ÖNYARGI (*)
Recep Nas
Önyargı cehaletin çocuğudur, diyor William Hazlitt. Anlamadan, dinlemeden, tanımadan, araştırıp irdelemeden önceden bir yargıda bulunuyorsun. Dış görünüşüne ya da bir tek sözüne, bir tek davranışına bakıp karşındakine ilişkin fikir yürütüyorsun, karar veriyorsun. 1950’li yıllarda ne güzel bir ‘Türkçe Kitabı’mız vardı, çok eğitici, etkileyici iletiler sunan ‘okuma parçaları’ vardı içinde. Birinin başlığını hiç unutmam: Görünüşe Aldanmamalı…
Önyargılı davranıp da sonra gerçeği öğrenince utandığı oluyor insanın. İşte çarpıcı bir örnek: Kadın, havaalanında uçağın kalkış saatini beklerken, bir erkeğin oturduğu bankın bir yanına izin isteyip oturuyor, çantasından çıkardığı kitabı okurken bir yandan da az önce aldığı kese kâğıdındaki kurabiyelerini atıştırmaya başlıyor. Ama o ne, yanındaki erkek de kurabiyelerinden yiyor.
“Terbiyesize bak, izin almadı, utanmıyor da…”
Bir o daldırıyor elini kese kâğıdına, bir öbürü… Kadının, kese kâğıdına bir kez daha elini attığında eli boş kalıyor, kurabiyeler bitmiş. Son kurabiye erkeğin elinde, henüz yememiş. Kadına gülümseyerek uzatıyor, buyurun.
“Adama bak, terbiyesiz… Kurabiyemi bir de bana ikram ediyor.”
Uçağının kalkış saati gelince kadın aceleyle kalkıyor, kitabını koymak için çantasını açınca, ne görsün, içinde kurabiyesinin bulunduğu kese kâğıdı çantasında boylu boyunca yatıyor.
Bu da hoş bir örnek: Ablası, kardeşinin iki elinde birer elma görünce birini istiyor. Çocuk hemen iki elmadan da birer ısırık alıyor. Ablası bozuluyor, murdarladı, vermeye niyeti yok diye. Ama çocuk elmanın birini ablasına sevgiyle uzatıyor,
“Bu daha tatlı, bunu al”
Müfettişliğim süresince öğretmenlere, öğretmenliğim süresince öğretmen adaylarına çok söylemişimdir, çocuğun bir davranışından, bir sözünden yola çıkıp kişiliği üzerine genelleme yapmayın diye. Çocuk derste başka, teneffüste başka davranabilir. Okulda başka, evde başka olabilir. Çok örnekleri var bunun. Öğretmen, bu çocuk ağzını açıp iki sözcük konuşmuyor diyor, ana-babasıysa siz onu bir de evde görün, ağzı kapanmıyor, diyor. Tersi de olabiliyor.
Bilişsel önyargılar, algısal yetenekleri köreltiyor. İnsanlar yerleşik görüşlerine ters düşen yeni bilgileri - genelde- hafife alma eğiliminde oluyorlar (Herkese Bilim Teknoloji 29.06.2018 Sayı: 118).
Öğretmen bilim insanı değilse de bilimsel tutum içinde olmalıdır. Önyargılı olmak bilimsel tutumla bağdaşmaz. Önyargılı olmak kimseye yakışmaz, hele öğretmene, hiç… Öğretmen önyargılı olmaz, kin gütmez, sabıka kaydı tutmaz. Yunus Emre ne güzel demiş: Adımız miskindir bizim/Düşmanımız kindir bizim/Biz kimseye kin tutmayız/Kamu âlem birdir bize. Çocuğu bedensel, bilişsel, toplumsal, duygusal yönleriyle bir bütün olarak tanımak gerekir. Çocuğun belli bir ortamdaki bir davranışına bakıp bunu da genelleyip önyargılı davranmak, bu davranışını da ikide bir çocuğun yüzüne vurmak çağdaş eğitim anlayışıyla bağdaşmaz (Nas, 2010: 28)
“Ben yapmadım öğretmenim” diyor öğrenci.
“Yok, dedem yaptı… Ben bilmez miyim malımı, sen yapmışsındır” diyor öğretmen.
Okuduğu yatılı okulun müdürü, Honoré de Balzac için bakın ne demiş: “Bundan hayır gelmez, ne dersi biliyor ne de ödev yapıyor. Verilen bir işle uğraşmaya karşı öyle bir tiksintisi var ki, ne yapsanız boşuna…” (1)
Kadim Akça, Mersinli, 1950 doğumlu. İlkokula başlıyor ama okumayı bir türlü sökemiyor, tabii yazmayı da öyle. Belli ki geç güç öğrenen bir çocuk, bunun da onlarca nedeni olabilir. Belki özel okuma güçlüğü (disleksi), belki yazma güçlüğü (disgrafi), belki de matematiği öğrenme güçlüğü (diskalkuli) vardır, bilemeyiz. Öğretmenin bunlardan haberi yok demek ki. Okul müdürü de “Senden adam olmaz” diyor ikide bir. Kadim Akça ilkokulu zar zor on yılda bitiriyor.19 yaşına gelince İsveç’e gidiyor. İlk günlerde parklarda sabahlıyor. İsveçli bir ailenin yardımıyla bir işyerinde temizlikçi olarak çalışmaya başlıyor. Bu işi kavrayıp girdisini çıktısını öğrenince temizlik şirketi kuruyor. Sonrası yürü ya kulum… Şirketler kuruyor, şirketler holdinge dönüşüyor. Ünlü bir iş insanı oluyor, yaşamı üzerine kitap yazılıyor. Memleketinden bir istekte bulunuyor: Gönderdiği kitaplardan birinin, “Senden adam olmaz” diyen müdürün mezarına bırakılması… (Osman İkiz, Cumhuriyet, 07.07. 2019)
Bir de budunsal (etnik) önyargılar var, en yaygın olanı bunlar, aşağılamayı daha yoğun biçimde içeriyorlar. İşte bir örnek (Şemin, 1975: 27):
“Denek 11 yaşında bir erkek çocuktur, orta halli bir aileye mensuptur. Babanın tahsili yoktur, emekli işçidir. Anne tahsilsiz ev kadınıdır. Denek okulda öğretmeni tarafından – Arap olduğu için- ‘Habeş’ tabiriyle çağrılmaktadır. Çocuk bu yüzden pasif, aşağılık duygusu içinde okula karşı soğukluk duymaya başlamıştır.”
Üstteki iki kötü örneğe inat güzel bir örnek var. Eli öpülesi öğretmen Hatice Sökmen, köy bekçisinin, “(…) O okula gitmek istemez. (…) Getirtsek neye yarar? Bir kere yakışık almaz. Bizim çocuklar da onu istemezler. Aramızda ne işi var derler. Çingeneyle arkadaşlık etmek istemezler”, annesinin de “Kuzum öğretmen hanım, bu artık okumaz. Zaten yaşı da geçti. Hem gitse de köyün çocukları onu döverler. Biz çingeneyiz diye istemezler” dediği, demircinin oğlu Osman’a okulu sevdirmeyi, bütün önyargıları yıkıp köy çocuklarına da Osman’ı sevdirmeyi başarıyor ( Ülkü, 1992: 32-37).
Bilimle önyargı sözcükleri yan yana gelmez, değil mi? ‘Bilimsel önyargı’ olmaz, ama olmuş. Naziler ilk kez sigaranın insan sağlığına zararlarını bilimsel olarak kanıtlıyorlar, ama insanlığa karşı suç işlemiş Nazilerin insanlığa yararlı, doğru bir iş yapamayacaklarına ilişkin oluşan önyargıdan ötürü Nazilerin bu bulgusu göz ardı ediliyor, uzun yıllar bilimsel dergilerde yer almıyor (Çetiner, 2018).
Önyargı duygusal bir tepkidir. Erken yaşta öğreniliyor, yerleşiyor. Yetişkin olunca yanlış olduğu duyumsansa bile tam anlamıyla silinmesi zor. Derin duyguları değiştirmek hiç de kolay değil. Örtülü önyargılar belirli bir insan kümesine yönelik olumlu ya da olumsuz çağrışımlardır, belleğin içinde gizlenir. Bu insan kümelerinden biriyle karşılaşıldığında ya da biri düşünüldüğünde çağrışımlar etkinleşir (Oksay, 2020). Goleman bir örnek veriyor (1998: 201): Çevremdeki birçok kişi zihninde siyahilere karşı bir önyargı beslemediğini ama bir siyahi ile tokalaştığında tiksindiğini söylüyor. Bunlar çocukken ailelerinden öğrendiklerinden arta kalan duygular…
‘Kimlikli Bebekler Yaklaşımı’ çocukların daha küçükken önyargılı, ayrımcı olmalarını önlemek, oluşmuşsa, olumsuz davranış biçimlerini kafalarından söküp atmalarına yardımcı olmak için geliştirilmiştir. Amacı, farklı ırk, cinsiyet, ten rengi olanlara, engellilere saygı gösterilmesini sağlamak… Dahası, empati (duygularını dile getirmeleri, başkalarının duygularını anlamaları…), sorun çözme, eleştirel düşünme becerilerini geliştirmek (Figen Atalay, Cumhuriyet, 09.07.2018).
1950’li, 1960’lı yıllarda çocukların oynarken söyledikleri bir tekerleme vardı: Bir iki üçler yaşasın Türkler/Dört beş altı Polonya battı/Yedi sekiz dokuz Alman (Ruslar) domuz/On onbir oniki İngiliz (İtalya) tilki/Onüç ondört onbeş Amerika kardeş. Mine Söğüt’ün deyişiyle (2), bu tekerleme okulöncesi çocukları için bir sayı alıştırması gibiydi ama aslında dehşet verici bir yakın tarih dersiydi. Birkaç kuşak bu tekerlemeyi sokaklarda bağıra çağıra büyüdü.
ABD’de Princeton Üniversitesi öğrencilerinin uluslar üzerine kalıplaşmış tutumlarını incelemişler, yıl 1967. On ulus belirliyorlar, biri de Türkler. Denekler 84 kişilik özelliğinden ilgili ulus için uygun gördüklerini işaretliyorlar. Türkler için en belirgin beş özellik şunlar (Kâğıtçıbaşı, 1979: 104-106) : Saldırgan, pis, hain, cahil, çabuk öfkelenen…
Ruhbilimci Urie Bronfenbrener (1971), Sovyetler Birliği’nde çektiği fotoğrafları Amerikalı ilkokul öğrencilerine gösteriyor. Fotoğraflardan biri, iki yanı ağaçlıklı bir cadde. Bir öğrenci soruyor,
“Caddenin kenarlarına neden ağaç dikmişler?”
Soru sınıfa yöneltiliyor. Öğrencilerden iki yanıt,
“Arka tarafta ne olup bittiği görülmesin diye…”
“Mahkûmlara iş çıksın diye…”
Bu kez ruhbilimci soruyor, ama Amerika’da da cadde kenarlarına ağaç dikiliyor, neden?
İşte iki yanıt,
“Gölge olsun diye…”
“Ağaçlar yolun tozunu tutsun diye…”
Çocuklar iki ülkenin ağaç dikmek için farklı gerekçeleri olabileceğini düşünüyorlar, neden acaba?
İlk izlenimimiz son izlenimimiz olmasın. Bilimsel olmayan genellemelerden kaçınmak gerekir. Alexandre Dumas fils ne güzel demiş: Tüm genellemeler tehlikelidir. Dikkat edin, bu da bir genellemedir, bu da tehlikelidir.
(*) Bu yazı ÇAĞDAŞ EĞİTİM KOOPERATİFİ'nin e- dergisi olan ÇAĞDAŞ BAKIŞ
dergisinde (Ekim 2023 Sayı: 48) yayımlanmıştır. (39-43)
KAYNAKÇA
Çetiner, Mustafa (2018) “Bilimsel Önyargı veya Taraf Olma” Herkese Bilim Teknoloji
dergisi 14.12.2018 Sayı:142
Kâğıtçıbaş, Çiğdem (1979) İnsan ve İnsanlar 3. Baskı İstanbul: Kendi Yayını
Nas, Recep (2010) “Öğretmen Sıradan Bir İnsan mıdır?” Ankara: Öğretmen Dünyası
dergisi Kasım 2010 Sayı:371
Oksay, Reyhan ‘2020)”Bilime Göre Polis Şiddeti Nasıl Durdurulur?” Herkese Bilim
Teknoloji dergisi 26.06.2020 Sayı: 222
Şemin, Refia Uğurel (1975) Okulda Başarısızlık: Sosyo-Kültürel Açıdan Şanssız
Çocuklar İstanbul: İÜEF Yay. 2035
Ülkü, Fethi (1992) Barışta Kahraman Kadınlarımızdan Öğretmen: Hatice Sökmen
Kendi Yayını
(1) Haylazlar Kitabı’ndan alıntılayan Mavisel Yener, Cumhuriyet Kitap 12. 08. 2010
Sayı: 1066