16 Ekim 2023 Pazartesi

ÖNYARGI

                                                                ÖNYARGI (*)

                                                                                                          Recep Nas

 

     Önyargı cehaletin çocuğudur, diyor William Hazlitt. Anlamadan, dinlemeden, tanımadan, araştırıp irdelemeden önceden bir yargıda bulunuyorsun. Dış görünüşüne ya da bir tek sözüne, bir tek davranışına bakıp karşındakine ilişkin fikir yürütüyorsun, karar veriyorsun. 1950’li yıllarda ne güzel bir ‘Türkçe Kitabı’mız vardı, çok eğitici, etkileyici iletiler sunan ‘okuma parçaları’ vardı içinde. Birinin başlığını hiç unutmam: Görünüşe Aldanmamalı…

     Önyargılı davranıp da sonra gerçeği öğrenince utandığı oluyor insanın. İşte çarpıcı bir örnek: Kadın, havaalanında uçağın kalkış saatini beklerken, bir erkeğin oturduğu bankın bir yanına izin isteyip oturuyor, çantasından çıkardığı kitabı okurken bir yandan da az önce aldığı kese kâğıdındaki kurabiyelerini atıştırmaya başlıyor. Ama o ne, yanındaki erkek de kurabiyelerinden yiyor. 

     “Terbiyesize bak, izin almadı, utanmıyor da…”

     Bir o daldırıyor elini kese kâğıdına, bir öbürü… Kadının, kese kâğıdına bir kez daha elini attığında eli boş kalıyor, kurabiyeler bitmiş. Son kurabiye erkeğin elinde, henüz yememiş. Kadına gülümseyerek uzatıyor, buyurun.

     “Adama bak, terbiyesiz… Kurabiyemi bir de bana ikram ediyor.”

     Uçağının kalkış saati gelince kadın aceleyle kalkıyor, kitabını koymak için çantasını açınca, ne görsün, içinde kurabiyesinin bulunduğu kese kâğıdı çantasında boylu boyunca yatıyor.

     Bu da hoş bir örnek: Ablası, kardeşinin iki elinde birer elma görünce birini istiyor. Çocuk hemen iki elmadan da birer ısırık alıyor. Ablası bozuluyor, murdarladı, vermeye niyeti yok diye. Ama çocuk elmanın birini ablasına sevgiyle uzatıyor,

     “Bu daha tatlı, bunu al” 

     Müfettişliğim süresince öğretmenlere, öğretmenliğim süresince öğretmen adaylarına çok söylemişimdir, çocuğun bir davranışından, bir sözünden yola çıkıp kişiliği üzerine genelleme yapmayın diye. Çocuk derste başka, teneffüste başka davranabilir. Okulda başka, evde başka olabilir. Çok örnekleri var bunun. Öğretmen, bu çocuk ağzını açıp iki sözcük konuşmuyor diyor, ana-babasıysa siz onu bir de evde görün, ağzı kapanmıyor, diyor. Tersi de olabiliyor.

     Bilişsel önyargılar, algısal yetenekleri köreltiyor. İnsanlar yerleşik görüşlerine ters düşen yeni bilgileri - genelde- hafife alma eğiliminde oluyorlar (Herkese Bilim Teknoloji 29.06.2018 Sayı: 118).

     Öğretmen bilim insanı değilse de bilimsel tutum içinde olmalıdır. Önyargılı olmak bilimsel tutumla bağdaşmaz. Önyargılı olmak kimseye yakışmaz, hele öğretmene, hiç… Öğretmen önyargılı olmaz, kin gütmez, sabıka kaydı tutmaz. Yunus Emre ne güzel demiş: Adımız miskindir bizim/Düşmanımız kindir bizim/Biz kimseye kin tutmayız/Kamu âlem birdir bize. Çocuğu bedensel, bilişsel, toplumsal, duygusal yönleriyle bir bütün olarak tanımak gerekir. Çocuğun belli bir ortamdaki bir davranışına bakıp bunu da genelleyip önyargılı davranmak, bu davranışını da ikide bir çocuğun yüzüne vurmak çağdaş eğitim anlayışıyla bağdaşmaz (Nas, 2010: 28)

     “Ben yapmadım öğretmenim” diyor öğrenci.

     “Yok, dedem yaptı… Ben bilmez miyim malımı, sen yapmışsındır” diyor öğretmen.

     Okuduğu yatılı okulun müdürü, Honoré de Balzac için bakın ne demiş: “Bundan hayır gelmez, ne dersi biliyor ne de ödev yapıyor. Verilen bir işle uğraşmaya karşı öyle bir tiksintisi var ki, ne yapsanız boşuna…”  (1)

     Kadim Akça, Mersinli, 1950 doğumlu. İlkokula başlıyor ama okumayı bir türlü sökemiyor, tabii yazmayı da öyle. Belli ki geç güç öğrenen bir çocuk, bunun da onlarca nedeni olabilir. Belki özel okuma güçlüğü (disleksi), belki yazma güçlüğü (disgrafi), belki de matematiği öğrenme güçlüğü (diskalkuli) vardır, bilemeyiz. Öğretmenin bunlardan haberi yok demek ki. Okul müdürü de “Senden adam olmaz” diyor ikide bir. Kadim Akça ilkokulu zar zor on yılda bitiriyor.19 yaşına gelince İsveç’e gidiyor. İlk günlerde parklarda sabahlıyor. İsveçli bir ailenin yardımıyla bir işyerinde temizlikçi olarak çalışmaya başlıyor. Bu işi kavrayıp girdisini çıktısını öğrenince temizlik şirketi kuruyor. Sonrası yürü ya kulum… Şirketler kuruyor, şirketler holdinge dönüşüyor. Ünlü bir iş insanı oluyor, yaşamı üzerine kitap yazılıyor. Memleketinden bir istekte bulunuyor: Gönderdiği kitaplardan birinin, “Senden adam olmaz” diyen müdürün mezarına bırakılması… (Osman İkiz, Cumhuriyet, 07.07. 2019)  

     Bir de budunsal (etnik) önyargılar var, en yaygın olanı bunlar, aşağılamayı daha yoğun biçimde içeriyorlar. İşte bir örnek (Şemin, 1975: 27):

     Denek 11 yaşında bir erkek çocuktur, orta halli bir aileye mensuptur. Babanın tahsili yoktur, emekli işçidir. Anne tahsilsiz ev kadınıdır. Denek okulda öğretmeni tarafından – Arap olduğu için- ‘Habeş’ tabiriyle çağrılmaktadır. Çocuk bu yüzden pasif, aşağılık duygusu içinde okula karşı soğukluk duymaya başlamıştır.”

     Üstteki iki kötü örneğe inat güzel bir örnek var. Eli öpülesi öğretmen Hatice Sökmen, köy bekçisinin, “(…) O okula gitmek istemez. (…) Getirtsek neye yarar? Bir kere yakışık almaz. Bizim çocuklar da onu istemezler. Aramızda ne işi var derler. Çingeneyle arkadaşlık etmek istemezler”, annesinin de “Kuzum öğretmen hanım, bu artık okumaz. Zaten yaşı da geçti. Hem gitse de köyün çocukları onu döverler. Biz çingeneyiz diye istemezler” dediği, demircinin oğlu Osman’a okulu sevdirmeyi, bütün önyargıları yıkıp köy çocuklarına da Osman’ı sevdirmeyi başarıyor ( Ülkü, 1992: 32-37).

     Bilimle önyargı sözcükleri yan yana gelmez, değil mi? ‘Bilimsel önyargı’ olmaz, ama olmuş. Naziler ilk kez sigaranın insan sağlığına zararlarını bilimsel olarak kanıtlıyorlar, ama insanlığa karşı suç işlemiş Nazilerin insanlığa yararlı, doğru bir iş yapamayacaklarına ilişkin oluşan önyargıdan ötürü Nazilerin bu bulgusu göz ardı ediliyor, uzun yıllar bilimsel dergilerde yer almıyor (Çetiner, 2018).

    Önyargı duygusal bir tepkidir. Erken yaşta öğreniliyor, yerleşiyor. Yetişkin olunca yanlış olduğu duyumsansa bile tam anlamıyla silinmesi zor. Derin duyguları değiştirmek hiç de kolay değil. Örtülü önyargılar belirli bir insan kümesine yönelik olumlu ya da olumsuz çağrışımlardır, belleğin içinde gizlenir. Bu insan kümelerinden biriyle karşılaşıldığında ya da biri düşünüldüğünde çağrışımlar etkinleşir (Oksay, 2020). Goleman bir örnek veriyor (1998: 201): Çevremdeki birçok kişi zihninde siyahilere karşı bir önyargı beslemediğini ama bir siyahi ile tokalaştığında tiksindiğini söylüyor. Bunlar çocukken ailelerinden öğrendiklerinden arta kalan duygular… 

     ‘Kimlikli Bebekler Yaklaşımı’ çocukların daha küçükken önyargılı, ayrımcı olmalarını önlemek, oluşmuşsa, olumsuz davranış biçimlerini kafalarından söküp atmalarına yardımcı olmak için geliştirilmiştir. Amacı, farklı ırk, cinsiyet, ten rengi olanlara, engellilere saygı gösterilmesini sağlamak… Dahası, empati (duygularını dile getirmeleri, başkalarının duygularını anlamaları…), sorun çözme, eleştirel düşünme becerilerini geliştirmek (Figen Atalay, Cumhuriyet, 09.07.2018).

     1950’li, 1960’lı yıllarda çocukların oynarken söyledikleri bir tekerleme vardı: Bir iki üçler yaşasın Türkler/Dört beş altı Polonya battı/Yedi sekiz dokuz Alman (Ruslar) domuz/On onbir oniki İngiliz (İtalya) tilki/Onüç ondört onbeş Amerika kardeş. Mine Söğüt’ün deyişiyle (2), bu tekerleme okulöncesi çocukları için bir sayı alıştırması gibiydi ama aslında dehşet verici bir yakın tarih dersiydi. Birkaç kuşak bu tekerlemeyi sokaklarda bağıra çağıra büyüdü.

     ABD’de Princeton Üniversitesi öğrencilerinin uluslar üzerine kalıplaşmış tutumlarını incelemişler, yıl 1967. On ulus belirliyorlar, biri de Türkler. Denekler 84 kişilik özelliğinden ilgili ulus için uygun gördüklerini işaretliyorlar. Türkler için en belirgin beş özellik şunlar (Kâğıtçıbaşı, 1979: 104-106) : Saldırgan, pis, hain, cahil, çabuk öfkelenen…

     Ruhbilimci Urie Bronfenbrener (1971), Sovyetler Birliği’nde çektiği fotoğrafları Amerikalı ilkokul öğrencilerine gösteriyor. Fotoğraflardan biri, iki yanı ağaçlıklı bir cadde. Bir öğrenci soruyor,

     “Caddenin kenarlarına neden ağaç dikmişler?”

     Soru sınıfa yöneltiliyor. Öğrencilerden iki yanıt,

     “Arka tarafta ne olup bittiği görülmesin diye…”

     “Mahkûmlara iş çıksın diye…”

     Bu kez ruhbilimci soruyor, ama Amerika’da da cadde kenarlarına ağaç dikiliyor, neden?

     İşte iki yanıt,

     “Gölge olsun diye…”

     “Ağaçlar yolun tozunu tutsun diye…”

     Çocuklar iki ülkenin ağaç dikmek için farklı gerekçeleri olabileceğini düşünüyorlar, neden acaba?

     İlk izlenimimiz son izlenimimiz olmasın. Bilimsel olmayan genellemelerden kaçınmak gerekir. Alexandre Dumas fils ne güzel demiş: Tüm genellemeler tehlikelidir. Dikkat edin, bu da bir genellemedir, bu da tehlikelidir.

 

 

 

(*) Bu yazı ÇAĞDAŞ EĞİTİM KOOPERATİFİ'nin e- dergisi olan ÇAĞDAŞ BAKIŞ

dergisinde (Ekim 2023 Sayı: 48)  yayımlanmıştır. (39-43)

 

 

 

 

 

                                                   KAYNAKÇA

 

 Çetiner, Mustafa (2018) “Bilimsel Önyargı veya Taraf Olma” Herkese Bilim Teknoloji

      dergisi 14.12.2018 Sayı:142

Kâğıtçıbaş, Çiğdem (1979) İnsan ve İnsanlar 3. Baskı İstanbul: Kendi Yayını

Nas, Recep (2010) “Öğretmen Sıradan Bir İnsan mıdır?” Ankara: Öğretmen Dünyası

      dergisi Kasım 2010 Sayı:371

Oksay, Reyhan ‘2020)”Bilime Göre Polis Şiddeti Nasıl Durdurulur?” Herkese Bilim

Teknoloji dergisi 26.06.2020 Sayı: 222

Şemin, Refia Uğurel (1975) Okulda Başarısızlık: Sosyo-Kültürel Açıdan Şanssız

     Çocuklar İstanbul: İÜEF Yay. 2035

Ülkü, Fethi (1992) Barışta Kahraman Kadınlarımızdan Öğretmen: Hatice Sökmen

     Kendi Yayını

(1) Haylazlar Kitabı’ndan alıntılayan Mavisel Yener, Cumhuriyet Kitap 12. 08. 2010

     Sayı: 1066

(2) http://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/mine-sogut/bir-iki-ücler-yasas HYPERLINK "http://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/mine-sogut/bir-iki-%FCcler-yasasın-turkler-495896"ın-turkler-495896

 

 

13 Ekim 2023 Cuma

ÇAĞDAŞ EĞİTİM KOOPERATİFİ'NİN ÇAĞCIL EĞİTİMİ

         ÇAĞDAŞ EĞİTİM KOOPERATİFİ'NİN ÇAĞCIL EĞİTİMİ (*)

                                                                                                                               Recep Nas

                                                                           

     16 Eylül 1996, Cumhuriyet gazetesinde bir yazım çıktı., şöyle başlıyor: “Okullar açılıyor, yine bin bir sorunla, bin bir dertle...  Devlet elini eteğini, desteğini çekiyor okullardan yavaş yavaş, geri adımlar ata ata. Önce kendi okulunu kendin yap, diye başladı bu iş. Şimdi ucundan, alıştıra alıştıra 'katkı payı' adı altında para alıyorlar veliden, bağış istiyorlar. Çok sürmez, sıra kendi çocuğunu kendin okut, demeye de gelir.  Devletin küçülmesinden anladıkları bu demek ki...”

     27 yıl önce, ama bugün yazılmış gibi. Değişen bir şey olmamış, yok yok, değişen çok şey oldu, daha da geriledi eğitim, gericileşti. Devlet okulları çökertildi, dökülüyor. Eğitimin niteliği iyice düştü. Salgında ilk işleri okulları kapatmak oldu, dünya ölçeğinde en uzun süreyle...  Depremden sonra da üniversiteleri kapattılar. Okul sadece öğretme-öğrenme yeri değil ki, çocuklar orada toplumsallaşıyorlar, iletişim kuruyorlar,  etkileşiyorlar.

     Kesintili eğitim (4+4+4) yüzünden yüzbinlerce çocuk okuldan koptu. Kesin sayı bilinmiyor. Umurlarında değil ki kayıt tutulsun. Cehaletten besleniyorlar. Onların derdi, aç kalsın karnından, cahil kalsın beyninden kendilerine bağlansın, boyun eğsin. Düşünmesin, sorgulamasın, kaderine razı olsun. Yurttaş değil, birey değil, mürit yetiştirmek istiyorlar. Milli Eğitim Bakanlığı, vakıf ya da dernek adı altında gizlenen tarikatların kıskacında. Gün geçmiyor ki MEB'le bir protokol yapılmasın. 'Değerler eğitimi' koymuşlar adını, kulağa ne hoş geliyor değil mi?  Ama niyetlerinin ne olduğunu anlamak için MEB'le  Hizmet Vakfı'nın işbirliğiyle hazırlanan kitapçıktaki (39 sayfa) şu tek tümce yeter: “Müminler can zayiatını şehadet, mal zayiatını ise sadaka olarak bilirler.” Koca Türkçesi şu: İş cinayetlerinde, depremde ölürsen şehit olursun, doğrudan cennete gidersin. Enflasyondan ötürü alım gücün düştüğünde eksilen paran sadaka sayılır.

     Pahalılık, yoksulluk nedeniyle çocuklar sağlıklı beslenemiyorlar. Beslenmek karın doyurmak değil. Beslenme, bedenin büyümesi, yenilenmesi, çalışması için gerekli olan besin öğelerinin yeterli ve dengeli ölçüde alınmasıdır.  Beslenemeyince gelişemiyorlar, bodur çocuklar çoğalıyor giderek. Beslenmeyle  zekâ gelişimi arasındaki bağıntı da çok yüksek. Bir kuşak ziyan oluyor.

     Eğitim-İş Sendikası'nın raporuna göre deprem bölgesindeki öğrencilerin neredeyse üçte ikisi eğitimin dışında. Bu çocuklar nerede? Soruluyor, yanıt yok. İnsanlar can derdiyken deprem olur olmaz 4-6 yaş çocukları için çadır kurup Kuran Kursu açtılar. Kendileri açıkladı, Menzil Tarikatı kendi köyünde bin yüz çocuğu 'konuk' etmiş.

     Bizde çocukların dinci ve kinci olmaları istenirken, devlet okullarının tümü imam-hatip lisesine dönüştürülürken dünya 21.yy. becerileriyle (eleştirel düşünme, yaratıcılık, etkili iletişim, bağımsız karar verme, ilişki yönetimi, hesap verebilirlik, öğrenmeyi öğrenme...) donatıyor çocuklarını, yapay zekâyı tartışıyor. Birçok ülkede Bilim, Teknoloji, Yenilik (inovasyon) Bakanlığı var. Y. Noah Harari'ye göre şimdiki  mesleklerin yüzde 30'u ya kalkacak ya da dönüşecek. Yapay Zekâ kendi kendine öğrenmeye başladı, 300 milyon kişinin tam zamanlı işini ellerinden alacak, deniyor. Demek ki gençlerimiz, sadece dünya gençleriyle değil, Yapay Zekâyla da yarışacaklar. 3D baskısı, nano gereç, giyilebilir teknoloji, yenilenebilir enerji, kodlama-yazılım-algoritma, yükselen alanlardan birkaçı.       

       Neyse ki bizim Çağdaş Eğitim Kooperatifimiz var. Yıl 1995, öğrenci yurtları çokluk tarikatların elinde. Tehlikenin ayırdında olan Atatürkçü, laik, Aydınlanmacı olan insanlar kaygılıydı, arayış içindeydi. Denizyıldızı öyküsü anlatılırdı. Anımsayalım: Gün yeni ağarmışken bir kişi deniz kıyısında yürüyor. Ötelerde, uzakta biri de eğilip doğruluyor, denize bir şeyler atıyor. Yanına gidip ne yaptığını soruyor,

     “Denizyıldızlarını ölmekten kurtarıyorum.”

     “Yüzlerce, hangi birini kurtaracaksın?”

     Adam elindeki denizyıldızını denize atıyor,

     “İşte biri kurtuldu.”

       İşte böyle, ne kadar kırçiçeğine ulaşılıp dokunulsa kazançtı.

    ÇEK parasal kazanç gütmez, asıl kazancı kır çiçeklerinin dört mevsim yeşermesidir, çiçek açmasıdır Çağdaş, laik, demokrat, Atatürk ilkelerini, devrimlerini benimseyip içselleştirmiş, özgür ve eleştirel düşünen bireyler yetiştirir. 'STEM'le yetinmez, sanatsız olmuyor çünkü. 'STEAM'dır (bilim, teknoloji, mühendislik, sanat, matematik) aslolan. Böylece bilimle sanat buluşur.

     Özcesi ÇEK'in öğrencileri laik, dolayısıyla  bilimsel eğitim alırlar, 21. yy. becerilerini kazanırlar, onların 'fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür'dür.

     Selam olsun ÇEK'in kurucularına, selam olsun kuruluşundan bu yana gönüllü yöneticilik yapanlara, yönetim kurulu üyelerine, selam olsun çağdaş eğitime gönül verip elini taşın altına koyanlara, üyelerine... Nice nice 28. yıllara...

 

     Bu yazı ÇAĞDAŞ EĞİTİM KOOPERATİFİ'nin e- dergisi olan ÇAĞDAŞ BAKIŞ'ta (Haziran 2023 Sayı: 47)