, olumlu fiziksel ortamın da önemi kalmaz, istendiği
kadar teknolojik donanımlı bir okul olsa da… Demek ki bir sonraki olumsuzluk,
önceki olumluluğu olumsuzluğa çevirebilir. Tersi de doğru, bir sonraki
olumluluk, önceki olumsuzluğu olumluluğa çevirebilir. Dolayısıyla bu dört
koşulda baskın olan, asıl belirleyici olan son kertede dördüncü koşuldur,
ruhsal ortamdır (Nas, 2012: 254).
Öğretmenle öğrenci arasındaki duygusal
bağ, öyle ya da böyle, öğrencilerin dersi öğrenip öğrenemeyeceğini belirler.
Dersi ustalıkla düzenlese de öğrencilerince sevilmeyen bir öğretmen pek de
etkili olamaz
(Willingham, 2011: 61).
“Eğer bir okulda çatışmaların çözümünde hâlâ ‘Yöntem I’ (Öğretmen
kazanır, öğrenci yitirir) kullanılıyorsa, çocuklar yıkıcı ‘sen dili’nin hedefi
oluyorlarsa, o okulun merdivenlerinin halı döşeli olmasının, bilgisayarlarla
donatılmasının önemi yoktur” (Gordon, 2001: 288).
ERG’nin (Eğitimde Reform Girişimi), ‘FATİH Projesi Eğitimde Donanım İçin
Bir Fırsat Olabilir mi? Politika Analizi ve Önerileri’ başlıklı raporunda
belirtildiği gibi, teknoloji tek başına okul düzeyinde çıktıları
iyileştirmiyor, gerekli tüm desteklerin sağlandığı bir yapıda etkili olabiliyor
(Bursalı, 2014: 2). Eğitim teknolojisinin kullanılması, sınıfiçi ortam, okul
kültürü, öğretmen ve aile değerlerinden bağımsız düşünülemez. Teknolojinin
değerini kullanma amacı belirler. İyi planlanmamış teknolojinin kullanılması
olumsuz sonuçlar doğurabilir (Şimşek, 2014).
34 bin 356 okulda kütüphane yokken, 34 bin 741 öğrenciye bir spor salonu
düşerken, 8 bin 317 ilkokul, 5 bin 368 ortaokul ve bin 537 lisede ikili öğretim
yapılırken (Atalay, 2015), erken çocukluk eğitimi, öğretmen eğitimi
savsaklanmışken, okullardan felsefe kovulmuşken, neden öncelikle tablet, neden ‘FATİH’, siyasal
getirisi mi var? Zorlamayla oluşturulan adına bakınca bile, var mı yok mu,
belli.
Öğretmen, insan yetiştirmede en önemli, temel öğedir. Eğitimin niteliği,
öğretmenin niteliğinden ayrı düşünülemez. Üstün insani, mesleki nitelikleri
olan öğretmen, kötü bir eğitim dizgesinde bile çok yararlı sonuçlara ulaşabilir
(Akyüz, 1998: 16). Teknoloji, doğal olarak daha nitelikli öğretmen gerektirir
elbette. Ama teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, öğretmenin yerini tutamaz.
Bilgisayar sabırlıdır, benzersiz bir ezbercidir, usta bir taklitçidir, ama
öğretmenin yaratıcılığı olmadan sahneye çıkamaz, ders senaryosu yazamaz.
Öğretme-öğrenme sürecinin yöneticisi öğretmendir (Baykal, 1988)
“Öğretmenin desteğini almayan bir yenilik başarıya ulaşamaz. (…)
Öğretmenin anladığı, inandığı, desteklediği yenilikler yapılabilir. (…) İyi bir
öğretmen sistemin bütün eksiklerini dolduracak kadar yaratıcıdır. (…) Öğretmenin
yerine bir şey koyamıyorsunuz. Teknoloji, bilgisayar, hepsi doğru, hepsi
öğretim işi, hepsi öğretmenin işi” (Güvenç, 1998: 12-13).
Önceden de belirtildiği gibi, öğrenmeyi etkileyen öğeler sıralandığında
teknoloji gerilerde yer alırken, öğretmenin tek başına etkisi % 10-20 aralığında (Şimşek, 2014). Öyleyse
birincil iş nitelikli öğretmen yetiştirmektir. PİSA’da (The Programme for
İnternational Student Assessment) hep başlarda yer alan Finlandiya’da
öğretmenler özerk, toplumsal statüleri de çok yüksek düzeyde. En az eğitimlisi yüksek
lisanslı, % 96’sı sendikalı. Her yıl hizmetiçi eğitime alınıyorlar (Aksarı,
2015: 30). Finlandiya’nın bu başarısının temelinde öğretmene verilen değer
yatıyor. Demek ki eğitimde bir yenilik yapılacaksa, bu, teknolojiden önce
öğretmene yönelik olmalıdır (Şirin, 2015: 165).
Enis Batur’a kulak verelim: “[T]eknolojilerin doğurduğu sözde
‘özgürlük’lerle avunuluyor, onların yeni
tutuculuk araçları olarak bireyi tutsaklaştırdığı algılanmıyor. Kafası
özgürleştirilmeyen, bireysel gelişme damarları yetke(ler) tarafından tıkanmış
kişinin hiçbir teknoloji, araç, aygıt varoluş kilidini çözemez” (Cumhuriyet
Kitap, 24.04.2014 Sayı: 1262). Çözseydi, ‘FATİH’e bunca önem verilir miydi?
KAYNAKÇA
Açıkgöz,
Kamile Ün(1996) Etkili Öğrenme ve
Öğretme İzmir: Kendi Yayını
Adair,
John(2006) Etkili İletişim 3. baskı
(Çev. Ömer Çolakoğlu) İstanbul: Babıâli Kültür Yay.
Akkoyunlu,
Buket(1992) “İlköğretimin Niteliğinin Artırılmasında Bilgisayarın Yeri ve
Önemi” Ankara: HÜ Eğitim Fakültesi Dergisi Sayı: 8 (321-324)
Aksarı,
Mutahhar(Çeviren/2015) “Değişik Ülkelerde Öğretmen Eğitimi” Ankara: Öğretmen Dünyası dergisi Sayı: 424
(30)
Akyüz,
Yahya(1998) “Öğretmen Okulu Dışında İlk Kez Öğretmen Atanmasına İlişkin
Orijinal Belgeler (1860-1861) ve Tarihi Gelişim” Ankara: Milli Eğitim Dergisi Sayı: 137)
Atalay,
Figen(2015) “Tuvalet Kâğıdı Yok, Tablet Verelim!” Cumhuriyet, 27.09.2015
Baykal,
Ali(1988) “Çağdaş Eğitim Teknolojisine Geçiş Zorunlu” Cumhuriyet, Temmuz-1988)
Bursalı,
Orhan(2014) “FATİH Projesi Üzerine Rapor” Cumhuriyet
Bilim Teknoloji 25.04.2014 Sayı: 1414
Buscaglia,
Leo(1994) Yaşama, Sevmek ve Öğrenmek
(Çev. Nesrin Kasap) 11.baskı İstanbul: İnkılâp Kitabevi
Coşkunoğlu,
Osman(2012) “FATİH Projesi(!)” Cumhuriyet,
07.02.2012
Dengiz,
Orhan(1965) Coğrafya Öğretiminde araçlardan Yararlanma Ankara: MEB Öğretmeni İşbaşında Yetiştirme Bürosu
Faber,
Adele ve Mazlish, Elaine(1992) “Nasıl Konuşalım ki Öğrenci Dinlesin, Nasıl
Dinleyelim ki Öğrenci Konuşsun?” (American Educator 1987’den çev. Süheyla
Bilgin) İstanbul: Yaşadıkça Eğitim
dergisi Sayı: 20
Goleman,
Daniel(1998) Duygusal Zekâ (Çev. B.
Seçkin Yüksel) 2. Baskı İstanbul: Varlık Yay.
Gordon,
Thomas(2001)Etkili Öğretmenlik Eğitimi
10. Baskı (Çev. Emel Aksay) İstanbul: Sistem Yay.
Güvenç,
Bozkurt(1998) Nasıl Bir Öğretmen ve
Nasıl Bir Eğitim? Bursa: UÜ Yay.
Nakajima,
Şafak(2014) “Çocuklar Erken Yaşta Bilgisayarla Tanışıyor Ama Yaratıcı Düşünce
ve Odaklanma Azalıyor” Cumhuriyet Bilim
Teknoloji 06.06.2014 Sayı: 1420 (14)
Nas,
Recep(2012) İnsan Olmak Öğretmen Olmak Bursa:
Ezgi Kitabevi
Okan,
Kenan(1983) Fen Bilgisi Öğretimi Ankara:
Okan Yay.
Smith, Andrew(2015) “PowerPoint eleştirel
Düşünceyi Nasıl Öldürüyor?” (Çev. Didem Gamze Dinç) The Guardian gazetesi
Bulunduğu kaynak: Eleştirel Pedagoji
dergisi Sayı:42 (7-9)
Stoll,
Clifford(2000) “Öğreniyorum, Düşünüyorum, Tuşluyorum, Bakıyorum, Geçiyorum” Cumhuriyet Bilim Teknik 08.09.2000
Sayı:703 (14-15)
Şimşek,
Hasan(2014) “Dijital Çağda Teknoloji, Eğitim ve İnsan” Cumhuriyet Bilim Teknoloji 28.02.2014 Sayı: 1406 (13)
Şirin,
Selçuk R.(2016) Yol Ayrımındaki Türkiye
8. Baskı İstanbul: Doğan Kitap
Willingham,
Daniel T. (2011) Çocuklar Okulu Neden
Sevmez? (Çev. İnci Katırcı) İstanbul: İthaki Yay.
(1)
myfikirler.org/egitimde-teknoloji-yararlimi.html (Erişim: 09.05.2016)
(2)
Demet Sunar Caferzat: egitimpedia.com (Erişim: 14.01.2016)
(3)
Hüseyin
Kotaman:
http://efdergi.yyu.edu.tr/makaleler/cilt_VI/haziran/2009_h_kotaman.pdf (Erişim: 05.05.2016)
(4)
Bütün
Dünya dergisi Haziran 2014 Scientific American Aralık 2013’ten Çev. Deniz Bener
(*) Bu yazı Öğretmen Dünyası (Eylül 2016 Sayı: 441) dergisinde
yayımlanmıştır.