Kaz Dağları, Dağları Kaz
Recep Nas
Cerattepe, yeşil yol, İstanbul Kuzey Ormanları, termik ve nükleer
santraller, HES’ler derken şimdi de Salda Gölü’ne, Kaz Dağları’na göz diktiler.
Dahası var tabii, say say bitmez doğa kıyımı, kırımı… Google’a ‘doğa kıyımı’
yazınca 2320 sonuç çıkıyor.
Kestiğimiz ağaçlardan fazlasını dikeceğiz ya da diktik demekle olmuyor.
Çünkü orman sadece ağaçlardan oluşmuyor, yüzbinlerce yılda oluşan, toprağıyla,
börtü böceğiyle, bitkileriyle (flora), hayvanlarıyla (fauna), suyuyla
‘ekosistem’ denilen bir evren o, doğal bir varlık. Bileşenler zincirleme
birbirine bağlı, ağaçlar, çalılar, otsu bitkiler, mantarlar, mikroorganizmalar,
hayvanlar, toprak, dereler… İşte orman
bunların etkileşimi sonucu oluşmuş, biyolojik bir dengeyi kurmuştur
(msxlabs.org/orman). Kaz Dağları’nda altın aramak için 195 bin ağaç kesilmiş.
Bir ağaç da kesilse, bir dere de kurutulsa bu denge bozulur, bunun dönüşü de
yok.
Çelik Gürsoy Türkiye Turing ve
Otomobil Kurumu başkanıyken, birileri ağaca bakınca odun görüyor diyordu. Şimdi
ağaca da bakmadan altına bakıyorlar, altın var mı diye. Oysa bilim insanları
iklim değişikliğini durdurmak için çok geniş yeni orman alanlarının
oluşturulmasını öneriyorlar. Çünkü ormansızlık küresel ısınmayı artırıp iklim
değişikliğini hızlandırıyor, biyolojik çeşitliliği azaltıyor. Afet, doğa
olayının kendisi değil, sonucudur. Bu sonucu da doğanın dengesini bozarak
bizler yaratıyoruz. Doğa olayı, önlem alınmayınca afete dönüşüyor.
Atatürk, şimdi parça parça yağmalanan Atatürk Orman Çiftliği’ni kurmak
isterken, “Kireçli, çorak, kurak, verimsiz bir toprak bu, vazgeç” diyorlar.
Atatürk dinlemiyor, vazgeçmiyor, diyor ki “Yeşili görmeyen gözler renk
zevkinden yoksundur. Burasını öyle bir ağaçlandıralım ki görme engelli bir
insan bile yeşillikler içinde olduğunu anlasın.” O Atatürk ki, gelip geçerken
gördükçe yanındakilere gösterip, “Bu benim ağacım” dediği iğdeyi bir gün göremeyince,
yolun genişletilmesi için kesildiğini öğrenince çok üzülür, gözleri dolar.
Bize böyle örneklik etmiş, ağacın bir tek dalı bile kesilmesin diye
Yalova’daki köşkü raylar üzerinde yürüten Atatürk’ümüz, yaş kesen baş keser
diye bir atasözümüz varken, ne oldu bize, gözümüzü para mı bürüdü? Hani
kapitalist gölgesini satamadığı ağacı kesermiş ya…
Doğa bizsiz yaşar, biz doğasız yaşayamayız. Hubert Reeves’in sözü bu:
Doğayla savaşıyoruz, kazanırsak yitireceğiz.
Homeros, İlyada adlı yapıtında ‘İda’ dediği Kaz Dağları’nı “Bin pınarlı,
yabanıl hayvanların anası” diye anlatmış. İda, ‘gölgelik ve serin yer’ anlamına
geliyormuş (halkbilimifolklor.blogspot.com).Kaz Dağları mitolojide tanrıların
yeridir. Bizim de söylencelerimiz var: Sarıkız, Hasan Boğuldu…
Kaz Dağları’nda altın arayan Kanadalı şirketin üst düzey yöneticisine
göre küçük bir yatırımmış bu. Paramızın değer yitirmesi de işlerine gelmiş. Türkler
taş taşımada çok iyilermiş (sozcu.com.tr).Bu onur kırıcı, incitici söz dönemin
(1953) ABD Dışişleri Bakanı John Foster Dulles’ın sözünü çağrıştırıyor: “NATO’nun
en ucuz askeri, Türk askeri. Her biri 23 sente mal oluyor.” Nâzım Hikmet, bu
‘Mister Dallas’a ’23 Sentlik Askere Dair’ başlıklı şiiriyle tokat gibi yanıt
veriyor: (…)Ucuzdur vardır illeti/Hani
şaşmayın/ yarın çok pahalıya mal olur size/bu 23 sentlik asker/yani benim fakir,
cesur, çalışkan milletim/her millet gibi büyük Türk milleti
Amerika’nın Suquamish yerlilerinin şefi
Seattle’ın kulağımıza küpe olması gereken o ünlü sözünü bir daha anımsayalım:
Son balık tutulduğunda, son dere kuruduğunda, son ağaç kesildiğinde ‘beyaz
adam’ paranın yenmeyeceğini anlayacak, ama çok geç…
Kaz Dağları’nda altın aranmasına izin verenler dağın adını kendilerine
verilen bir buyruk sanmışlar galiba: Dağları kaz.