CAHİL
(*)
Recep Nas
Bilemedim
diye utandığınız oldu mu, benim oldu. Yıl 1956, ilkokul sondayım, bir de
bitirme sınavları yapılırdı, tek tek çıkardık öğretmenlerin karşısına, sözlü
soru sorarlardı. Ben ne sordularsa bildim. Son soruyu komşu köyün öğretmeni
sordu: Pakistan Cumhuriyeti kuruldu mu? Bilemedim, yanıtı kendi aralarında
tartışırlarken ben gözlerim dolu dolu çıktım. Nasıl bilemem, öbür dersliğe
girip ağladım ağladım, iki gözüm iki çeşme…
Bir yaz günü köyümdeki kahvede otururken, bir köşede de birkaç köylü gazetedeki
bulmacayı çözüyordu. Bir soruyu bilememişler. Biri, Recep’e soralım, öğrenci
ya, bilir, dedi ve sordu. Ben de bilemedim, çok utandım. Soru şuydu:
Açıklarında Dumlupınar Denizaltısı’nın battığı Marmarada’ki burun.
Öğretmen okulu son sınıfındayken, köy uygulama okulu öğretmeni,
öğrencilere, hangi sivrisineğin sıtmayı bulaştırdığını sorduğunda yanıtı ben de
bilmiyordum, küçüldüm, içim ezildi.
‘Cahil’ sözcüğü ne zaman dilime girdi, anımsamıyorum. İlkin edilgin dil
dağarcığıma mı, doğrudan etkin dil dağarcığıma mı girdi, onu da bilmiyorum.
Bildiğim, öğretmen okulunda çokça, içtenlikle, coşkuyla, ürpererek söylediğimiz
Öğretmen Marşı, onda geçen ‘cehil’ sözcüğü. İsmail Hikmet Ertaylan’ın yazdığı
Öğretmen Marşı’nın ilgili dizeleri şöyle: Candan
açtık cehle karşı bir savaş/Ey bu yolda ant içen genç arkadaş/Öğren, öğret
hakkı halka, gürle, coş/Durma durma koş
Atatürk Ulusal Kurtuluş Savaşının
bitiminde demişti ya, asıl savaş şimdi başlıyor, cehaletle savaş… İşte biz bu
savaşa hazırlıyorduk kendimizi.
Ne ki cahillik, bilmemek değil. Herkes her şeyi bilemez, bilmesi de
gerekmez. Yeter ki bilmediğini bilsin. Sokrates demiş ya, bildiğim bir şey
varsa o da hiçbir şey bilmediğimdir. Bilseniz de yetmiyor, günümüzde bilgiler çabucak
eskiyiveriyor. İnsanda kromozom sayısı 24 çift sanılıyordu, sonradan anlaşıldı
ki 23 çift. Parçalanmaz en küçük parça anlamındaki atom parçalandı. Bilimsel
bilgi, her zaman tamlığın doğrultusunda ilerleyen eksik, tamamlanmamış bir
süreçtir. Çünkü değişme süreklidir, sonsuzdur. Bilgi de sürekli
gelişecektir.
Bilginin yararı, değeri doğrudan durumlara,
koşullara bağlıdır. Onun için bilgileri yararlı-yararsız diye ayırmak da doğru
değil. Değersiz, ilgisiz gibi görünen bir bilgiye olaylar, koşullar birden bir
değer, önem kazandırabilir. Örneğin 6 Ağustos 1945’ten önce Hiroşima’yı kim,
kaç kişi biliyordu? (1)
Yararsız sanılan bilgiler sonradan işe yarayabiliyor. Öyle ki birçok buluş,
daha önce ortaya konup da ne işe yarayacağını kimsenin bilmediği ‘yararsız
bilgi’ sayesinde gerçekleşmiştir. (2)
Atatürk’ü dinleyelim: “Biz cahil dediğimiz zaman mektepte okumamış
olanları belirtmiyoruz. Belirttiğimiz, bilimi, gerçeği bilmektir. Yoksa okumuş
olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okuma bilmeyenlerden de gerçeği
gören-özellikle sizlerin içinde görüldüğü gibi- gerçek bilginler çıkabilir.”
(18.03. 1923/Tarsus)
Demek ki bilmediğini bilen cahil sayılmaz. Cahil, bilmediğini de
bilmeyen (cehl-i mukap), ama her şeyi bildiğini sanandır. Bilmeyene öğretirsin,
öğrenir. Ama cahile öğretemezsin, o zaten biliyordur. Cahil öğrenmez, inanır.
Okumaz, hatmeder. Yunus emre onlar için söylemiş olmalı: İlim ilim demektir/İlim kendin bilmektir/Sen kendini bilmezsin/Bu nice
okumaktır. Hele bir de, eskilerin deyimiyle, cahil-i anud var, beterin de
beteri, inatçı cahil. Kara cahil bu işte, Nuh der, peygamber demez. Dediğim
dedik, öttürdüğüm düdük.
Manken Tuba Altıntop cahil mi, değil mi, ben bilemedim. Savaş Ay’ın Tuba
Altıntop’la yaptığı söyleşiden kısa bir alıntı (Akt. Emre Kongar, Cumhuriyet,
09.09.20004):
-Hobilerin ne senin?
-Şiir yazarım.
-Kim var sevdiğin şair?
-Fahir Atakoğlu… Yok yok o değil. Hah
Ataoğlu, bir şey Ataoğlu.
-Ataol Behramoğlu mu?
-O işte. Evde üç tane büyük kitabı var, seri…
Antoloji yani. Kişinin kendi yazdığı tüm şiirlerin alt alta birleşmesi. Ama
içinde bir şey de var. Tüh! Bende inanılmaz isim kaybı var. Vitaminsizlikten
galiba. O tanıdığımız isim var. Sürgüne gitti hani. Yaşlı… Büyük… Yasaklandı
ya… Hani başka ülkelerde ödüller verildi. Çok büyük. Bizim oralı, Adanalı…
-Yaşar Kemal mi yoksa?
-Hah Yaşar Kemal
-Şair ha?
-Evet, İstanbul üzerine tüm şiirlerini
okudum.
Cahillikle ilgili birkaç atasözümüz:
(3) Cahilin sofusu,
şeytanın maskarası. Cahile laf anlatmak, deveye hendek atlatmaktan zordur.
Cahilin dostluğundan, âlimin düşmanlığı yeğdir.
Cahil soru da sormaz, kendini de haddini de
bilmez. Ya bir de cehalet eyleme geçerse, Goethe’nin dediği gibi en korkuncu da
budur.
İngiliz atasözüymüş: Biliyor, bildiğini de biliyor, bilgedir o, arayın
onu. Biliyor, bildiğini bilmiyorsa uykudadır, uyandırın onu. Bilmiyor,
bilmediğini biliyorsa çocuktur, öğretin ona. Bilmiyor, bilmediğini de
bilmiyorsa ahmaktır, ondan uzak durun.
İki psikolog (Justin Kruger ve David Dunnig) bir kuram geliştiriyorlar,
bununla da Nobel ödülünü kazanıyorlar. Özü şu: Cehalet kişinin özgüvenini artırır. ‘Cahil cesareti’ denir ya,
işte bu. Bertrand Russell çok önceden söylemiş aslında: “Çağımızın en büyük
sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin
olmasıdır.” Oysa R. Feynmann’ın deyişiyle, bilim kuşku duyma kültürüdür.
Darülfünun (üniversite) Müdürü Hoca Tahsin Efendi (1812-1881) canlıların
havasız ortamda yaşayamayacaklarını kanıtlamak için deneyler yapınca, Tanrının
işine karışıyor diye dinsizlikle suçlanıyor, baskılar sonucu müdürlükten
alınıyor. Hoca Tahsin Efendi kırgın, cehaletten bunalmış, şöyle iki dize
yazmış: Cehalet mültezem, kesb-i kemâldir
cünhamız, bildim / İlahi, cürm-ü tahsil-i ilimden tövbeler olsun (Suçumuz olgunluk kazanmakmış, oysa bize
cehalet gerek, anladım. Tanrım, bilim öğrenme suçundan tövbeler olsun.) (4)
Ferit Edgü, Cahil adlı bir kitap (Sel Yay.) yazdı, ondan tadımlık birkaç
özdeyiş:
*Gözü kara cahiller vardır, gözü açık
cahiller vardır. Ama gözü tok cahil yoktur.
*Cahilin bilmediği bir şey yoktur.
Ekonomi, sosyoloji, tarih, coğrafya, fizik, kimya, matematik, Arapça, Farsça,
Latince… Bilmediği tek şeyse bunları bilmediğidir.
*Cahil kitabı o kadar sever ki okumaya
kıyamaz.
*Ah, cahil kafam! diye yakınan gerçek
bir cahil yoktur.
*Cahil az düşünür, çok konuşur.
*Cahil üşüdüğünde bayrağa sarılır.
Cahilseverler de var, bunlardan biri Prof. Dr. Bülent Arı, şöyle demiş
(Mart 2016):”Ben daha çok cahil ve
okumamış, tahsilsiz kesimin ferasetine (anlayış, seziş) güveniyorum bu ülkede. Yani ülkeyi ayakta tutacak olanlar, okumamış,
hatta ilkokul bile okumamış, üniversite
okumamış cahil halktır. (…) Okuma oranı arttıkça beni hafakanlar (sıkıntı,
çarpıntı) basıyor. (…) Ben her zaman
cahil halkın ferasetine güveniyorum (…).” (5) Ne denir, Sakallı Celal (Yalnız) demiş diyeceğini,
bu kadar cahillik ancak tahsille olur.
Bilemedim diye yerinmem, utanmam
boşunaymış, bu da bilmekti, bilmediğini bilmek… Öyle ya, bilmemek ayıp değil,
öğrenmemek ayıp. Kaldı ki onlar ansiklopedik bilgiler, gerek duyulunca kaynağından
kolayca ulaşılabilir. Yeter ki öğrenmeyi istesin, öğrenmekten tat alsın insan;
meraklı, bilimsel tutumlu, eleştirel düşünceli, yeni düşüncelere açık,
sorgulayıcı olsun. Atatürk’ün Tevfik Fikret’ten esinlenerek söylediği gibi,
‘fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür’ olsun.
1. Antel, Sadrettin Celal (1952) Umumi
Didaktik, İstanbul: Doğan Kardeş Yay. (102)
2. Gürses, Can
(2013) “Gereksiz Bilginin Gerekliliği”, Cumhuriyet
Bilim ve Teknoloji,
20.09.2013
3. Aksoy, Ömer Asım (1971) Atasözleri
Sözlüğü Ankara: TDK Yay. (182)
4. Akyüz, Yahya (1997) Türk
Eğitim Tarihi, İstanbul Kültür Üniversitesi Yay. (148)
(*) Bu yazı Çağdaş Eğitim Kooperatifi’nin (ÇEK) ÇAĞDAŞ BAKIŞ dergisinde (Aralık 2017 Sayı: 25) yayımlanmıştır.